Yeni adli yılda cübbe ve dua tartışması gerçekleri örtüyor

Abone Ol

Yargıtay uzunca bir zamandır ihtiyacı olan yerleşkeye nihayet yeni adli yılın başlangıcında, 1 Eylül’de kavuştu; hayırlı olsun. Törende Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca’nın, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’la aynı karede olduğu fotoğraf ise “Bağımsız, tarafsız ve önyargısız” yargı imajı için bir felaketti. Zira tek patronun yürütme, yargının iktidara bağımlı olduğu, gerçek yön verenin bir din adamı olduğu imajı vermekte. Türkiye’nin bu resimde sadece Yargıtay Başkanının olmasını sağlaması, yürütmenin başı ve bir din adamının o resimde bulunmaması gerektiğini tartışacakken Başkan Akarca’nın dua ederken cübbe giymiş olmasını tartışıyor.

Yargıtay Kanunu m. 66, İç Yönetmeliği m. 111 ve kıyafet yönetmeliği gereğince Yargıtay’ın başkan ve üyeleri duruşmalarda ve adli yıl açılış törenlerinde cübbe giymekle yükümlü. Başkan Akarca “tabi olduğum kurallar gereğince cübbe giymek zorundayım” diye bir ‘tweet atsa’ eleştirenlerin tamamını mağlup edecek, tartışma hiçbir faydası olmadan sona erecekti.

Akarca “Yargıya güven sanıldığı gibi az değil, … her gün daha da artmaktadır” da demiş. Gerçekten de ORC Araştırma anket sonuçlarına göre; yargıya “güvenenlerin” oranı Kasım 2019’daki %11,7’den Haziran 2021’de %25,1’e çıkmış. Fakat aynı ankette “güvenmeyenlerin” oranı Haziran 2021’de %74,9’a yükselmiş.

Boş bardakta yargıya güven adına bir şey kalmadığından söz etmediği halde dibindeki birkaç damlanın artmasını öne çıkardığı için başkanı eleştirmek, “%75’in güvenmediği yerde yargıya güvenden ve arttığından söz edilebilir mi?” diye sormak gerekir.

Adalet aranırken adli tatil de adli nesi?

Her yıl 1 Eylül’de adli yıl başlangıcını niçin kutluyor yargı teşkilatı?

Senede 7 Milyondan fazla dava açılan memleket adeta yangın yerine dönmüş, söndürmekle görevli olan yargı teşkilatı tatile çıkıyor. Neden?

Mensuplarının izinlerini, tayin ve nakillerini başka türlü yönetemez mi ki 20 Temmuz 1 Eylül tarihleri arasında toptan tatil yapıyor? Bu dönemde adliye ne hakla rölantiye geçiyor, hizmeti aksatıyor, nöbetçilerle idare edip sadece acil işlerle ilgileniyor?

Yargı’dan siyaseten ve hukuken sorumlu olan Adalet Bakanı Abdulhamit Gül “Adliyenin kapısı adaletin kapısıdır; “adliyeler, adalet duygusunun ikametgâhıdır. diyen felsefi ve terim temeli zayıf bir mesaj yayınlamış. “Bu adli yıla da geçtiğimiz yıldan devraldığımız reform adımlarıyla başlıyoruz.” demiş.

Adalet bakanına sorular

Sayın Bakana şunları sormak kamuoyunun doğal hakkı:

Hukukun üstünlüğü endekslerinde 0.80’lerden 0,20’lere gerileyen ülke puanımızı eski seviyesine neden yükseltemiyorsunuz?

“Peygamber postu” denilen, Mecelleye göre bilgili, tecrübeli ve görmüş, geçirmiş olması gereken hakimlik postuna “çocuk yaşta” denilen binlerce hukukçu atanmadı mı? Bunların adliyelere olumsuz etkileri nelerdir? Devasa adliyelerde adalet arayan vatandaşa ve avukatlara sordunuz mu? Acaba adliyeler gerçekten adalet kapısı mı yoksa adalet mezbahası mı?• Anayasa Mahkemesinin yargılamalarını mahkûm ettiği mahkemelerinin hukuksuz direnme kararları ile yasama dokunulmazlığını bile ihlal eden yargı organları ve mensupları hakkında ne yaptınız?

Yargı mensuplarına sordunuz mu mevcut şartlarda HSK yapılanması teşkilata güvence mi, disiplin mi yoksa korku mu vermektedir? Temel teminatlardan yoksun olan yargı mensupları gerçekten de adalet duygusunu tesis eden yargılama yapabilirler mi?

Görevini yerine getirmesi idari amirlerin iznine tabi kılınan yargı; örneğin Pamukova, Soma Faciası, Çorlu ve Sincan tren kazaları gibi onlarca görevi ihmal ve ihlal suçlarında gerçekten sorumlu olan kamu görevlilerine karşı adaleti tesis edebilmiş mi?

Tutuklanmış olan insanların yargılaması neden hızla ve makul sürede yapılmıyor? Örneğin Osman Kavala’nın mahkumiyetine veya beraatine hala neden karar verilmedi?”

Cumhurbaşkanı artık “Hukuk Reformu” sözü vermesin

AK Parti adliye sarayları inşa ettirdi. 1980’lerde mezbelelik yerlerde görev yapan mahkemeler yeni binalara kavuştu. Yargıtay hizmet binası bunun en son örneği. Ancak devasa yeni adliyeler de ihtiyaca yetmez oldu; mahkemeler yeniden iş hanlarına dağıtılmakta.

Yargının elektronik belkemiği UYAP yoluyla Adalet Bakanlığı ülkedeki bütün yargılama verilerine hâkim oldu. Kafka’nın “Dava”sındaki labirent; Orwell’in 1984’teki “Büyük birader bizi gözetliyor” betimlemeleri Türkiye’de gerçek oldu.

Fakat arkaik yargılama usulleri, eski alışkanlıklar, millete hizmet eden değil hükmeden zihniyet terk edilmedi. Yargı bağımsızlığını yitirdi. 2017’de iktidara tam teslim olarak 1960 öncesinden de geriye gitti. 2009’da 2015’te ve 2019’da yayınlanan şaşaalı Yargı Reformu Strateji belgeleri ile bir arpa boyu yol alma karşılığında hizmetin en önemli kalite unsurlarından ödünler verildi.

AK Parti ve Sayın Recep Tayyip Erdoğan, adliye binaları inşa ettirmekte ne kadar başarılı olduysa hukukun üstünlüğü, yargının hesapverirliği ve bağımsızlığı, ihtiyaca uygun yargı hizmeti üretimi konularında o kadar başarısız oldu. Yargı Reformu terimini erozyona uğratan 3 tane reform strateji belgesi yayınladı. 1981’de kapattığı HSK kararlarına karşı yargı denetimi yolunu kapatan 12 Eylül darbecilerini ölüm döşeklerinde yargılattı. Ama onların kapattığı yargı denetimini açmadı. 2020’deki sulh ceza hakimliği kararlarına dikey itiraz vaadini bile hala gerçekleştirmedi.

Eylemsizlikte uyumlu siyasiler yerine STK’lar

Siyasiler; çözümü aşikâr olan sorunlarını çözmeyerek yargıyı görevini yapamaz halde tutmak konusunda sanki anlaşmış gibi eylemde, eylemsizlikte ve söylemde uyum içindeler. Vaatleri gerçekçi ve umut verici olmaktan uzak; “bağımsız yargı” ve “hukukun üstünlüğü” gibi beylik sözleri altını doldurmaya muhtaç.

2023 seçimlerine doğru bu konuda asırda bir çıkan bir fırsat penceresi açılmakta. Başkanlık sistemini geliştirme, güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönme ve yeni anayasa tartışmaları sırasında Türkiye; yargı meselesini kökten hallederek özlenen istikrarlı hukuk devleti yönetimine kavuşabilir.

Türkiye, ya bu fırsatı değerlendirecek ve dünyanın sayılı ülkeleri arasına girecek ya da Bernard Lewis’in deyimiyle, etrafımızda güçlenecek bir ülkenin (AB, Rusya, Çin ve hatta nükleer silahla ortaya çıkabilirse İran’ın) nüfuz alanına girecek!..

Türkiye’nin esas beka sorunu yargı ve hukukun üstünlüğüdür. Bunu gerçekleştirmek, bu şartlarda STK’lara, fikir önderlerine ve hukukun üstünlüğünden çekinmeyen, aksamasından herhangi bir menfaati olmayan herkese düşüyor.

*Yazarın özel izni ile mehmetgun.com sitesinden aynen alınmıştır.