Anayasa’nın 26. Maddesinin “Düşünceyi açıklama ve yayma” başlığı altında bulunan düzenlenmesinde, herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim ve başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyetlerin kullanılması ancak 17.10.2001 tarihinde 2. fıkraya eklenen cümle ile milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.”
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde özellikle düşünceyi açıklama hürriyeti/ifade özgürlüğü ile ilgili ihlal kararlarında, hükümetin terörle mücadelenin hassas yanına, ulusal güvenlik ve kamu hürriyeti gibi gerekçelere dayanması karşısında aradığı ölçüt, sınırlamanın demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı ölçütüdür. Zira, ifade özgürlüğü, ifade özgürlüğü, sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsemeyen "bilgi" ve "düşünceler" için değil, aynı zamanda Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şok eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülük bunu gerektirir.1
Hatta Lingens v. Avusturya davasında “Her ne kadar basının Ulusal Güvenlik veya toprak bütünlüğü gibi Devletin hayati menfaatlerini zedeleyecek sınırları aşması gerekse de, hiç değilse siyasi sorunlarla ilgili ve özellikle toplumu görüş olarak bölen konularla ilgili bilgi, haber ve yorumlan yayınlamalıdır. Basın özgürlüğü, yöneticilerin fikir ve tutumlarını kamuoyuna tanıtan en iyi kaynaklardan biridir.”
Ankara’da meydana gelen saldırı ile ilgili yayın yasağı da AHİM’e gitmiş olsa idi “demokratik bir toplumda gerekli mi?” sorusuna tabiî ki hayır cevabı ortaya çıkacak ve Türkiye yine bir ihlal ile karşılaşacaktı ve böyle de olacak.
Anayasa’nın 26. Maddesinin 2. Fıkrasında her ne kadar hakkın sınırlanması tedbirlerinin ne olduğu açıklanmışsa da sınırlamanın sınırlarının da bu anlamda uzun uzun tartışılması gerekmektedir.
Bir temel hakkın kullanılmasının tamamen ortadan kaldırılması mümkün olmayıp, sınırlamanın sınırlarının da neler olduğunun açıkça ortaya konulması gerekecektir. Yasağın oldukça geniş tutulması ve Sulh Ceza Hakimliği tarafından verilen yayın yasağı kararının gerekçesiz olması, ifade özgürlüğünün özünü ortadan kaldıran, onu kullanılamaz duruma getiren ve hukuk devleti ilkelerine aykırılık teşkil eden bir durumdur ve kabul edilemez.
Basının özgürlüğü’nün abartılı hatta provokasyon derecesinde olmasını da kapsadığını belirten Dalban- Romanya kararında, mahkeme, basının, her ne kadar özellikle kişilerin itibarı ve hakları konusunda belli sınırları aşmaması gerekliyse de, basının görevi halkı ilgilendiren tüm konularda sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymak olduğunu ifade etmiştir.
Yayın yasağının gerekli olmadığı sonucuna ulaşmak, demokratik toplumun gereklerini ve uluslar arası hukuk kaidelerini takip ettiğiniz anda zor olmamaktadır. Bu seviyede uygulamalar her zaman ifade ettiğim gibi keyfi uygulamaları beraberinde getirdiği gibi, milli güvenlik gerekçesine sığınıp geniş yasaklamalar yoluna gitmek, hukuku siyasallaştırmaktan öteye gitmeyecektir.
Bu köşe yazısı, sayın Av. Sabire Sanem YILMAZ tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için gönderilmiştir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.
1- C.S.Y – Türkiye davası