İstanbul’un kalbinde, Sirkeci’de yükselen Sansaryan Han, yüz yılı aşkın süredir hem mimarisiyle hem de taşıdığı anlamlarla kentin hafızasında yer ediyor. 19. yüzyılın sonunda Ermeni tüccar Mıgırdiç SANSARYAN tarafından inşa ettirilen bu yapı, aslında eğitim için bir gelir kaynağı olarak düşünülmüştü. Erzurum’daki Sansaryan Koleji’ne destek sağlamak amacıyla kurulan hanın ileride bambaşka bir kaderi olacağını, Mıgırdiç Bey muhtemelen hiç öngörmemişti.
Zaman içinde hanın işlevi değişti. 20. yüzyıl ortalarından itibaren İstanbul Emniyeti’nin kullanımına verilmesiyle birlikte, adı daha çok sorgular ve soruşturmalarla anılır oldu. O dönemin şartları, bugünkü hukuk anlayışından oldukça uzaktı. Delil toplama tekniklerinin sınırlı olduğu yıllarda zanlıların sorgu sırasındaki ifadeleri çoğu zaman belirleyici hale geliyor, hanın kapısından tek dosyayla giren bir kişi, bir hafta sonra hakkında onlarca dosya açılmış bir zanlıya dönüşebiliyordu. Bu durum, kamuoyunda Sansaryan Han’ın hafızalara işkence ve sert sorgularla kazınmasına yol açtı.
Bugün ise tablo kökten değişmiş durumda. Delilden sanığa ulaşma prensibi artık ceza adalet sisteminin temel taşı haline geldi. Artık kimsenin beyanı tek başına yeterli değil; somut ve teknik veriler olmadan soruşturma ilerlemiyor. Emniyetin elinde güçlü araçlar var: Telefon görüşmelerinin izini süren tape kayıtları, ilişkileri çözümleyen HTS analizleri, geçiş noktalarını belgeleyen otoyol ve HGS verileri, çevrim içi faaliyetleri açığa çıkaran IP adresleri ve dijital kayıtların sunduğu daha pek çok veri, soruşturmaların temel delil kaynakları arasında.
Bu dönüşüm, yalnızca teknolojik bir ilerleme değil, aynı zamanda bir hukuk devrimidir. Geçmişin baskıcı yöntemleri yerini ölçülebilir, denetlenebilir ve hukuka uygun kanıtlara bırakıyor. Böylece hem bireylerin temel hakları korunuyor hem de emniyet güçlerinin mücadelesi sağlam bir zemine oturuyor.
Sansaryan Han’ın taş duvarları, bir dönemin tanığı olarak ayakta duruyor. Ancak Türkiye’nin ceza adaletinde geldiği nokta, o hanın simgelediği yöntemlerden çok farklı bir dünyayı işaret ediyor. Artık önemli olan, zanlının susturulması değil; delillerin konuşması.
Sansaryan Han’ın karanlık anıları, bize hukuk devletinin ne kadar kıymetli olduğunu hatırlatır. İşkenceden delile geçiş, sadece yöntem değişikliği değil, aynı zamanda adalet anlayışının köklü bir dönüşümüdür. Bugün geldiğimiz noktada asıl umut verici olan, “itirafın değil, delilin kral” olduğu bir adalet düzenine adım atmış olmamızdır.
Av. Arb. Abdullah YILMAZ