Yazılı Delil Başlangıcının Yargı Kararları Işığında Değerlendirilmesi

Abone Ol

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) m. 202, hukukî işlemlerin ispatı bakımından önemli bir istisna olan “yazılı delil başlangıcı” kavramını düzenlemektedir. Senetle ispat zorunluluğunun katı kuralını esneten bu kurum, gerek doktrinde gerek yargı kararlarında kapsamlı şekilde ele alınmaktadır. Bu makalede, yazılı delil başlangıcının tanımı, hukuki niteliği, fonksiyonu ve şartları açıklanacak; ardından HMK m. 202’nin uygulamada nasıl değerlendirildiği, Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemesi (BAM) kararları ışığında somut örneklerle analiz edilecektir.

I. Yazılı Delil Başlangıcının Tanımı, Hukuki Niteliği, Fonksiyonu ve Şartları

Tanım ve Hukuki Dayanak: Yazılı delil başlangıcı, HMK m. 202’de düzenlenmiş olup aynı maddenin ikinci fıkrasında şu şekilde tanımlanmaktadır: “Delil başlangıcı, iddia konusu hukuki işlemin tamamen ispatına yeterli olmamakla birlikte, söz konusu hukuki işlemi muhtemel gösteren ve kendisine karşı ileri sürülen kimse veya temsilcisi tarafından verilmiş veya gönderilmiş belgedir.” Bu tanımdan hareketle, delil başlangıcının bir belgeye dayanması, bu belgenin karşı tarafça verilmiş veya gönderilmiş olması ve iddia edilen işlemi muhtemel göstermesi gerektiği anlaşılmaktadır.

Fonksiyonu: Yazılı delil başlangıcının en önemli işlevi, senetle ispat zorunluluğu bulunan hâllerde, dava konusu işlemin doğruluğunu güçlü biçimde olası kılan bir belge sunulduğunda tanık deliline başvurulabilmesine imkân tanımasıdır. HMK m. 200 uyarınca belirli bir meblağı aşan veya kanunen yazılı şekle tâbi hukuki işlemler normalde ancak senet (yazılı delil) ile ispatlanabilir. İşte HMK m. 202/1, böyle durumlarda “delil başlangıcı bulunursa tanık dinlenebilir” diyerek bu katı kurala istisna getirmektedir. Başka bir deyişle, yazılı delil başlangıcının varlığı, tek başına ispat gücüne sahip olmasa da hâkimin takdiriyle şahit dinleme, yemine başvurma gibi diğer delillerin yolunu açar. Bu yönüyle kurum, maddi gerçeğe ulaşmayı ve hakkaniyete uygun karar vermeyi kolaylaştıran önemli bir ispat hukuku mekanizmasıdır. Ancak önemle belirtilmelidir ki, delil başlangıcı sadece senetle ispat kuralının uygulandığı davalarda değil, takdiri delillerle ispatın mümkün olduğu davalarda da delil olarak kullanılabilir. (Erdönmez G., Pekcanıtez Usul Medeni Usul Hukuku, C. 3, 16. Bası, İstanbul 2025, s.2897)

Hukuki Niteliği: Delil başlangıcı kesin delil niteliğinde değildir; bir senet gibi tam ispat gücü taşımaz. Bu nedenle takdiri delil olarak kabul edilir ve hâkim tarafından serbestçe takdir edilir. Yazılı delil başlangıcı, başlı başına davayı ispatlayan bir araç olmayıp, varlığı halinde iddia edilen vakıanın diğer takdiri delillerle ispatlanabilmesine imkân tanıyan bir kurumdur. Hâkim, sunulan belgeyi ve diğer yardımcı delilleri birlikte değerlendirerek kanaate varır; delil başlangıcı tek başına hükme esas teşkil etmez ancak hükme giden yolu açabilir.

Temel Şartları: Yazılı delil başlangıcının kabulü için üç temel şart birlikte aranmaktadır:

1. Belge Niteliğinde Olması: Öncelikle ortada HMK anlamında bir belge bulunmalıdır. HMK m. 199,”yazılı veya basılı metin, senet, çizim, plan, kroki, fotoğraf, film, görüntü veya ses kaydı gibi veriler ile elektronik ortamdaki veriler ve bunlara benzer bilgi taşıyıcıları”nı belge olarak tanımlamıştır. Bu geniş tanım sayesinde her türlü bilgi taşıyıcısı belge sayılır. HUMK Dönemi ile Fark: Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK) m. 292 ise delil başlangıcı olgusunu “evrak ve vesâik” terimleriyle düzenleyerek belgenin yazılı olmasını şart koşuyordu. Bu nedenle eski uygulamada “yazılı delil başlangıcı” terimi kullanılmaktaydı. Yazılı olmadığı için fotoğraf, ses ve video kayıtları veya benzeri materyaller HUMK döneminde delil başlangıcı sayılmıyordu. Örneğin, doktrinde Baki Kuru tarafından, teyp bandındaki ses yazı olmadığından, yazılı delil başlangıcı sayılamayacağı ifade edilmiştir. (Kuru B., Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt 2, 2001, s. 2290)HMK m. 202 ise “yazılı” ibaresini kanun metninden çıkarmış ve delil başlangıcını belge kavramına dayandırmıştır. Böylece, HMK ile birlikte delil başlangıcının kapsamı önemli ölçüde genişlemiştir; kamera kaydı, elektronik postalar, kısa mesajlar, ses kayıtları gibi yazılı olmayan veriler de gerekli şartları taşımak kaydıyla delil başlangıcı kabul edilebilmektedir.

2. Karşı Taraftan Sadır Olması (Belgenin Muhatabından Kaynaklanması): Delil başlangıcı olarak ileri sürülen belgenin, aleyhine delil olarak kullanılacak olan taraftan veya onun yetkili temsilcisinden sadır olması, yani onun iradesiyle düzenlenmiş veya gönderilmiş olması gerekir. Bu şart, uygulamada sıklıkla “hasım elinden çıkma” ifadesiyle anılmaktadır. Belge, davada karşı taraf konumunda olan kişinin eliyle veya onun onayıyla ortaya çıkmış olmalıdır. Buna göre, tek taraflı olarak kişinin kendi lehine tuttuğu notlar, ajandalar, üçüncü kişiler tarafından düzenlenen evraklar ya da karşı tarafın yetkisiz çalışanlarınca hazırlanan belgeler delil başlangıcı sayılmaz. Zira bu tür belgeler, karşı tarafa isnat edilemez ve “karşı taraftan sadır olma” şartını karşılamaz. Bu koşul, delil başlangıcının güvenilirliğini sağlama amacı taşır; belgenin içeriğinin en azından karşı tarafın bilgisi veya iradesi dahilinde olduğunu göstermeyi hedefler. Bu noktada önemle belirtilmelidir ki, karşı taraftan sadır olan belgenin mutlaka hukuka uygun bir yolla elde edilmiş olması gerekmektedir.

3. İddia Edilen Hukuki İşlemi Muhtemel Göstermesi: Delil başlangıcının içerik olarak, iddia konusu işlemin varlığını akla yatkın ve olası hale getirmesi gerekir. Bir başka deyişle belge, uyuşmazlık konusu hukuki işlemi tam olarak ispat etmese bile onun gerçekleşmiş olabileceğine dair makul bir ihtimal oluşturmalıdır. Eğer sunulan belge, ilgili hukuki işlemin varlığını sadece uzak bir olasılık düzeyinde bırakıyor veya işlemle alakasız görünüyorsa delil başlangıcı sayılmaz. Bu inandırıcılık unsuru, hâkimin takdir yetkisinin en yoğun şekilde devreye girdiği alanlardan biridir. Hâkim, belgenin içeriğini değerlendirerek, işlemle bağlantısını ve işlemi ne ölçüde olası kıldığını tartar. Örneğin, borç ilişkisine dair bir iddiada, belgedeki ifadelerin o borç ilişkisini akla getirip getirmediği incelenir. Belge, iddia edilen vakıa ile makul bir bağ kurabiliyorsa delil başlangıcının inandırıcılık şartı sağlanmış olur. Aksi halde, yani belge ile iddia edilen işlem arasında belirgin bir bağ yoksa, ilgili belge delil başlangıcı fonksiyonu görmeyecektir. Öte yandan, ilgili belgenin delil başlangıcı olarak kabulü mümkün olmadığında da, eğer eldeki davada iddianın senetle ispatı gerekiyorsa, tanığın senetle ispatı gereken hususta dinlenmesinin de bir anlamı olmayacaktır.

Yukarıdaki üç şartın birlikte gerçekleşmesi halinde, sunulan belge yazılı delil başlangıcı olarak nitelendirilir. Böyle bir durumda artık senede bağlı ispat kuralının istisnası devreye girer ve anılan işlem tanık da dahil olmak üzere her türlü delille ispatlanabilir. Belirtmek gerekir ki mahkeme, önüne gelen belgenin bu şartları haiz olup olmadığını her somut olayda titizlikle değerlendirir. Şartlar mevcutsa belgeyi delil başlangıcı kabul edip tanık dinlenmesine izin verir; değilse senetle ispat kuralı geçerli kalmaya devam eder. Özellikle dijital iletişim çağında, elektronik ortamdaki bir belgenin gerçekten karşı tarafça gönderilip gönderilmediğinin teknik olarak doğrulanabilmesi veya karşı tarafça inkâr edilmemiş olması, belgenin delil başlangıcı sayılmasında kritik rol oynamaktadır. Sonuç olarak yazılı delil başlangıcı, hukukumuzda hakimin takdirine dayalı ama bir o kadar da hayati bir ispat kurumu olarak önemini korumaktadır.

II. Yargı Kararlarında Yazılı Delil Başlangıcının Değerlendirilmesi

Uygulamada mahkemeler, yukarıda belirtilen kriterler ışığında pek çok farklı türde belgeyi kanundaki tanımına uygun olarak yazılı delil başlangıcı kapsamında değerlendirmiştir. Ancak aynı zamanda, bazı belgeler anılan şartları karşılamadığı için bu kapsamın dışında bırakılmıştır. Aşağıda, Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemesi kararlarından seçilen örneklerle, hangi belgelerin delil başlangıcı olarak kabul edildiği ve hangilerinin kabul edilmediği gösterilmektedir..

A. Delil Başlangıcı Olarak Kabul Edilen Belgelere Örnekler

Elektronik İletiler (E-posta, SMS vb.): Modern iletişim araçlarıyla oluşturulan veriler, HMK m. 199’daki geniş belge tanımına dahil olduğundan, gerekli ise teknik doğrulaması yapıldığı takdirde delil başlangıcı sayılabilmektedir. Nitekim Yargıtay, taraflar arasındaki e-posta yazışmalarını ve kısa mesajları bu şekilde değerlendiren kararlar vermiştir. Örneğin, bir olayda davalı tarafın isticvap sırasında kendi e-posta adresine para gönderildiğini kabul etmesiyle, ilgili e-posta yazışmaları delil başlangıcı olarak görülmüş ve tanık dinlenmesinin önü açılmıştır [1]. Benzer şekilde, bir başka uyuşmazlıkta davalılardan birinin davacıya borçlu olduğunu belirten bir SMS göndermesi, o SMS’i yazılı delil başlangıcına dönüştürmüş ve bu sayede tanık beyanıyla ispat imkânı tanınmıştır [2]. Bu örnekler, elektronik ortamdaki beyanların karşı taraftan sadır olma şartını taşıdığı ve hukuki işlemi olası kıldığı durumlarda, mahkemelerce tereddütsüz delil başlangıcı kabul edildiğini göstermektedir.

İmzalı / Yazılı Not ve Belge Parçaları: Tarafların imza veya el yazısını taşıyan notlar, anlaşma taslakları ya da belge üzerinde düşülen notlar da sıkça delil başlangıcı kapsamında değerlendirilmektedir. Özellikle, davalı tarafa ait imzanın ya da beyanın bulunduğu belgeler, iddia konusu işlemi akla yatkın kıldığı ölçüde kıymet kazanır. Örneğin, Yargıtay kararında, bir tapu senedi fotokopisinin arkasına davalı tarafından yazıldığı anlaşılan “Bu arsanın 1/2’si (yarısı) X’e aittir” şeklindeki not, tek başına mülkiyeti ispatlamasa da taraflar arasındaki anlaşmayı muhtemel gösterdiği için yazılı delil başlangıcı olarak kabul edilmiştir [4]. Yine bölge adliye mahkemesi kararında, davalının imzasını taşıyan ve üzerinde “… -25.000 Dolar- borçlu” ifadesi bulunan bir belge, içeriği itibarıyla taraflar arasındaki borç ilişkisini kuvvetle muhtemel kıldığından delil başlangıcı sayılmıştır [3]. Bu tür imzalı notlar, resmi bir senet olmasalar bile, borç veya alacak ilişkisine dair güçlü bir belirti içeriyorsa ispat hukuku bakımından büyük önem arz etmektedir.

Zamanaşımına Uğrayan veya Geçersiz Kambiyo Senetleri: Yargı kararları, şeklen geçerliliğini yitirmiş veya zamanaşımına uğramış kambiyo senetlerinin dahi, alttaki temel ilişkiyi ispat noktasında bir delil başlangıcı fonksiyonu görebileceğini ortaya koymuştur. Örneğin, zamanaşımı nedeniyle artık kambiyo senedi olarak tahsil kabiliyeti kalmayan bir bono, davacının temel alacak iddiasını tamamen ispatlamaya yetmediği halde, o alacak ilişkisinin varlığını gösteren bir emare teşkil ettiği için delil başlangıcı kabul edilmiştir [5].

Banka Havale Dekontları (Açıklama İçeren): Belgenin içeriğinde yer alan ifadeler, iddia edilen hukuki işlemi muhtemel gösterecek nitelikte ise basit bir ödeme dekontu bile delil başlangıcına dönüşebilir. Örneğin, bölge adliye mahkemesi, bir havale dekontunun açıklama kısmında yazılan “emanet” ibaresini, taraflar arasında ödünç (emanet para) ilişkisi bulunduğuna işaret eden güçlü bir emare olarak değerlendirmiştir. Dekont, banka tarafından düzenlenmiş olsa da içeriğindeki bu ifade davalının iddia edilen ödünç alma işlemini muhtemel kıldığından, mahkeme söz konusu dekontu yazılı delil başlangıcı olarak kabul etmiş ve tanıkla ispat imkânı tanımıştır [6]. Bu örnek, bir belgenin üçüncü tarafça düzenlenmiş olması halinde dahi, eğer içerik karşı tarafın beyanı niteliğinde sayılabilecek bir unsura sahipse (örneğin davalının hesabından yapılan bir havalede “emanet” notu düşülmesi gibi), delil başlangıcı niteliği kazanabileceğini göstermektedir.

Farklı Yargısal Beyanlar: Tarafların, görülmekte olan dava dışındaki yargı merciilerinde veya işlemlerde yaptığı beyanlar da, belirli koşullarda delil başlangıcı sayılabilir. Özellikle, davalı tarafın başka bir resmî süreçte iddia konusu işlemi zımnen kabul eden veya onun varlığını ima eden ifadeler kullanması, kendi aleyhine bir delil başlangıcı yaratabilir. Örneğin, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin bir kararında, davalının başka bir davada keşif sırasında sarf ettiği “(Kararlaştırılan) ödeme yapılırsa taşınmazı geri vereceğim” şeklindeki sözler, taraflar arasındaki inançlı işlem (güvene dayalı devir) iddiasını muhtemel gösteren bir beyan olarak değerlendirilmiştir [7]. Mahkeme, davalının bu ifadesini yazılı delil başlangıcı kabul ederek, normalde tanıkla ispatı güç olan inançlı işlem iddiasını tanık deliliyle aydınlatma yoluna gitmiştir. Ancak burada değinmek gerekir ki, yukarıdaki örnekte davalının beyanı mahkemece hukuki işlemi ispatlama bakımından “muhtemel” olarak görülmüştür. Şayet bu beyan, borç ilişkisini açıkça kabul edecek bir seviyeye gelseydi, işte o zaman davalının bu beyanı mahkeme içi ikrar olarak kabul edilir ve ikrar da kesin delillerden olduğundan bunun sonucuna göre karar verilirdi.

Yukarıdaki örnekler, mahkemelerin senede bağlı ispat zorunluluğunu aşmak için oldukça geniş bir belge yelpazesini (e-postadan SMS’e, noterli-imzasız nottan zamanaşımına uğramış bonoya kadar) uygun şartlar altında yazılı delil başlangıcı olarak değerlendirdiğini ortaya koymaktadır. Esas olan, belgenin gerçekten karşı tarafın bilgisinden çıktığının anlaşılması ve çekişmeli işlemi akla yakın biçimde desteklemesidir. Bu koşullar mevcutsa, yargı mercileri belgenin şekline veya türüne bakmaksızın maddi gerçeğe ulaşmak adına onu bir delil başlangıcı kabul edebilmektedir.

B. Delil Başlangıcı Olarak Kabul Edilmeyen Belgelere Örnekler

Mahkemeler her ne kadar esnek bir yaklaşım benimseyebilse de, bazı durumlarda sunulan belge delil başlangıcı niteliğinde sayılmamıştır. Genellikle, bunun sebebi yukarıda sayılan temel şartların eksik olmasıdır. Aşağıda, yargı kararlarında yazılı delil başlangıcını oluşturmadığı belirtilen durumlara dair örnekler verilmektedir.

Üçüncü Kişilerce Düzenlenen Belgeler: Delil başlangıcının en temel şartlarından biri, belgenin hasım taraftan kaynaklanması olduğundan, karşı taraf dışındaki kişiler veya kurumlar tarafından tek taraflı düzenlenen evrak bu kapsama alınmaz. Uygulamada en çok karşılaşılan örnek, banka dekontları, hesap ekstresi gibi belgelerdir. Yargıtay’ın yerleşik içtihadına göre, bir bankanın kendi kayıtları niteliğindeki dekont veya hesap özeti, davalı tarafından verilmiş bir beyan sayılmadığı için yazılı delil başlangıcı olarak kabul edilemez [8]. Aynı şekilde, davayla ilgisi olmayan üçüncü kişilerce hazırlanmış fotoğraflar, dergi küpürleri gibi materyaller de hasım elinden çıkma koşulunu karşılamadığından delil başlangıcı sayılmamaktadır. Bu ilke, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun kararlarında da vurgulanmış; karşı tarafa isnat edilemeyen hiçbir belgeye delil başlangıcı değeri verilemeyeceği ifade edilmiştir [9]. Özetle, davalıya ait herhangi bir iz taşımayan veya onun onayıyla düzenlenmemiş evraklar, ne kadar inandırıcı görünse de ispat hukuku bakımından bir değer taşımazlar.

Yetkisiz Kişilerden Kaynaklanan Belgeler: Bir belgenin davalı taraftan sadır sayılması için, o belgenin davalının bizatihi kendisi veya usulen yetkili temsilcileri tarafından verilmiş olması gerekir. Bu bağlamda, davalı şirket çalışanlarının (eğer temsil yetkileri yoksa) veya aile fertlerinin kendi başlarına verdikleri yazılı beyanlar, davalı tarafa hukuken izafe edilemez. Örneğin, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi’nin bir kararında, davalı şirketin yetkili temsilcisi olmayan bir personelinin hazırladığı belge sunulmuş; ancak belge şirket tüzel kişiliğine atfedilemeyeceği için yazılı delil başlangıcı olarak değerlendirilmeyip reddedilmiştir [10]. Benzer şekilde, bir davada davalının avukatı dışında üçüncü bir şahıs tarafından imzalanarak gönderilen bir mektup, davalıdan gelmediği gerekçesiyle delil başlangıcı sayılmamıştır. Bu örnekler, temsil yetkisi ve taraf aidiyeti bulunmayan kaynaklardan çıkan belgelerin geçersizliğini ortaya koymaktadır.

İmzasız, Tarihsiz ve Aidiyeti Belirsiz Yazılar: Mahkemeler, sunulan belgenin gerçekten karşı tarafça verildiğinin anlaşılabilmesi için belgenin imza, tarih veya muhataplık unsurlarına dikkat etmektedir. Eğer bir yazı veya not üzerinde davalıyı işaret eden hiçbir kesin emare yoksa, o belgenin davalıdan sadır olduğu ispat edilemeyeceğinden delil başlangıcı olarak kabul edilmez. Dikkat edilmelidir ki, delil başlangıcında hukuki işlemi gösteren belgenin muhtemel olması şart kılınmaktadır, yoksa karşı taraftan sadır olup olmadığının muhtemel olması halinde o belgenin delil başlangıcı olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. Örneğin, BAM’ın bir kararında, el yazısıyla yazıldığı iddia edilen bir not sunulmuştur; ancak üzerinde ne tarih ne de imza bulunmadığı ve davalı tarafından verildiği de ispat edilemediği için bu not delil başlangıcı sayılmamıştır [11]. Aynı şekilde, bir belge fotokopisi üzerinde kimin yazdığı belli olmayan ve muhatabı anlaşılamayan ifadeler mevcutsa, bu tür belirsizlikler belgenin delil değeri taşımasını engeller. Dolayısıyla, içeriği itibarıyla iddia edilen işlemi desteklese bile, isnat edilecek kişiyle bağlantısı kurulamadığı sürece bir belgeye delil başlangıcı kıymeti verilmez.

İçeriği Belirsiz veya Uyuşmazlıkla İlgisiz Belgeler: Yazılı delil başlangıcının inandırıcılık unsuru gereği, belgenin içeriğinin iddia edilen hukuki işlemle bağlantılı ve onu destekler nitelikte olması lazımdır. Uygulamada, özellikle elektronik iletişimin yaygınlaşmasıyla, taraflar arasındaki bazı yazışmaların davaya konu iddiayla ilgisinin kurulamadığı durumlar görülmektedir. Örneğin, bir davada sunulan e-posta ve WhatsApp yazışmalarında, davalıdan sadır olduğu anlaşılan açık bir beyan veya uyuşmazlık konusuyla ilgili bir içerik bulunmadığı tespit edilmişse, mahkeme bu yazışmaları delil başlangıcı olarak kabul etmemektedir [12]. Benzer bir şekilde, taraflar arasında imzalanan ancak dava konusu senetlere açık atıf içermeyen genel bir protokol de, ilgili borç ilişkisini muhtemel göstermediği için delil başlangıcı sayılmamıştır [13]. Bu tip durumlarda, belgenin varlığı tek başına yeterli olmayıp, içeriğinin de iddiaya temas etmesi aranmaktadır. Aksi halde, belge dava konusuyla bağlantısı kurulamadığından ispat bakımından işlevsiz kalacaktır.

Açık İkrar Niteliği Taşımayan ve Yazılı Delil Başlangıcı Olmaya da Yetmeyen Beyanlar: Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun bir kararında bu duruma örnek teşkil eden bir olgu mevcuttur: Davalı, duruşmada “Ben hâlen davacının evinde kalmaktayım” şeklinde bir beyanda bulunmuştur. İlk bakışta bu sözler, davacı ile davalı arasında bir kira ilişkisi olduğuna işaret ediyor gibi dursa da Yargıtay, bu cümlenin dava konusu kira sözleşmesini kabule yeter açıklıkta bir ikrar içermediğine hükmetmiştir. Dolayısıyla mahkeme, bu beyanı yazılı delil başlangıcı olarak da kabul etmemiştir [14]. Bu örnek, karşı tarafın sözlü beyanının dahi, eğer çekişmeli hukuki işlemi net biçimde doğrulamıyorsa ispat gücünün olmayacağını göstermektedir.

Yukarıdaki olumsuz örnekler, yazılı delil başlangıcı kurumunun sınır çizgilerini ortaya koymaktadır. Özellikle, belgenin menşei (kaynağı) ve içeriği konusunda şüpheye mahal veren durumlarda mahkemeler temkinli davranmakta ve senetle ispat zorunluluğu kuralını işletmeye devam etmektedir. Üçüncü kişilerin hazırladığı veya muhatabın bilgi ve iradesi dışında kalan belgeler, ispat kolaylaştırıcı bir araç olarak devreye sokulmamaktadır. Aynı şekilde, iddia edilen işlemle bağlantısı kurulamayan, muğlak içerikli evrak da delil başlangıcı sayılmayarak davanın yazılı delil olmadan ispatını engellemektedir.

Sonuç: Kanun koyucu, HUMK’tan HMK’ya geçerken bu kurumu günün ihtiyaçlarına uyarlamış; belgenin yazılı olması koşulunu kaldırarak elektronik ortamdaki veri ve kayıtları da kapsayacak şekilde esnek bir yapı yaratmıştır. Yargı kararları incelendiğinde, mahkemelerin temel olarak belgenin kimden sadır olduğu ve neyi gösterdiği kriterlerini esas aldığı görülmektedir. Bu iki kriteri karşılayan pek çok belge türü (mektup, e-posta, SMS, makbuz, noter tasdiki olmaksızın imzalanmış not vs.), somut olayın özelliklerine göre delil başlangıcı olarak kabul edilip şahit dinlenmesi gibi yollarla ispatın tamamlanmasına imkan tanınmaktadır. Aksi durumdaysa, yani belge karşı tarafa atfedilemiyor veya iddia konusu işlemi desteklemiyorsa, delil başlangıcının varlığından söz edilemeyip senetle ispat kuralı katı biçimde uygulanmaya devam etmektedir.

KAYNAKÇA :

1- Erdönmez G., Pekcanıtez Usul Medeni Usul Hukuku, C. 3, 16. Bası, İstanbul 2025,

2- Kuru B., Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt 2, 2001,

Karar Künyeleri:

1. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, 25.01.2024, E. 2023/2258, K. 2024/421.

2. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, 26.11.2024, E. 2023/3928, K. 2024/3869.

3. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi, 14.11.2024, E. 2021/1571 K. 2024/1598.

4. Yargıtay 7. Hukuk Dairesi, 21.03.2023, E. 2022/688, K. 2023/1659.

5. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, 19.12.2024, E. 2024/473, K. 2024/4505.

6. Kayseri Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi, 17.10.2024, E. 2024/1835 K. 2024/2015.

7. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, 21.04.2025, E. 2023/6254, K. 2025/2102.

8. Yargıtay 14. Hukuk Dairesi, 28.11.2011, E. 2011/12358, K. 2011/14385.

9. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 12.03.2025, E. 2024/124, K. 2025/128.

10. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 15. Hukuk Dairesi, 06.02.2018, E. 2017/713 K. 2018/143.

11. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 16. Hukuk Dairesi, 03.12.2018, E. 2017/1380, K. 2018/2584.

12. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 43. Hukuk Dairesi, 01.06.2023, E. 2020/1388, K. 2023/581.

13. Antalya 4. Asliye Ticaret Mahkemesi, 21.06.2022, E. 2020/476, K. 2022/549.

14. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 03.03.2022, E. 2019/2, K. 2022/242.