30 Ekim 2012 tarihinde Cnntürk’de Sevil Atasoy’un hazırlayıp sunduğu “suç ve delil” isimli programın konusu “Muhsin Yazıcıoğlu kazası” idi.
Programda rahmetlinin eşi Gülefer hanım da vardı.
Gülefer hanım program boyunca sürekli “bu olayı aydınlatacak iki kurum var, biri G.Kurmay diğeri Ulaştırma Bakanlığı” dedi. Aslında söylemek istediği şey bu iki kurumun bu kazadan sorumlu olduklarıydı. Israrla bir şey daha söyledi “bu olayın vebali bu ülkeyi yönetenlerin boynundadır”.
Gözlerindeki acı ve isyanın ekrandan taşıp ruhumu sardığını hissettim.Programda Adli Tıp Uzmanı Prof. Dr. Gürsel Çetin ve olayı en yakın takip eden gazetecilerden biri olan Köksal Akpınar da vardı. Öyle detaylar var ki “bir cinayeti gösteren bundan daha güçlü deliller olamaz” demek zorunda kalıyorsunuz. Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı'nın verilerine göre kazanın olduğu gün, enkazın aranacağı bölge 1 kilometrekareye kadar indirilmesine rağmen iki gün boyunca yanlış yerin aranmış olması, helikopteri gören köylülerin beyanlarına itibar edilmemesi bu delillerin başında geliyor. Tam da olay dakikalarında G.Kurmay’ın radarının kararmasını nasıl izah edebiliriz veya bunu nasıl kabul edebiliriz..!
Bir devletin radarı nasıl olur da5 dakika boyunca kararabiliyor..’
Hani milli güvenlik hani güçlü ordu..!
Bunun adı bir ülkeye ihanet değilse başka nedir?
Yazıklar olsun diyorum özellikle bu noktaya..!
Bugün ortaya çıkan bir gerçek daha var. Helikopter düştükten yaklaşık
2 saat sonra bölgeye 2 helikopter iniyor. Bu durum sivil radarlar tarafından
tespit edilmiş bir gerçektir. Zaten helikopterin parçalarını söken “keçilerin”
görüntüleri herkesin malumu. Olaydan yaklaşık 2 saat kadar sonra bölgeye
2 helikopter inerken koskoca devlet sefil bir şekilde tam 3 gün bul(a)madı
enkaz bölgesini. Yine bulamadı, bulamadı ve sonra köylüler sağolsun bu
sefilliğe son verdi ve helikopteri buldu. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti 3 gün
boyunca gasp edildi. Evet gasp edildi ve ağzımız açık öylece bakakaldık..!
Kimse artık vesayet bitti falan diye palavra atmasın. Nerdeydi kudretli
Başbakanımız..! Şampiyonluk kupasının dahi verilip verilmeyeceğini
veya kime verileceğine karar veren Başbakan neden kuzu kuzu oturdu.
Her şeyin hesabı soruluyor deyip 30 yıl öncesinin karanlık olaylarını çözmeye
kalkışmak öncelikle devletin iradesini 3 gün boyunca gasp eden, adeta
dalga geçen bu planlı ve organize cinayeti aydınlatmaktan geçiyor.
Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’nün helikopterin düşmesinde ve
sonrasında olayı aydınlatacak delillerin gizlenmesindeki gayreti ve
yaptıkları gözümüze sokulurcasına ortada. Peki ya bu kurumun yasalara
aykırı olarak çalışmasına izin veren ve olayın daha sonra DDK tarafından
araştırılmasından rahatsız olan Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’a ne demeli.
“Olayın kaza olduğu ortada tekrar neyin araştırıldığını anlamadım doğrusu”
diyen Binali Yıldırım bu olayın neresinde? Peki ya Başbakan..?
“Balyoz cd lerini dinleyince şok oldum” diyen Başbakan
Binali Yıldırım’ı çağırıp “bunlar nedir Binali” demiş midir ?
“Bu kadar şey var bu rezalet nedir böyle” demiş midir?
Hiç sanmıyorum, zira buna ilişkin en küçük bir şey göremiyorum.
Peki ya G.Kurmay Başkanlığı. İnternet andıcı davası nedeniyle
bu ülkenin G.Kurmay Başkanı dahi terör örgütü suçlaması ile
tutuklanabiliyorsa ülkenin radarlarını yaklaşık 5 dakika boyunca
karartanların suçu daha mı az bir suçtur? “Arıza var” diyerek
siz çocuk mu kandırıyorsunuz? Ülkenin güvenliği bu arızaya
kurban gidecek kadar pamuk ipliğine mi bağlı? Neresinden
baksanız her zaman olduğu gibi tetikçilerin yargılandığı ama
asli faillerin adının dahi geçmediği bir cinayet ile karşı karşıyayız.
Kim demiş faili meçhuller bitti diye. Hrant Dink cinayetinden
bahsetmedim bile..
Heyy gidi heyy. Faili meçhuller bitmiş miş..! İktidarları döneminde
hiç faili meçhul olmamış mış. Cezaevinde güya kalp krizi geçiren
Kaşif Kozinoğlu’nun ölümünü dile getiren bile olmadı. Ah canım
benim ne güzel İstanbul..!
Peki Muhsin Yazıcıoğlu neden öldürüldü?
Bugün kesin olarak kimse bir şey söyleyemez ama birgün
Söylenecek ve ortaya çıkacak çok şey var. Başbakan’ın bu sessizliği
hakkında da çok şey çıkacak ortaya belki.
Ancak şunu not etmek gereklidir. 26 Mart 2009'da Kahramanmaraş'tan
Yozgat'a giden helikopterin düştüğü gün 2. Ergenekon iddianamesi açıklanmıştı.
Ve yerel seçimlere 3 gün vardı. Bu ne anlama geliyor?
Tek başına değil ama büyük fotoğrafta bence çok önemli şifreler gizli.
Başbakan Erdoğan, bana kalırsa gerek Ergenekon soruşturmasında gerek
balyoz davasına ilişkin olaylardan son ana kadar bihaberdi. Bunu kendisi
söylüyor. “cdleri dinleyince diyor şok oldum”. Yani cd ler kasetler ortaya çıkmış
böylece haberi olmuş. O ana kadar ne olacaksa olacaktı aslında ama olamadı
ve kendisi de zaten olamadığı için öğrendi tüm bunları.
Ergenekon ve Balyoz davasının rüzgarını arkasına aldı.
Ve çok önemli siyasi kazanımlar elde etti. Kendi iradesi dışında gelişen
bu davaların sonunda bir duvarla karşılaşıldı. Ve Erdoğan bu duvarın
dur dediği yerde durmak istedi ancak mahkeme durmayınca
bu sefer tamamen mahkemeyi ortadan kaldırdı. Kimse “efenim demokrasi için”
falan demesin karnım tok bu laflara, bu kadar demokrasi meraklısı
bir Başbakan bir gazeteci için “sana o köşeyi veren patrona yazıklar olsun” mu der ?
Anlayacağınız mesele başka...
Bugün anlıyorum ki, bu davalara kim izin verdiyse aynı güç bu sefer dur dedi.
Ve başbakan da durdu, durdurdu. Darbeleri araştırma komisyonu,
12 Eylül yargılaması bu işin magazin kısmı.
Asıl mesele bundan sonra ne olacağı meselesidir?
Bu yargılamalara izin veren ve bir noktaya kadar destek veren bu güç
bugün başka bir şey istiyor. PKK meselesi. Anlaşın diyor kısaca.
Peki bu güç kim? Hani bir reklam vardı “adını unutabilirsin ama tadını asla” diyordu.
Adını koyamam ama ne olduğunu söyleyebilirim.
Arap baharı diye ortalığı hangi güç ayağa kaldırdıysa,
Suriye’yi istikrasızlığa sürükleyen hangi güç ise,
Öcalanı yakalayıp Türkiye’ye hangi şartlarda teslim ettiyse
o gücün aynı güç olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca Özal’ı kim
öldürdüyse, eşref Bitlisi kim şehit ettiyse, Muhsin Yazıcıoğlu’nu da
o güç öldürmüştür. Kimse bu duvarın arkasına bakmaya cesaret
edememiştir. Duvar büyük bir duvar, uluslar arası bir konsorsiyum.
Erdoğan’ın bu duvarın ardındaki güçlerle şimdilik anlaşma yoluna
gittiğini görüyoruz. Aksi halde aradığı icazeti alamayan zinde
darbe zanlılarının önünde kimse duramazdı.
Ordudaki cuntacı yapıya 1960 da, 1980 de, etkili ve yetkili muhtıralarda,
postmodern darbelerde verilen izin ve istek, neden bugün izin verilmediği ise
uzun bir tahlildir.
Zor günler bekliyor ülkeyi. Belki eskisinden daha zor günler..!
Yazıcıoğlu suikastı bu ülkedeki son faili meçhul olmayacak,
İnanın gerektiğinde yenilerini de yapacaklardır,
ve biz yine salak salak 3 gün boyunca avare avare gezebiliriz dağlarda..!
Vesayet bitti diyen yalan söyler. Buna inanan da serab içindedir.
Mekanın cennet olsun Yazıcıoğlu…
(Bu köşe yazısı, sayın Av. Zafer KAZAN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)