Ecrimisil davalarında taşınmazın önceki malik ile yapılan kira sözleşmesine dayanılarak kullanımı halinde kullanımın iyiniyetle yapıldığı kabul edilir. Uygulamada davalının bu yeri eski malikten kiraladığı durumlarda davalı kötü niyetli zilyet olarak kabul edilmemektedir. Eski malik ile davalı arasında yapılan kira akdi sonra ermeden dava konusu yerin davacıya satılması halinde de kira sözleşmesinin sona ermiş olduğu kabul edilemez. Kira akdi sona erene kadar ise davalı ecrimisil ile sorumlu tutulamaz.
Yargıtay 3.Hukuk Dairesinin T. 09.09.2019 E. 2017/13102 K. 2019/6361 sayılı kararında; “…Somut olayda, uyuşmazlık kira ilişkisinden kaynaklanmaktadır. Dava, 02.05.2016 tarihinde, 6100 sayılı HMK’nin yürürlüğe girmesinden sonra açıldığına göre görevli mahkeme Sulh Hukuk Mahkemesidir.
6098 sayılı Borçlar Kanunun 310/1. maddesine göre; kira sözleşmesinin kurulmasından sonra kiralanan herhangi bir sebeple el değiştirirse, yeni malik kira sözleşmesinin tarafı olur. Söz konusu düzenleme, kiracıyı korumak amacıyla getirilmiş olup, eski malikle kiracı arasındaki anlaşmanın bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu kurala göre, kiralananın iktisabıyla, kira ilişkisi kiracı ve yeni malik arasında varlığını devam ettirecektir. Bu düzenleme doktrinde “SATIM KİRAYI BOZMAZ’’ ilkesi olarak adlandırılmaktadır. Dolayısıyla davalının dava konusu taşınmazı geçerli bir kira sözleşmesine istinaden kullanması durumunda haksız işgalden söz edilemez. Bir başka deyişle ortada hukuken geçerli bir kira ilişkisi bulunduğu durumlarda ecrimisil isteminin reddi gerekir. (İstanbul BAM 2.HD. T. 24.10.2017 E. 2017/997 K. 2017/1126).
Diğer bir deyişle önceki malik ile yapılan kira sözleşmesine dayanılarak kullanımın iyiniyetle yapıldığı kabul edilmektedir. Uygulamada davalının bu yeri eski malikten kiraladığı durumlarda davalı kötü niyetli zilyet olarak kabul edilmemektedir. Eski malik ile davalı arasında yapılan kira akdi sonra ermeden dava konusu yerin davacıya satılması halinde de kira sözleşmesinin sona ermiş olduğu kabul edilemez. Kira akdi sona erene kadar ise davalı ecrimisil ile sorumlu tutulamaz. Yargıtay bir kararında kiralayanın vefatı halinde de kira ilişkisinin devam edeceğini belirtmiştir; “Davacıların miras bırakanı, kiracı 1988 yılında ölmüş ise de gerek mirasçıları gerekse kiralayan yasanın öngördüğü mehillere uyarak fesih ihbarında bulunmadığından kiracının ölümü de sözleşmenin kendiliğinden feshi sonucunu meydana getirmez. Başka bir anlatımla, davacıların murisi ve davalı kiracı sıfatı ile kiralayan Vakıf ile imzaladıkları 15.8.1981 başlangıç tarihli kira sözleşmesi geçerlidir.” (Y.14.HD. T. 10.4.2006 E. 2006/2526 K. 2006/4182).
Yargıtay 1.HD. T.19.04.2016 E. 2014/16670 K. 2016/4758 sayılı kararında; “…Bilindiği üzere, elatmanın önlenmesi ve ecrimisil davaları taşınmazı kullanan kişi ya da kişiler aleyhine açılır. Nitekim eldeki davada bu iddia ile açılmıştır. Bu durumda, KİRA İLİŞKİSİNİN VARLIĞININ KANITLANMASI HALİNDE HAKSIZ İŞGALDEN SÖZ EDİLEMEYECEĞİ AÇIKTIR. Özel yasa hükümleri saklı kalmak koşuluyla gerek taşınır gerekse taşınmaz mallara dair kira sözleşmelerinin geçerli olması hiçbir biçim koşuluna bağlı değildir. Kira sözleşmeleri yazılı veya sözlü yapılabileceği gibi zımni olarak da vücuda getirilebilir. Yeter ki taraflar kira sözleşmesinin esaslı unsurlarında anlaşmış olsunlar.
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2.Hukuk Dairesinin T. 24.10.2017 E. 2017/997 K. 2017/1126 sayılı kararında; “…Davacı haksız işgal hukuki sebebine dayanarak dava açmış, davalı taraf ise haksız işgalci değil kiracı olduğu savunmasını ileri sürmüştür. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle; kira sözleşmesinin kurulmasından sonra kiralananın el değiştirmesi durumunda, eski malik ile imzalanan kira sözleşmesinin yeni malik yönünden bağlayıcı olup olmadığıdır. 6098 sayılı Borçlar Kanunun 310/1. Maddesine göre; kira sözleşmesinin kurulmasından sonra kiralanan herhangi bir sebeple el değiştirirse, yeni malik kira sözleşmesinin tarafı olur. Söz konusu düzenleme, kiracıyı korumak amacıyla getirilmiş olup, eski malikle kiracı arasındaki anlaşmanın bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu kurala göre, kiralananın iktisabıyla, kira ilişkisi kiracı ve yeni malik arasında varlığını devam ettirecektir. Bu düzenleme doktrinde “SATIM KİRAYI BOZMAZ’’ ilkesi olarak adlandırılmaktadır. Öncelikle belirtmek gerekir ki, davalının dava konusu taşınmazı geçerli bir kira sözleşmesine istinaden kullanması durumunda haksız işgalden söz edilemez. Davalı tarafın dayandığı 01.06.1986 tarihinde düzenlenen ve Noterliğinin 24.01.1990 tarih ve 4593 yevmiye no.lu işlemi ile onaylanan kira sözleşmesinin halen geçerliliğini koruduğu anlaşılmaktadır. Bir başka deyişle, davacı kira sözleşmesine değil haksız işgal hukuki sebebine dayanmış ve 23.10.2008 ila 14.03.2013 tarihleri arasındaki dönemde taraflar arasında hukuken geçerli bir kira ilişkisi bulunduğundan davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yerel mahkeme tarafından taraflar arasındaki ilişkinin haksız işgalden kaynaklandığı gerekçesi ile davanın kısmen kabulüne karar verilmesi doğru değildir.”
Yargıtay birçok kararında davalının işgalinin geçerli bir kira sözleşmesine dayanması halinde, haksız el atmasından söz edilemeyeceğinden davalının kiracılık savunmasının araştırılmasının zorunlu olduğunu ifade etmiştir;
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun T.14.02.2007 E. 2007/1-72 K. 2007/74 sayılı kararında; “…Uyuşmazlık; dava konusu, taşınmazın önceki maliklerinin belirlenmesi ve davalının dayandığı kira sözleşmesinin geçerli bir sözleşme niteliğini taşıyıp taşımadığının araştırılmasından sonra hasıl olacak sonuç dairesinde bir karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır. Bu nokta da önceki kayıt maliki ile akdedilen geçerli bir kira sözleşmesinin sıradan taşınmazı satış yoluyla edinen taşınmaz malikini de bağlayacağı kuşkusuzdur. Mütevellisinin davacılardan önceki kayıt maliki olup olmadığı araştırılmadığı gibi, kira ilişkisinin geçerli olup olmadığı da saptanmamıştır. davalının işgalinin geçerli bir kira sözleşmesine dayanması halinde, haksız elatmasından söz edilemeyecektir. Bu itibarla davalının kiracılık savunmasının araştırılması zorunludur. Hal böyle olunca; Yerel Mahkemece, dava konusu taşınmazın tapu kayıtlarının tesisinden itibaren tüm tedavülleri ile getirilerek, davalı tarafından ibraz edilen kira sözleşmesinin geçerli bir sözleşme niteliğini taşıyıp taşımadığının araştırılması ve hasıl olacak sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekirken.’’
Yargıtay uygulamasına göre ecrimisil talebi kötü niyetli işgalciler yönünden yalnızca davacıların ihtar tarihi ile dava tarihi arasında geçecek dönemi kapsayabilmektedir. Bunun için öncelikle, muhataba taşınmazın kullanılmasına rıza gösterilmediğine ve ecrimisil bedeli talep edildiğine dair ihtarname gönderilmesi gerekmektedir;
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 13.02.1980 T. 898/179 sayılı kararında; “…Şayet davalının savunmasında ileri sürdüğü gibi 57 ve 33 parsel numaralı taşınmazlar şirket sözleşmesinin tanziminden sonra şirkete tahsis edilmiş ise davalı şirket işgal tazminatı ile sorumlu tutulamaz. Bu konuda gereği gibi inceleme yapılmadan ve bilançoda gösterilen sabit kıymetlere bu taşınmazların dahil edilip edilmediği saptanmadan eksik inceleme ile hüküm tesisi; ihtar gününe kadar davalının iyi niyetli olduğundan, ihtarın tebliğinden sonraki zamanlar için tazminata hükmedilmesi gerekirken, ihtara takaddüm eden zamanı da içine alır bir biçimde… ecrimisile hükmedilmesi yasaya aykırıdır.”
Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin 2014/15532 E. ve 2014/19441 K. sayılı kararında; “…Bilindiği üzere, ecrimisil kötü niyetli zilyetin malike ödemek zorunda olduğu bir bedeldir. Öte yandan, tasarrufun muvafakate dayalı olması halinde kötüniyetten ve ecrimisil koşullarının oluştuğundan söz edilemeyeceği açıktır. Somut olayda, toplanan tüm deliller ve özellikle tanık olarak dinlenen tarafların müşterek çocukları …… ve ……’in beyanlarından; davalının çekişme konusu taşınmazı tasarrufunun elde edilecek gelirin müşterek çocukların giderleri için harcanması konusundaki davacı ile anlaşmalarına, dolayısıyla davacının muvafakatine dayalı olduğu, muvafakatin davacı tarafından davalıya çekilen ve 03.03.2012 tarihinde tebliğ edildiği anlaşılan ihtarname ile geri alındığının kabul edilmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Hâl böyle olunca, ihtarnamenin tebliğ tarihi ile dava tarihi arası dönem için ecrimisile hükmedilmesi gerekirken, bu dönemi aşacak şekilde ecrimisilin hüküm altına alınmış olması doğru değildir.”
Ecrimisil, zilyet olmayan malikin, malik olmayan kötü niyetli zilyete yöneltebileceği bir taleptir. Bu hususta 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 995.maddesinde; “İyi niyetli olmayan zilyet, geri vermekle yükümlü olduğu şeyi haksız alıkoymuş olması yüzünden hak sahibine verdiği zararlar ve elde ettiği veya elde etmeyi ihmal eylediği ürünler karşılığında tazminat ödemek zorundadır.” şeklinde düzenleme mevcuttur. Düzenleme gereği ecrimisil talebinin ilk şartının kötü niyetin varlığını ispat olduğu açıktır.
Mevzuat açısından da bakıldığında ecrimisilden sorumlu tutulabilmek için öncelikle hiçbir akdi ve hukuki dayanağı olmadan kötü niyetle taşınmazın kullanılması ya da kullandırılması gerekir. Yani TMK’nın 995. maddesindeki düzenlemeye göre, taşınmazı kullanan zilyedin taşınmaz malikine karşı ecrimisilden sorumlu tutulabilmesi için kötü niyetli olması şarttır. TMK’nin 993/1. maddesine göre, İyiniyetle zilyedi bulunduğu şeyi, karineyle mevcut hakkına uygun şekilde kullanan veya ondan yararlanan zilyet, o şeyi geri vermekle yükümlü olduğu kimseye karşı bu yüzden herhangi bir tazminat ödemek zorunda değildir. Kaldı ki taraflar arasında sözleşme ilişkisi mevcutsa sözleşmenin başlangıcında verilen rıza nedeniyle kullanan kişinin kötüniyetli olduğundan da söz edilemez.
Yargıtay 1.H.D. T. 06.04.2015 E. 2014/5410 K. 2015/4823 sayılı kararında; “…Her ne kadar mahkemece ihtarın tebliğ tarihinden, dava tarihine kadar ecrimisile hükmedilmişse de, davalının savunmaları karşısında ECRİMİSİLİN ilk şartı olan kötüniyet hususunun incelenmesi gerekeceği kuşkusuzdur. Hal böyle olunca, davalının kötüniyetli zilyet olup olmadığı hususu araştırılarak, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken.’’
Yargıtay 1. H.D. T.13.06.2016 E.2015/3845 K. 2016/7144 sayılı kararında; “… Dosya içeriği ve toplanan delillerden; tarafların çekişme konusu 162 Sayılı Parselde 1/2’şer oranda kayden paydaş oldukları, tüm paydaşları bağlayan harici ve fiili bir paylaşımın olmadığı, taşınmazların 25-30 yıldır muvafakate bağlı olarak davalı tarafından kullanıldığı, dava dilekçesinde de uzun süreli kullanımın kabul edildiği, muvafakate dayalı kullanım nedeni ile davalının kötü niyetli zilyedin malike ödemekle yükümlü olduğu bir nevi haksız işgal tazminatı niteliğindeki ecrimisilden sorumlu tutulamayacağı gözetilerek ecrimisil isteğinin reddedilmiş olması doğrudur…’’
Yargıtay 3.Hukuk Dairesinin 10.06.1980 T. 3303/3302 sayılı kararında; “…Davalılardan ……, ailenin büyüğü olması nedeni ve davacı gelinin muvafakati ile uzun zamandan beri taşınmaz malda tasarruf ettiğine göre zilyetliğin kötü niyetli olmadığının kabulünde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.”
Yargıtay bazı kararlarında davacı tarafın, davalının kullanımına uzun süre sessiz kalma halini zımni muvafakat olarak değerlendirmiştir. Yargıtay bazı içtihatlarında, bu durumda taraflar arasında 6098 s Türk Borçlar Kanunu’nun 379. maddesi ve devamı hükümleri gereğince şifai olarak kullanım sözleşmesi kurulduğu ve aynı Türk Borçlar Kanunu’nun 384. maddesi hükmüne göre de ihtarname gönderilmekle akde son verildiği kabul edildiğine hükmetmiştir. Bu halde de kullanan kişi kötü niyetli kabul edilmeyecek ve açılan ecrimisil davası kötüniyet koşulu oluşmadığından, muvafakat ecrimisil davası açılmakla geri alındığından reddedilecektir.
Yargıtay, iki yıllık sürede ses çıkarmamayı kullanıma onay olarak değerlendirmiştir. Y.1.HD. E. 2009/9648 K. 2009/11456 T. 05.11.2009; “…Davacı taşınmazı 12.01.2004 tarihinde satın almıştır. Satın aldığı tarihte taşınmazda bayinin eşi davalının oturduğunu, onu tasarrufunda olduğunu bilmektedir. Dava 08.03.2006 tarihinde açılmıştır. Taşınmazı satın alan davacı, dava tarihine kadar DAVALININ KULLANIMINA SES ÇIKARMAMIŞ VE KENDİSİNE HERHANGİ BİR İHTARDA ÇEKMEMİŞTİR. Bu durum kullanıma onay anlamını taşır, muvafakat da dava açılmakla geri alındığında göre dava öncesi döneme ilişkin olarak ecrimisile hükmedilmiş olması doğru değildir.’’
Yargıtay 14. H.D. T.27.05.2015 E.2015/6140 K.2015/5887 sayılı kararında; “…Somut olayda, davalının babası …….’ya ait muhdesatı 8 yıl gibi uzun bir süreden beri kullandığı, davacının ses çıkarmaması nedeni ile kullanmasının davacının muvafakatine dayalı olduğu dava açılmakla muvafakatin geri alındığı sabittir. Bu durumda davalı, dava konusu taşınmazı davacının onayı ile kullandığına göre kötü niyetli sayılmasına olanak yoktur.”
YHGK. 05.02.1992 T. 588/39; “…Somut olayda davalı, süresinde cevap vermeyerek davayı inkâr etmiş ve sonradan inkâr gerekçesini açıklamıştır. Belirtilen gerekçenin doğruluğunu ispat için de delil göstermiştir. Mahkemece davalının delillerinin hasrı için belli bir zaman sınırlaması tanınmadan önce davalı delillerini bildirdiğine göre onların incelenmesi ve değerlendirilmesi gerekir. Yerel mahkeme, belirtilen yönün gözetilmemiş olması bozmayı gerektirir … gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. …Hukuk Genel Kurulunca da benimsenin özel daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.”
Y.8.HD. E. 2019/3760 K. 2019/8450 T. 02.10.2019; “…Haksız fiilden söz edilebilmesi için şu dört unsurun birlikte bulunması zorunludur: Öncelikle ortada hukuka aykırı fiil bulunmalıdır. İkinci unsur, fiili işleyenin kusurudur. Üçüncü olarak, kusurlu şekilde işlenen ve hukuka aykırı olan bu fiil nedeniyle biz zarar doğmalıdır. Nihayet doğan zarar ile hukuka aykırı fiil arasında nedensellik bağı bulunmalıdır. Bu unsurların tümünün bir arada bulunmadığı, bir veya birkaç unsurun eksik olduğu durumlarda, haksız fiilin varlığından söz edilemez.’’
“İştirak Halinde Mülkiyette; Bu tür konusunda birlikte hareket ilkesi yürür. Bu nedenle iştirak halinde mülkiyet konusuna bir haksız müdahale yapılırsa, paydaşlardan biri tek başına hareket ederek bu davayı açamaz. Fakat bu davanın MK.581 (TMK.m.640) maddesi uyarınca atanacak bir temsilci aracılığı ile açılması ya da paydaşların hepsinin muvafakatinin temin edilmesi olanaklıdır. Öyle ki DAVACI SIRF KENDİ PAYI YÖNÜNDEN VE KENDİ YARARINI SAĞLAMAK AMACIYLA AÇTIĞI DAVANIN İSE REDDİ GEREKECEKTİR.”
Yargıtay 14.Hukuk Dairesinin T. 01.05.2007 E. 2007/1243 K. 2007/4792 sayılı kararında; “…Paylı mülkiyete konu bir taşınmazda maliklerden her birinin, müşterek mülkiyete konu taşınmaza el atılması halinde, bu elatmanın önlenmesini tek başını istemesi mümkün ise de; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 13.06.1984 gün ve 1982/14-358 Esas, 1984/710 Karar sayılı kararı doğrultusunda elatmanın yanı sıra kal isteminin de söz konusu olduğu hallerde TÜM MÜŞTEREK MALİKLERİN BİRLİKTE DAVA AÇMALARI GEREKLİDİR. Kaldı ki eldeki dava ile birleştirilen dava da davacı, Türk Medeni Kanunu’nun 724. Maddesi uyarınca tapu iptali ve tescil isteğinde bulunmuş olup, verilecek karar tapuda malik olarak yer alan tüm paydaşların hukuki durumu etkileyeceğinden, davada yer almaları gereklidir.’’
Yargıtay 3.HD. 22.03.1984 T. 1328/1353; “…Davacı, ölü babasından kendisine kalan dava konusu taşınmazlara, davalıların el attıklarından bahisle beş yıllık ecrimisil istemiştir. Uyuşmazlığın çözümlenmesi için önce dava ehliyetinin araştırılması zorunludur. Bunun için davacıya ölü babasına ait öncelikle veraset belgesini ibraz ettirmek, davacıdan başka mirasçının olduğu saptandığı takdirde bunların davaya muvafakat ve iştiraklerini sağlamak, bu olmadığı takdirde MK.581.Maddesi uyarınca miras şirketine bir mümessil tayin ettirmesi için davacıya mehil verilmek, bu sakınca ortadan kaldırıldıktan sonra işin esasına girilmek ve aksi halde iştirak hali nedeniyle dava red edilmek gerekir.”
YHGK. E. 2012/14-693 K. 2013/162 T. 30.01.2013; “…Uyuşmazlık; paylı mülkiyete konu taşınmazlara ilişkin elatmanın önlenmesi ve kal davalarında, tüm paydaşların davada taraf olmalarının gerekip gerekmediği, noktasında toplanmaktadır…taşınmaz paylı mülkiyet hükümlerine tabi olup tüm paydaşlar arasında kullanıma ilişkin geçerli bir taksim sözleşmesinin yapıldığı da ileri sürülmemiştir. O halde, arzın bütünleyici parçası olan taşkın yapı üzerinde davalı dışındaki paydaşların da payları oranında mülkiyet hakları bulunduğunun kabulü gerekir. Bu durumda mahkemece yapılması gereken, 1419 ada 894 parselin davalı dışındaki diğer maliklerin de davaya katılmalarına olanak tanınmak suretiyle, davada taraf koşulunu sağlamak olmalıdır.’’
Bilindiği üzere, paydaşlar arasında intifadan men koşulu gerçekleşmeden ecrimisil davası açılması hukuken mümkün değildir. İntifadan men, davacının dava konusu taşınmazı kullanım hakkının herhangi bir sebeple menedildiği yani engellendiği duruma girmiş olmasıdır. Bu davanın açılabilmesi için, öncelikli olarak davacı taşınmazı kendisinin kullanamadığını ispatlamalı ve kendisi kullanamadığı için gelirinden yoksun kaldığını kanıtlamalıdır. Dolayısıyla, intifadan men koşulu ecrimisil davalarında bir ön şarttır.
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 2018/10216 E., 2019/11714 K., 24.12.2019 tarihli kararında; “Kural olarak, men edilmedikçe paydaşlar birbirlerinden ecrimisil isteyemezler. İntifadan men koşulunun gerçekleşmesi de, ecrimisil istenen süreden önce davacı paydaşın davaya konu taşınmazdan ya da gelirinden yararlanmak isteğinin davalı paydaşa bildirilmiş olmasına bağlıdır.”
Ecrimisil davalarında davalı, kiracılık savunması ile birlikte taşınmaz üzerinde bulunan bazı muhdesatları da kendisinin inşaa ettirdiğini iddia ediyorsa bu yapılara ilişkin mülkiyet iddiası araştırılıp mülkiyet durumun tespit edilmesi gerekmektedir.
Y.3.HD. 26.10.2004 T. 8572/11720; “…Ecrimisil kötüniyetli zilyedin ödemekle sorumlu olduğu tazminat miktarı olup, en azı kira geliri en çoğu da tam kar mahrumiyetidir. Davalı taraf nizalı taşınmazın tapuda arsa olarak kayıtlı olduğunu ve taşınmaz üzerinde bulunan tesis ve binaların hiçbirisinin davacı tarafından inşaa edilmediğini savunmuştur. Mahkemece bu savunma üzerinde durulmadan oto park, oto yıkama ve halı yıkama ve umumi tuvalet gelirinden davacı hissesine göre alacak hesabı yapan bilirkişi raporuna göre hüküm kurulmuştur. Kural olarak tapuda kaydı olmayan muhtesatın mülkiyet durumu arsanın mülkiyet durumuna tabidir. Ancak bunun aksi her türlü delille ispatlanabilir. O halde mahkemece davalıdan bu konudaki savunmasını ispata yarayan delilleri sorularak taşınmaz üzerinde bulunan BİNALARIN MÜLKİYET DURUMU TESPİT EDİLMELİ, BİNALARIN YAPIMINDA DAVACININ BİR KATKISININ BULUNMAMASI HALİNDE TAŞINMAZI ARSA OLARAK (ETRAFINDAKİ TAŞINMAZLARIN KULLANMA ŞEKLİ DE ARAŞTIRILARAK) mutat kullanma biçimine göre getirebileceği kira parası uzman bilirkişi aracılığı ile belirlenmeli, davacının payı da dikkate alınarak hesaplanacak alacak miktarına hükmedilmelidir. Mahkemece davalının savunması üzerinde durulmadan eksik inceleme ile alacak hesabı yapan bilirkişi raporuna göre hüküm kurulmuş olması doğru görülmemiştir.”
Yargıtay bir kararında yapının inşaası sırasında ödenen bedelin kim tarafından karşılandığının, hangi gelirle, kimin adına ve hesabına yapıldığının irdelenmesi gerektiğini işaret etmiştir; “…Dava, taşınmaz üzerindeki 2 katlı ahşap ev niteliğindeki muhdesatın tespiti istemine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş ise de, varılan sonuç dosyada toplanan delillere uygun düşmemiştir. Taşınmaz üzerindeki muhdesatın kim tarafından meydana getirildiğinin tespitine dair davalarda Mahkemece araştırılması gereken husus muhdesatın kim tarafından, hangi gelirlerle, kimin adına ve hesabına yaptırıldığıdır. …Tarafların ortak mirasbırakanı …’un ev yapılırken taşınmazın başında bulunması muhdesatın davacının nam ve hesabına yapıldığı sonucunu değiştirmez.” (Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 11.02.2016 T. 2014/16161 E. 2016/2229 K.).