MAKALE

MEDYA FAALİYETLERİNİN İNSAN HAKLARINA ETKİSİ

Abone Ol

TARİH/TEKERRÜR

Merhum Vatan Şairi Mehmet Akif ERSOY dememiş miydi; “Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey! / Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi? / Tarih’i tekerrür diye tarif ediyorlar; / Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” (Safahat: Yedinci Kitap)

Kimlikleri ve haklarındaki suç şüphesi ne olursa olsun “şüpheli” kişi(ler) ceza adalet sisteminde sadece bir süjedir. Bu nedenle haklarındaki işlemlerin -kimlikleri ve haklarındaki suç şüphesi ayırt edilmeksizin- yasal sınırlar içinde yürütülmesi hem hukukun hem insanlığın gereğidir.

Aksi uygulamalar kişi temel hak ve özgürlüklerine müdahale anlamı taşıdığından, suç teşkil edebilecek davranıştır. Ayrıca; soruşturma yürütülen kişi hakkında kamu davası açılmayarak serbest bırakılması veya dava açılsa bile mahkemece suçsuz bulunarak veya delil yetersizliği nedeniyle beraat etmesi durumunda, ilgili kişinin maddi ve manevi tazminat taleplerine gerekçe teşkil edebilecek hatta bu taleplere haklılık kazandıracaktır.

Aşağıdaki makalemiz, 10-11 Haziran 1999 günlerinde Dünya Yerel Yönetim Akademisi (WALD) tarafından İstanbul’da düzenlenen “Çocuk ve Demokrasi: Küçüklere Özgü Yargılama Hukuku” Sempozyumunda tebliğ olarak sunulmuş, ele alınan konunun çok sayıda kişiye ulaşması dileğiyle Polis Dergisinin 18’inci sayısında (1999), ardından da Aynasızdan Polise yol haritası (Atlas Kitapçılık, Ankara 2003) kitabımızda yayınlanmıştı.

Aradan geçen onlarca yılda CMUK gitti CMK geldi. DGM gitti terör suçları/çocuk suçları büroları geldi. Ancak bazı yanlış uygulamalar ne yazık ki halen devam ediyor. Sadece mağdur ve faillerin ideolojik kimlikleri değişiyor.

En son 8 Ekim 2025 günü 19 ünlünün ismi (çoğunluğu sanatçı), bir soruşturma kapsamında evlerinden alındığı, ifadelerinin alındığı, uyuşturucu kullanımına dair kan ve saç örneklerinin alındığı haberine konu edildi, daha sonra uyuşturucu madde tespit edilen ya da uyuşturucu maddeye rastlanmayanların isimleri tekrar haberleştirildi.

Gelelim eski(memiş) makalemizin içeriğine!

GİRİŞ

Televizyonların haber programlarında; ölüm, yaralama, gasp, kavga, kadın ticareti, şizofreni, intihar gibi olayların görüntülerine yoğun olarak yer verilmekte, herhangi bir operasyon esnasında veya sonucunda yakalanan kişiler, haklarında hiçbir mahkeme kararı olmadan suçlu gibi tanıtılmakta, habercilik teşhirciliğe dönüşmektedir. Bu tür haberlerin basın mensuplarına kolaylık sağlanması, bilgilerin verilmesi veya sızdırılması suretiyle hazırlandığı değişik kişi ve kurumlar tarafından dile getirilmektedir[1].

Görüldüğü kadarıyla kan, vahşet, saldırganlık görüntülerine sahne olan olaylarda bir veya birkaç televizyon çekim ekibi hazır bulunmakta, çekime konu olan kişilerin itiraz etmelerine rağmen bilgi alma maksadını aşan tarzda, kişileri yargılarcasına sorular sorulmaktadır. Ayrıca olay yerinde veya soruşturmanın diğer aşamalarında yetkililerin çalışmaları da etkilenmektedir.

İzleyici üzerinde sıkıntı ve stres yaratan bu tür çekimler "prime time"larda yayınlanmaktadır. Bu tür haberlerin izleyicilerde moral ve sinir bozukluğuna sebep olduğu, özellikle gençler ve çocuklar üzerinde olumsuz etkiler yarattığı ve kimi zaman örnek alınarak taklit edildiği haberlerden izlenmekte ve uzmanlar tarafından dile getirilmektedir. Naklen veya banttan yayınlanan, elde edemediği bir arzusu nedeniyle intihar etmek isteyen bir kişinin girişimi, aynı koşullarda olan diğer insanlarda amacın gerçekleştirilmesi için bir yöntem olarak algılanmaktadır.

KİŞİLERİN TEŞHİR EDİLMESİ

Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz (Anayasa m. 38/4), kanuna göre suçluluğu ispat edilene kadar kişinin masumiyeti esastır (AİHS m. 6/2), aksi yargı kararıyla kesinleşmedikçe hiç kimse suçlu olarak ilan edilemez (3984 sayılı Kanun m. 4/n).

Yasal düzenlemeler, soruşturmanın gizliliğini ve henüz suçluluğu yargı kararı ile sabit olmamış kişileri korumayı amaçlamaktadır. Henüz şüpheli olarak hakkında soruşturma yürütülen kişilerin teşhir edilmesinin, kamuoyunda suçlu olarak tanınmalarının hukuki olmadığını ortadadır. Kanun koyucu hiçbir kişiye ve makama, henüz suç işlediği şüphesi altında bulunan bir kişiyi suçlu olarak ilan etme yetkisi vermemiştir.

Mevzuat hükümleri çok net olmasına rağmen bazı olaylarda, kolluk ekibinin yanında medya mensupları da hazır bulunmaktadır. Gözaltındaki şüphelilerin doktor raporu için sağlık kuruluşlarına gidiş ve dönüşlerinde basın mensupları ile röportaj yapıldığı görülmektedir. Yer gösterme için basın mensuplarıyla birlikte olay yerine gidilmekte, bu nedenle çevrenin dikkati ve ilgisi çekildiği için şüphelilere yönelik darp ve linç girişimi gibi olaylara sebebiyet verilmektedir. Hakkında soruşturma yapılan kişilerin evlerine basın mensupları ile birlikte girilmekte, kişinin ikazına rağmen çekim yapılmakta, mesken masuniyeti ihlal edilmektedir. Bu şekilde arama, yakalama, gözaltı, yer gösterme ve diğer adli kolluk faaliyetlerini içeren ve gizli kalması gereken faaliyetler ekrana yansıtıldığında, ifade ve deliller açıklandığında soruşturmanın selameti tehlikeye düşmektedir. Bu konuda pek çok televizyon kanalının gündüz kuşağında yer alan programlarında ne yazık ki zirveye ulaşılmıştır.

TELEVİZYON VE RADYO YAYIN İLKELERİ

3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkındaki Kanun’da; genel ahlak, toplum huzuru ve Türk aile yapısına aykırı (m. 4/d) ve çocukların ve gençlerin fiziksel, zihinsel, ruhsal ve ahlaki gelişimini olumsuz yönde etkileyebilecek (m. 4/m) yayın yapılamayacağı, aksi yargı kararıyla kesinleşmedikçe hiç kimsenin suçlu olarak ilan edilemeyeceği (m. 4/n) hükümleri düzenlenmiştir.

3984 sayılı Yasaya dayanılarak çıkarılan Radyo ve Televizyon Yayınları Yayın Esas ve Usulleri Hakkında Yönetmelik; yayınlar, kişi haklarına aykırı unsurlar taşıyamaz (m. 5/c), yayınlarda insanlar, hiçbir şekilde kınanamaz veya küçük düşürülemez (m. 5/f), yayınlarda insanların ıstırapları, acıları, yaşadıkları felaketler, ölüm anları veya benzeri durumların duygu sömürüsüne yol açacak, korku yaratacak veya izleyicileri dehşete düşürecek biçimde verilmeyeceği (m. 7), şiddete karşı birey ve toplumu duyarsızlaştıran, insanları şiddet kullanmaya yönelten, özendiren yayın yapılamayacağını, yayınlarda insanları intihara yönlendirici ya da intihar girişiminde bulunmaya teşvik edici unsurlara yer verilemeyeceği (m. 11), yayınlarda, suç ve toplumsal kurallara aykırı davranışlar, insanları bu tür fiil ve davranışlara özendirici, suç tekniklerini öğretici biçimde verilemeyeceği (m. 14) şeklinde yayın esaslarını içermektedir.

YANLIŞLIKLARIN SAKINCALARI

Halkın haber alma hakkı ile basının haber alma ve haber verme hakkı yasalarla teminat altına alınmıştır. Bu nedenle kamuoyunu bilgilendirme görevi yapan medya mensuplarına çalışmaları sırasında kolaylık sağlaması tabiidir. Ancak bunu yaparken, Anayasa ve uluslararası sözleşmelerin teminatı altında olan kişi hak ve özgürlüklerinin herhangi bir şekilde kısıtlanması ve hele zedelenmesi mümkün değildir. Hiçbir hak ve özgürlük, şüpheli bir kişinin henüz yargılanmadan ve suçluluğu bir yargı kararı ile kesinleşmeden suçlu ilan edilmesi ve hatta infazına kalkışılması şeklinde kullanılamaz. Bu tür bir sonuca yol açabilecek davranışlara, adaletin gerçekleşmesinde önemli görevi bulunanlar tarafından neden olunması ise kesinlikle kabul edilemez.

Suç mahallinde delillerin kaybolması veya bozulmasına neden olabilecek şekilde medya mensuplarının olay yerinde bulunması, suçun aydınlatılması açısından sakınca teşkil etmekte, olay yerinde delillerin kaybolmasına (Loss of evidence at the crime) veya bozulmasına (Contamination of evidence) neden olmaktadır. Herhangi bir şekilde bozulan (Contaminated evidence) veya kaybolan (Missing evidence) ya da yaratılan (Fabricated evidence) deliller ya söz konusu suçla hiçbir ilgisi bulunmayan birisinin suçlanmasına sebep olmakta veya gerçekten suçlu olan bir kişinin suçluluğunun ispat edilememesi ile ceza adaletinin gerçekleşememesine neden olmaktadır.

Kişilerin itiraz etmelerine rağmen medya mensuplarının çekim yapılması, kişileri yargılarcasına sorular sorulması yürürlükteki yasalar, Anayasa ve AİHS ile teminat altına alınan kişilik haklarının korunması açısından kabul edilebilecek bir uygulama olamaz.

Fransız polisi tarafından gözaltında tutulan Allenet De Ribemont isimli bir şahsın İçişleri Bakanı’nın da hazır bulunduğu bir basın toplantısında, üst düzey bir polis yetkilisi tarafından “suçlu” şeklinde nitelendirilmesine, “kasti olarak adam öldürmeye yardım etmek” suçlamasıyla tutuklanarak cezaevine konulmasına rağmen serbest bırakılmasını müteakip beraat etmesi sonucunda, hak arama açısından iç hukuk yollarını sonuna kadar tüketmesi üzerine, Fransa aleyhine Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’na yapmış olduğu başvuru (3/1994/450/529), AİHM’ce şahsın lehine sonuçlandırılmış, Mahkeme; “sözleşmenin, teorinin aksine pratik ve etkili olarak hakları garanti altına alacak şekilde yorumlanması gerektiğini” belirterek, “masumiyet karinesi” ilkesinin sadece bir yargıç veya mahkeme tarafından değil aynı zamanda kamu görevlileri tarafından da ihlal edilebileceği görüşü ile 10 Şubat 1995 tarihinde 6/2 ve 6/1 maddelerin ihlal edildiğini, Fransa'nın ilgiliye mahkeme masrafları dahil 2.100.000 FF tazminat ödemesini kararlaştırmıştır (Ahmet KAYA, Polis Dergisi).

AİHM’nin yukarıda belirtilen kararında, "kişinin suçluluğu ispatlanana kadar suçsuzluğu/masumiyeti esastır” ilkesinin yalnız yargı makamları tarafından değil, yürütme/idare makamları veya görevlileri başta olmak üzere herkes tarafından da ihlal edilebileceğini göstermesi açısından son derece dikkat çekicidir.

Kişilik hakları ihlal edilen kişilerin -haklarını aramaları açısından iç hukuk yollarını sonuna kadar tüketmesi şartına bağlı olarak- AİHM nezdinde açabilecekleri bu tür davalarda medya kuruluşları ve mensuplarının da davalı durumunda olması son derece olasıdır.

Temel hak ve hürriyetlerin korunması konusunda kurum ve vatandaş bilincinin yüksek olduğu ABD'de, polis-medya işbirliğinin vatandaşların temel haklarının ihlaline yol açtığına ilişkin tartışmalar, 1990’ların başında polis baskınına refakat eden medya mensuplarına ve polise ilişkin olarak açılan davada ABD Yüksek Mahkemesinin polisin ev baskını, arama ve tutuklamalar esnasında yanında medya mensupları bulundurmasını, "hedef alınan kişilerin özel hayatına tecavüz" sayarak yasaklayan kararı ile sonuçlanmıştır (Yasemin ÇONGAR, 27.05.1999 Milliyet Gazetesi).

AİHM, MGN Limited/Birleşik Krallık (No: 72497/17) davasında[2], ünlü manken ve oyuncu Naomi Campbell'in uyuşturucu tedavisiyle ilgili haberler konusunu inceleyerek haberlerin bazı kesitlerinin özel yaşama saygı hakkını ihlal eder nitelikteki olduğu saptadı. Daily Mirror Gazetesi, yayınlarında Campbell'in bağımlılığı, anonim tedavi süreçlerine katılması gibi bilgilerin yanı sıra, tedavi sırasındaki fotoğraflarına yer verdiği için İngiltere'deki dava süreçlerinin sonunda gazete, yüksek paralar ödemek zorunda kalmış, Gazete; konuyu AİHM'ne taşıdığında Mahkeme, haberlerin bazı kesitlerinin özel yaşama saygı hakkını ihlal eder nitelikteki olduğu saptamıştır. Bu karara göre, "Kamuya mal olmuş bir kişinin özel yaşamına dair ayrıntılar konusunda, yalnızca okuyucunun merakını tatmin etmeye yönelik fotoğraf ve haberlerin yayımlanması, kamu yararına bir tartışmaya katkı sayılmaz. Bu gibi durumlarda ifade özgürlüğü daha dar yorumlanmalıdır."

Tolga Şirin Hocanın dediği gibi, “basın mensupları şunu hesaba katarak haber yapmalılar; merak duygusunu tatmin etmeye ve dedikoduculuk etkinliklerine mi hizmet ediyoruz yoksa kamusal bir tartışmaya katkı mu sunuyoruz. Böyle meselelerde denge çok hassas, tartım iyi yapılmalı, yoksa basın mensuplarının başları ağrır.[3]

Av. Halil YILMAZ

İstanbul Barosu

------------------

[1] https://www.nefes.com.tr/yazarlar/deniz-zeyrek/dik-cekmisiz-skandali-39459

[2] https://hudoc.echr.coe.int/tur#{%22itemid%22:[%22001-220252%22]}

[3] Tolga Şirin, https://www.linkedin.com/feed/update/urn:li:activity:7385597911478398976/ Erişim tarihi: 20.10.2025