MAKALE

MASLOW’UN İHTİYAÇLAR PİRAMİDİ, STATÜ VE ADALETİN YABANCILAŞMA OLGUSU

Abone Ol

A. Maslow'un İhtiyaçlar Piramidi

Amerikalı araştırmacı Abraham H. Maslow, 1954 yılında yaptığı klinik gözlemlerine dayanarak insan ihtiyaçlarının piramit şeklinde bir hiyerarşiye tabi olduklarını bulmuştur. (Maslow, 1970). Maslow'un bu sınıflandırmada temel aldığı iki varsayım vardır.(Koçel);

1- İnsan davranışlarının temelinde ihtiyaçlar vardır.

2- Ve bazı ihtiyaçlar diğerlerinden daha önemlidir.

Maslow'a göre insan davranışların temeli olan ihtiyaçlar beş basamakta ele alınabilir ve sırasıyla;

a-) Fizyolojik İhtiyaçlar:

Bu ihtiyaçlar insanın doğası gereği ihtiyaç duyduğu biyolojik ihtiyaçlardır. Örneğin; açlık, susuzluk, cinsellik vb... Bunlar insanın temel ihtiyacıdır. Ve bu ihtiyaçları karşılamadan diğer ihtiyaçlar boş gelir. Örneğin açlık durumu olan bir insan için sanat, çevre, adalet mefhumu önemsizdir.

b-) Güvenlik ihtiyaçları:

Bu basamakta bireyin kendini güvende hissetme arzusu yatmaktadır. İnsan tabiatı gereği kendini şiddetten uzak, huzurlu bir ortam ister. Örneğin; ailesiyle güvende yaşayabileceği bir yer ihtiyacı duyar. Güvenlik ihtiyacı her şekilde olabilir. Birey, yaşamını sürdürebileceği, geçimini sağlayabileceği güvenceli sigortalı bir iş araması , kendine güvenli bir barınak yapması, güvenli bir sosyal ve siyasal çevre oluşturması hep bu çerçevede değerlendirilir.

c-) Ait Olma Ve Sevgi İhtiyacı:

Maslow, burada insanın sosyal bir varlık olduğunun üzerinde durmaktadır. İnsan sevmek ve sevilmek ister. Bunun için bireyler kendini ait olacağı, sevilip, seveceği ortamları bulma arayışına giderler. Bunun en tipik örneği ailedir.Aile ortamında sevgi görmeyen biri gelecek yaşamında bir takım zorluklar çekmesi kuvvetle muhtemeldir. Sevildiğimiz arkadaş ortamında bulunmak ve aileye ait olma isteği insan tabiatının bir tezahürüdür.

d-)Takdir ve Saygı İhtiyaçları:

Maslow bu basamakta bireyin takdir, değer, başarı, ve saygı ihtiyacından bahsetmiştir. Takdir ve saygı ihtiyacı iki yönlüdür. Birincisi, birey bir hizmet, başarı, gösterdiğinde takdir edilmek ister. ''İltifat marifete tabidir'' atasözünde olduğu gibi kişi bir iş yaptığında takdir edilip saygı duyulmak ister. Bu ihtiyacının ikinci yönü ise; bireyin kendine saygı göstermesidir. Yani kendi kendini takdir edip, tatmin olmasıdır. Şayet bu ihtiyaç karşılanmadığı zamanlarda kişide aşağılık kompleksi oluşma durumu meydana gelebilir.

e-) Kendini Gerçekleştirme:

Birey yukarıdaki ihtiyaçlarını giderse bile hala tatmin olmuyorsa içinde bir boşluk hissedecek ve bu boşluğu doldurmak isteyecektir. İşte bu noktada kendini tamamlama, kendini gerçekleştirme olacaktır. Bu en üst basamağa herkes ulaşmayabilir. Genellikle bilge kişiler (Atatürk, Fatih Sultan Mehmet, Einstein vb...) Fakat illa bilge kişiler olacak diye bir kaide de yoktur. Hayatı anlamlı gören, bir hayat felsefesine sahip olan kişilerde bu basamağa ulaşabilir. Burada önemli husus; amacımız ideal olana yani piramitte en tepeye ulaşmak, aracımız ise alt basamaktaki ihtiyaçlardır. En tepeye ulaşmak için alttaki basamakları araç olarak kullanılmalıdır. Ancak ideal olana bu şekilde ulaşılır.

Maslow ile ilgili son olarak şunları söylemekte fayda vardır. (1)Bir üst güdüye gidebilmek için alttaki güdünün %100 doyurulması yerine, belli ölçüde doyurulması yeterlidir. (2) Düzey farklılığı bireyden bireye, kültürden kültüre değişiklik arz eder.Bazıları için emniyet, bazıları içinse sevgi önemlidir.

Maslow'un ihtiyaçlar piramidi genel olarak incelediğimizde; amaç ideal insan yani kendini gerçekleştirmektir. Araç ise alt basamaktaki güdülerdir. Birey ancak amacını gerçekleştirmek için alt basamaktaki ara ihtiyaçlarını kısmen gidermesi gerekmektedir. Yoksa amacına ulaşamaz. Amaç-araç ilişkisini yabancılaşma olgusunu anlatırken daha detaylı ele alınacaktır. Fakat bu kavrama geçmeden önce ''statü'' olgusuna değinmek istiyorum.

B. STATÜ:

Statü nedir? Statü; bireyin toplumdaki durumunu ifade eder. Yani statü, toplumun sizi nerede gördüğüdür. En yalın tabirle statü, sizin hayattaki ‘’çapınız’’dır. Peki statünüzü kim belirler? Toplum belirler. Toplum sizin statünüzü belirlerken hangi kriterlere, hangi kıstaslara göre belirler? İşte problem bu noktada çıkmaktadır. Bir ünlünün ''Dağdaki çobanla benim oyum bir mi?'' cümlesindeki anlatılmak istenen çobanla ,mankenin statüsü aynı olmadığıdır. Bir başka durum ise; ilk tanıştığımız biri ismimizden sonra neden işimizi hemen sorar? Çünkü statünüze bir bakar, yeteri kadar statülü iseniz konuşmaya devam eder ve size saygı duyar, eğer değilseniz...

Günümüzdeki toplumun başarı kıstası güç ve para ise gücünüz ve paranız varsa o kadar statünüz vardır demektir. Tam bu noktada Maslow'un ihtiyaçlar piramidine döndüğümüzde güç ve para oysaki sadece ikinci basamakta yer almaktadır. Ve  ideal insana ulaşmak için güç ve para sadece bir araçtır, amaç değil. Fakat toplum için, kişinin gücü ve parası varsa o kadar değerlidir. Eğer pabucunuz yeteri kadar statülü ise tekme atabilirsiniz, değilse sedyeyi kirletmeyin.(NEDİR,STATÜ NEDİR?).

Toplum tarafından statü bu şekilde belirlenirken, bireyler de bu statüye ulaşmak için güç ve parayı amaç edinmektedir.Ve Maslow'un piramidinde her daim ikinci basamakta yer almaktadırlar. Amaçları ideal insana ulaşmak için alttaki basamakları araç olarak kullanmak değil,artık alttaki basamakları hatta sadece ilk iki basamakta kalıp orayı amaç edinmek olmuştur.Durum bu şekilde olduğu takdirde birey, amaçlarını ve araçlarını karıştırmış olup sosyoloji dilinde tipik bir yabancılaşma örneği meydana gelmektedir. Halbuki tesadüfen bir araya gelmiş bir toplumun tartışmaya açık kriterlerine,kıstaslarına göre neden statümüzü belirleyelim ki?(NEDİR,STATÜ NEDİR?) Önemli olan bizim kendimizi nerede gördüğümüzdür. Her bireyin kendi içinde başarı kıstası ne olduğudur. Başarı kriterlerimizi Maslow'un piramidi eşliğinde düzenlediğimizde; hayatı anlamlı gören, bir hayat felsefesine sahip olan bireyin ideal insan statüsüne ulaştığını görürüz.

C. YABANCILAŞMA:

Yabancılaşma kavramı,sosyolojik bir terim olup, birçok sosyologlar bu kavramı farklı şekilde tanımlamışlardır. Yabancılaşma kavramını Kozak şu şekilde tanımlamıştır: '' Yabancılaşma insanın hayatının herhangi bir anında, yaptığı işin, içinde bulunduğu faaliyetin yerini ve anlamını belirleyecek genel bir hayat felsefesine sahip olmaması veya benimsediği hayat felsefesi ile aradaki ilişkiyi kuramamasıdır.'' Bu tanımdan yola çıkarak ilk olarak genel bir hayat felsefesine sahip olamamaktan kasıt nedir? İnsan dünyaya geldikten sonra yaşamını ikame etmeye çalışır. Bunun için gerekli olan ihtiyaçlarını gidermeye çalışır. Fakat bu yaşamı değerli kılacak olan şey nedir? İşte hayat felsefesi;hayatı belli erdemlere ve düzene göre yaşamaktır. Yani,doğumla ölüm arasındaki o büyük boşluğa bir anlam yüklemektir. Neye göre, nasıl yaşıyorum diyen bir insanın hayatına başlık atması durumudur. Örneğin; bir öğrencinin salt amacı sadece üniversitede okuduğu dersleri geçmek olduğunda o öğrencinin hayat felsefesi ''sadece dersleri geçmektir.'' Halbuki hayat felsefesi bu kadar dar bir kalıba sığdırılmamalıdır. Bir başka durum, bir çalışanın sadece işten eve, evden işe gitmesi yaşamını anlamlandıracak bir felsefeye sahip olmaması bir yabancılaşmadır. Önemli olan husus; birey yaşamını sürdürürken yapacağı işte yüksek bir ideale sahip olmayı amaç edinmesi gerekir. Örneğin; bir hukuk fakültesi öğrencisini ele alalım: Bu hukuk fakültesi öğrencisi derslere gider, notlarını alır,sınavlarına girip başarılı olur. Ardından daha iyi iş imkanları bulmak için yds, ales, ıelts vb.. sınavlarına girer ve yüksek puan alır. Dolayısıyla yüksek maaşlı güvenli bir iş ortamı sağlar. Ve artık o öğrenci  amacına ulaşmıştır. Peki soru şu; bu hukuk fakültesi öğrencisinin hayat felsefesi nedir? İşte sorun da bu... Bu öğrenci genel bir hayat felsefesine sahip değildir. Çünkü amacı yüksek maaşlı ve güvenli bir iş ortamı bulmaktır. Ve bunun içinde hayatı boyunca birçok engelleri aşmaktadır. Neden? Sırf yüksek maaşlı ve güvenli bir iş ortamı bulmak için. Halbuki Maslow'un piramidinde yüksek maaşlı ve güvenli bir iş ortamı bulmak sadece ikinci basamaktadır. Bu öğrenci, bütün hayatını, sadece ikinci basamağa ulaşmak için harcamıştır. Halbuki bir hukuk fakültesi öğrencisinin amacı; hukuki kaidelere bağlı kalınarak haksızlığa uğramış kişiyi müdafaa etmek şiarıyla yola çıkmayı amaç edindiği takdirde bu öğrenci bir hayat felsefesine sahip olacaktır. Önemli olan; amaç, hukuk dairesi çerçevesinde hareket etmek, araç ise, bunun için okul sınavlarında başarılı olmak,yds,ales vb. yüksek puan alıp, yüksek maaşlı güvenli bir iş sahibi olmaktır.

Kozak'ın belirttiği yabancılaşma kavramının diğer durumu ise; benimsediği hayat felsefesi ile aradaki ilişkiyi kuramamasıdır. Yani amaçlarla araçların karıştırılmasıdır. Öyle ki; insanlar amaçlarını unutmuş, araçlara takılıp kalmışlardır. Araçları amaç zannetmeleri sonucunda bir kısır döngü oluşmuş ve insanlar amaç idealinin yerine araçları ideal olarak görmeye başlamışlardır. Dolayısıyla insanlar ideale doğru hayatlarını anlamlandıracak bir hayat felsefesi ve inanç sistemi elde etmeli ve araç-amaç ilişkisini iyi kurup, hayatın akışı içerisinde araçlarla uğraşırken amacı kaybetmemelidir. Maslow'un piramidiyle birlikte değerlendirecek olursak; bireyler alt basamaktaki araç ihtiyaçları amaç edinmesi bir yabancılaşmadır. Günümüz toplumumun (tüketim toplumu) kanaatimce en büyük sorunu birincil ihtiyaçları amaç edinmektir. Kişi birinci basamaktaki açlığını gidermek için bütün hayatını buna harcaması durumu gibi. A. Camus'un dediği gibi; ''Geleceğin tarihçileri günümüz modern insanını anlatmak için -çiftleşirdi ve gazete okurdu- deyimini kullanacaklardır.''

Sonuç olarak; Maslow'un açıklamalarıyla yabancılaşma olgusunu karıştırırsak şöyle bir sonuca varabiliriz. Kendini gerçekleştiren ideal insan olma yolunu birey kendisi belirlemeli ve bir hayat felsefesine sahip olması gerekir.Bunu belirlerken de Maslow'un ihtiyaçlar piramidini göz önünde bulundurmalıdır. Bir insan yüksek bir gayeye ulaşma amacı içinde olmalıdır. Bu yüksek gaye, ister felsefi ister dini ister ahlaki biçimde şekillenebilir. Ama her ne olursa olsun amacı belirlerken yüksek bir gaye yani bir hayat felsefesini iyi belirlememiz elzemdir. Aksi halde belli bir hayat felsefesine sahip olmayan insan, bazı çevreler tarafından yapılan telkin, propaganda, reklam, vb. şeylere kanacak ve onların isteği doğrultusunda ''vida çeviren hayvan'', ''homo consumer'' (tüketici hayvan) veya ''mutlu robot'a '' dönüşebilecektir.(KOZAK)

Bu açıklamalardan sonra adalet mefhumunun yabancılaşması, hakim,savcı, avukat en genel tabiriyle hukukçuların yabancılaşması konusu ele alınacaktır.

D. ADALETİN VE HUKUKÇULARIN YABANCILAŞMASI

Buraya kadar ilk olarak Maslow'un ihtiyaçlar piramidinde insanın güdülerinin olduğunu ve ideal insan tipine ulaşmamız gerektiğini arz ettik. Ardından statü kavramının bu piramitteki önemine ve etkisine değindik. Daha sonra yabancılaşma kavramını anlatırken araç-amaç ilişkisini izah ettik.Bundan sonra ise; adaletin ve hukukçuların yabancılaşması ele alınacaktır. Bu konuya geçmeden önce şunu söylemekte fayda vardır. Yabancılaşmayı basitçe amaç-araç karıştırması,bir hayat felsefesine sahip olmama şeklinde tanımladığımızda ilk olarak amaçları,araçları ve yaşam felsefemizin ne olduğu sorusu akla gelmektedir. Yani insanın amacı nedir? Yaşamın anlamı nedir?İnsanın iç huzuru nedir? Ve bunlar nasıl sağlanacaktır? Bu gibi sorulara yanıt vermek zordur. Ama kanaatimce tüm toplumlarca benimsenen adalet, eşitlik, özgürlük, insanın beden bütünlüğüne, düşüncesine, inancına saygı göstermek gibi temel insani değerleri gerçekleştirmek olarak ele alınabilir.

Adaletin ve hukukçuların yabancılaşması konusuna geldiğimizde, adaletin amacını,hukukçuların amacını, aracını ve bir yaşam felsefelerinin ne olduğunu belirlememiz lazımdır. Bir hukukçunun amacı mevcut yürürlükteki hukuka bağlı kalarak hareket etmesidir. Aracı ise bu amaca ulaşmak için çaba sarf ettiği ihtiyaçlar olmalıdır. Hukukçu, ister hakim ister savcı ister avukat ister öğretim üyesi olsun amacı adalet mefhumunu en tepede tutması gerekir. Yani Maslow'un ihtiyaçlar piramidinde ideal insan tipi bir hukukçu için hukuk kurallarına bağlı kalandır. Günümüzde maalesef amaç ve araçlar karıştırılmıştır. Örneğin; Bir hakim kanunu en iyi şekilde bilmekte fakat somut olaya uyguladığında araya farklı saikler girerek yanlış kararlar verebilmektedir. Onun amacı kanunu en iyi şekilde uygulamak değil, belki makam belki para,belki siyasi saikler, belki ailesi, belki de herhangi bir şey nedeniyle hukuka aykırı kararlar verebilmektedir. Dolayısıyla Maslow'un piramidinde alt basamakta kalmıştır. Ve bir yabancılaşma örneğidir. Hakim, mesleki geleceğini düşünerek tayinim çıkmasın, huzurum bozulmasın, görevden alınmayayım, ailem ve çocuklarım zarar görmesin gibi duygularlarla da hareket edebilir. Fakat hakimin amacı hukuku en iyi şekilde uygulamaktır. Aracı ise bu bahsettiğimiz  duygulardır. Bu araç olan duyguları amaç edinerek hukuku yanlış uygularsa burada bir yabancılaşma vardır. Her ne kadar samimi duygularla hareket etse de hakimin en temel amacı; bu  duyguları değil, hukuku en iyi biçimde ve korkmadan uygulamaktır.

Hakeza avukatlar için durum daha da vahimdir. Artık avukatlık müessesi, bir hakkı korumaktan ziyade kurumsallaşıp, şirketleşme dönemine girmiştir. Çoğu avukat hangi hukuk alanında ''para!'' var ise o alana yönelip amacını para endeksli sağlamaya çalışmaktadırlar. Halbuki ekonomik ihtiyaç(para) ikinci basamaktadır. Bütün eğitim hayatını, bütün çabasını hep ve sadece para kazanmak için harcamıştır. Hukuk bilgisini, hukuku göz ardı edip yaptığı işten zevk almasa dahi sırf para kazandığı için avukatlık mesleğini icra eden avukatlar tipik bir yabancılaşma örneğidir. Halbuki avukat, gayesini adalet üzerine endekslese zaten ara ihtiyaç olan parayı kazanacaktır. Geçimini sağlayacağı ekonomik gücün önemsiz olduğunu vurgulamıyorum. Sadece ekonomik güce bu kadar tapılmasını! sorgulayıp,ekonomik gücün önemli olduğunu fakat amaç olmadığını vurgulamak niyetindeyim.

Savcılık makamı da yabancılaşmadan nasibini almıştır. Savcılarımız siyasi saiklerle soruşturmayı yürütüp, yeteri kadar delil elde edilmemesine rağmen  kamu davası açabilme talebinde bulunup, kişileri haksız yere hakkında soruşturma başlatmaktadır.Yukarıda hakimlerle ilgili bahsettiğimiz husus savcılarımız hakkında da geçerlidir. Savcılarımızın amacı her daim hukuka bağlı kalınarak hareket edilmesidir.Tabi bu bahsettiğimiz hukuk süjelerinin yabancılaşması genel olarak ele alınmıştır. Sorun kişisel değil, bir zihniyet meselesidir. Dolayısıyla sadece hukuk süjelerinin değil, toplumumuzun her bireyinin amacı bir yaşam felsefesine sahip olmaktır.

Peki çözüm ne? Şahsi kanaatim eğitim. Bireye küçük yaştan itibaren bir yaşam felsefesi kazandırılmalıdır. Bir hukuk fakültesi öğrencisine adalet mefhumunun önemini ve hukukun birey için bir hayat felsefesi olması konusunda eğitim verilmelidir. Şahsi fikrim her hukuk fakültesinde bir hukuk etiği dersi verilmelidir. Nedir hukuk etiği? Hukuk ahlakıdır. Yani bir hukukçunun nasıl, ne şekilde olması gerektiğidir. Hukukun ve adaletin en temel, en yüksek amaç edinilmesidir. Hayatta karşılaşılan diğer ihtiyaçların birer basamak olduğunun farkına varılmayı ve amaç olan ideale gidebilmektir.Aksi halde diğer ara ihtiyaçları amaç edindiğinde kişi,tatmin olamayacak ve huzurlu ve mutlu olması zor olacaktır. Örneğin; amacı sadece para kazanmak olan bir avukat, para kazandığı takdirde ne olacak? Yani daha ötesi ne? Hayatı anlamsızlaşacak ve hem kendine hem de adalete zarar verecektir.

Hukukçuların mesleğe ilk adımları (özellikle gençlik ve öğrencilik yıllarında) yüksek ideallerin gerçekleştirilmesi hayalleriyle geçer. Meslek yoluyla kendine, toplumuna ve tüm insanlığa hizmet en büyük hedeftir. Yükselememe, yükselmeyi hizmet aracı olarak değil de, çıkar sağlama aracı olarak görme adaletin yabancılaşmasına sebebiyet vermektedir.

Sonuç olarak; hukuk istikrarı sağlamak istiyorsak, biz hukukçuların belli bir yaşam felsefesine sahip olmamız gerekmektedir. Her hukukçu hayat felsefesini iyi belirleyip en ideali amaç etmesi gerekir. Diğer ara ihtiyaçlar tabi ki önemli fakat amacımız tamamiyle bu ara ihtiyaçlar olmamalıdır. En yüksek ideale ulaşmak için sadece ''ara ihtiyaçların'' olduğunun farkına varılmalıdır. Aksi halde rüşvet yiyen, makam sevdası olan, siyasi menfaatlerini ön planda tutan hakim ve savcılar hem kendilerine, hem topluma hem de adalete zarar verecektir. Amacı sadece para kazanmak olan bir avukatın, adaleti savunacağı şüphelidir. Bu yüzden biz hukukçular bir hayat felsefesine sahip olmalı ve bu hayat felsefemizi de iyi belirlemeliyiz.

Stajyer Avukat

Fatih Burak AKBAŞ

BURSA BAROSU