Zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersinde Takdirin Sınırı

Abone Ol

I. Giriş

Bu yazımızda; Anayasa Mahkemesi’nin 07.04.2022 tarihli ve 2014/15345 başvuru numaralı kararı incelenecektir. Başvurunun konusunu, öğrencinin din kültürü ve ahlak bilgisi dersinden muafiyet imkanı bulunmaması nedeniyle ebeveynlerin eğitimde ve öğrenimde dini ve felsefi inançlarına saygı gösterilmesini isteme hakkının ihlali iddiası oluşturmaktadır.

II. Başvuru Süreci

Başvurucu; 01.10.2009 tarihli dilekçesiyle, ilköğretim 4. sınıf öğrencisi kızının din kültürü ve ahlak bilgisi (DKAB) dersinden muaf tutulmasını talep etmiş, Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) İlköğretim Genel Müdürlüğü’nün 22.10.2009 tarihli yazısıyla başvurucunun bu talebi reddedilmiştir.

Başvurucu anılan işlemi gerekçe göstererek 16.11.2009 tarihinde kendisiyle kızının nüfus cüzdanındaki İslam ibaresinin kaldırılmasını ve din hanesinin boş bırakılmasını istemiş, bu mümkün değilse din hanesine ateist yazılmasını istemiyle Nüfus Müdürlüğüne başvurmuş, talep üzerine başvurucunun ve kızının nüfus cüzdanlarında bulunan din hanesindeki İslam ibaresi kaldırılmıştır. 18.11.2009 tarihinde, red işlemine karşı kızı adına velayeten nüfus cüzdanının din hanesindeki İslam ibaresinin kaldırıldığını da belirterek yürütmenin durdurulması talepli iptal davası açmıştır. Ankara 1. İdare Mahkemesi; 29.04.2011 tarihinde İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi[1] (İHAM) ve Anayasa Mahkemesi[2] (AYM) kararlarına atıfta bulunarak, dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir.

Bu karar, Danıştay 8. Dairesi’nin 29.11.2011 tarihli kararında yer verdiği “müfredatta yapılan değişiklik sonucunda ülkemizde çoğulculuk anlayışı içerisinde, nesnel ve rasyonel bir şekilde din kültürü ve ahlak bilgisi öğretiminin verildiği sonucuna ulaşılması” gerekçesiyle bozulmuştur.

Bozma kararına karşı yapılan karar düzeltme başvurusu da Danıştay’ın anılan Dairesi tarafından 23.05.2012 tarihinde reddedilmiş, bozma sonrası yargılamayı yapan İlk Derece Mahkemesi de bozma kararına uyarak, 11.10.2012 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir

Bu kararın temyizi üzerine Danıştay 8. Dairesi tarafından 13.11.2013 tarihinde karar onanmış, onama kararına karşı yapılan karar düzeltme başvuru da aynı Dairece 27.06.2014 tarihinde reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 14.08.2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.

Başvurucular 12.09.2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

III. İlgili Hukuk

Sözleşmeye ek (1) No.lu Protokolün 2. maddesine göre; “Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz. Devlet, eğitim ve öğretim alanında yükleneceği görevlerin yerine getirilmesine, ebeveynlerin bu eğitim ve öğretimin kendi dini ve felsefi inançlarıyla uyumlu yapılmasını sağlama hakkında saygı gösterir”.

Anayasanın “Din ve vicdan hürriyeti” başlıklı 24. maddesinin 4. fıkrasına göre; “Din ve ahlak eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcisinin talebine bağlıdır”.

Yazımıza konu işbu kararı incelerken, kararda atıf yapılan İHAM kararlarına yer vermekte fayda bulunmaktadır.

1. Hasan ve Eylem Zengin/Türkiye Kararı

Danıştay; 2007 yılının sonuna kadar olan dönemde DKAB dersi programının iptali istemiyle açılan davaları Anayasa ve ilgili mevzuat uyarınca okutulması zorunlu olan bu dersle amaçlananın öğrencilere din eğitimi vermek olmadığı, genel olarak dinler ve toplumun din yapısı gözönüne alınarak, daha çok İslam dini hakkında kültür kazandırmak olduğu gerekçeleriyle reddetmiştir. Ancak Danıştay; bu İHAM kararı sonrasında DKAB derslerinin Anayasada öngörülen içerikte olmadığını, belirli bir din anlayışının esas alındığının açık olduğunu ve din eğitiminin küçüklerin kanuni temsilcilerinin talebine bağlı olması gerektiğini ortaya koymuştur. Danıştay bu gerekçelerle derslerin mevcut içerikleriyle zorunlu tutulmasının hukuka aykırı olduğuna karar vermesinde, İHAM’ın Hasan ve Eylem Zengin/Türkiye kararı etkili olmuştur.

Hasan ve Eylem Zengin/Türkiye kararında başvurunun konusunu, başvurucunun kendisinin ve ailesinin Alevilik mensubu olması ve bu nedenle kızının DKAB derslerinden muaf tutulması talebiyle 23.02.2001 tarihinde İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğüne başvurması ve sonrasında bu talebin Müdürlük tarafından Anayasa’nın 24. maddesi ile 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 12. maddesi çerçevesinde değerlendirilerek reddedilmesi oluşturmaktadır.

Hükümet; bu başvuru kapsamında İHAM’a sunduğu görüşte DKAB derslerinde belli bir dinin öğreti ve adetlerine ilişkin özel bir eğitimin verilmediğini, farklı dinler hakkında genel bilgiler verildiğini ileri sürmüştür. Ayrıca Hükümet; dersin zorunlu olmasının sadece öğrencilerin derslere katılmaları gerektiği manasına geldiğini, bu derslerin objektif, çoğulcu ve tarafsız bir şekilde öğretildiği sürece, sadece öğrencilere İslam inancına ilişkin öğretim sağlamanın İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi kapsamında bir sorun ortaya çıkarmayacağını ileri sürmüştür. Tüm bunlarla birlikte; dersin zorunlu olmasının çocukları fanatizme yol açan uydurma hikayelerden ve yanlış bilgilerden koruma gerekliliğinden ortaya çıktığını vurgulamış, Lozan Barış Andlaşması ile Eğitim ve Öğretim Yüksek Kurulu’nun 1 sayılı kararı uyarınca Musevi ve Hristiyan öğrencilerin bu derslerden muaf olduğunu savunmuştur. Son olarak duruşma sırasında Hükümet, ateist olan bireylerin bu dersten muafiyet talep etme halinde bu taleplerin yetkili makamlarca değerlendirildiğini ifade etmiştir.

İHAM’a göre; sadece Hristiyan ve Yahudilere bu dersten muafiyet imkanı getirilmesi, bu dersin tarafsızlığına ilişkin argümanlar dikkate alındığında sorunludur. Hükümetin bu muafiyetin ateizm gibi başka dini ve felsefi inançlar bakımından da genişletebileceği argümanı kapsamında İHAM; ilgililerin okul yönetimlerini dini ve felsefi inançları konusunda bilgilendirmek durumunda bırakılmalarının, muafiyet uygulamasını vicdan özgürlüğüne saygı hususunda uygunsuz bir araca dönüştürdüğü kanaatindedir. Ayrıca Hükümet tarafından duruşma sırasında öne sürülen ateistler için muafiyet hakkının tanınabileceği yönündeki ifade, konuya ilişkin açık bir metin bulunmaması nedeniyle İHAM tarafından kabul görmemiştir.

Sonuç olarak İHAM; muafiyet usulünün uygun bir yöntem olmadığını ve din derslerinde öğretilenin çocukların üzerinde okul ile kendi değerler arasında bağlılık çatışmasına yol açabileceğini düşünebilecek ebeveynlere yeterince koruma sağlamadığını, bu durumun özellikle Sünni İslam’dan farklı dini veya felsefi inanışlara sahip ebeveynlerin çocukları için uygun bir seçim yapma imkanını öngörmediğini belirtmiştir.

2. Mansur Yalçın ve Diğerleri/Türkiye Kararı

Başvuruya konu olayda, Alevi inancına sahip başvurucuların çocukları olayların meydana geldiği dönemde ortaöğretim kurumlarında öğrencidir. Başvurucular, 22.06.2005 tarihinde MEB’den DKAB ders programının revize edilmesi ve ders müfredatında Alevilerin kültür ve felsefelerine de yer verilmesi amacıyla Alevi inancı liderleriyle bir istişare süreci başlatılmasını istemişlerdir. MEB’in bu talebi reddetmesi üzerine Ankara İdare Mahkemesi’ne açılan iptal davasında mahkeme, Devletin tarafsızlığı ilkesine riayet edildiğini ve yeni müfredata göre hazırlanan kitaplarda dini konuların mezhepler üstü bir yaklaşım kullanılarak işlendiği kanaatine varmıştır.

Hükümet, İHAM’a yapılan başvuru kapsamında sunduğu görüşte; DKAB ders programını hazırlamak için MEB yetkililerin İslam dini ve diğer farklı dinler veya inançlara ilişkin bilimsel verilere dayandığını, buna ilave olarak Alevi vatandaşların talep ve beklentilerine karşılık olarak Alevilik inancına ilişkin bazı bilgilerin seçmeli din dersleri programlarına eklendiğini belirtmiştir.

İHAM; başvuruyu sadece olayların meydana geldiği dönemde okutulan DKAB dersi müfredatı kapsamında değil, başvurunun yapıldığı tarihten sonraki gelişmeler ışığında 2011-2012 öğretim yılında yapılan değişiklikleri de gözönünde bulundurarak incelemiştir. İHAM; müfredatta İslam’ın, Türkiye Cumhuriyeti nüfusunun çoğunluğunun uyguladığı ve yorumladığı şekline, İslam hakkındaki çeşitli azınlık yorumlarına veya diğer dinlere ve felsefelere nazaran daha geniş bir öncelik verilmesini, tek başına çoğulculuk ve nesnellik ilkelerinden endoktrinasyona yol açan bir sapma olarak görülmeyeceğini belirtmekle birlikte, başvurucuların sözkonusu dersin öğretimine ilişkin düzenlemelerin çocuklarında kendi değerleri ile okul arasında aidiyet çelişkisine yol açabileceği konusundaki iddiasını ise kabul etmiştir.

İHAM’a göre; Sözleşmeye taraf bir devlet, eğitim öğrenim sisteminde din eğitimine ve öğrenimine yer vermekte ise, öğrencilerin okulun verdiği din eğitimi ve öğrenimi ile ebeveynlerin dini veya felsefi inançları arasında doğacak bir çatışmayla karşı karşıya kalmalarını mümkün olduğu ölçüde önlemek durumundadır. İHAM; Türk eğitim öğrenim sisteminde Sünni İslam anlayışından farklı bir dini veya felsefi inanca sahip ebeveynlerin çocukları için uygun seçenekler öngörülmediği, çok kısıtlı olan muafiyet usulünün de kullanılması halinde kişilerin dini ve felsefi inançlarını açığa çıkarma zorunluluğunu ortaya çıkarabileceği tespitinde bulunmuştur.

IV. Anayasa Mahkemesi’nin Değerlendirmesi

i. Kabul Edilebilirlik Yönünden

AYM; başvurucunun kızının dersten muaf tutulmasına yönelik isteğinin reddine yönelik yaptığı başvurusunun, başvurucu teknik olarak derece mahkemelerindeki yargılamanın tarafı olmasa dahi başvurucunun talebinin, “ebeveynlerin eğitimde ve öğretimde dini ve felsefi inançlarına saygı gösterilmesini isteme hakkı” ile doğrudan ilgili olduğu[3] gerekçesiyle oyçokluğuyla kabul edilebilir olduğuna karar vermiştir.

ii. Esas Yönünden

Anayasada zorunlu olarak öngörülen din kültürü ve ahlak öğretimine ilişkin dersin amacı, öğrencilere dinler hakkında genel bir bilgilendirme yapılması ve genel bir kültür kazandırılmasıdır. Bu amacı aşacak şekilde öğrencilere belli bir dinin veya inancın eğitiminin ve öğretiminin verilmesini içeren dersler din kültürü öğretimi mahiyetinde olmadığından, bu dersler din eğitimi ve öğretimi kapsamında değerlendirilmelidir.

AYM’ye göre din kültürü öğretimi ile din eğitimi ve öğretimi arasındaki bu ayırımın bir neticesi olarak, Anayasa m.24/4’de küçüklere yönelik din kültürü öğretimini aşacak düzeydeki din eğitim ve öğretiminin, ancak küçüğün kanuni temsilcisinin talebine bağlı olarak verilebileceği hüküm altına alınmıştır.

DKAB veya başka bir ad altında verilen bir ders içeriği itibariyle din kültürü öğretimini aşacak düzeydeki din eğitimi ve öğretimi seviyesine ulaşmışsa, bu dersin artık Anayasa m.24/4’ün ikinci cümlesinde ifadesini bulan ve zorunlu dersler arasında yer alan "din kültürü ve ahlak öğretimi" kapsamında değerlendirilmesi mümkün değildir. Böyle bir durumda Devlet, öğrencilerin bu eğitim ve öğretim ile ebeveynlerinin dini ve felsefi inançları arasındaki bir çatışmayla yüz yüze kalmalarına karşı gerekli önlemleri almakla yükümlüdür.

Devletin din eğitimi ve öğretimi kapsamında mütalaa edilebilecek bir dersi çocuğuna aldırmak istemeyen ebeveynlere yönelik olarak, herhangi bir gerekçe veya bilgi ve belge sunmalarına gerek olmaksızın muafiyet usulleri geliştirmek, dini eğitim ve öğretime alternatif ders imkanı sunmak, anılan derse kaydolma veya olmama imkanı sağlamak gibi seçenekler sunması gerekir. Din eğitim ve öğretimi kapsamında mütalaa edilebilecek bir dersi çocuğuna aldırmak istemeyen ebeveynlere yönelik olarak anılan seçeneklere benzer bir imkan sağlandığında, ebeveynlerin eğitimde ve öğretimde dini ve felsefi inançlarına saygı gösterilmesini isteme hakkına saygı gösterilmiş olur.

Muafiyet gibi seçenekler için kişilerin bu yöndeki taleplerini gerekçelendirmelerinin istenilmesi veya talebin değerlendirilebilmesi amacıyla, kişilerin dini ve felsefi inançlarına ilişkin bilgi ve belge talep edilmesi, Anayasa m.24/3’de koruma altına alınan ve Anayasa m.15’deki düzenlemeyle savaş, seferberlik hallerinde veya olağanüstü hallerde dahi dokunulması yasaklanan çekirdek haklar arasında yer alan dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamama hakkına aykırılık oluşturacaktır.

AYM; başvuruda belirlenmesi gereken asıl meselenin, olay tarihi itibariyle uygulanan müfredata göre yürütülen ve başvurucunun kızının muafiyet talebinin reddedilerek almak durumunda kaldığı DKAB dersinin Anayasaya göre zorunlu olması öngörülen din kültürü ve ahlak öğretiminin boyutlarını aşarak, ancak isteğe bağlı verilebilen din eğitimi ve öğretimi olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceği olduğunu vurgulamıştır.

Bu durumda; başvurucunun kızının almak durumunda olduğu dersin Anayasaya göre zorunlu olması öngörülen din kültürü ve ahlak öğretiminin boyutlarını aşmadığı sonucuna ulaşılırsa Anayasa m.24/4 ikinci cümlesi gereğince daha ileri bir inceleme yapılmadan hak ihlali olmadığı sonucuna ulaşılacaktır. Ancak başvurucunun kızının almak durumunda olduğu dersin Anayasaya göre zorunlu olması öngörülen din kültürü ve ahlak öğretiminin boyutlarını aştığı sonucuna ulaşılırsa bu defa da Anayasa m.24/4 son cümlesinde yer alan "Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcisinin talebine bağlıdır." şeklindeki hüküm çerçevesinde bir inceleme yapılacak ve çocuklarına bu dersi aldırmak istemeyen ebeveynlerin isteklerine yer verecek alternatiflere ilişkin tedbirlerin olup olmadığı incelenecek ve buradan çıkacak sonuca göre hak ihlali olduğu/olmadığı tespiti yapılacaktır.

AYM ayrıca, incelemenin yalnızca başvurucunun kızına uygulanan müfredatla sınırlı olarak inceleneceğini belirtmektedir. AYM, her ne kadar muafiyet talebine ilişkin idari başvuru 2009 yılında yapılmış ve derece mahkemelerindeki dava da 2009 yılında açılmışsa da, 30.12.2010 tarihli ve 328 ile 329 sayılı kararlarla düzenlenen ve 2011-2012 öğretim yılında uygulanmaya başlanan DKAB dersi programları da başvurucunun kızına uygulandığını belirterek incelemeyi bu kapsamda değerlendirmiştir.

Bu değerlendirme sonucunda; ders programlarının baskın bir şekilde ülkemizin kendine özgü tarihsel birikimi ve sosyolojik yapısı çerçevesinde, İslam’ın, Türk Milleti’nin çoğunluğu tarafından uygulanan ve yorumlanan şekline ilişkin bilgilere odaklandığı, yalnızca İslam dinine ait ibadetlerin öğretildiği, müfredatın öğretimin ötesine geçerek eğitim içeriğine sahip olduğu, dolayısıyla mahiyeti itibarıyla din kültürü öğretimini aşacak düzeydeki din eğitimi ve öğretimi seviyesine ulaştığı kabul edilen DKAB dersinden muafiyet imkanı veya ebeveynlerin bu dersi çocuklarına aldırmama yönündeki isteklerine yer verecek bir alternatif bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır.

Açıklanan tüm bu gerekçelerle AYM, Anayasa m.24/4’de güvence altına alınan ebeveynlerin eğitim ve öğretimde dini ve felsefi inançlarına saygı gösterilmesini isteme hakkının ihlal edildiğine ve talepleriyle bağlı kalınarak net 20.000-TL manevi tazminatın müştereken ödenmesine oyçokluğuyla karar vermiştir.

V. Değerlendirmemiz

İHAS’a ek (1) No.lu Protokol’ün 2. maddesi, ebeveynlerin eğitim ve öğretimde dini ve felsefi inançlarına saygı gösterilmesini isteme hakkını güvence altına almaktadır. Lautsi/İtalya kararında ebeveynlerin inançlarına saygı hakkı, öğrencilerin sosyal arka planını hesaba katmaksızın dini inanç ve etnik kökenleri dışlamak yerine onların müfredata dahil edilmesini teşvik eden serbest bir okul atmosferinin sağlanması, eğitimde çoğulculuğun mümkün olması öğrencilerin her birinin ayrı ayrı kendi düşünceleri ve gelenekleri hakkında bilgi elde edebilmelerine imkan tanınması şeklinde açıklanmaktadır[4]. Ebeveynlerin dini kanaatlerine ve çocukların inançlarına saygı gösterilmesi, bir dine inanma veya bir dine inanmama hakkını da içinde barındırmaktadır[5].

Bu hüküm, devletlerin kendi imkanlarıyla dini veya felsefi konularda eğitim vermesine engel teşkil etmemektedir. Kjelden, Busk Madsen ve Pedersen/Danimarka kararında devletin öğretim yoluyla, doğrudan veya dolaylı dini veya felsefi olan bilginin nesnel olarak verilmesine engel olmayacağı, aksi durumda tüm kurumsal eğitimin uygulanmama riski ile karşı karşıya kalacağı şekilde belirtilerek açıklanmıştır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus, ailenin dinsel ve felsefi inançlarına saygı gösterilmemesi anlamına gelecek “sistematik telkin amacı” ile bilgilerin öğrenciye aktarılmamasıdır.

AYM ve İHAM içtihadına bakıldığında; Anayasa m.24/4 uyarınca din kültürü ve ahlak öğretiminin ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu ders kapsamında kabul edilebilmesi için bakılması gereken ilk kriterin, bu dersin nesnel, eleştirel ve çoğulcu bir tarzda yapılıp yapılmadığının belirlenmesi olduğu görülmektedir. Taraf devletin tarihi ve gelenekleri kapsamında nüfusunun büyük çoğunluğu tarafından benimsenen dinin müfredatta diğer dinlere ve felsefelere nazaran daha geniş yer vermesi, çoğulculuk ve nesnellik ilkesinden sapma olarak kabul edilmemektedir. Burada AYM ve İHAM, devletin takdir payı olduğunu vurgulamaktadır. Takdir payı aşılmadıysa ve ders bu kriteri karşılıyorsa başka bir incelemeye gerek olmayacak, bu eğitimin ve öğrenimin zorunlu ders kapsamında verilebileceği ve Anayasa’ya uygun olduğu kabul edilecektir.

Bununla birlikte; eğer ders eleştirel, nesnel ve çoğulcu bir yapıya sahip değilse ebeveynlere koşulsuz muafiyet olanağı sağlanması zaruridir. Bu halde dersin, Anayasa m.24/4’ün son cümlesinde düzenlenen, ancak kişilerin kendi isteği, küçüklerin de kanuni temsilcilerinin talebine bağlı olan din eğitim ve öğretimi kapsamına gireceği kuşkusuzdur. İHAM, muafiyeti yalnızca faaliyetlere özgülemeyi veya muafiyet hakkının yalnızca bir kısma özgülenmesinin muafiyet hakkının yeterli bir çözüm olmayacağı ve tam muafiyet hakkının tanınmamasının ihlal oluşturacağı kanaatindedir.

Muafiyete ilişkin diğer bir önemli husus ise, muafiyetin ebeveynler için özel yaşamlarını ifşa edecek şekilde gerekçelendirmeyle ağır bir yük olarak tanımlanmamasıdır. Gerekçe gösterilmesinin kabul edilmesi halinde, AYM’nin de vurguladığı üzere Anayasa m.24/3’de güvence altına alınan inancı açıklamaya zorlama durumu ortaya çıkacak ve Anayasaya aykırılık gündeme gelecektir.

Yukarıda yer verilen tüm gerekçelerle; Anayasaya ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ne uygun bir eğitimin öğrenimin sağlanabilmesi, ancak bu sistemin demokratik toplum gereklerine uygun olabilmesine, bu durumun karşılanmaması halinde ise ebeveynlere, inanç sorgulaması yapılmaksızın koşulsuz bir muafiyet hakkının tanınmasına bağlıdır.

Prof. Dr. Ersan Şen

Stj. Av. Berra Berçik

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

--------------------

[1] Hasan ve Eylem Zengin/Türkiye, B. No: 1448/04, 09.10.2007

[2] AYM, 1997/62 E. 1998/52 K. 16.09.1998

[3] Kapmaz/Türkiye, B. No:13716/12, 07.01.2020

[4] 03.10.2009 tarihli 30814/06 başvuru numaralı İHAM kararı, paragraf çevirisi Serkan Cengiz

[5] Young, James ve Webster/Birleşik Krallık