Yargıtay’ın Maddi Vaka Denetimi

Abone Ol

Ceza Yargılaması Hukukunda, maddi hakikate ve adalete ulaşmada iki temel mesele bulunmaktadır. Bunlar, yargılamaya konu maddi vakanın tespiti ve buna giydirilen hukuki giysidir. Oluşa ilişkin tespitin doğru yapılamadığı noktada, hukuki nitelendirmenin de doğru yapılamayacağı aşikardır. Bu nedenle oluşa ilişkin kabul, hakimin vereceği hükmün adil olması bakımından azami önem arz eder.

“Sübut”; gerçekleşme, şüpheye yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkma anlamına gelmektedir. Olayın nasıl gerçekleştiği, yani “sübut”, iddia ve savunma taraflarının, Ceza Muhakemesi Kanunu’nda öngörülen esas ve usullere göre argümanlarını öne sürdüğü, iddialarını, somut, akla, mantığa uygun ve hukuka uygun deliller vasıtasıyla desteklediği bir prosedür sonucu hakim tarafından belirlenir. Savunma tarafının, Ceza Muhakemesi Kanunu’nda öngörülen ve Anayasa Mahkemesi ile İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi içtihatlarında detaylandırılan, kendisini mahkemede ifade edebilme (meramını anlatabilme), iddia tarafının argümanlarına cevap verebilme ve aleyhine tanıklık yapan kişilere soru sorma (silahların eşitliği), makul sürede yargılanma, müdafii yardımından yararlanma, ve bağımsız, tarafsız ve aleni bir mahkemede yargılanma hakları, adil/dürüst yargılanma hakkının gerektirdiği temel usuli güvencelerdir.

Geçmişte olup bitmiş bir olayın ne şekilde gerçekleştiği konusunda hakimin bir karara varması, olay anına ilişkin kamera görüntüsü, birbirini destekleyen tanık beyanları, şüpheli veya sanığın ikrarı ve gerçekliği konusunda tartışma bulunmayan yazılı delillerin bulunduğu durumlarda nispeten kolay olabilirken, bir olayın yegane delilinin iddia ve savunma taraflarının beyanları olduğu ihtimalde ispat sorunu karşımıza çıkmaktadır. Örneğin cinsel dokunulmazlığa karşı suçlarda; bu suçların işlenme biçimleri ve mağdurun anlattıklarına verilen önemden dolayı, mağdur beyanının temel delil olarak kabul edildiği görülmektedir ki, bu nedenle maddi vakanın nasıl gerçekleştiğinin tespiti güçleşebilmektedir. Esasında hangi suç olursa olsun; ispat yükünün aidiyeti bakımından suçsuzluk/masumiyet karinesi ve itham sistemi zedelenmemeli, ispat yükü yer değiştirmeksizin iddia eden tarafa ait olmalıdır.

Yargıtay 6. Ceza Dairesi’nin 12.04.2017 tarihli, 2017/1168 E. ve 2017/1046 K. sayılı kararına göre; “Önce olay öğrenilmelidir. Maddi olayın tespiti, hukuki durumun tespitidir. Olayın faili ve bunun ceza hukuku karşısında sorumluluğu öncelikle olayın belirlenmesiyle mümkündür.

Olay ise deliller ile öğrenilebilir. Delillerin gösterdiği objektif bakımdan bir ihtimaldir. İhtimal belli dereceye gelince kanaat (kanı) olacaktır. (…)

Ceza muhakemesinin asıl amacı maddi gerçeği ortaya çıkarmaktır. Buna ulaştıracak araç ise delillerdir. Deliller; tarafların samimi açıklamaları, tanık beyanları, bundan başka kişilerin anlatımları, tutanaklar, özel yazılı açıklamalar, görüntü ve/veya ses kayıt eden açıklama ve belirtiler şeklinde ayrıma tabi tutulabilir. Suç konusu ve/veya alet olayın parçası iken, olay yerinde kalan her türlü iz ve eser belirti delil olup, olayı temsil eden dolaylı delildir. Bütün isnat araçları delildir. Soyut olarak deliller eşdeğerdedir. Eylem veya eylemlerin bir suç olup olmadığının belirlenmesi için eylemin olup olmadığı kanıtların yorumu ile saptanır. Hakim hangi kanıtı nasıl yorumladığı ve sonuca ulaştığını gerekçede açıklar. Gerekçedeki mantıksal kronolojik dizi ise; iddia, savunma, kanıtlar, kanıtların yorumu ve sabit kabul edilen eylem; ihlal edilen norm ve bunun yorumu ile ulaşılan sonuçla hüküm şeklinde olmalıdır.

Olay mahkemesinin hükmünü inceleyen bir üst mahkeme kararın tümünü incelemelidir. Tümünün incelenmesinden kasıt; olayın, maddi ve hukuki boyutunun tekrar incelenmesidir. Maddi meselenin dosyaya giren deliller üzerinden kontrol edilmesiyle mümkündür.

Maddi meseleye dair hususlar;

1- Maddi tespitlerin tam ve çelişkisiz olup olmadığı,

2- Olayın başka bir şekilde gelişme ihtimali bulunup bulunmadığı,

3- Tecrübe kaidelerine ve mantık kurallarına aykırılıkların mevcut olup olmadığı,

4- Eksik tahkikat yapılıp yapılmadığı,

5- Mahkemenin takdir yetkisini yerinde kullanıp kullanmadığı, yönlerinin denetlenmesi ile mümkündür.

Olay mahkemesinin inanarak verdiği kararı üst mahkeme incelemesinde tümünden sonuca varır.

Maddi ve hukuki sorun birbirine sıkı sıkıya bağlı olup maddi durumun tespiti hukuki durumun da tespitini oluşturur.

Yargıtay kural olarak, olay yargılaması yapmadığı için ‘doğrudan’ olay değerlendirmesi yapamayacaktır. Ancak olayla ilgili hukuk kuralına riayet edilmediği için olay değerlendirmesi usul hükmüne aykırı olduğundan ve vicdani kanaat ile hüküm verilirken denetim dışı bırakılan hususlar ihlal sonucunu doğuracağından hukuki yerindelik denetimi gereklidir (…)”.

İspat kurallarına uygun ve sanığın savunma haklarına riayet edilerek tamamlanmış bir yargılama sonucunda oluşa dair kanaate varılmasının ardından, ceza kanununun somut olaya tatbiki ile mahkumiyet veya beraat kararı verilecektir. Görüleceği üzere; somut olayın doğru tespiti, uygulanacak hukuk kuralının tatbikinde ve hakkaniyete ve adalete uygun sonuçlara ulaşılmasında son derece önemlidir. Maddi vakanın doğru tespit edilemediği bir yargılamada; deyim yerinde ise düğme baştan yanlış iliklendiğinden, maddi hakikate ve adalete ulaşılması da mümkün olmayacaktır. İşte bu kadar önemli olan “sübut” hakkında ilk derece mahkemesince varılan kanaat, istinaf incelemesinden geçerek temyiz kanun yolunda Yargıtay’ın önüne geldiğinde, bu yönü ile denetlenmeyecektir. Yargıtay oluşa ilişkin derece mahkemelerinin vardığı kabulü incelemeyip, sadece somut vakaya tatbik edilen hukuk kuralının doğru uygulanıp uygulanmadığını değerlendirecektir. Bir başka ifadeyle Yargıtay; maddi vakaya ilişkin kabul üzerine yapılandırılan kararın hukuk kurallarına uygun olarak verilip verilmediğini denetleme yetkisine sahip olup, derece mahkemelerinin sübuta ilişkin kabulleri hakkında inceleme yapmaz, yalnızca bunlar üzerine yapılandırılan kararın hukuk kurallarına uygun olarak verilip verilmediğini denetleme yetkisine sahiptir[1].

Yargıtay 13. Ceza Dairesi’nin 26.11.2019 tarihli, 2019/6651 E. ve 2019/17214 K. sayılı kararında; “İstinaf sonrası temyiz incelemesi sebebe bağlı olup hukuksal denetimle sınırlıdır. Temyizde kural olarak maddi vaka denetimi, diğer bir ifadeyle sübut denetimi yapılamaz.

Dairemize göre, ilk derece mahkemesi ve son tahlilde istinaf mahkemesinin maddi vaka konusundaki kabulü akla, mantığa, ilme ve fenne aykırı ise bu durumda istisnaen maddi vaka yani sübut konusuna girilebilir.

Bir örnekle açıklamak gerekirse; ilk derece mahkemesi ve istinaf, sanığın mağdurun kendisine ‘hödük’ demesine kızarak ona karşı kasten yaralama suçunu işlediğini kabul etmiş, bu sebeple sanık hakkında haksız tahrik altında kasten nitelikli yaralama suçundan verilen cezada indirim yapılmış ve katılan da ‘Ben ... hödük demedim. O nedenle haksız tahrik indirimi yapılmamalıydı’ biçiminde bir gerekçeyle hükmü temyiz olsun. İlk derece ve istinaf mahkemesince hödük denildiğinin kabul edilmesi konusunun irdelenmesi bir maddi vaka denetimi yani sübut denetimi olup, kural olarak temyiz denetiminde bu konuya girilmemelidir.

Ancak; ‘hödük’ kelimesinin ne manaya geldiği, bu sözün haksız fiil teşkil edip etmediği, somut olayda tahrik hükümlerinin nasıl yorumlanıp, uygulandığı hususlarının denetlenmesi ise; hukuksal denetimdir ve temyizde yapılması gereken de budur.

Mağdur temyiz dilekçesinde, ‘... doğuştan sağır dilsizim, bu sebeple hödük demem mümkün değil’ deyip, dilekçe ekinde de buna dair sağlık kurulu raporu ibraz etmiş ise, bu kabul; akla, mantığa, ilme ve fenne aykırı olacağından artık vaka denetimi yapılabileceği düşüncesindeyiz.

Nitekim Dairemiz, bu düşüncelerden hareketle verdiği 24.05.2018 günlü, 2017/5297 esas ve 2018/8102 sayılı kararında, sanık müdafiinin müvekkili hakkında TCK'nın 143. maddesinin uygulanmaması gerektiğini temyiz nedeni yaptığı olayda, ilk derece mahkemesi ve istinaf ceza dairesinin 27.01.2015 günü, suçun işlendiği saat dilimi olarak kabul ettiği 18.30-21.00 saatleri arasının değil de gündüz sayılabilecek başka bir saatin suç saati olarak kabul edilip edilmemesini, yani suç saatine ilişkin sübut konusunu denetlemenin bir maddi vaka denetimi olacağını, temyiz denetiminde bunun yapılamayacağını, suçun işlendiği kabul edilen saatin TCK'nın 6/1-e. maddesi uyarınca gece vakti olup olmadığı, buna bağlı olarak aynı Kanun'un 143. maddesinin somut olayda uygulanması gerekip gerekmediği, gerekiyorsa doğru uygulanıp uygulanmadığının denetlenmesinin ise, hukuksal denetim olduğunu, hukuksal denetimle sınırlı inceleme sonunda, somut olayda, suç saati olarak kabul edilen saatin gece vakti olduğunu ve uygulamanın hukuka uygun olarak yapıldığını tespit ederek temyiz isteminin esastan reddiyle hükmün onanmasına karar vermiştir”.

Kararda; Yargıtay’ın maddi vaka denetimine ilişkin kriterleri açık bir şekilde ortaya koyulmuştur. Buna göre Yargıtay ceza daireleri; kural olarak derece mahkemelerinin oluşa dair kabulünü doğru sayacak, buna ilişkin denetim yapmayacak, kararı hukukilik denetimi ile sınırlı olarak inceleyecektir. Bu kuralın istisnası; derece mahkemelerinin maddi vakaya dair tespitinin, açık bir biçimde, akla, mantığa, bilime ve fenne aykırı olması durumudur. Derece mahkemesi; maddi vakaya ilişkin bariz takdir hatası veya açıkça keyfi ve dayanaktan yoksun bir değerlendirme yapmışsa, elbette bu durum Yargıtay’ın geniş hukukilik denetiminin kapsamına girer, çünkü maddi vaka konusunda yapılan ağır hata ister istemez hukuki değerlendirmeyi bozacağı gibi, bir yargılamanın yapılma gereği olan maddi hakikate ve adalete ulaşma hedefini de akamete uğratacaktır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu; bazı durumlarda, maddi vakaya yönelik bir değerlendirme yapmadan, hukuki ihtilafın çözümlenmesinin de mümkün olmayacağı görüşündedir. Örneğin Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 27.06.2019 tarihli, 2018/12-545 E. ve 2019/504 K. sayılı kararında; “Tarafların temyiz dilekçelerinde maddi hukuka aykırılık iddiasına dayanmaları nedeniyle CMK'nın 289. maddesindeki kesin hukuka aykırılıklar yanında dosyaya yansıyan tüm maddi hukuka aykırılıkların incelenebileceği, bu kapsamda temyiz dilekçesinde gösterilmese dahi sanığın olası kastla hareket edip etmediğinin incelenebileceği, sanığın bilinçli taksirle mi yoksa olası kastla mı eylemi gerçekleştirdiğine ilişkin incelemenin, diğer bir ifadeyle kastının belirlenmesinin maddi vaka denetimi sayılmayacağı, sonucuna ulaşılarak itirazın esasının incelendiği” görülmektedir.

Bu kararın karşı oyunda; Sanığın kastının bulunup bulunmadığının belirlenmesinin maddi sorun mu yoksa hukuksal sorun mu olduğunun, bu kapsamda temyiz mahkemesinin bunu incelemeye yetkili olup olmadığının değerlendirilmesine gelince; Kural olarak Yargıtay, sadece hukuka aykırılıkları incelemekle yetkili olup, dosyadaki maddi olguları inceleyemez ve denetimini yapamaz, mahkemenin takdirinin yerinde olup olmadığını değerlendiremez, sadece hükmün bir kanun ihlal edilerek kurulup kurulmadığına bakılır. Diğer anlatımla temyizde, uyuşmazlığın sadece hukuki yönünü, yani ilk derece veya BAM tarafından tespit edilen maddi olayın hukuk normları karşısındaki durumu ele alınarak, hukuk normlarının maddi olaya doğru bir şekilde uygulanıp uygulanmadığı, norm ihlali olup olmadığı denetlenmektedir. Bu yapılırken alt mahkemelerin tespit ettiği maddi olay inceleme dışı kalacak, yerel ve istinaf mahkemesi tarafından saptanan olgular ve hükme esas alınan deliller üzerine kurulan hükümde, hukukun doğru ve eksiksiz uygulanıp uygulanmadığı araştırılacaktır. Temyizin amacı Bölge Adliye Mahkemelerinin karalarındaki hukuka aykırılıkları gidererek ülkede uygulama birliğinin sağlanması ve hukukun geliştirilmesidir.

Yargılama kuralları ile usul yasasında öngörülen kanun yollarının ana hedefi daha doğruyu, gerçeği ve buna uyan hukuk normlarını belirlemektir. Bu bağlamda temyiz incelemesinde ulaşılmak istenen amaç, yargılama konusu olayda mümkün olan en adil kararı vermek ise, dikkate alınacak husus, Yargıtay tarafından verilecek olan kararın, alt mahkemelerde verilmiş olan kararlardan daha iyi ve daha değerli bir karar olmasıdır.

Maddi vakaların belirlenmesi esasen fiilin öğrenilmesi faaliyetidir, fiilin öğrenilmesi ise delillerin ortaya konulup tartışılmasıyla olur. Bu görev esas hakimi denilen ilk derece hâkimine ve hükmün istinaf edilmesi durumunda istinaf hâkimine ait bir yetkidir. Temyiz mahkemesi ise yargılamanın en önemli aşaması olan duruşmayı ve dolayısıyla öğrenme yargılamasını yapmamaktadır. Bu nedenle kural olarak temyiz hâkimi, maddi tespitlerle ilgili ilk derece hâkiminin ulaştığı vicdani kanaati kaldırıp bundan farklı şekilde kendi kanaatini ikame edemez. Çünkü bu tespitler yüz yüze yapılan duruşmada ortaya konulmuş olan delillerden elde edilen kanaatle oluşmuştur. Hakimin yüz yüze yapılan sözlü duruşmada, huzurunda kanıtların tartışılması ve beş duyusu ile elde edebildiği bilginin, bunları belirleme ve algılama olanağından yoksun temyiz hâkimince denetlenmesi hukuktan önce mantık kurallarına aykırıdır ve akli değildir, gerçeği bulmaya katkı sağlamaz. Delillerle doğrudan temas eden, kanıtlarla diyalektik ilişki kuran hâkimin maddi olay bakımından vardığı sonucun, doğrudanlık ve sözlülük ilkelerine aykırı biçimde temyiz hâkimince denetlenmesi bizi yanlış sonuçlara götürür. İlk derece mahkemesi tarafından doğrudan elde edilen ve yaşanmış bir duruşmadan çıkan vicdani kanaatin yerine, temyiz mahkemesi bundan yoksun hâlde oluşturduğu kendi görüşünü koyarsa, ilk derecenin daha iyi yaptığı işlemin yerine, kendi kötü işlemini koymuş olur. Gerçeği bulma konusunda yerel mahkeme daha iyi araçlara ve imkâna sahiptir. Huzurunda tartışılan kanıtlar nedeniyle olayı kısmen gören ve yaşayan yerel mahkeme, sadece dosyayı ve duruşma tutanaklarını gören temyiz mahkemesinden daha doğru sonuca ulaşır. Açıklanan sebeple Yargıtay ilk derece mahkemesinin yaptığı tespitlerden sadece doğrudan ve sözlü bir duruşma yapmaksızın denetlenebilen tespitleri denetleyebilir. Yargıtayın maddi tespitle ilgili her sorunu çözmeye yeltenmesi gerçeği bulmaya yardımcı olamaz, tarafların etkin katılmadıkları soyutlandıkları bir karar ortaya çıkar. Bu nedenle maddi tespitlerin Yargıtay tarafından denetlenmesine mantıklı bir sınırlama getirilmesi zorunludur, yasa koyucu da yukarıda belirtilen düzenlemelerle bu yolu benimsemiştir. Yargıtay hukuk sorunu ile olay sorununu ayırmalı, duruşma yapamadığı için de yerel mahkemenin yerine geçerek olay sorununu tüm yönleri ile incelememeli, eylemin varlığı yokluğu, kanıtların yeterliliği, delillerin yanlılığı veya yansızlığı gibi konulara bakmamalı, varlığı kabul edilen olayı doğru nitelemeye odaklanmalı, yerel mahkemenin hukuksal değerlendirmesinin yerinde olup olmadığını incelemelidir. Esasen duruşma yapmayan mahkeme veya hâkimin olayı doğru değerlendirmeye ve çözmeye ne olanağı, ne de yetkisi vardır. Duruşmaya katılmayan hâkimin olaya ilişkin sorunları çözmesi eşyanın doğasına aykırıdır. Temyiz mahkemesinin maddi meseleyi çözmeye kalkışması doğrudanlık, yüz yüze olma, açıklık ve sözlülük ilkelerine göre yapılan duruşmayı gereksizleştirir, hakimin duruşmada sunulan kanıtlara göre vicdani kanaatini oluşturması ilkesi yerine, buna yabancı hakimin kanaati konur. Bu da adli yanılgıları artırır.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Failin iç ve psikolojik dünyasını ilgilendiren suç kastının var olup olmadığını, var ise hangi suç kastını taşıdığını ve kast türlerinden hangisi olduğunu belirlemek bir olay sorunu, yani maddi sorundur. Zira, bir olayda sanığın iç dünyasını ilgilendiren kastının belirlenmesi ortaya koyduğu söz ve davranışlara bakılarak belirlenmektedir. Sanığın söz ve davranışlarının belirlenmesi ise tipik maddi olayın belirlenmesi işi olup tamamen ilk derece ve istinaf mahkemesinin görev alanına girmektedir. Somut olayda da sanığın bilinçli taksirle mi, yoksa olası kastla mı hareket ettiğinin belirlenmesi için, olay sırasındaki hızının, alkollü olup olmadığının ve düzeyinin, kırmızı ışık ihlali yapıp yapmadığının, tanık beyanlarının, bilirkişi raporlarının, tarafların ilişkilerinin ve sair yönlerinin saptanması ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Bunların tespit ve değerlendirilmesi ise tamamen maddi sorundur, diğer bir ifadeyle geçmişte yaşanan bir olayın nasıl meydana geldiğinin ortaya çıkartılması faaliyetidir. Bunu yapma görev ve yetkisi ise yukarıda ayrıntıları gösterilen nedenlerle sözlülük, yüz yüzelik ve doğrudan doğruyalık ilkelerine uygun şekilde ilk derece ve istinaf mahkemelerine aittir. Tarafların temyiz dilekçelerinde bozma nedeni olarak gösterilmiş olsa dahi Yargıtay'ın sanığın kastını belirleme yetkisi bulunmamaktadır, esasen bunu ilk derece mahkemesinden daha doğru belirlemesi olanağı da yoktur”. Karşı oyda özetle; derece mahkemelerinin, huzurlarında “yüz yüzelik” ilkesine uygun olarak tartışılan ve doğrudan doğruya temas ettikleri deliller vasıtasıyla yaptıkları değerlendirme sonucu ulaştıkları maddi vaka kabulünü, temyiz mahkemesinin denetleme imkanının bulunmadığı belirtilmiştir. Ayrıca; suç kastının var olup olmadığı ile ilgili yapılan değerlendirmenin de maddi vakaya ilişkin bir sorun olduğu, bu nedenle Temyiz Mahkemesinin, manevi unsur konusunda derece mahkemesince yapılan kabulle bağlı olduğu ifade edilmiştir.

Yargıtay ceza dairelerinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla baktığı davalarda verilen kararların temyizi üzerine, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun “temyiz mahkemesi” olarak yapacağı incelemede de yukarıda yer verdiğimiz “maddi vaka ile bağlılık” kuralı geçerli olacak mıdır?

Buna ilişkin Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 26.09.2017 tarihli, 2017/16-956 E. ve 2017/370 K. sayılı kararında; 25.03.2016 tarihi itibarıyla iç hukukumuzun bir parçası haline gelen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) Ek 7 numaralı Protokolünün 2. maddesinde; ilgili kişinin hakkında kurulan hükmü daha yüksek bir mahkemeye inceletme hakkının bulunduğunun belirtilmesi, CMK'nun 304. maddesinin dördüncü fıkrasının; ilk derece mahkemesi tarafından verilen ve doğrudan temyiz yolu açık bulunan hükümlere dair usul kurallarını ihtiva etmesi ve 2797 Sayılı Yargıtay Kanununun 41. maddesinin ikinci fıkrası ile aynı Kanunun 15. maddesinin üçüncü fıkrasında, ilk derece mahkemesi olarak Özel dairelerce verilen hükümlerin Ceza Genel Kurulunca temyiz yoluyla inceleneceğinin belirtilmesi karşısında; sanıklar hakkında kurulan mahkûmiyet hükümlerinin “temyiz” kanun yoluna tabi olduğu ve inceleme konusu olayda Bölge Adliye Mahkemesi denetiminden geçen bir hüküm bulunmaması da gözetildiğinde; temyiz incelemesinin hukuki denetim ile sınırlı olmadığı kabul edilmiştir”.

Kararda; Yargıtay Dairelerinin derece mahkemesi sıfatıyla baktığı davaların temyiz incelemesini yapan Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun, sırf hukuki denetim değil, sübuta ilişkin de inceleme yapacağı kabul edilmiştir.

Yargıtay Dairesinin ilk derece sıfatıyla gördüğü davanın Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından yapılan temyiz incelemesi sonucu verilen 01.10.2019 tarihli, 2019/460 E. ve 2019/572 K. sayılı kararda; “Görüldüğü gibi doktrinde çoğunlukta olan bu anlayışa göre, Türk Ceza Muhakemesine istinaf kanun yolunun getirilmiş olması, temyiz mahkemesinin önceden olduğu gibi somut temyiz denetiminin elverdiği ölçüde maddi soruna girmesine engel oluşturmayacak, temyiz kanun yolunda somut dava üzerinden içtihatlarla birliği sağlayacak olan Yargıtay, ilk derece ve bölge adliye mahkemelerinin, sözlülük, doğrudan doğruyalık ve yüz yüzelik ilkeleri uyarınca elde edilen delilleri vicdani kanaatleri ile serbestçe takdir etme yetkilerini de dikkate alarak bu delillerle varılan sonucun hukuk kurallarına, akla, mantığa, genel hayat tecrübelerine ve bilimsel görüşlere uygun olup olmadığının tespiti bakımından somut dosya üzerinden görebileceği ve inceleyebileceği maddi sorunla ilgili vaka değerlendirmelerindeki hukuka aykırılıklar üzerinden bozma kararı verebilecektir. Burada ifade etmek gerekir ki; ilk derece ve bölge adliye mahkemelerinin uyguladığı maddi ceza normlarının hukuka uygun olması, maddi olayın doğru ve eksiksiz bir şekilde tespit edilerek bu tespite uygun olan maddi hukuk normlarının uygulanmasına bağlıdır. Başka bir ifadeyle, maddi sorun ile maddi hukuk normlarının bu ayrılmaz niteliğinden dolayı uygulanan maddi hukuk normlarının hatalı olduğu iddiasıyla yapılan temyiz başvurularında hükmün hukuki yönden denetiminin maddi sorundan ayrılması mümkün değildir. Bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması sonucunda maddi sorunun da hatalı şekilde belirlendiği hâllerde dosyaya yansıyan tüm delillerle birlikte maddi sorun irdelenmeksizin hükmün hukuka uygun olup olmadığının belirlenmesi söz konusu olamayacaktır. Kaldı ki, Kanunda Yargıtay’ın temyiz denetimi sırasında maddi sorunu inceleyemeyeceğine ilişkin bir hüküm de mevcut değildir. 5271 sayılı CMK'nın ‘Yargıtayca davanın esasına hükmedilecek haller, hukuka aykırılığın düzeltilmesi’ başlıklı 303. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde, olayın daha ziyade aydınlanması gerekmeden beraata veya davanın düşmesine ya da alt ve üst sınırı olmayan sabit bir cezaya hükmolunmasının gerektiği durumlarda, Yargıtay’ın, davanın esasına hükmedebileceği belirtilmiş olup bu düzenlemeye göre ilk derece veya bölge adliye mahkemelerinin tespitlerinin hukuki denetim yapılmasına olanak vermeyecek ölçüde yetersiz olması halinde maddi sorunun tespiti ve buna bağlı olarak maddi ceza normunun doğru tatbik edilmesi bakımından Yargıtay’ın eksik araştırma nedeniyle bozma kararı verebilecek olması, hukuki denetimin, o ana kadar yapılan tespitlerin, normun olaya uygulanması için yeterli dayanak oluşturup oluşturmadığı hususunu da içerdiği sonucunu doğurmaktadır. Sonuç olarak, Yargıtay, temyiz kanun yoluyla ülkedeki hukuk kurallarının istikrarlı ve aynı biçimde uygulanmasını yani içtihat birliğini sağlar. 5271 sayılı CMK, ilk derece yargılaması ile temyiz yargılaması arasına istinafı yerleştirerek, hem Yargıtay’ın içtihat mahkemesi konumunu güçlendirmeyi hem de mahkemelerin son kararlarının yalnızca hukuki sorun değil, maddi sorun açısından da sağlıklı bir şekilde denetlenmesinin yolunu açmayı öngörmüştür. Bununla birlikte ceza muhakemesinin amacı, her somut olayda kanuna ve usulüne uygun olarak toplanan delillerle maddi gerçeğe ulaşıp adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasının önüne geçebilmek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmektedir. Gerek 1412 sayılı CMUK, gerekse 5271 sayılı CMK, adil, etkin ve hukuka uygun bir yargılama yapılması suretiyle maddi gerçeğe ulaşmayı amaç edinmiştir. Anayasanın 138. maddesi de tüm hakimlerin Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre karar vereceklerini hükme bağlamıştır. Bu nedenle ilk derece ve bölge adliye mahkemelerinde yapılmakta olan yargılama sonucunda ulaşılma imkanı bulunan bütün deliller ele alınıp değerlendirilmeden karar verilmesi, maddi sorunun doğru olarak tespit edilmemesi, dosyada mevcut delillerle maddi soruna ilişkin tespitlerin uyumlu olmaması gibi nedenlerle yazılı hukuka, evrensel hukuki değerlere, akla, bilime ve tecrübe kurallarına aykırı olacak şekilde maddi olay değerlendirmesinin hatalı olarak belirlendiği hâllerde adaletin tam olarak gerçekleşmesi amacı da gözetilerek Yargıtay’ın, hükmün hukuki yönüne ilişkin olan ve hükme etki eden maddi olay değerlendirmesindeki hukuka aykırılıkları da temyiz yoluyla incelemesi gerektiğinin kabulünde zorunluluk bulunmaktadır”.

Kararda özetle; Yargıtay’ın yalnızca hukuki denetim yaparak maddi hakikate ve adalete ulaşılmasını sağlayamayacağı, varsa maddi olay değerlendirmesindeki hukuka aykırılıkları da inceleyebileceği, CMK m.303/1-a’ya göre olayın daha ziyade aydınlatılmasına gerek kalmayan hallerde doğrudan beraat kararı verebilen Yargıtay’ın, maddi vaka incelemesi yapamayacağının kabul edilemeyeceği, ayrıca Yargıtay’ın içtihat mahkemesi konumunu güçlendirmek için, davaları maddi ve hukuki yönleri ile incelemesi gerektiği, dosyada yazılı delillerle, bunların hukuki değerlendirmelerinin uyumlu olmaması durumunda, hukukun evrensel ilke ve esaslarına, akla, bilime ve tecrübe kurallarına aykırı olacak şekilde sübut tespitinin yapılacağı, bu durumda maddi hakikate ve adalete ulaşılmasının mümkün olmadığı, tüm bu nedenlerle Yargıtay’ın hukukilik denetiminin yanında, maddi vaka denetimi de yapabileceği ifade edilmiştir.

Halbuki; Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin ilk derece mahkemesi sıfatıyla baktığı davanın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun incelediği davada, yukarıda yer verdiğimiz 26.09.2017 tarihli kararına uygun olarak hükmün hukuki ve maddi yönlerini incelenebilecek idi. Ancak bunun yerine YCGK, eski içtihatlarına aykırı olarak, ister ilk derece mahkemesi ve isterse temyiz mercii sıfatıyla hareket etmiş olsun, Yargıtay tarafından hükmün maddi yönünden de incelenebileceği sonucuna varmıştır ki, bu karara bu yönüyle katılmadığımız ifade etmeliyiz. Çünkü Yargıtay, iki dereceli yargılama sisteminde temyiz mercii olduğu durumda kural olarak maddi vaka incelemesi yapamaz, ancak Yargıtay’ın ceza dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla baktığı davanın temyiz incelemesinde, ikinci derece mahkemesi olmadığından hukukilik denetiminin yanında maddi vaka incelemesi de yapabilir. Hatta istinaf kanun yolunun yürürlüğe girmediği dönemde; henüz iki dereceli yargılama olmadığı dönemde, yine de temyiz mercii sıfatıyla Yargıtay’ın maddi vaka değil hukukilik denetimi yapabileceği söylense de, de facto olarak maddi vaka incelediği ve bu inceleme yetkisinin uygulamada kabul gördüğü bilinmekte idi. Ancak iki dereceli yargılama sistemine geçilen 20.07.2016 tarihinden sonra istinaf kanun yolu incelemesine giren dosyalar Yargıtay’a gittiğinde, bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik ve dayanaktan yoksunluk olmadıkça Yargıtay’ın maddi vaka inleyemeyeceği sonucuna varılmalıdır. Yine de bununla CMK m.288’de işaret edilen nispi hukuka aykırılığı ve bu çerçevede yapılan geniş hukukilik denetimini daraltma niyetinde olmadığımızı, örneğin “şüpheden sanık yararlanır” ilkesinin açıkça ihlal edildiği vaziyette, bu aykırılığın CMK m.288 kapsamında değerlendirilmesi sonucuna varılmalıdır. Yeri gelmişken; CMK m.289’da gösterilen hukuka kesin aykırılık halleri dışında, nispi aykırılıktan dolayı temyiz incelemesinin yapılabilmesi için bu temyiz nedeninin mutlaka süresinde yapılacak temyiz başvurusu ve dilekçesinde gösterilmesi zorunludur. Mevcut Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre hukuka kesin aykırılık halleri dışından, usulüne uygun olarak yapılan bir temyiz başvurusunda bulunan nispi temyiz nedenlerinden dolayı bozma kararı verilemez.

2797 sayılı Yargıtay Kanunu m.14/3-c’ye göre; “Temyiz davasına bakmakla görevli olan daire, Yargıtay’ın ilk derece mahkemesi olarak bakmakla görevli olduğu davalar ile olağanüstü kanun yollarına ilişkin davalara bakmakla da görevlidir”.

Kanunun 41. maddesinin 2. fıkrasında; “Özel dairenin ilk derece mahkemesi olarak verdiği kararın temyiz veya itiraz yoluyla incelenmesinde özel dairelerde duruşmaya katılıp da hükme müessir olacak hukuki işlemlerin yapıldığı oturumda bulunmuş veya karara katılmış olanlar genel kurullarda bulunamazlar”.

Türkiye Cumhuriyeti bakımından 01.08.2016 tarihinde yürürlüğe giren İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin “Cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkı” başlıklı Ek 7. Protokolünün 2. maddesine göre; “1) Bir mahkeme tarafından cezai bir suçtan mahkum edilen her kişi, mahkumiyet ya da ceza hükmünü daha yüksek bir mahkemeye yeniden inceletme hakkını haiz olacaktır. Bu hakkın kullanılması, kullanılabilme gerekçeleri de dahil olmak üzere, yasayla düzenlenir.

2) Bu hakkın kullanılması, yasada düzenlenmiş haliyle önem derecesi düşük suçlar bakımından ya da ilgilinin birinci derece mahkemesi olarak en yüksek mahkemede yargılandığı veya beraatini müteakip bunun temyiz edilmesi üzerine verilen mahkumiyet hallerinde istisnaya tabi tutulabilir”.

İlgili mevzuat değerlendirildiğinde; Yargıtay ceza dairelerinin ilk derece sıfatıyla gördüğü davalarda, temyiz incelemesini Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun yapacağı, bu durumda bölge adliye mahkemesinin denetiminden geçmeyen, yani hükmün hukuki ve maddi yönü daha önce denetlenmemiş olan hükmün, YCGK tarafından yalnızca hukuki yönünün incelemesinin doğru olmayacağı, bunun ilk başta İHAS Ek 7. Protokol m.2’ye aykırı olacağı, ayrıca kanun yolu incelemesinin mantığına aykırılık teşkil edeceği, bölge adliye mahkemeleri göreve başlamadan önce, Yargıtay’ın maddi ve hukuki yönlerden kararı denetlediği, istinaf kanun yolunun yürürlüğe girmesi ile birlikte, hükmün yalnızca hukuki yönünü, temyiz edenin başvurusunda gösterdiği sebeplerle sınırlı olarak inceleyebileceği gözetildiğinde, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun, Yargıtay ilgili dairesinin ilk derece sıfatıyla baktığı davanın temyiz incelemesinde ise, önüne gelen dosyayı hukuki ve maddi yönlerden inceleyebileceği anlaşılmaktadır.

Prof. Dr. Ersan Şen

Stj. Av. Buğra Şahin

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.

-------------------------------------------

[1] Osman Yaşar, Yeni İçtihatlarla Uygulamalı ve Yorumlu Ceza Muhakemesi Kanunu, III. Cilt, 8. Baskı, Seçkin Yayınevi, s.3435