Görev yapmakta olduğum Küçükçekmece 5. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde görülmekte olan rücuen tazminat davasında uygulanması gereken Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu'nun geçici 13. maddesinin 2. Fıkrasında yer alan; "bu durumda yargılama gideri taraflar üzerinde bırakılır ve davacı aleyhine vekalet ücretine hükmedilmez " şeklindeki son cümlesinin, Anayasa'ya aykırı olduğu kanaati ile Anayasa Mahkemesi'ne (AYM) yapmış olduğum somut norm denetimi müracaatı sonucunda AYM tarafından verilen karar ile başvuruya konu kanun hükmümün iptaline karar verilmiştir. 30/05/2024 tarih, 2023/29 esas ve 2024/112 karar sayılı iptal kararı 02/08/2024 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Başvuruya konu kanun hükmü, Avukatlık Kanunu'nun 164/5 hükmü gereğince avukatlara ait olan vekalet ücreti hakkını ortadan kaldırmakta ve böylelikle de avukatların vekalet ücreti üzerindeki mülkiyet haklarının ihlaline sebep olmakta idi. Kural, Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı ile 36. maddede düzenlenen hak arama hürriyeti ile bağdaşmamakta idi. Konunun vekalet ücreti ile alakalı olan yönü dikkate alındığında hem başvuru kararındaki hususlar ve hem de AYM tarafından yapılan hukuki değerlendirme ve tartışmaların hukuk camiasına izah edilmesinde fayda hasıl olacağından hukuki süreci şu şekilde açıklamak isabetli olacaktır.
Başvurunun konusunu oluşturan kanuni düzenleme, 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu'nun (Kanun) geçici 13. maddesinin 2. fıkrasının; " bu durumda yargılama gideri taraflar üzerinde bırakılır ve davacı aleyhine vekalet ücretine hükmedilmez " şeklindeki son cümlesidir. Kanunun itiraz konusu kuralının yer aldığı 13. maddesi şu şekildedir.
Geçici Madde 13- (Ek:12/5/2022-7406/15 md.) Ek 18 inci maddenin birinci fıkrası hükümleri, 4483 sayılı Kanun hükümleri uyarınca haklarında kesinleşmiş bir soruşturma izni verilenler bakımından uygulanmaz ve soruşturma veya kovuşturmalara devam olunur. Kamu kurum ve kuruluşları ve Devlet üniversitelerinde görev yapan hekim ve diş hekimleri ile diğer sağlık meslek mensuplarının sağlık mesleğinin icrası kapsamında yapmış oldukları muayene, teşhis ve tedaviye ilişkin tıbbi işlem ve uygulamalar nedeniyle idare tarafından ödenen tazminattan dolayı açılan rücu davalarından, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla yargılaması devam edenler bakımından ek 18 inci maddenin ikinci fıkrası uyarınca karar verilmek üzere Mesleki Sorumluluk Kuruluna başvurması için davacıya iki aylık süre verilir. Başvuru yapılmaması hâlinde dava usulden reddedilir. Bu durumda yargılama gideri taraflar üzerinde bırakılır ve davacı aleyhine vekâlet ücretine hükmedilmez.
GÖRÜLMEKTE OLAN DAVANIN KONUSU, ÖZETİ VE BU YÖNDEKİ HUKUKİ SÜREÇ
Mahkememizde görülmekte olan rücuen tazminat davası 27 Haziran 2016 tarihinde davacı idare tarafından davalı hekim aleyhine açılmıştır. Davacı taraf, davalının hekimlik görevini tam olarak yerine getirmediğini, Van Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde görev yaptığı 2008 senesinde, dava dışı E.E'nin tedavisini eksik ve hatalı yapmasından ötürü ilgilinin vefat ettiğini, yakınlarının idare aleyhine Van 3. İdare Mahkemesi'nde tam yargı davası açtıklarını, mahkemece verilen 2015 tarihli kararı ile idare aleyhine tazminata hükmettiğini, idarenin müteveffanın yakınlarına 807.591,34-TL tazminat ödemek mecburiyetinde kaldığını, kusuru ile ölüme sebebiyet veren davalı doktorun bu tazminatı idareye ödemesi gerektiğini ileri sürerek dava açmıştır.
Davalı ise savunmalarında, yapmış olduğu tıbbi uygulamalarda bir eksiklik ve hata bulunmadığını, idare mahkemesi kararının Danıştay'ca bozulduğunu, kamu zararının artmasına idarenin sebep olduğunu, rücu şartlarının oluşmadığını, kararı veren idare mahkemesi üyelerinin FETÖ üyeliği sebebi ile meslekten ihraç edildiklerini, yargılamanın adil yapılmadığını, yenilenmesi gerektiğini, bir kumpasa kurban gittiğini, hastayı asıl tedavi eden hekim G.S'nin beraat ettiğini ancak kendisinin kusurlu bulunduğunu,böyle bir vakıanın herhalde tıp tarihinde meydana gelmediğini, uygulanan tedavi ile ölüm olayı arasında illiyet bağı bulunmadığını, davayı kabul etmediğini dile getirmiştir.
Belirtilen kanun hükmü nazara alındığında, kanundaki açık ve emredici hüküm gereği, bu kanuni düzenlemenin, mahkememizde görülmekte olan davada uygulanması gerektiği neticesine varılmıştır. Taraflar, Anayasa'ya aykırılık iddiasında bulunmamışlardır. Ancak, taraflarca ileri sürülmemiş olsa da, mahkememizce re'sen, kanunun belirtilen hükmünün, Anayasa'nın çeşitli maddelerine aykırı olduğu mülahaza edilmiş olduğundan iş bu ara kararın gerekçelerinin açıklanması gerekecektir.
Mahkememizce yapılan muhakeme işlemleri ile tarafların delilleri toplanmış ve uzun süre Van 3. İdare Mahkemesi'nde devam eden davada verilen kararın kesinleşmesi beklenmiş ve ayrıca davalı hekimin kusurunun bulunup bulunmadığının tespiti için Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nden heyet raporu alınmıştır. Heyet raporunda, meydana gelen ölüm olayında davalının %30; davacı idarenin ise %70 oranında kusurlu kabul edilmesi gerektiği yönünde görüş bildirilmiştir. Bekletici mesele yapılan mezkur dava dosyası henüz kesinleşmeden evvel başvuruya konu 3359 sayılı Kanun'da, 12 Mayıs 2022 tarihinde 7406 sayılı Kanun ile bir takım değişiklik ve düzenlemeler yapılmıştır. Kanundaki hükümlerin tatbiki için çıkarılması gereken yönetmeliğin yayımlanması beklenilmiştir. Sözü edilen, Sağlık Meslek Mensuplarının Tıbbî İşlem Ve Uygulamaları Nedeniyle Soruşturulmasına Ve İdarece Ödenen Tazminatın Rücu Edilmesine Dair Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik, 15 Haziran 2022 tarih ve 31867 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak, Yönetmeliğin 14. maddesi uyarınca yayımı tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Belirtilen kanuni düzenleme ve ilgili Yönetmelik hükümleri uyarınca gerekli işlemleri yerine getirmesi için davacı vekiline ara karar ile usulüne uygun şekilde ihtaratlı olarak ara karar ile süre verilmiştir. Davacı vekili ara karara rağmen işlem yapılıp yapılmadığına dair herhangi bir beyanda bulunmamıştır.
Başvuruya konu 3359 sayılı Kanun'un geçici 13. maddesinde belirtildiği üzere, davacıya verilen 2 aylık süreye rağmen işlem yapılmaz ise davanın usulden reddedilmesi gerekecektir. Bu tür bir karar verilmesi halinde ise gene aynı kanun maddesinin son cümlesinde, yargılama giderlerinin taraflar üzerinde bırakılması ve davacı aleyhine vekâlet ücretine hükmedilmeyeceği belirtilmektedir.
Mahkememizce, davanın karara bağlanmasından evvel, sözü edilen kanun maddesinin ikinci fıkrasının son cümlesinin, Anayasa hükümlerine aykırılık teşkil ettiği değerlendirilmiş ve bu yönde Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yapılması gerektiğine kanaat getirilmiştir.
İPTALİ TALEP EDİLEN KANUN HÜKMÜNÜN, ANAYASANIN HANGİ MADDELERİNE VE HANGİ GEREKÇELER İLE AYKIRI OLDUĞU HUSUSU:
Belirtilen konu ile ilgili olarak, mahkememizce, somut norm denetimi yolu ile iptal başvurusuna konu edilen kanun hükmünün, Anayasanın 2, 5, 10, 13 ve 35. maddelerine uygun düşmediği düşünülmüştür. İtiraz başvurusunun konusu olan kanun hükmünün, Anayasanın, belirtilen maddeleri ile bu maddelerdeki temel hak ve hürriyetler ile bu hakların amaç, kapsam ve sınırlarının bir arada değerlendirilmesi neticesinde, kanun hükmünün, ilk ve hususi olarak, Anayasanın mülkiyet hakkı başlıklı maddesine açıkça ve doğrudan aykırı olduğu, belirtilen diğer dört maddeye ise dolaylı ve bağlantılı olarak aykırı olduğu değerlendirilmiştir.
Belirtmek gerekir ki, 3359 sayılı Kanun sağlık hizmetleriyle ilgili temel esasları düzenlemektedir. Burada, başvuruya konu kanun hükmüne tekrar yer vermek gerekecektir. Kanundaki cümle aynen şu şekildedir. "Bu durumda yargılama gideri taraflar üzerinde bırakılır ve davacı aleyhine vekâlet ücretine hükmedilmez. "
Anayasa Mahkemesi'nin emsal nitelikteki, 22/10/2020 tarih, 2019/100 esas ve 2020/62 karar sayılı kararında da belirtildiği üzere, mülkiyet hakkı; kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve kanunların koyduğu sınırlamalara uymak şartıyla sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, semerelerinden yararlanma ve üzerinde tasarruf etme imkânı veren bir haktır. Bu bağlamda, malikin, mülkünü kullanma, semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin kısıtlanması veya mülkünden yoksun bırakılması mülkiyet hakkına getirilmiş bir sınırlama niteliğindedir.
Mülkiyet hakkı, taşınır ya da taşınmaz bir eşya üzerinde hak sahibine kullanma, yararlanma ve tasarruf yetkisi veren, hukuk düzeninin sınırları içinde kullanılabilen, mutlak ve ayni bir haktır. Dolayısı ile, para üzerindeki hak da mülkiyet hakkının bir görünümüdür. Başvurunun konusunu oluşturan iki konu bulunmaktadır. Bunlar: yargılama giderleri ile vekalet ücretidir. Her iki konu da ekonomik bir değeri ifade etmeleri bakımından ilgilisi bakımından doğrudan mülkiyet hakkı çerçevesinde mülahaza edilmelidir. Başvurunun gerekçesinin izahı için bu iki konuya değinmek gerekecektir.
Yargılama giderleri, bir davanın görülmesi ve sonuçlanması için ödenmesi gereken harçlar ile masraf ve ücretlerin tamamını ifade etmektedir. Yargılama giderleri dar anlamda tanımlanırsa bir davanın görülmesi ve sonuçlanması için ödenmesi gereken avans ve ücretler; geniş anlamda tanımlanırsa yargılama hizmetinin yerine getirilebilmesi için yapılması gereken diğer bütün giderler olarak izah edilebilir. Günümüzde yargılama giderleri kavramı, geniş anlamda kullanılmakta olup söz konusu giderler, harçlar, masraflar ve vekalet ücreti olarak üçe ayrılır. (Yargılama gideri kavramının geniş izahatı için bkz. KURU, Baki, İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, Ankara 2017, s.586)
Esasen vekalet ücreti de bir tür yargılama gideri kalemidir. Belirtilen tariften yola çıkıldığında, başvurunun temel sebebinin geniş anlamda yargılama giderleri ile ilgili olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Yargılama giderleri, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 323 ve devamındaki maddelerinde düzenlemiştir. Kanundaki düzenlemeye bakıldığında kanun koyucunun yargılama gideri kavramını dar değil geniş anlamda kabul ettiği anlaşılmaktadır. Buna göre, yargı harçlarının yanı sıra yargılama masrafları; tebliğ ve posta masrafları, dosya ve sair evrak giderleri, geçici hukuki koruma tedbirleri ve protesto, ihbar, ihtarname ve vekaletname düzenlenmesine ilişkin giderler, keşif, tanık ve bilirkişi giderleri, keşif aracı gideri, vekille takip olunan davalarda vekalet ücreti, resmi dairelerden alınan belgeler için ödenen bedeller ve sair giderler olarak sayılmıştır. Söz konusu kanuni düzenleme ile yargılama giderleri sadece yargılama süresince yapılan masraflarla sınırlı kalmamış, yargılamadan önce yapılan masraflar da yargılama gideri olarak kabul edilmiştir. (PAPAKÇI, Acun, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu Uyarınca Yargılama Gideri Olan Vekalet Ücreti, Ankara 2016, s.5)
Yargılama giderlerinden sorumluluk başlıklı HMK 326. maddesine göre, kanunda yazılı hâller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir. Davada iki taraftan her biri kısmen haklı çıkarsa, mahkeme, yargılama giderlerini tarafların haklılık oranına göre paylaştırır. Aleyhine hüküm verilenler birden fazla ise mahkeme yargılama giderlerini, bunlar arasında paylaştırabileceği gibi, müteselsilen sorumlu tutulmalarına da karar verebilir.
HMK 332. maddesine göre ise, yargılama giderlerine, mahkemece resen hükmedilir. Yargılama gideri, tutarı, hangi tarafa ve hangi oranda yükletildiği ve dökümü hüküm altında gösterilir. Hükümden sonraki yargılama giderlerini hangi tarafın ödeyeceği, miktarı ve dökümü ile bu giderlerin hangi tarafa yükletileceği, mahkemece ilamın altına yazılır.
Her ne kadar vekalet ücreti geniş anlamda yargılama giderlerinden sayılsa da vekalet ücretinin genel kanun olan HMK'ya göre özel kanun niteliğindeki Avukatlık Kanunu'nda da ayrıca düzenleme altına alınmış olması nazara alındığında bu müesseseye de değinmek icap eder.
Vekalet ücreti kavramı, bir kimsenin kendisini yargılama sırasında avukatla temsil ettirmek istemesi halinde gündeme gelmektedir. Vekalet ücreti, hukuki açıdan avukatın vekalet hizmetine karşılık olan meblağı ifade etmektedir.
Anayasa Mahkemesi’nin 03.03.2014 tarih, 2002/126 esas ve 2004/24 karar sayılı kararında vekalet ücreti; "Vekalet ücreti, savunma hakkının en önemli parçası olan hukuki danışmanlık görevinin, konunun uzmanı hukukçular tarafından yapılmasının doğal bir sonucudur. Avukatların mesleklerini serbestçe ve herhangi bir kaygı olmadan yapabilmeler için yaptıkları hizmetin karşılığı olan makul bir ücret almaları gerekir.” şeklinde tanımlanmıştır.
Avukatın hak kazanacağı vekalet ücretinin kanuni dayanağı Avukatlık Kanunu’nun 163 ve devamındaki maddelerde düzenlenen taraflar arasındaki avukatlık ücret sözleşmesinden kaynaklanabileceği gibi HMK'nın 323 ve devamındaki maddeleri arasında düzenlenen dava sonunda diğer yargılama giderleri birlikte mahkemelerce hükmedilen yargılama gideri olan vekalet ücreti de olabilir.
HMK'nın vekâlet ücretinin taraf lehine hükmedilmesi başlığını taşıyan 330. maddesine göre, vekil ile takip edilen davalarda mahkemece, kanuna göre takdir olunacak vekâlet ücreti, taraf lehine hükmedilir. Vekalet ücretinin taraf lehine hükmedileceğinin özel olarak düzenlenmiş olması HMK ile getirilen yeniliklerden biridir.
Bir hukuk muhakemesinde tarafların ya da taraflardan birinin kendisini vekil vasıtasıyla temsil ettirmesi halinde HMK 323/1-ğ bendine göre mahkeme, dava sonunda haksız çıkan taraf aleyhine, Avukatlık Kanunu md. 169 hükmü uyarınca Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre vekâlet ücretine hükmeder. Mahkemece hükmedilecek vekalet ücreti, yargılama gideri olarak kabul edilmektedir. Yargılama gideri olan vekalet ücreti, davayı kazanan taraf ile kendisini temsil eden vekil arasında şartları serbestçe kararlaştırılan Avukatlık Kanunu md. 163’te tanımlanan avukatlık ücretinden tamamen farklıdır. Bu halde iki tür vekalet ücreti bulunmaktadır. Birincisi yargılama gideri olan ve Mahkeme tarafından Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre hükmedilen vekalet ücreti, bir diğer ise müvekkil ile vekil arasında özel olarak kararlaştırılan şartlar uyarınca belirlenen vekalet ücretidir. Vekille takip edilmeyen dava ve işlerde ise vekalet ücretine hükmedilmez.
Medeni Usul Hukukunda yargılama gideri olan vekalet ücretinin aidiyeti konusu usul kanunu dışında Avukatlık Kanunu’nun 164. maddesinin 5. fıkrasında da özel olarak düzenlenmiştir. Söz konusu kanuni düzenlemede; dava sonunda, kararla, tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekalet ücretinin avukata ait olduğu açık ve net bir şekilde kabul edilmiştir.
Yapılan açıklamalardan çıkan sonuç şudur ki; davayı tamamen veya kısmen kazanan taraf, yapılan yargılama giderlerinin tamamı yahut belli bir oranı üzerinde mülkiyet hakkına sahiptir. Aynı şekilde davanın tamamen yahut kısmen kazanılması durumunda ise davayı kazanan tarafın avukatı, karşı taraf vekalet ücreti üzerinde mülkiyet hakkına sahip olacaktır.
Başvuruya konu hukuki ihtilafta davacı Sağlık Bakanlığı davalı hekim arasındaki rücuen tazminat davasında tarafların kusur durum ve nispetlerinin belirlenmesi için Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nden rapor alınmıştır. Sağlık heyet raporunda davacı idarenin kusur oranı %70; davalı hekimin kusur oranı ise % 30 olarak tespit edilmiştir. Davacı tarafın alacak talep miktarı yaklaşık 800 bin TL'dir. Velev ki, sözü edilen rapor hükme esas alınır ise, davalı tarafın davayı %70 oranında kazanması durumu ortaya çıkacaktır. Bu durumda, davalı tarafın yapmış olduğu yargılama giderlerinin davacıdan tahsili gerekecektir. Yine davanın kısmen kabul edilmesi halinde davalı lehine olmak üzere ancak Avukatlık Kanunu'nun 164/5 maddesi mucibince davalı tarafın avukatı için vekalet ücretine hükmedilecektir.
Eldeki dava, iptale konu edilen kanun hükmünün yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla yargılaması devam eden davalardandır. Mahkememizce davacı vekiline, Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu'nun ek 18 inci maddesinin ikinci fıkrası uyarınca karar verilmek üzere Mesleki Sorumluluk Kuruluna başvurması için davacıya iki aylık süre verilmiştir. Davacı vekili bu süreye rağmen herhangi bir işlem tesis etmemiş ve bu yönde beyanda da bulunmamıştır. Aynı kanun hükmüne göre, sözü edilen kurula başvuru yapılmaması hâlinde davanın usulden reddedilmesi söz konusu olacaktır. Belirtilen hal somut olayda gerçekleşmiş durumdadır. Oluşan sonuca göre, yargılama giderlerinin taraflar üzerinde bırakılması ve davacı Sağlık Bakanlığı aleyhine vekalet ücretine hükmedilmemesi gerekecektir. Başvuru konusu kuralın uygulanması, bilhassa davalı vekilinin vekalet ücreti üzerindeki mülkiyet hakkını tamamen ortadan kaldıracaktır. Bu bakımdan kural, mülkiyet hakkının özüne dokunacak ve onu işlevsiz hale getirecek niteliktedir.
Anayasa’nın 35. maddesinin ikinci fıkrasında mülkiyet hakkının ancak kamu yararı amacıyla sınırlanabileceği belirtilmiştir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması imkânı vermekle bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır. (Anayasa Mahkemesi, Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, § 53)
İtiraz konusu kuralda, kamu yararını gerektirir bir durum bulunmamaktadır. Kuralın, anayasal bağlamda meşru bir amacı da yoktur. İzah olunan sebep ve gerekçelere göre, iptali talep edilen kanun hükmünün Anayasa'nın 35. maddesine açıkça aykırı olduğu değerlendirilmiştir.
Ayrıca, Anayasa'nın 13. maddesinde; temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasa'nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz, denilmektedir. Buna göre Anayasa'nın 13. maddesi hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğini temel bir kural olarak benimsemiştir. Bu çerçevede, Anayasa'nın temel hak ve hürriyetler kısmında düzenlenen mülkiyet hakkına yapılan sınırlamaların Anayasa hükümlerine uygun, ölçülü ve orantılı olması gerekmektedir.
Esasen temel hakları sınırlayan kanunun bu niteliklere sahip olması, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti ilkesinin de bir gereğidir. Hukuk devletinin temel unsurlarından olan hukuki belirlilik ilkesi uyarınca kanuni düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve şüpheye yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu tedbir ihtiva etmesi lazım gelir. Kanunda bulunması gereken bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından da mecburidir. Zira, bu ilke, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, fertlerin bütün fiil ve işlemlerinde Devlet'e güven duyabilmesini, Devlet'in de kanuni düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. (AYM, E.2015/41, K.2017/98, 4/5/2017, §§ 153, 154). Dolayısıyla Anayasa’nın 13. maddesinde sınırlama ölçütü olarak belirtilen kanunilik, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti ilkesi ışığında yorumlanmalıdır.
Anayasanın 10. maddesindeki, kanun önünde eşitliğe ilişkin kurala aykırılık yönünden yapılan değerlendirmede, hukuk muhakemelerinde davanın tarafları arasında mutlak bir eşitlik bulunmaktadır. Devlet'in, yahut kamu kurumlarının şahıs ya da özel hukuk tüzel kişileri ile taraf olduğu uyuşmazlıklarda, davanın diğer tarafına karşı bir üstünlüğü yahut ayrıcalığı yoktur. Binaenaleyh, kanun yapma yetkisini haiz olan Devlet'in, bu yetkisini, görülmekte olan davalarda kendi lehine sonuçlar meydana getirecek şekilde kullanması eşitlik kuralına aykırı olacaktır. Kural, bu yönü ile Anayasa'nın 10. maddesine aykırılık teşkil etmektedir.
Diğer iki madde yönünden yapılan değerlendirmede ise, özellikle temel haklardan olan mülkiyet hakkının korunması ve bu hakka müdahalede bulunma usulünün de gene Anayasa'ya ve kanuna uygun olarak yapılması gerektiği, 2. ve 5. maddede düzenlenen hukuk devleti ve adalet ilkelerinin de bunu gerektirdiği, bu bakımdan mülkiyet hakkı ile hukuk devleti ilkesinin birbiri ile bağlantılı olduğu ve mezkur kanun hükmünün, hukuk devleti ve adalet ilkeleri ile de bağdaşmayacağı sonucuna ulaşılmıştır.
ANAYASA MAHKEMESİNCE VERİLEN İPTAL KARARININ ÖZETİ
Kural, davanın usulden reddi hâlinde davalının karşı taraftan alması gereken yargılama gideri ve vekâlet ücretinden yoksun bırakılmasını öngörmek suretiyle mahkemeye erişim hakkına sınırlama getirmektedir. Bu itibarla mahkemeye erişim hakkını sınırlayan kanunun şeklen var olması yeterli olmayıp yasal kuralların keyfîliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir nitelikte olması gerekir.
Esasen temel hakları sınırlayan kanunun bu niteliklere sahip olması, Anayasa’nın 2. maddesinde güvence altına alınan hukuk devleti ilkesinin de bir gereğidir. Hukuk devletinin temel unsurlarından olan hukuki belirlilik ilkesi uyarınca kanuni düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Kanunda bulunması gereken bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından da zorunludur. Zira bu ilke hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM, E.2015/41, K.2017/98, 4/5/2017, §§ 153, 154). Dolayısıyla Anayasa’nın 13. maddesinde sınırlama ölçütü olarak belirtilen kanunilik, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti ilkesi ışığında yorumlanmalıdır. Öte yandan mahkemeye erişim hakkına sınırlama getiren kuralın Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca Anayasa’da öngörülen sınırlama sebebine uygun olması gerekir.
Kamu kurum ve kuruluşları ve devlet üniversitelerinde görev yapan hekim ve diş hekimleri ile diğer sağlık meslek mensuplarının sağlık mesleğinin icrası kapsamında yapmış oldukları muayene, teşhis ve tedaviye ilişkin tıbbi işlem ve uygulamalar nedeniyle idare tarafından ödenen tazminattan dolayı açılan rücu davalarının iki ay içinde davacı tarafından MSK’ya başvurulmaması nedeniyle reddedilmesi hâlinde davacı aleyhine yargılama giderine ve vekâlet ücretine hükmedilmemesinin öngörülmesinin davacı kurumun yargılama gideri yüküyle karşılaşmaması amacına yönelik olduğu anlaşılmaktadır.
Yargılama giderlerine hükmedilmesinde ilke olarak dava sonunda haklı çıkma ölçütü esas alınmaktadır. Kural ise yargılama giderlerinin haksız çıkan tarafa yükletileceği ilkesini sağlık meslek mensubunun görev yaptığı kurum lehine değiştirmekte ve davanın usulden reddine rağmen kurum aleyhine yargılama giderine hükmedilemeyeceğini öngörmektedir. Kamu kurumlarının karşılaştığı yargılama giderlerinin azaltılması yönünde -harç muafiyeti gibi- bazı düzenlemelerin yapılması makul kabul edilebilirse de bunun yargılamanın diğer tarafı olan özel hukuk kişilerinin haklarının göz ardı edilerek öngörülmesi mümkün değildir. Kamuya mali külfet yüklenmemesi düşüncesi, kamu kurumunun dava şartını yerine getirmemesi nedeniyle usulden reddedilen davada yargılama gideri yapmasına sebebiyet verdiği kişinin katlandığı mali külfeti telafi etme yükümlülüğünün ortadan kaldırılmasını meşru kılamaz. Dolayısıyla kuralın anayasal yönden meşru bir amacının bulunduğu söylenemez. Açıklanan nedenle kural, Anayasa’nın 13. ve 36. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Netice itibari ile, yapmış olduğum somut norm denetimi başvurusu AYM tarafından oybirliği ile kabul edilerek başvuruya konu kanun hükmü iptal edilmiştir. Bir kere daha ifade edilmelidir ki, iptal edilen kanun hükmü henüz derdest olan davalar için geçerli olan bir kuraldır. Bu bakımdan, iptal kararının, kuralın uygulayıcısı olan yargı kurumları ve bu tür davaların tarafları ve vekilleri tarafından bilinmesi muhtemel hak kayıplarının önlenmesi için ehemmiyet arz etmektedir. Başvuru ile birleştirilmesine karar verilen İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi'nce yapılan aynı başvuru sonraki bir tarihe ait olup mezkur başvuru ile birleştirilmiştir.
Kararın hukuk camiası ve bilhassa vekalet ücretinin kanun gereği maliki olan avukatlarımız için hayırlı olmasını dilerim.
Mecit DEMİR
Küçükçekmece 5. Asliye Hukuk Mahkemesi Hakimi