KARARLAR

Medeni Hak ve Yükümlülüklere İlişkin Davalarda Makul Sürenin Aşılması (Makul Sürede Yargılanma Hakkı)

Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır.

Abone Ol

Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır

Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.

İlgili Kararlar:

♦ (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013)
♦ (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/1213, 4/12/2013)
♦ (Yağız Teks. ve Gıda Ürünleri Paz. Taah. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2012/650, 5/12/2013)
♦ (Ahmet Uçar ve diğerleri, B. No: 2018/32896, 10/12/2019)
♦ (Arzu Demirel ve diğerleri, B. No: 2020/17518, 31/12/2020)
♦ (Hasan Gülşen, B. No: 2019/21883, 9/6/2021)
♦ (Recep Tok, B. No: 2019/18178, 25/5/2022)
♦ (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013)
♦ (E.t.y.i. A.Ş., B. No: 2013/596, 8/5/2014)
♦ (Nusret Mutluca, B. No: 2014/14436, 5/12/2017)
♦ (Fatma Ülker Akkaya, B. No: 2014/18979, 22/2/2018)
♦ (Ahmet Yüksel ve Mehmet Yüksel, B. No: 2016/4338, 12/11/2019)
♦ (Başkent Doğalgaz Dağıtım Gyo A.Ş., B. No: 2019/28520, 31/12/2020)
♦ (Sema Değirmenci, B. No: 2019/18750, 28/1/2021)
♦ (Meral Korkmaz, B. No: 2018/26949, 15/6/2022)

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ARZU DEMİREL VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2020/17518)

 

Karar Tarihi: 31/12/2020

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan y.

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Eyup GÖNENBABA

Başvurucular

:

Arzu DEMİREL ve diğerleri [bkz. ekli (1) numaralı tablo]

Başvurucular Vekilleri

:

bkz. ekli (1) numaralı tablonun (F) sütunu

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Ekli (1) numaralı tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyona sunulmuştur.

3. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuşlardır.

5. Konularının aynı olması sebebiyle ekli (1) numaralı tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2020/17518 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2020/17518 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 71. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen hukuk yargılamalarının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

10. Mahkemenin 31/12/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adli Yardım Talebi Yönünden

11. Başvuruculardan bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılayacak gelirleri olmadığını beyan ederek adli yardım talebinde bulunmuştur.

12. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucuların açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım taleplerinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

13. Başvurucular, uzun süren yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

14. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

15. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50-52).

16. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41, 45).

17. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında ekli tablonun (G) sütununda belirtilen yargılama sürelerinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.

18. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. Diğer İhlal İddiaları

19. Başvuruculardan bir kısmı, makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

20. Başvurucuların iddiaları, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru inceleme yetkisine girdiği ölçüde ve sunulan belgeler çerçevesinde değerlendirildiğinde temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olduğu, 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunda düzenlenen diğer kabul edilebilirlik kriterlerini de karşılamadığı anlaşılmaktadır.

21. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının kabul edilebilirlik kriterlerini karşılamaması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekmektedir.

D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

22. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

23. Başvurucular, ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

24. Somut olayda, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

25. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında ekli (1) numaralı tablonun (H) sütununda belirtilen net tutarlarda manevi tazminatın başvuruculara ayrı ayrı ödenmesine karar verilmesi gerekir.

26. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucuların uğradıklarını iddia ettikleri maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucuların bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

27. Dosyadaki belgelerden tespit edilen ekli (1) numaralı tablonun (E) sütununda belirtilen harç ve ekli (2) numaralı tabloda belirtilen vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderlerinin başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adli yardım talebinde bulunan başvurucuların adli yardım taleplerinin KABULÜNE,

B. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Diğer ihlal iddialarının kabul edilebilirlik kriterlerini karşılamaması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Başvuruculara ekli (1) numaralı tablonun (H) sütununda belirtilen net tutarlarda manevi tazminatın AYRI AYRI ÖDENMESİNE, başvurucuların maddi tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. Vekille temsil edilen başvuruculara vekalet ücretinin aynı avukatla temsil edilenler yönünden -ekli (2) numaralı tabloda gösterildiği gibi- MÜŞTEREKEN, diğerlerine AYRI AYRI; ekli (1) numaralı tablonun (E) sütununda belirtilen harçlarının da ekli tabloda gösterildiği gibi başvuruculara ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihlerinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için ekli (1) numaralı tablonun (D) sütununda belirtilen mahkemelere GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 31/12/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

HASAN GÜLŞEN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/21883)

 

Karar Tarihi: 9/6/2021

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Selçuk KILIÇ

Başvurucu

:

Hasan GÜLŞEN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kadastro tespitinin iptali istemiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 20/6/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Bireysel başvuruya konu kadastro tespitine itiraz davasının 18/2/1988 tarihinde Kaş Kadastro Mahkemesinde açıldığı, başvurucunun babası D.G.nin müdahil davacı sıfatıyla davada taraf olduğu, D.G.nin uyuşmazlık konusu taşınmazı başvurucuya devretmesi üzerine de babası D.G. yerine başvurucunun 11/9/1996 tarihinden itibaren müdahil davacı olarak davada taraf durumunda bulunduğu anlaşılmaktadır.

9. Söz konusu davada mahkemece verilen kararlar müteaddit kereler Yargıtayca bozulmuştur. Anılan dava yerel mahkeme aşamasında derdest durumda bulunmaktadır.

10. Başvurucu, müdahil davacı sıfatıyla tarafı olduğu davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle 20/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

11. Mahkemenin 9/6/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

12. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

13. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

14. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50-52).

15. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).

16. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda başvuru konusu davada başvurucu yönünden yargılamanın 24 yıl 8 aydır devam etmesinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.

17. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

18. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

19. Başvurucu, ihlalin tespiti ile 20.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

20. Somut olayda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

21. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında net 20.000 TL manevi tazminatın başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

22. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 364,60 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminatın ÖDENMESİNE,

D. 364,60 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Kaş Kadastro Mahkemesine (E.1996/86) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 9/6/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

BAŞKENT DOĞALGAZ DAĞITIM GYO A.Ş. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/28520)

 

Karar Tarihi: 31/12/2020

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan y.

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Selçuk KILIÇ

Başvurucu

:

Başkent Doğalgaz Dağıtım GYO A.Ş.

Vekili

:

Av. Nuray YILDIRIM

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davada gerekçesiz karar verilmesi, bilirkişi incelemesi yaptırılmasına ilişkin talebin dikkate alınmaması, davanın hatalı değerlendirme sonucu reddedilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 20/8/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Boru Hatları ile Petrol Taşıma Anonim Şirketi (BOTAŞ) tarafından, doğal gaz borcu zamanında ödenmediğinden bahisle 87.852.354,44 TL borcun tahsili amacıyla 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun uyarınca başvurucu Şirket adına 1/9/2008 tarihli ödeme emri düzenlenmiştir.

9. Başvurucu, söz konusu ödeme emrinin iptali istemiyle 19/9/2008 tarihinde Ankara 8. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır.

10. Mahkemenin 2/12/2008 tarihli kararıyla davanın süre aşımı nedeniyle reddine hükmedilmiş, bu karar Danıştay Onüçüncü Dairesinin (Daire) 9/11/2009 tarihli ilamı ile bozulmuştur.

11. Mahkemece bozma kararına uyulmuş, 21/1/2013 tarihinde davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinde özetle; BOTAŞ tarafından başvurucuya Nisan-Mayıs-Haziran 2008 dönemine ait gaz bedeli olarak toplam 80.001.500,63 TL asıl alacak ve bu asıl alacağa 6183 sayılı Kanun gereği işletilen 7.850.583,81 TL gecikme zammı olmak üzere toplam 87.852.354,44 TL tutarında ödeme emri gönderildiği belirtilmiştir. Başvurucu ile BOTAŞ arasında doğal gaz alım satımına ilişkin imzalanan sözleşme gereği borcun vade tarihinin her takvim ayının 15. günü olduğu bilgisine yer verilmiştir. Ödenmeyen faturaların son ödeme tarihlerinin 2008 yılının mart, nisan, mayıs, haziran aylarının 15. günleri olduğu, başvurucu tarafından bu dönemlere ilişkin olarak 5/5/2008 ile 3/7/2008 tarihleri arasında toplam 66.559.750 TL ödemede bulunulduğu, bu ödemelerin en eski fatura borcundan mahsup edilerek yapıldığı, 3/7/2008 ile 14/8/2008 tarihleri arasında ise toplam 39.465.344,75 TL ödemede bulunulduğu tespitine yer verilerek, Nisan 2008 dönemine ait faturadan bakiye 15.274.705,57 TL dahil Nisan-Mayıs-Haziran 2008 dönemine ait toplam 87.852.354,44 TL borcun süresinde ödenmemesi üzerine 1/9/2008 tarihli ödeme emrinin düzenlendiği vurgulanmıştır. Vadesinde ödenmeyen amme alacağına yönelik ödeme emri düzenleneceğinin mevzuatta açık olduğu ve başvurucunun doğal gaz bedelinden kalan bakiye borcunu vadesinde ödemediği sabit olduğundan söz konusu alacağın tahsiline yönelik olarak düzenlenen ödeme emrinde hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir.

12. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Dairenin 31/10/2018 tarihli kararı ile onanmış; kararın düzeltilmesi istemi de yine Dairenin 25/6/2019 tarihli kararı ile reddedilerek karar kesinleşmiştir.

13. Nihai karar 23/7/2019 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 20/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

14. 18/4/2001 tarihli ve 4646 sayılı Doğal Gaz Piyasası Kanunu'nun "Diğer hükümler" kenar başlıklı 12. maddesinin (g) bendi şöyledir:

"BOTAŞ'ın doğal gazla ilgili alacakları hakkında 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri uygulanır."

15. 6183 sayılı Kanun'un "Ödeme zamanı ve önce ödeme" kenar başlıklı 37. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Amme alacakları hususi kanunlarında belli edilen zamanlarda ödenir. Hususi kanunlarında ödeme zamanı tesbit edilmemiş amme alacakları Maliye Vekaletince belirtilecek usule göre yapılacak tebliğden itibaren bir ay içinde ödenir. Bu ödeme müddetinin son günü amme alacağının vadesi günüdür.

..."

16. 6183 sayılı Kanun'un "Ödeme emri" kenar başlıklı 55. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Amme alacağını vadesinde ödemiyenlere, 15 gün içinde borçlarını ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları lüzumu bir 'ödeme emri' ile tebliğ olunur.

..."

B. Uluslararası Hukuk

1. İlgili Sözleşme

17. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir..."

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

18. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme ile korunan hak ve özgürlükleri ihlal etmediği sürece ulusal mahkemelerce yapılan hukuki ya da maddi hataları ele almanın yerleşik içtihadı uyarınca kendi görevi olmadığını belirtmektedir (García Ruiz/İspanya [BD], B.No: 30544/96, 21/1/1999, § 28; Perez/Fransa [BD], B. No: 47287/99, 12/2/2004, § 82). Bu içtihada göre Sözleşme'nin 6. maddesi adil yargılanma hakkını güvenceye almakla birlikte delillerin kabul edilebilirliğine ya da delillerin nasıl değerlendirileceğine ilişkin herhangi bir kural koymaz; bu hususlar öncelikli olarak ulusal hukukun ve mahkemelerin düzenleme alanına girer. Normal şartlarda ulusal mahkemelerin belirli delil unsurlarına ya da önlerindeki uyuşmazlıktaki tespit ya da değerlendirmelere tanıyacakları ağırlık gibi meseleler AİHM'in yeniden inceleme alanına girmez. AİHM bir dördüncü derece yargı yeri gibi davranmamalıdır, dolayısıyla keyfî olduğu ya da makul olmadığı açıkça görülebilecek tespitlerde bulunmadıkları takdirde ulusal mahkemelerin kararlarını 6. maddenin birinci fıkrası kapsamında sorgulamaz (Bochan/Ukrayna (No. 2) [BD], B. No: 22251/08, 5/2/1015, § 61).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

19. Mahkemenin 31/12/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

20. Başvurucu Şirket; BOTAŞ tarafından kendilerine 148.141.638,75 TL ödeme yapıldığı beyanında bulunulmasına karşın, yapılan toplam ödemelerin 606.282.505,72 TL olduğu ve mahkeme kararında bu hususa yönelik bir değerlendirme yapılmadığını, vade ve gecikme zammına ilişkin itirazlarına yönelik de hiçbir açıklamada bulunulmadığını, temyiz ve karar düzeltme isteminin reddine ilişkin kararların herhangi bir gerekçe içermediğini belirterek gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

21. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak açıkça gerekçeli karar hakkından söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesine "...adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının kapsamına gerekçeli karar hakkının da dâhil olduğu AİHM'in birçok kararında vurgulanmıştır. Dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının gerekçeli karar hakkı güvencesini de kapsadığının kabul edilmesi gerekir (Abdullah Topçu, B. No: 2014/8868, 19/4/2017, § 75).

22. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında da “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” denilerek mahkemelere kararlarını gerekçeli yazma yükümlülüğü yüklenmiştir. Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi gereği anılan Anayasa kuralı da gerekçeli karar hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır (Abdullah Topçu, § 76).

23. Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamakta; tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddiaların kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda, kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gerekli görülmektedir (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34).

24. Mahkemelerin anılan yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya karar gerekçesinde ayrıntılı şekilde cevap verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Ancak derece mahkemeleri, kendilerine sunulan tüm iddialara cevap vermek zorunda değilseler de (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56) davanın esas sorunlarının incelenmiş olduğu gerekçeli karardan anlaşılmalıdır.

25. Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri, § 35).

26. Aksi bir tutumla mahkemenin davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında ilgili ve yeterli bir yanıt vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul ya da esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri, § 39).

27. Öte yandan temyiz merciinin yargılamayı yapan mahkemenin kararını uygun bulması hâlinde bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (Yasemin Ekşi, § 57).

28. Somut olayda mahkeme, ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davayı incelemiş ve ilgili mevzuat kapsamında değerlendirme yaparak sonuca ulaşmıştır. Bu bağlamda yapılan açık yargılama sonunda tarafların davanın sonucuna etkili olabilecek tüm iddia ve savunmaları tartışılarak verilen kararda hükme ulaşılması için yeterli gerekçe bulunduğu (bkz. § 11) görülmektedir. Ayrıca temyiz ve karar düzeltme aşamalarında değerlendirme konusu hüküm ve gerekçesinin uygun bulunduğu belirtilmiştir. Bu hâle göre gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlal olmadığının açık olduğu anlaşılmaktadır.

29. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Silahların Eşitliği ve Çelişmeli Yargılama İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

30. Başvurucu Şirket; uzmanlık ve hesaplama gerektiren bir uyuşmazlıkta taleplerine karşın bilirkişi raporu alınmadığını, davalı idarenin sunduğu belgelere göre karar verildiğini, maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasının engellendiğini belirterek silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

2. Değerlendirme

31. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

32. Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca herkes iddia, savunma ve adil yargılanma hakkına sahiptir. Anayasa'nın anılan maddesinde adil yargılanma hakkından ayrı olarak iddia ve savunma hakkına birlikte yer verilmesi, taraflara iddia ve savunmalarını mahkeme önünde dile getirme fırsatı tanınması gerektiği anlamını da içermektedir (Mehmet Fidan, B. No: 2014/14673, 20/9/2017, § 37).

33. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin tarafı olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen silahların eşitliği ilkelerine Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Bu itibarla anılan ilkenin adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriğine dâhil olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Anılan ilkeye uygun yürütülmeyen bir yargılamanın hakkaniyete uygun olması olanaklı değildir (Mehmet Fidan, § 38).

34. Silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usule ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 32). Bu usul güvencesi gereğince uyuşmazlığın her iki tarafına da savunmasının temel dayanağı olan delilleri sunma imkânı tanınmasını kapsamaktadır (Yüksel Hançer, B. No: 2013/2116, 23/1/2014, § 18).

35. Silahların eşitliği ilkesi kapsamında yapılacak inceleme, başvuru konusu yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığının değerlendirilmesidir (Yüksel Hançer, § 19).

36. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için silahların eşitliği ilkesi ışığında taraflara delillerini sunma, inceletme noktasında uygun imkânların tanınması ve yargılamaya etkin katılımlarının sağlanması gerekir. Bu anlamda delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsiz olma iddiaları da yargılamanın bütünü kapsamında değerlendirilecektir. Ceza davaları ile medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin davaların usul kuralları da dâhil olmak üzere yargılamanın tüm aşamalarında silahların eşitliği ilkesinin güvence altına alınarak adil yargılanma hakkının korunması hukuk devleti olmanın bir gereğidir (Mustafa Kupal, B. No: 2013/7727, 4/2/2016, §§ 50-52).

37. Somut olayda görülen davanın tarafları arasındaki ihtilaf, başvurucu Şirketin BOTAŞ'a olan doğal gaz borcunun ne kadarlık kısmını ödediği ve düzenlenen ödeme emrinin borcun ödenmeyen kısmıyla uyumlu olup olmadığı noktasındadır.

38. Kural olarak Anayasa Mahkemesinin görevi herhangi bir davada bilirkişi raporu veya uzman mütalaasının gerekli olup olmadığına karar vermek değildir (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, § 68). Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin tarafların öne sürdüğü ve esasa etkisi olan iddiaların işin mahiyetinin gerektirdiği ölçüde incelenip incelenmediğini ve özellikle ispat külfeti konusunda taraflardan birinin diğerine nazaran dezavantajlı bir konuma düşürülüp düşürülmediğini denetleme görevi bulunmaktadır (Ahmet Korkmaz, B. No: 2014/16232, 25/1/2018, § 29).

39. Somut başvuruda Mahkemece uzman bilirkişi incelemesi yaptırılmasına gerek görülmeyerek, sunulan belgeler kapsamında mevcut borç durumu ile yapılan ödemeler belirlenerek kalan ödeme miktarı hesaplanmış ve uyuşmazlık hakkında hüküm kurulmuştur.

40. Delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisinin esasen derece mahkemelerine ait olduğu, derece mahkemelerinin dava konusuna, elde edilen delilerin ağırlığına ve iddia ile savunmalara göre tanık beyanı, keşif icrası ve bilirkişi incelemesi gibi delilleri toplamama veya incelememe konusunda takdir yetkisine sahip olduğu dikkate alındığında bilirkişi incelemesi yaptırılmamasına ilişkin ileri sürülen husus yönünden silahların eşitliği ilkesine yönelik bir ihlal olmadığının açık olduğu sonucuna varılmaktadır.

41. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre Anayasa Mahkemesince açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemez olduğuna karar verilebilir. Başvurucunun ihlal iddialarını temellendiremediği, iddialarının salt kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hikmet Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).

42. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

43. Başvurucu Şirket, bireysel başvuru konusu yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

44. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

45. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50-52).

46. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).

47. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında 10 yıl 9 aylık yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.

48. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

D. Diğer İhlal İddiaları Yönünden

1. Başvurucunun İddiaları

49. Başvurucu Şirket; Başkent Vergi Dairesi Müdürlüğü tarafından tanzim edilen 20/5/2008 tarihli haciz bildirimi ile zaten BOTAŞ'ın alacaklarına haciz işlendiğini, BOTAŞ tarafından ilgili Vergi Dairesince konulan haczin bitiminin beklenmesi ve ardından varsa bakiye alacağın ödenmesinin talep edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Ayrıca taraflarından mevcut borcun ödendiği bildirilmesine karşın BOTAŞ tarafından ödeme yapılmadığının iddia edildiğini, bu hâliyle talep edilen bedelin taraflarınca hesaplanabilir nitelikte olmadığını, likit bir alacağın varlığından söz edilemeyeceğini, Mahkemece eksik inceleme ve mevzuatın yanlış yorumlanması suretiyle verilen hükmün hukuka aykırı olduğunu ileri sürmektedir.

2. Değerlendirme

50. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddiaları delillerin takdiri, somut olayın ve mevzuatın değerlendirilmesine ilişkin bulunduğundan şikâyetin yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı iddiası kapsamında değerlendirilmesi uygun görülmüştür.

51. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).

52. Somut olayda iddia, savunma ve tüm dosya kapsamı incelenerek ilgili kısımları yukarıda belirtilen (bkz. § 11) gerekçe ile hüküm kurulmuştur.

53. Başvurucu tarafından ileri sürülen iddialar, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olup kararda bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan bir durumun da bulunmadığı dikkate alındığında ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.

54. Açıklanan gerekçelerle başvurunun kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

E. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

55. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

56. Başvurucu, ihlalin tespitine ve yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

57. Somut olayda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

58. Başvurucu, manevi tazminat talebinde bulunmadığından tazminata hükmedilmesine gerek görülmemiştir.

59. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 364,60 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.964,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

4. Diğer ihlal iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. 364,60 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.964,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

D. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

E. Kararın bir örneğinin bilgi için Ankara 8. İdare Mahkemesine (E.2011/714, K.2013/50) GÖNDERİLMESİNE,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 31/12/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

SEMA DEĞİRMENCİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/18750)

 

Karar Tarihi: 28/1/2021

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Fatma Burcu NACAR YÜCE

Başvurucu

:

Sema DEĞİRMENCİ

Vekili

:

Av. Zülküf Önal ÇEPE

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, idari işlemin iptali ile yoksun kaldığı parasal haklarının tazmini istemiyle açılan davada mahkeme kararının uygulanmaması nedeniyle kararın icrası hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 7/6/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 71. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucunun 13/7/2010 tarihinde İdare Mahkemesinde açtığı davanın yargılaması 5/3/2019 tarihinde Danıştay Onikinci Dairesinin karar düzeltme talebinin reddi ile tamamlanmıştır. Bireysel başvuruya konu İdare Mahkemesi kararı 8/5/2019 tarihinde İdareye tebliğ edilmiştir.

9. Başvurucu, İdarenin yargı kararını uygulamaması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkı ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.

10. Başvurucunun uygulanmadığını ileri sürdüğü kararın gereklerinin yerine getirilip getirilmediği ve başvurucu hakkında konuya ilişkin olarak bir işlem yapılıp yapılmadığı hususlarında Anayasa Mahkemesince İdareden bilgi istenmiştir. İdare tarafından gönderilen 8/1/2021 tarihli yazı ve eklerinde; Ankara 2. İcra Müdürlüğü'nün 21/11/2019 tarihli ve 2019/10732 sayılı ödeme emri gereği yasal faiz uygulanarak 30/6/2020 tarihinde toplam 62.283,44 TL'nin başvurucu adına yatırıldığı bildirilmiştir.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

11. Mahkemenin 28/1/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

12. Başvurucu, uzun süren yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

13. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

14. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin idari yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, §§ 45, 47).

15. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin idari yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Selahattin Akyıl, § 41).

16. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında yaklaşık 8 yıl 7 aylık yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.

17. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Kararın İcrası Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

18. Başvurucu, lehine hüküm kurulan mahkeme kararının İdare tarafından uygulanmadığı gerekçesiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Somut olayda başvurucu tarafından İdare Mahkemesinin kararının İdare tarafından uygulanmamış olduğu iddia edilmekteyse de İdare Mahkemesi kararının 3/5/2019 tarihinde İdareye tebliğ edildiği ve kararın 30/6/2020 tarihinde uygulandığı anlaşıldığından başvuruya konu kararın 1 yıl 1 aylık süre içinde uygulandığı tespit edilmiştir. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun kararın icrası hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

19. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

20. Başvurucu, ihlalin tespiti ile 30.000 TL maddi ve 30.000 TL manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

21. Somut olayda, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

22. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 16.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

23. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

24. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 364,60 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.964,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Kararın icrası hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 16.000 TL tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 364,60 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.964,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Ankara 9. İdare Mahkemesine (E.2018/1389, K.2018/1441) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için Danıştay Onikinci Dairesine (E.2019/978 K.2019/1576) GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 28/1/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MERAL KORKMAZ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/26949)

 

Karar Tarihi: 15/6/2022

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Basri BAĞCI

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Hüseyin MECEK

Başvurucu

:

Meral KORKMAZ

Vekili

:

Av. Yıldız İMREK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının, buna ilişkin açılan tam yargı davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 27/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

5. Otuz haftalık gebe olan başvurucu, sancı ve bel ağrısı şikâyetiyle 4/12/2008 tarihinde Kahta Devlet Hastanesine müracaat etmiştir. Kadın Doğum Uzmanı Dr. F.E.İ. tarafından yapılan muayenesi ve tetkikleri sonucunda, kollumun (rahim dibine uzanan kanal) kapalı, USG normal, idrarda lokosit pozitif, protein negatif tespit edilmiş, idrar yolu enfeksiyonu ve gebelik tanısıyla hastaneye yatışı yapılmıştır. Burada serum takılarak hidrasyonantibiyotik ve seleston tedavisi uygulanmıştır. 5/12/2018 tarihinde ağrısı azalan başvurucunun ertesi gün ağrısı tekrar artmıştır. Son iki gündür kostipe (kabız) ve konfüze (sersemlik) olduğunu söyleyen hastada bulantı ve kusma başlamış, lavman yapılmış ve Ulcuran amp uygulanmıştır. Hastanede yapılan rutin NST (fetusun kalp atış hızı kontrolü) testinde erken doğumla ilgili herhangi bir bulgu tespit edilmemiştir. Başvurucu, Malatya Devlet Hastanesinde yakınları olduğunu ve orada tedavi olmak istediğini doktorundan talep etmiştir. Bunun üzerine başvurucu 6/12/2008 tarihinde Adıyaman Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesine sevk edilmiştir.

6. Adıyaman Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesinde aynı gün yapılan muayenesi ve çekilen NST değerlendirilmesinde, vital bulgularının normal olduğu, ödeminin ve doğum sancısının olmadığı, kostrovertebral (kaburga ve omur arası) ve hipokondrik bölgede (batın sağ ve sol yanı) ağrı tespit edildiğinden başvurucunun genel cerrahi uzmanınca değerIendirilmesine karar verilerek ambulansla Adıyaman Devlet Hastanesine sevk edilmiştir.

7. Adıyaman Devlet Hastanesi Acil Servisinde 6/12/2008 tarihinde karın ağrısı şikâyetiyle genel cerrahi uzmanı tarafından yapılan muayenesinde gebelik ve kolesistit (safra kesesi iltihabı) tanısı konulmuştur. Başvurucu buradan kendi isteği üzerine Malatya Devlet Hastanesine ambulansla sevk edilmiştir.

8. Malatya Devlet Hastanesinde 7/12/2008 tarihinde gebelik ve kolesistit ön tanısıyla yatırılan hastaya yapılan kadın doğum konsültasyonu sonucu in utero ex ve hellp sendromu olduğu değerlendirilerek ileri tetkik ve tedavi amacıyla İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi Kadın Doğum Kliniğine sevk edilmiştir. Burada gebelik ve preeklampsi (gebelik zehirlenmesi) tanısı konulan başvurucu, acil sezaryene alınmıştır. 7/12/2008 tarihinde 31 haftalık prematüre hellp sendromlu (gebelikte karaciğer ve kandaki bozukluk) bebek ölü olarak doğmuş, kalp atımı ve spontan solunumu olmayan bebek entübe edilmiş, kardiopulmoner resusitasyon uygulanmış ise de tedaviye cevap vermemiştir.

9. Sezaryenden sonra aynı hastanede tedavisine devam edilen başvurucu 23/12/2008 tarihinde taburcu olmuştur.

10. Başvurucu 13/2/2009 tarihinde gebelik sürecinde yapılan hatalı tıbbi müdahalelerden ötürü bebeğin ölmesi ve kendisinin de hayati tehlike geçirecek şekilde yoğun bakım ünitesinde tedavi görmesinden ötürü zararlarının tazmini için Sağlık Bakanlığına müracaat etmiştir. Sağlık Bakanlığı 13/4/2009 tarihinde başvurucunun talebini reddetmiştir.

11. Bunun üzerine başvurucu müdahalede bulunan hekimlerin hatalarından ötürü ağır hizmet kusuru işlenmesi sonucu bebeğini kaybettiği ve kendisinin de hayati tehlike geçirecek şekilde hastalandığı iddiasıyla maddi ve manevi zararlarının tazmini için Sağlık Bakanlığı aleyhine 15/6/2009 tarihinde Malatya 1. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) tam yargı davası açmıştır.

12. Başvurucunun dava dilekçesindeki iddiaları şöyledir: Gebelik sürecinde kanama şikâyetiyle müracaat ettiği Kahta Devlet Hastanesinde görevli Dr. F.E.İ. takiplerini gerektiği şekilde yapmamıştır. Malatya'ya sevkini talep etmiş, ancak Dr. F.E.İ. kendisini Malatya yerine Adıyaman Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesine sevk etmiştir. Ambulans yerine hasta nakil aracıyla sevki gerçekleştirilmiş, kendisine refakat edecek hemşire ya da ebe verilmemiştir. Sevk edildiği Adıyaman Kadın Doğum Hastanesinde acılar içinde yirmi dakika beklemiş, buradaki tedaviden sonra Adıyaman Devlet Hastanesine ambulansla sevk edilmiştir. Safra kesesi enfeksiyonu tanısıyla Malatya Devlet Hastanesine ambulansla sevk edilmiştir. Ambulansın ısıtma sistemi çalıştırılmamış ve kendisi dışında hiçbir sağlık çalışanı ambulansta bulunmamıştır. Adıyaman'daki hastanelerde doğru tıbbi teşhis konulamadığı için ameliyat gecikmiştir. Malatya Devlet Hastanesine geldiğinde ise kendisine preeklampsi tanısı konulmuş hayati tehlikesi olduğundan bahisle İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezine sevk edilmiştir. Sevk sırasında kendisine oksijen verilmemiş, sezaryenle acil doğum gerçekleşmiştir. Bebek 45 dakika yaşadıktan sonra vefat etmiş, kendisinin de iki kez kalbi durmuştur.

13. İdare Mahkemesi ilgili hastanelerden epikriz raporları, müşahade ve muayene formları, hasta giriş ve çıkış kâğıtları, taburcu formu gibi tıbbi bilgi ve belgeleri getirtmiştir.

14. İdare Mahkemesi; hastanelerde yapılan muayene ve tetkiklerin gereği gibi yapılıp yapılmadığı, teşhis ve tedavi sürecinde gecikme olup olmadığı varsa bu durumun hastalığın seyrine etkisi, sevk edildiği hastanelere gönderilmesi için seçilen aracın davacının hastalığa uygun olup olmadığı, araç donanımının yeterli olup olmadığı, Malatya Devlet Hastanesinden Malatya Turgut Özal Tıp Merkezine ambulansla sevk sırasında oksijen verilmemiş olmasının bebeğin kaybedilmesi ve başvurucunun hastalanması sonucunun meydana gelmesinde etkisinin olup olmadığı, hastanelerin bebeğin kaybedilmesi ve başvurucunun hastalanmasında hizmet kusurlarının bulunup bulunmadığının tespiti için Adli Tıp Kurumundan (ATK) rapor düzenlenmesine karar vermiştir.

15. ATK 1. İhtisas Kurulunca 6/6/2012 tarihinde rapor düzenlenerek İdare Mahkemesine gönderilmiştir. Başvurucu vekili 6/8/2012 tarihinde ATK raporuna itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde; ATK'nın bağımsız olmadığını, başvurucunun beyan ve iddialarının dikkate alınmadığını, raporun yeterli gerekçe içermediğini belirterek yeni bir bilirkişi heyetinden rapor tanzim edilmesini talep etmiştir. İdare Mahkemesi; öne sürülen ihmal iddialarının başvurucunun sağlığına etkisi olup olmadığı, sevk işlemlerinden ve ambulansla sevk sırasında oksijen verilmemesinin bebeğin ölümü ve başvurucunun sağlığı üzerinde etkisi konusunda daha detaylı ve gerekçeli değerlendirme yapılarak ek rapor düzenlenmesi için 18/10/2012 tarihinde müzekkere yazmıştır. İlk düzenlenen rapordaki sonuçlarla birlikte ATK 1. İhtisas Kurulunun 12/12/2012 tarihinde verdiği ek raporun sonuç kısmı şöyledir:

"1-Zamanında otopsi yapılarak iç organ değişimleri araştırılmamış olmakla birlikte tıbbi belgelere göre; HELLP Sendromu ve şiddetli preeklamsi nedeni ile acil sezaryenle 31 haftalık 1.700 gr ağırlığında doğurtulan, doğduğunda kalp atımı ve solunumu olmayan, uygulanan CPR’a yanıt vermeyen bebeğin intrauterin anoksi sonucu öldüğünün kabulü gerektiği,

2-04/12/2008 tarihinde sancı ve bel ağrısı şikayetleri ile Kahta Devlet Hastanesi Acil Polikliniğine başvuran. ... idrar yolu enfeksiyonu tanısıyla yatışı yapılan, antibiyotik, seleston tedavisi verilen, hidrasyon yapılan, NST sonuçları reaktif olan, ... iki gündür konstipasyonu olan, lavman ve i.m. ulcuran yapılan, sancıları gerilemeyen, hastaneye yatışında yapılan tetkikleri ve muayene bulguları ile preeklamsi tablosu olmayan hastanın kendi isteği üzerine ambulans ile sevk edilmesinin uygun olduğu, [Dr. F.E.İ.ye] atfı kabil kusur bulunmadığı,

06/12/2008 günü saat 20:00 sıralarında Adıyaman Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesine getirilen, ... sağ kostovertebral ve hipokondriak bölgedeki ağrıya bağlı genel cerrahi açısından değerlendirilmek üzere Adıyaman Devlet Hastanesi Acil Servisine ambulans ile sevkinin uygun olduğu, [Op.Dr. M.S.G.ye] atfı kabil kusur bulunmadığı,

Adıyaman Devlet Hastanesinde yapılan genel cerrahi konsültasyonunda muayenesinde tansiyon ve nabız değerleri normal, karın sağ üst kısmında ağrısı şiddetli dinlemekle bağırsak sesleri normal olan hastada mevcut laboratuar bulguları eşliğinde safra kesesi iltihabı durumu gelişmiş olabileceği kanısına varılan hasta ve hasta yakınına hastanın yatışının gerekeceği, ilaç tedavisi ile takip edilmesi gerektiği, takip sırasında ağrısının hemen geçmeyebileceği, ilaç tedavisi ile takip sırasında hastanın tedaviye yanıtının olmaması halinde ameliyat gerekebileceği, hastanın gebe olması sebebiyle ameliyat olması gerekebilecek durumda kadın doğum uzmanının davet edilerek ameliyatın yapılabileceği bilgisi verilen, hasta yakınının Malatya Devlet Hastanesinde bir yakınlarının görev yaptığını genel cerrahide hemşire olarak çalıştığını, sevklerinin Malatya Devlet Hastanesine yapılmasını istemeleri nedeniyle tetkiklerinde karaciğer enzimlerinin yüksek ve lökositozu olduğu, tespit edilen hastanın yatışının yapılarak takip edilmesinin önerilmesinin ve genel durumu stabil olan hastanın isteği ile ambulansla Malatya Devlet Hastanesine sevk edilmesinin uygun olduğu, [Op.Dr. H.T.T.ye] atfı kabil kusur bulunmadığı, genel durumu stabil olan hastanın Malatya Devlet Hastanesi’ne sağlık memuru ile ambulansla sevk edildiği, sevki sırasında damar yolunun açık olduğu, oksijen verildiği, hastanın durumunda sevkinden kaynaklanan bozulma olmadığı.

Malatya Devlet Hastanesinde 07/12/2008 tarihinde yapılan genel cerrahi ve kadın doğum konsültasyonunda in utero ex ve HELLP? düşünülerek tetkik ve tedavi amaçlı, hastanın [İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi] Kadın Doğum Kliniğine sevk edilmesinin uygun olduğu, [Op.Dr. M.S.ye] atfı kabil kusur bulunmadığı.

Hastanın Malatya Devlet Hastanesi’nden Turgut Özal Tıp Merkezi’ne ebe ve hemşire ile ambulans ile sevk edildiği, sevki sırasında ambulansta görevli sağlık personelinin ifadesinde de belirttiği gibi hastanın solunum problemi olmadığı, oksijen ihtiyacı bulunmadığı, ambulansla 7 dakikada Turgut Özal Tıp Merkezi’ne getirildiği muayenesinde solunum problemi tespit edilmediği, Malatya Devlet Hastanesi’nden Turgut Özal Tıp Merkezi’ne ambulansla 7 dakikada sevk edilen solunum problemi olmayan sevki sırasında ihtiyacı olmadığı için oksijen verilmeyen HELLP Sendromu + şiddetli preeklamsi tanısı ile sezaryene alınan hastaya sevki sırasında gerekli olmadığı için oksijen verilmemesinin bebeğini kaybetmesi ve kendisinin hastalanması sonucunun meydana gelmesine etkisinin olmayacağı,

 [İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi] Kadın Doğum Kliniğinde yapılan muayenesinde ... hastanın HELLP Sendromu + şiddetli preeklamsi tanısı ile sezaryene alınmasının, sezaryenle doğurtulan, kalp atımı ve solunumu olmayan bebeğin entübe edilip yeniden canlandırma işlemi uygulanmasının uygun olduğu, sağlık personeline atfı kabil kusur bulunmadığı,

6-Ek tıbbi belge gönderilmediğinden 6.06.2012 tarih ve 2211 karar nolu mütalaamıza ilave edecek bir husus bulunmadığı oy birliğiyle mütalaa olunur."

16. Başvurucu vekili ATK tarafından düzenlenen ikinci rapora da ilk itiraz dilekçesindeki benzer nedenlerle itiraz etmiştir. Ancak gerekçeli kararda açıklandığı üzere bilirkişi raporunun karara esas alınabilecek nitelik ve yeterlilikte olduğu gerekçesiyle başvurucunun itirazı reddedilmiştir.

17. İdare Mahkemesi 12/4/2013 tarihinde, ATK'nın tanzim ettiği bilirkişi raporu doğrultusunda olayda idarenin hizmet kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.

18. Başvurucu, kararı temyiz etmiştir. Temyiz istemini inceleyen Danıştay Onbeşinci Dairesi 25/1/2018 tarihinde maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddine ilişkin kararın onanmasına, idare lehine vekâlet ücreti verilmesine ilişkin kısmın bozulmasına karar vermiştir.

19. Başvurucunun bu karara karşı yaptığı karar düzeltme istemi Danıştay Onbeşinci Dairesinin 21/6/2018 tarihli kararıyla reddedilerek karar kesinleşmiştir.

20. Nihai karar 25/7/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

21. İlgili hukuk için bkz. Zeki Kartal, B. No: 2013/2803, 21/1/2016, §§ 34-38; Fesih Aydar, B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§ 24-30.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

22. Anayasa Mahkemesinin 15/6/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

23. Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

24. Bakanlık görüşünde, makul sürede yargılanma hakkı konusunda bir açıklama bulunmamaktadır.

2. Değerlendirme

25. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

26. Başvurucunun yargılamanın uzun sürdüğüne ilişkin şikâyetinin Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

27. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

28. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin idari yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, §§ 45, 47).

29. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin idari yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Selahattin Akyıl, § 41).

30. Somut başvuru açısından sürenin başladığı tarih, tam yargı davasının açıldığı 15/6/2009 tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise karar düzeltme talebinin reddedildiği 21/6/2018 tarihidir.

31. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında başvuruya konu olaydaki 9 yıl 6 günlük yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.

32. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Kişinin Maddi ve Manevi Varlığını Koruma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

33. Başvurucu; sevk ve nakil süreçlerindeki gecikmeler, sevk sırasında oksijen verilmemesi, ambulansta ısıtma sisteminin çalışmaması, refakatçi olarak bir sağlık görevlisinin bulundurulmamasının tıbbi müdahaleyi geciktirdiğini, preeklampsi ve hellp sendromu açısından önemli olan kan ve idrar tahlillerinin yapılmadığını, Kahta Devlet Hastanesinden kendi talebi üzerine sevk işlemi yapılmasından ötürü doktorun kendisini cezalandırmak amacıyla Adıyaman Devlet Hastanesine sevk ettiğini, preeklampsi tanısı koyması gereken doktorun ilgisiz şekilde Adıyaman Devlet Hastanesine kendisini sevk etmesinin zaman kaybına yol açtığını, bu ihmaller nedeniyle sezaryen sırasında bebeğin vefat ettiğini, kendisinin de iki kez kalbi durarak ölüm tehlikesi geçirdiğini ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca hükme esas alınan ATK raporundaki değerlendirmelerin yetersiz olduğunu, hizmet kusurunun tüm yönleriyle değil yalnız sağlık personeli açısından ele alındığını, ATK'nın yapısının bağımsız ve tarafsız rapor düzenlenmesine elverişli olmadığını belirterek yaşam, adil yargılanma ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

34. Bakanlık görüşünde; olayla ilgili içtihatlara yer verildikten sonra, bebeğinin ölü doğmasından ötürü idare aleyhine açılan tam yargı davasında başvurucunun iddia ve savunmalarını yargı mercileri önünde sunma fırsatı elde ettiği, bilirkişi raporları ve diğer tüm delillerin ilgili mevzuat çerçevesinde değerlendirilmek suretiyle sonuca ulaşıldığı belirtilmiştir.

35. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru formundaki iddialarını tekrar etmiştir.

2. Değerlendirme

36. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."

37. Anayasa'nın "Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması" kenar başlıklı 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler."

a. Uygulanabilirlik Yönünden

38. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

39. Anayasa Mahkemesi daha önce Adem Aydın ve Zübeyda Aydın (B. No: 2018/1156, 18/5/2021, § 38) ile Zeki Kartal (aynı kararda bkz. § 77) kararlarında ceninin yaşam hakkına ilişkin hukuki durumu değerlendirmiştir. Bu kararlarda ceninin yaşam hakkı süjesi olduğu konusunda olumlu veya olumsuz bir sonuca varılmamakla birlikte tıbbi ve hukuki durumu dikkate alındığında ceninin anne ve babasının maddi ve manevi varlığından ayrı düşünülemeyeceği, sağlığına ilişkin menfaatin hem anne hem de baba bakımından ortak olduğu kuşkusuzdur. Özellikle anne ile çocuğun menfaatlerinin çatışmadığı hatta birbiriyle örtüştüğü durumlarda ceninin sağlığı annenin maddi varlığının, dolayısıyla yaşamının korunmasıyla yakından bağlantılıdır ve annenin sağlığının korunmasını düzenleyen hükümler dolaylı olarak cenini de korumaktadır. Yaşam hakkı süjesi olduğu kabul edilmese bile annenin maddi ve manevi varlığının bir parçası olduğu açık olan ceninle ilgili somut başvurunun belirtilen nedenlerle annenin maddi ve manevi varlığının korunması hakkı çerçevesinde incelenmesi gerekir. Adli Tıp Kurumu raporuna göre ceninin ölü olarak doğduğu anlaşılmıştır. Öte yandan tıbbi ihmale dayanan başvurularda adil yargılanma hakkı şikâyetleri de maddi ve manevi varlığın korunması hakkı kapsamında incelendiğinden (Melahat Sönmez, B. No: 2013/7528, 9/9/2015; Ahmet Sevim, B. No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690, 11/5/2017) diğer ihlal iddialarının ayrıca değerlendirilmesine gerek duyulmamıştır.

b. Kabul Edilebilirlik Yönünden

40. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

41. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir. Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).

42. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı esas olarak bireylerin maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma ve maddi ve manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084, 15/10/2015, § 49). Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde de belirtildiği üzere pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).

43. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlıklarını koruma hakkı kapsamında -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet Acartürk, § 51).

44. İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler konusunda temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk veya idari tazminat davası yoludur (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 38).

45. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttüğü yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadığının ya da ne ölçüde yaptığının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekir zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 32).

46. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47). Ancak kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediğinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015, § 44).

47. Bu bağlamda derece mahkemelerinin gerekçeleri, tarafların kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere dayandırılmalıdır (Murat Atılgan, § 45).

48. Bir tedavi işlemi sırasında ya da sonrasında sağlık personelinin herhangi bir hatası olmaksızın hasta için istenmeyen sonuçların meydana gelme olasılığının her türlü tıbbi işlem için kaçınılmaz olduğunun öncelikle belirtilmesi gerekir. Hastalıktan koruma yöntemi veya tedavi işleminin anormal ve öngörülemez sonuçları tıbbi işlemlerin risklerinden kaynaklanmaktadır (Eliçe Aydın ve diğerleri, B. No: 2015/5228, 20/3/2019, § 53).

49. Öte yandan bir mesleğin belirli riskler içermesi, icrası sırasında meydana gelecek tüm risklerin hukuki sorumluluk dışında olduğu ve ilgililerin sorumlu olmadığı anlamına gelmemektedir. Sağlık personeli, mesleğini yerine getirirken özen yükümlülüğü kapsamında bu tür risklerin gerçekleşmesini önlemeye ilişkin olarak elindeki tüm imkânları kullanmak mecburiyetindedir. Buna göre riskleri mümkünse önleyici, değilse asgariye indirici şekilde davranmaları, buna rağmen riskler doğduğunda yapacakları müdahaleyle zarar veya tehlike neticesini mümkün olduğunca ortadan kaldırmaları gerekmektedir (Eliçe Aydın ve diğerleri, § 54).

ii. İlkelerin Somut Olaya Uygulanması

50. Somut olayda başvurucunun iddiaları; otuz haftalık gebelik sürecinde gebelikle bağlantılı rahatsızlıklarına hastanelerde zamanında yeterli ve isabetli müdahaleler yapılmamasından ötürü sezaryenle gerçekleşen doğumda bebeğini kaybetmesi ve kendisinin de ciddi sağlık sorunlarıyla yüz yüze gelmesi üzerine açtığı tam yargı davasının reddedilmesine yöneliktir.

51. Mahkeme; çeşitli hastanelerde başvurucuyu tedavi eden doktorların bir kusurunun bulunmadığına, başvurucunun hastanelere nakledilmesinin sevk prosedürüne uygun olarak gerçekleştiğine karar vermiştir. Mahkeme bu sonuca ulaşırken başvurucunun içinde bulunduğu duruma göre solunum sorunu ve oksijen ihtiyacı bulunmadığı, hastanın durumunda sevkten kaynaklanan bir bozulma olmadığı, hastanın başka bir ilde tedavisine devam edilmesini bizzat kendisinin istediği yönündeki ATK raporu tespitlerine dayanmıştır.

52. Başvurucu; sevk esnasında gecikmeler ve olumsuzluklar nedeniyle tıbbi müdahalenin geciktiğini, hizmet kusurunun tüm yönleriyle değil yalnız sağlık personeli açısından değerlendirildiğini öne sürmüş ise de -başvurucunun da itiraz ettiği- ilk rapordan sonra Mahkemenin aldırmış olduğu 12/2/2012 tarihli ATK raporunda anılan iddialar detaylı olarak değerlendirilmiştir. Kahta Devlet Hastanesinden başvurucunun kendi talebi ve ısrarı üzerine sevk işlemlerinin gerçekleştirildiğine vurgu yapıldığı, Kahta Devlet Hastanesinde yapılan müdahalenin tıbbi kurallara uygun olduğu, sevklerin Sağlık Bakanlığı uygulamalarına uygun biçimde gerçekleştirildiği gerekçeleriyle birlikte açıklanmıştır.

53. Buna göre derece mahkemesince yapılan yargılamada ilgili hastanelerden bütün tıbbi belgelerin toplandığı, bilirkişi raporunda bu bilgi ve belgeler yeterli somut bulgu ve tespitlere yer verilerek başvurucunun tıbbi hata iddialarının ayrıntılı bir biçimde tartışıldığı ve karşılandığı görülmüştür. Başvurucu bilirkişi raporunun yetersiz olduğunu öne sürmüş ise de hangi tıbbi nedenlerle ve hangi yönden raporun yetersiz olduğuna dair ikna edici bir açıklamada bulunmamıştır.

54. Başvurucuya bilirkişi raporunun tebliğ edildiği, rapora karşı itirazlarını dile getirmesine fırsat tanındığı görülmüştür. Ancak mahkeme, raporun yeterli bilimsel ve teknik inceleme üzerine verildiğini değerlendirerek yeniden rapor aldırılmasına gerek duymamıştır. Yargılama sürecinde bir avukat tarafından temsil edilen başvurucunun kararlara karşı kanuni yollara başvurabildiği ve bu surette meşru çıkarlarının korunması için söz konusu davaya gerekli olduğu ölçüde etkili katılımının sağlandığı, dava dosyasını inceleyip bilgi ve belge sunabildiği, toplanan delillerden haberdar edildiği anlaşılmaktadır.

55. Başvurucu diğer bir iddiasında ise ATK'nın Adalet Bakanlığına bağlı olmasının raporun tarafsızlığına ve bağımsızlığına gölge düşürdüğünü öne sürmüştür. Adalet Bakanlığının davanın tarafı olmadığı, bütün kamu kurumlarının devlet teşkilatında bir örgütlenme şeması içinde yer almasının devlet olmanın bir gereği olduğu, kaldı ki mahkemeleri bu kurumdan rapor almalarını zorlayan bir düzenleme bulunmadığı gibi raporların mahkemeler açısından bağlayıcı olmadığı, raporun içerik itibarıyla yetersiz görülmesi hâlinde başka bir kurumdan da rapor aldırılabileceği hukuki bir olgudur. Başvurucunun ATK'nın yapısı nedeniyle raporun tıbben taraflı olarak hazırlandığını destekleyen hiçbir tıbbi ve bilimsel temeli bulunmayan soyut iddiaları üzerinde daha fazla değerlendirme yapılmasına gerek duyulmamıştır.

56. Sonuç olarak başvurucuya yapılan tıbbi müdahalenin tıp kurallarına uygun olduğunun uzman bilirkişi raporuyla belirlendiği ve söz konusu raporun mahkeme kararına dayanak yapılarak idarenin kusurlu olmadığının tespit edildiği gözönünde bulundurulduğunda başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların ilgili ve yeterli bir gerekçeyle karşılandığı görülmektedir. Bu durumda uyuşmazlığın çözümü için esaslı olan iddiaların derece mahkemelerince Anayasa'nın 17. maddesinin gerektirdiği özen ve derinlikte incelendiği anlaşılmaktadır. Somut olay bakımından kamu makamlarının pozitif yükümlülüklerinin yerine getirilmediği söylenemeyeceğinden kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.

57. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

C. Giderim Yönünden

58. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin usul ve esaslar 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinde yer almaktadır.

59. Başvurucu, ihlalin tespiti ve 140.000 TL maddi ve 210.000 TL manevi tazminat isteminde bulunmuştur.

60. Somut olayda, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

61. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında 36.000 TL tutarındaki manevi tazminatın başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

62. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmaması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

63. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.794,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

C. Başvurucuya makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle 36.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

D. 294,70 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.794,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 15/6/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.