Yaşam hakkı insanın temel haklarından biridir ve bu hakkın garanti altına alınması diğer hakların var olabilmesi içim büyük önem taşımaktadır. Bu yüzden de yaşam hakkı tüm çağdaş demokrasilerde anayasa ile güvence altına alınmaktadır. Ötanazi hususu da bilim ve etiği karşı karşıya getirerek tartışmalara yol açmıştır. Ötanazi dünya genelinde büyük ölçüde suç olarak kabul edilmektedir. Türk Hukuku’na baktığımızda da Ceza Kanunu’nda özel olarak düzenlenmiş bir hüküm olmamasına karşın Tıbbı Deontoloji Nizamnamesinin 14. Maddesinin 1. Fıkrasında ve Sağlık Bakanlığı’nın Hasta Hakları Yönetmeliği’nin 14. Maddesinde ötanazi suç olarak düzenlenmiştir.
Yaşama hakkı Türk Anayasası başta olmak üzere tüm pozitif hukuk kuralları ile korunmuştur. Anayasa’nın 17. Maddesinde “Herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu” ifade edilmiştir. Aynı zamanda tıbbı zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamayacağı, rızası olmadan bilimsel ve tıbbı deneylere tabi tutulamayacağı aynı maddenin 2. Fıkrası ile hüküm altına alınmıştır.
Ötanazi kavramı incelendiğinde, ötanazi “ölümün kaçınılmaz olduğu ve tıp ilminin verilerine göre iyileştirilme olanağı olmayan veya dayanılmaz acılar içinde olan kişinin tıbbi yollarla öldürülmesi veya tıbbi yardımın kesilerek ölüme terk edilmesi” şeklinde tanımlanmaktadır. Hukuki açıdan ötanazi bir “ölüm hakkı” anlamına gelmektedir. Dar anlamda ötanazi ölmek üzere olduğu kabul edilen kişi üzerinde ötanazi uygulamasını yansıtırken geniş anlamda ötanazi, ölümün hemen gerçekleşmeyeceği, haftalar belki aylar sürebileceği hasta üzerindeki ötanazi uygulamasıdır. Dar anlamda ötanazi ve geniş anlamda ötanazi arasındaki en belirgin fark zamana ilişkindir. Dar anlamda ötanazide ölmek üzere olan bir kişi söz konusu iken geniş anlamda ötanazide ne zaman öleceği belli olmayan kişi söz konusudur.
Aktif ötanazi ve pasif ötanazi ayrımına bakacak olursak, aktif ötanazi, ölümü sağlayan tıbbi yöntemlerin doğrudan doğruya kullanılmasıdır. Ölüm sonucunu doğuracak olan ilacın hataya verilmesi, hastanın acısını dindirmek için bilerek kullanılması aktif ötanaziye örnektir. Pasif ötanazi ise hareketsiz kalarak ölüm sonucunu meydana getirmektedir. Bir diğer deyişle olumsuz bir fiil ile yapılan ötanazidir. Genel olarak hastanın bir müddet daha yaşamasını sağlayacak olan yaşam destekleyici tedaviyi sunmayarak veya tedaviyi sona erdirerek ölümü hızlandırmak olarak kabul edilmektedir. aynı şekilde beslenme ihtiyacı olan kişiye bilinçli bir şekilde besin verilmemesi de pasif ötanazi olarak değerlendirilmektedir. Nitekim Cruzan olayı olarak bili- nen somut örnekte Amerikan Yüksek Mahkemesi, 25 yaşında geçirdiği kaza sonucunda bitkisel hayata giren ve 8 yıl bitkisel hayata girerek yapay olarak beslenen Nancy Cruzan’ın beslenme tüplerinin çekilmesi suretiyle yaşamına son verilmesi yolundaki ailesinden gelen talebi kabul eden Missouri mahkemesi kararını onamıştır. Doktorların her iki ötanazi türünde de kastı kişinin acısını dindirmektir. Türkiye’de doktorlar dolaylı olarak pasif ötanaziyi uygulamaktadır. Pasif ötanazi olarak görülmeyen doktorun hareketi doğal yollardan ölüm olarak kayıtlara geçmektedir.
Ötanazinin uygulama alanı bulduğu ülkelerin bir kısmında ötanazi bir mahkeme kararı olmasını gerektirir. Buna kazai ötanazi adı verilmektedir. Buna karşılık bazı ülkelerde ise sadece hekim kararı ile ötanazinin gerçekleştirilmesi mümkündür. Bu durumda medikal ötanazi söz konusu olmaktadır. Örneğin, ötanazinin yasal olduğu Hollanda’da mahkeme kararına ihtiyaç olmaksızın doktorun bir başka meslektaşı ile yaptığı konsültasyon sonucunda alacağı karar ile ötanaziye izin verilmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 3 Eylül 1952 tarihinde yürürlüğe giren metninin 2. Maddesinin 1. Fıkrasında “Herkesin yaşam hakkı yasanın koruması altındadır. Yasanın ölüm cezası ile cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın yerine getirilmesi dışında hiç kimse kasten öldürülemez.” İfadesi yer almıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 1 Mart 1985’te yürürlüğe giren 6 no.’lu Protokol’üne göre ölüm cezası kaldırılmıştır. Sözleşme’nin 2. maddesinin 1. fıkrası “Herkesin yaşama hakkı hukuken korunmalıdır. Hiç kimse, kanunda cezası belirlenmemiş bir suçu işlemesi nedeniyle mahkeme kararının infazı amacıyla dahi olsa yaşama hakkından mahrum bırakılamaz.” şeklinde düzenlenmiştir. Sözleşmedeki bu madde devlete yaşama hakkını koruma mükellefiyeti yüklemiş ve kimsenin yaşamaktan bilinçli bir şekilde mahrum bırakılamayacağını hükme bağlamıştır.
Türk Ceza Kanunu’nda ötanazi ile ilgili özel bir hüküm bulunmamaktadır. Ötanazi, kişinin hayatına son vermeyi gerektirdiği için kasten insan öldürme suçu işlenmiş olarak sayılmaktadır. Hakim cezayı hafifletici nedenleri göz önüne almakta ve fail buna göre cezalandırılmaktadır. Türkiye’de aktif ötanazi Türk Ceza Hukuku’nun 81. Maddesi uyarınca kasten insan öldürme suçu olarak kabul edilmektedir. Oysa hekimin tehlike hali olmasına rağmen, diğer bir deyişle hastanın öleceğini öngörmesine rağmen hastanın talebi üzerine tedaviyi sona erdirmesi, taksirle adam öldürme suçunu oluşturmaktadır. Kasten adam öldürme müebbet hapis cezasını gerektirirken, taksirle adam öldürme 2 yıldan 6 yıla kadar hapis cezası gerektirmektedir.
Ötanazi ile ilgili verilen AİHM açısından örnek kararlara bakılacak olursa, Pretty/Birleşik Krallık kararı ötanazinin yasal olarak kabul edilip edilmemesi açısından çok önemli bir karardır. Başvurucu, boynundan aşağısı tümüyle felç̧ olan bilinci yerinde olan bir hastadır, başvuran ilerleyen zamanlarda hastalığının ona çok acı çektireceği düşüncesiyle felç̧ olduğu için birinden yardım alarak yaşamını sonlandırmak istemiş̧, eşinin yardımda bulunması halinde cezalandırılmamasını istemiş̧; ancak bu talebi reddedilmiştir. Mahkemeye giden başvurucu, yaşam hakkının yaşamak istememeyi de içerdiğini, ölümü isteyerek yaşamına son verilmesinin bu şekilde değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürmüş̧; ancak mahkeme; “AİHS madde 2’de yer alan yaşam hakkının ölme hakkını ya da yaşamaktan ziyade ölmeyi de içerecek şekilde kendi kaderine egemen olma hakkını kapsadığı şeklinde yorumlanamaz” demiştir. Böylece Mahkeme, aktif ötanazinin yaşam hakkı çerçevesinde önünü kapatmış̧ ama ölümcül hastalara yaşamlarını sonlandırma olanağı sunan devletlerin bu konuda 2. maddeyi ihlal ettiğini söylememiştir. Dolayısıyla Mahkemenin takdir marjını kabul ettiği, açık bir şekilde anlaşılmaktadır.
Sonuç olarak, yaşam ve ölüm eşiğinde ötanazi uygulamasının yasallaşması diğer hususlarla kıyaslandığında rahat olarak yerleşecek bir uygulama olarak görülmemektedir. Gerek yargı kararları gerekse de diğer ülkelerin ötanazi hakkındaki uygulamaları, insanların dini, kültürel ve sosyal yönden bu konudaki farklı bakış açıları bu hakkın tek başına değerlendirilmesinin önüne geçmektedir. Ötanazi konusunun tartışmaya dönük kısmı her zaman mevcut olacaktır.
Av. Begüm GÜREL ve Hukuk Fakültesi Öğrencisi Zeynep SEZMEN