YARGITAY KARARLARI IŞIĞINDA ORMAN KADASTROSUNA İTİRAZ DAVASI

Abone Ol

GİRİŞ;

Ülkemizde orman kadastro faaliyetlerinin uzun yıllar boyunca çift başlı şekilde yürütüldüğü görülmektedir. Bu bağlamda orman kadastrosunun 6831 sayılı Orman Kanunu uyarınca orman kadastro ekiplerince, 3402 sayılı kanun uyarınca da arazi kadastrosu ekiplerince yapılması sebebiyle çelişkili uygulamalar ile yeni uyuşmazlıkların doğmasına neden olunmuştur. Bu uyuşmazlıkların en önemli örneğini orman kadastrosuna itiraz davaları oluşturmaktadır.

Bu çalışmamızda, tapuya kayıtlı olsun veya olmasın, bir yörede yapılıp ilan edilen orman kadastrosuna yönelik itiraz davalarına dair inceleme yapılacaktır.

I)ORMAN KAVRAMI

A)Tanımı

6831 sayılı Orman Kanununun 1. maddesinde yer alan "Tabiî olarak yetişen veya emekle yetiştirilen ağaç ve ağaçcık toplulukları yerleriyle birlikte orman sayılır." düzenlemesi ile ormanın tanımı yapılmıştır.

Uygulamada ise orman kavramı daha geniş bir çerçevede ele alınmış, buna göre öncesi orman olan bir yerin üzerindeki orman bitki örtüsü yok edilmiş olsa dahi, salt orman toprağının orman sayılan yer olarak kabulü gerektiği vurgulanmıştır.[1]

B)Hukuki niteliği

Ormanlar 1982 Anayasasında öngörülen katı kurallarla güvence altına alınmıştır. 1982 Anayasasının 169/2. Maddesine göre; “Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Devlet ormanları kanuna göre, Devletçe yönetilir ve işletilir. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz.”

Öte yandan hukukumuzda 6831 Sayılı Orman Kanunu ile ormanların hukuki statüsünün belirlendiği görülmektedir. Buna göre anılan kanunun 1. Maddesinde ormanın tanımı yapıldıktan sonra, aynı kanunun 2. Maddesinde, anılan maddenin (A) ve (B) bentlerinde sayılıp orman sınırı dışarısına çıkarılabilecek yerler dışında kalan orman sınırlarında hiçbir suretle daraltma yapılamayacağı hüküm altına alınarak ormanların hukuki statüsü güçlendirilmiştir.[2]

II)ORMAN KADASTROSU

Ormanlar tescile tabi olup, tescilin yapılabilmesi için öncelikle orman kadastrosunun yapılması, akabinde bu kadastro işleminin kesinleşmesi gerekmektedir. Yargıtay, orman kadastrosunun kesinleşmesiyle birlikte taşınmazın kamu malı niteliği kazandığını ve mülkiyetinin de Hazineye geçtiğini kabul etmektedir.[3]

6831 sayılı Kanunun 11 inci maddesi gereğince devlete ait ormanlar, tapu müdürlüğünce hiçbir harç, vergi ve resim alınmaksızın Hazine adına tapuya tescil olunur.[4]

Ülkemizdeki ormanların neredeyse tamamına yakın bölümünün devletin hüküm ve tasarrufu altında kalan ormanlardan oluştuğu görülmektedir. Orman kadastro çalışmalarına ilk olarak 1937 yılında “orman tahdidi” adıyla başlanmıştır.[5] Nitekim 1937 yılında yayımlanarak yürürlüğe giren 3116 sayılı Orman Kanununda orman kadastrosu ilk kez “Orman Tahdidi“ adı altında düzenlenmiş, bu kanun ile orman tahdidinin 10 yıllık üre içerisinde tamamlanması hedeflenmiştir.[6]

Orman kadastrosunun tanımının 20.11.2012 tarihli ve 28473 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Orman Kadastrosu ve 2/B Uygulama Yönetmeliğinin “Tanımlar ve kısaltmalar” başlıklı 4. Maddesinin 1 fıkrasının (p) bendinde yapıldığı görülmektedir. Anılan madde uyarınca orman kadastrosu, “6831 sayılı Orman Kanunu ile 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanununun 4 üncü maddesi kapsamında yapılan çalışmalar” olarak tanımlanmıştır.

Orman tahdidi ise aynı yönetmeliğin 4. Maddesinin 1 fıkrasının (ö) bendinde, “8/2/1937 tarihli ve 3116 sayılı Orman Kanunu kapsamında yapılan sınırlandırma çalışmaları” olarak tanımlanmıştır.

Hemen belirtelim ki uygulamada orman kadastrosunun birbirinden farklı görünümleri karşımıza çıkmaktadır. Buna göre orman kadastrosunun en çok, ilk kez orman sınırlarının tespiti şeklinde gerçekleştiği görülmektedir. Bundan başka olarak, daha önce yapılan orman kadastro sınırlarının aplikasyonu ( uygulamada buna tahdidin aplikasyonu da denilmektedir) ile 6831 sayılı yasanın 2/B maddesi kapsamında yapılan uygulamalar da orman kadastrosunun diğer görünümleri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Esasen idari bir işlem olan orman kadastrosuna ilişkin temel düzenlemelere 6831 sayılı Orman kanunu ile 3402 sayılı Kadastro Kanununda yer verilmiş bulunmaktadır.

6831 sayılı Orman Kanunu’nun 5/11/2003 tarihli 4999 sayılı kanunun 3. Maddesi ile değişik 7/1. Maddesinde Devlet ormanlarına yönelik orman kadastrosuna ilişkin düzenlemeler yer almaktadır. Anılan maddede devlet ormanları ile evvelce sınırlaması yapılmış olup da sınırlandırma sırasında orman olduğu halde orman sınırları dışında kalmış ormanların, hükmî şahsiyeti haiz amme müesseselerine ait ormanların ve hususi ormanların, orman kadastrosu ve bu ormanların içinde ve bitişiğinde bulunan her çeşit taşınmaz malların ormanlarla müşterek sınırlarının tayini ve tespiti işlerinin orman kadastro komisyonları tarafından yapılacağı düzenlenmiştir.

7. Maddenin 1. Fıkrasına 15/1/2009 tarihli ve 5831 sayılı Kanunun 2. Maddesi ile eklenen son cümle ile de henüz orman kadastrosuna başlanılmamış yerlerde, 3402 sayılı Kadastro Kanunu hükümlerine göre belirlenen orman sınırının, orman kadastro komisyonunca belirlenen orman sınırı niteliğini kazanacağı hüküm altına alınmıştır.

3402 sayılı Kadastro Kanununda ise ormanların kadastrosuna yönelik temel düzenlemelere 4. Maddede yer verildiği görülmektedir. Anılan Kanunun 4. Maddesinin 22.02.2005 tarihli ve 5304 sayılı Kanunun 3. Maddesi ile değişik 3. Fıkrasında, kadastro çalışma alanında orman bulunması ve 6831 sayılı Orman Kanununa göre orman kadastrosuna başlanılmamış olması halinde, orman kadastrosu ve bu ormanların içinde ve bitişiğinde her çeşit taşınmaz malların ormanlarla müşterek sınırlarının tayini ve tespiti işlemlerinin kadastro ekibi tarafından yapılacağı düzenlenmiştir. Görüldüğü üzere Kadastro Kanunu ile, henüz orman kadastrosu yapılmamış yerlerde orman kadastrosunun bizzat kadastro ekiplerince yapılacağı hususu düzenlenerek bu alanda çift başlı uygulamaların önüne geçilmek istenmiştir.

Nitekim orman kadastrosunun 6831 sayılı Orman Kanunu uyarınca orman kadastro ekiplerince, 3402 sayılı kanun uyarınca da arazi kadastrosu ekiplerince yapılması mümkün olup, bu durum iki kurum arasındaki koordinasyonluk sebebiyle çelişkili uygulamaların doğmasına neden olmakta idi. İşte kanun koyucu, Kadastro Kanununun 4/3. Maddesinde yapılan bu değişiklik ile orman kadastro işlemlerinin tek elden yapılabilmesine olanak sağlamıştır.

Öte yandan Kadastro Kanununa 15.01.2009 tarih ve 5831 sayılı Kanunun 8. Maddesi ile eklenen Ek 4. Madde ile de, 6831 sayılı kanunun 2/B maddesi uyarınca Hazine adına orman sınırları dışarısına çıkarılan yerlerin kullanım kadastrosu ile şayet var ise muhtesadın kime ait olduğunun belirlenmesi işlemlerinin arazi kadastro ekiplerince yapılacağı düzenlenmiştir.

Bu alandaki son değişiklik 12/7/2013 tarih ve 6495 sayılı Kanunun 31. maddesiyle Kadastro Kanununa eklenen Ek madde 5 düzenlemesidir. Anılan madde uyarınca, Kadastrosu veya tapulaması tamamlanan çalışma alanlarında, orman kadastrosu ya da tahdidi yapılmamış ormanların tespiti halinde, bunların kadastrosunun 3402 sayılı Kadastro Kanununun 4 . ve 39. maddelerinde yer alan esaslar çerçevesinde yapılması mümkün hale gelmiştir. Sonuç olarak Kadastro Kanununda yapılan tüm bu değişikliler sebebiyle ormanların kadastrosu 3402 sayılı Kadastro Kanunu hükümlerine göre yapılabilecektir.

III)ORMAN KADASTROSUNA İTİRAZ DAVASI

A)Yetkili Mahkeme

6831 sayılı Orman Kanunu’nun 11. Maddesinde kadastro komisyonlarınca alınan kararlara ilişkin düzenlenen tutanak ve haritaların askı suretiyle otuz gün süre ile ilan edileceği, bu ilanın ilgililere şahsen yapılan tebliğ hükmünde olduğu; iş bu tutanak ve haritalara karşı itirazı olanların askı tarihinden itibaren otuz gün içinde kadastro mahkemelerinde, kadastro mahkemesi olmayan yerlerde kadastro davalarına bakmakla görevli mahkemelerde dava açabilecekleri düzenlenmiştir.

Buna göre otuz günlük hak düşürücü süre içerisinde açılacak davalar Kadastro Mahkemesinde (Kadastro mahkemesi olmayan yerlerde kadastro davalarına bakmakla görevli mahkeme olan Asliye Hukuk Mahkemesinde) görüleceğinden iş bu mahkemelerin yer bakımından yetkisi, Kadastro bölgesinin idari sınırlarıdır.[7]

Buna karşılık otuz günlük hak düşürücü sürenin geçirilmesi sebebiyle on yıllık hak düşürücü süre içerisinde açılacak davalar bakımından ise taşınmaz malın bulunduğu yer mahkemesi yetkilidir. Nitekim HMK.’nın 12/1. maddesinde de taşınmazın aynından doğan davalarda taşınmazın bulunduğu yer mahkemesinin kesin yetkili olduğu düzenlenmiş olup, ortada kesin yetki söz konusu olduğundan, HMK.’nın 18/1 uyarınca da kadastro mahkemesinin yetkisine dair bir yetki sözleşmesi de yapılamayacaktır.

B)Görevli Mahkeme

Mahkemelerin görevi kamu düzenine ilişkin olup bu hususun mahkemece re’sen gözetilmesi gerekmektedir.

Otuz günlük hak düşürücü süre içerisinde açılacak orman kadastrosuna itiraz davasında görevli mahkeme Kadastro Mahkemeleridir. Şayet o yerde kadastro mahkemesi yok ise görevli mahkeme, kadastro davalarına bakmakla görevli mahkemedir.

Buna karşılık otuz günlük hak düşürücü sürenin geçirilmesi sebebiyle on yıllık hak düşürücü süre açılacak orman kadastrosuna itiraz davasında görevli mahkeme genel mahkemeler olan Asliye Hukuk Mahkemeleridir.

C)Taraflar

aa)Davacı

Orman kadastrosuna itiraz davalarında tahdidin mahiyetine göre gerçek ve tüzel kişiler davacı olabileceği gibi, Orman Genel Müdürlüğü ile Maliye Hazinesi de davacı sıfatını haiz olabilmektedir.

bb)Davalı

6831 sayılı Orman Kanunu’nun 11. Maddesinin ikinci fıkrası uyarınca, hak sahibi gerçek ve tüzel kişiler tarafından açılacak sınırlamaya itiraz davalarında husumetin Orman Genel Müdürlüğüne yöneltilmesi gerekmektedir. Böyle bir davada Hazinenin taraf sıfatı bulunmamaktadır.

Buna karşılık anılan maddenin üçüncü fıkrası uyarınca Orman Genel Müdürlüğünce açılacak davalar bakımından ise, husumetin hak sahibi gerçek ve tüzel kişilere yöneltilmesi gerekmektedir.

D) Zamanaşımı ve hak düşürücü süre

6831 sayılı Orman Kanunu’nun 26/2/2014 tarih ve 6527 sayılı Kanunun 1. Maddesi ile değişik 11. Maddesinin 1. Fıkrası şöyledir: “Orman kadastro komisyonlarınca alınan kararlara ilişkin düzenlenen tutanak ve haritalar askı suretiyle otuz gün süre ile ilan edilir. Bu ilan ilgililere şahsen yapılan tebliğ hükmündedir. Tutanak ve haritalara karşı itirazı olanlar; askı tarihinden itibaren otuz gün içinde kadastro mahkemelerinde, kadastro mahkemesi olmayan yerlerde kadastro davalarına bakmakla görevli mahkemelerde dava açabilirler. İlan süresi geçtikten sonra, dava açılmayan kararlara ilişkin düzenlenen tutanak ve haritalar kesinleşir. Orman kadastro komisyonlarınca düzenlenen tutanak ve haritaların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak Hazine hariç itiraz olunamaz ve dava açılamaz.”

Görüldüğü üzere, yasa koyucu orman kadastro komisyon kararlarına dava açma hususunda ikili bir istem benimsemiş, ilk olarak otuz günlük hak düşürücü süre içerisinde kadastro mahkemesine; bu süre kaçırılmış ise orman kadastrosunun kesinleştiği tarihten itibaren on yıllık hak düşürücü süre içerisinde genel mahkemelerde dava açılabileceği düzenlenmiştir.

Yargıtay 20. Hukuk Dairesi, maddede öngörülen on yıllık dava açma süresinin sadece tapu kaydına tutunan taşınmaz malikleri yönünden söz konusu olduğunu, buna karşılık tapusuz taşınmazın zilyedi olan kişilerce açılacak orman kadastrosuna itiraz davalarının ise otuz günlük hak düşürücü süre içerisinde açılması gerektiğini içtihat etmektedir. Aynı daire tapuya kayıtlı taşınmaz malikine orman kadastrosuna yönelik itiraz davası açmak için bahşedilen on yıllık hak düşürücü sürenin, orman kadastro tutanaklarının kesinleştiği tarihte başlayacağını, tahdidin kesinleşmesinin üzerinden on yıl geçtikten sonra açılacak orman kadastrosuna itiraz davasının dinlenme olanağının bulunmadığını kabul etmektedir.[8]

Hal böyle iken Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun, Yargıtay 20. Hukuk Dairesinden farklı bir bakış açısı ile konuyu ele aldığı görülmektedir.

Nitekim YHGK direnme yoluyla önüne gelen ve 5304 Sayılı Kanun ile değişik 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 4. maddesi uyarınca arazi kadastro ekiplerince orman niteliğiyle tespiti yapılıp kesinleşerek, bu niteliği ile Hazine adına tapuya tescil edilen taşınmaz hakkında kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayalı olarak açılan tapu iptali ve tescil davasında; uyuşmazlığın çözümünde süre yönünden, 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12/3. maddesinde düzenlendiği gibi, zilyetliğe ya da tapuya dayalı olarak 10 yıllık hak düşürücü süre içinde dava açılabileceği hükmünün mü, yoksa 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 11/1.maddesi uyarınca, ancak tapuya dayalı olarak dava açılabileceği hükmünün mü dikkate alınması gerektiği hususunu ayrıntılı olarak irdelemiş ve netice olarak 5304 sayılı Kanun ile değişik 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 4.maddesi uyarınca orman tahdit sınırlarının belirlendiği durumlarda, tapu tapuya dayalı olsun veya olmasın, hakları muhtel olanların aynı Kanun’un 12/3. maddesinde tanınan 10 yıllık hak düşürücü süre içerisinde kadastrodan önceki sebeplere dayalı olarak dava açabileceğini içtihat etmiştir.[9]

Öte yandan YHGK, 10 yıllık dava açma süresinin kadastro tespit tutanağının kesinleştiği tarihten önceki nedenlere dayanılması durumunda geçerli olduğunu kabul etmekte; buna karşılık kadastro tutanağının kesinleştiği tarihten sonraki nedenlere (örneğin sonradan yapılıp kesinleşen orman kadastrosuna dayanılarak) dava açılması durumunda ise 10 yıllık hak düşürücü sürenin söz konusu olmayacağını içtihat etmektedir. Hukuk Genel Kurulunun, yasalarımızda tutanakların kesinleştiği tarihten sonraki nedenlere dayanılarak dava açılamayacağına dair her hangi bir hak düşürücü süre ya da başka bir yasaklayıcı hüküm bulunmadığına yönelik bir saptamada bulunarak böyle bir sonuca ulaştığı görülmektedir. [10]

Öte yandan 6831 sayılı Orman Kanunun 11. Maddesinde öngörülen orman kadastro komisyonunca yapılan ilanın tebliğ hükmünde olduğu ve on yıl geçtikten sonra dava açılamayacağına dair kuralların “ilanen tebliğ sebebiyle orman kadastro komisyonu tarafından yapılan orman sınırı tespitlerinden maliklerin haberdar olmadıkları, bu nedenle anılan tespitlere itiraz edemedikleri, böylelikle itiraz imkânından yoksun olarak kesilenleşen orman kadastro tutanaklarına on yıllık süre geçtikten sonra dava açılamamasının mahkemeye erişim hakkının ve mülkiyet hakkının özüne dokunduğu” gerekçeleri ile Anayasaya aykırı olduğundan bahisle Konya 1. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından itiraz yoluna başvurulmuş ise de, itiraz başvurusunu inceleyen Anayasa Mahkemesi, itiraz konusu kuralların mülkiyet hakkı ve hak arama hürriyetine yönelik bir sınırlama getirdiğini, ancak anılan kuralların kadastro tespitlerine karşı dava açma hakkını tamamen ortadan kaldırmayıp tebligat usulü ve dava açma süresi bakımından bazı sınırlamalar öngördüğünü, bu bakımdan söz konusu kurallarla, mahkemeye erişim hakkının ve mülkiyet hakkının özüne dokunulmadığını kabul ederek, netice olarak orman kadastro komisyonunca yapılan ilanın tebliğ hükmünde olduğu ve on yıl geçtikten sonra dava açılamayacağına dair Orman Kanunu’nun ilgili kurallarının Anayasa’ya aykırı olduğuna ilişkin itirazın reddine karar vermiştir.[11]

E) Yargılama Aşamasında Yapılması Gereken Araştırma

Orman kadastrosuna itiraz davalarında, çekişmeli taşınmazın orman vasfında olup olmadığının tespiti için mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yapılması gerekmektedir.

Uygulamada orman kadastrosuna itiraz davasında görev yapacak bilirkişi heyetinin, halen Tarım ve Orman Bakanlığı ve bağlı birimlerinde görev yapmayan bu konuda uzman yüksek orman mühendisleri arasından seçilecek bir mühendis, bir fen elemanı ve ziraat fakültelerinin toprak bölümünden mezun olan bir ziraat mühendisinden teşekkül ettirildiği görülmektedir.

Yargıtay’ın konu ile ilgili yeknesaklık kazanmış kararlarında, bir yerin orman olup olmadığına yönelik olarak yapılacak araştırma sırasında bir takım ölçütler belirlemiş olduğu görülmektedir. Buna göre;

- Öncelikle çekişmeli taşınmazın bulunduğu bölgeye dair en eski hava fotoğrafları ile bu hava fotoğraflarından yararlanılarak üretilen memleket haritaları ve varsa amenajman planı ve fotogometri yöntemiyle kadastro çalışmalarına altlık olarak düzenlenen kadastro paftasının ilgili kurumlardan getirtilerek, söz konusu belgelerin çekişmeli taşınmaz ile birlikte çevre araziye de uygulanmak suretiyle taşınmazın öncesinin bu belgelerde ne şekilde nitelendirildiğinin belirlenmesi gerekmektedir.

- Yine çekişmeli taşınmazın 3116, 4785 ve 5658 sayılı Kanunlar karşısındaki durumu saptanmalı, bu saptama yapıldıktan sonra Tapu ve zilyetlikle ormandan toprak kazanma olanağı sağlayan 3402 sayılı Kanunun 45. maddesinin ilgili fıkraları, Anayasa Mahkemesinin 01.06.1988 gün ve 31/13 E.-K.; 14.03.1989 gün ve 35/13 E.-K. ve 13.06.1989 gün ve 7/25 E.-K. sayılı kararları ile iptal edilmiş ve kalan fıkraları da 03.03.2005 gününde yürürlüğe giren 5304 sayılı Kanunun 14. maddesi ile yürürlükten kaldırılmış olduğundan, bu yollarla ormandan yer kazanılamayacağı, öncesi orman olan bir yerin üzerindeki orman bitki örtüsü yok edilmiş olsa dahi, salt orman toprağının orman sayılan yer olduğu gözden uzak tutulmaması gerekmektedir.

- Ayrıca çekişmeli taşınmazın toprak yapısı, eğimi, bitki örtüsü ve çevresi incelenmelidir.

- Fen ve uzman orman bilirkişileri eliyle taşınmazın konumunu gösteren orijinal-renkli (renkli fotokopi) memleket haritası ve hava fotoğrafının ölçeği kadastro paftası ölçeğine, yine kadastro paftası ölçeği de memleket haritası ve hava fotoğrafı ölçeğine çevrildikten sonra, bu haritalar komşu ve yakın komşu parselleri de içine alacak şekilde birbiri üzerine aplike edilmek suretiyle, çekişmeli taşınmazın konumunu çevre parsellerle birlikte aynı haritalar üzerinde gösterecekleri yalnız büro incelemesine değil, uygulamaya ve araştırmaya dayalı, bilirkişilerin onayını taşıyan krokili bilimsel verileri bulunan yeterli rapor alınmalıdır.

- Bilirkişilere hava fotoğrafları ve dayanağı haritaları stereoskop aletiyle ve üç boyutlu olarak incelettirilmeli, hazırlanacak raporda taşınmazın niteliğinin bu belgelerde ne şekilde görüldüğü, taşınmaz üzerinde bulunan bitki örtüsünün niteliği, ağaçların yaşları ve dağılımları ile ilgili açıklama yapmaları istenmelidir.[12]

- Son olarak çekişmeli taşınmazın 6831 sayılı Kanunun 17/2. maddesine göre orman içi açıklığı olup olmadığının ayrıca belirlenmesi gerekmektedir.[13]

İnceleme ve araştırmasını tamamlayan mahkemece, sadece orman kadastrosuna (tahdide) itirazın kabulüne ya da reddine dair hüküm tesis edilebilecek, buna karşılık tescil kararı verilemeyecektir. Diğer bir ifadeyle taşınmazın tescili için ilgilisince genel mahkemelerde ayrıca bir tescil davasının açılması gerekecektir.

Yeri gelmişken orman kadastro harita ve tutanakları ile aplikasyon harita ve tutanaklarının birbiri ile çelişmesi halinde orman sınırlarının ne şekilde belirleneceği sorusuna da cevap vermek gerekir. Yargıtay, böyle bir durumda orman kadastro haritası ve aplikasyon haritalarına değil, ilk orman kadastrosuna ait tutanaklarda tarif edilen orman sınır noktaları ve tutanaklarda yazılı sınırlara değer verilerek orman sınırlarının belirlenmesi gerektiğini içtihat etmektedir.[14]

Çalışmamızın bu bölümünde, bir taşınmazın tesis kadastrosuna yönelik olarak açılan kadastro tespitine itiraz davası sonucunda taşınmaz hakkında verilen ve kesinleşen mahkeme kararının; aynı taşınmaza yönelik olarak sonradan yapılan orman kadastrosu işlemine olan etkisinin üzerinde ayrıca durulacaktır.

İlk ihtimale göre, tesis kadastrosuna yönelik olarak açılan itiraz davası sonucunda verilen ve kesinleşen mahkeme kararı ile orman vasfında olduğu tespit edilen bir taşınmazın, çok sonraki bir tarihte yapılan orman kadastrosu ile orman sınırına çıkarılması mümkün olabilecek midir?

Hemen ifade edelim ki Yargıtay, orman kadastrosunca yapılan orman sınırlandırılmasına yönelik işlemin idarenin tek yanlı tasarrufunu içeren bir işlem olduğunu, bu işlem ile kesinleşen mahkeme ilamlarının doğurduğu hukuki sonuçların ortadan kaldırılmasının mümkün olmadığını kabul etmektedir. Buna göre taşınmazın kesinleşen mahkeme kararı ile orman sınırı içerisine alınmasından çok sonra yapılan orman kadastrosu ile orman sınırı dışarısına çıkarılması işlemine hukuken değer verilemeyecektir.[15]

Aynı sonuç, ikinci ihtimal olan kesinleşmiş mahkeme kararı ile orman vasfında olmadığı tespit edilen bir taşınmazın, çok sonraki bir tarihte yapılan orman kadastrosu ile orman olarak sınırlandırılması bakımından da geçerli olacak, sonradan yapılan orman kadastrosu işlemi geçersiz sayılacaktır.

Nitekim YHGK.’nın da direnme yoluyla önüne gelen benzer bir uyuşmazlığı, kadastro mahkemesince taşınmazın tespit dışı bırakması işleminin kadastro işlemi niteliğinde olup olmadığı ile bu yerin sonradan ikinci kez kadastrosunun yapılıp yapılamayacağı sorularını cevaplandırmak suretiyle çözüme kavuşturduğu görülmektedir. Anılan kararda 6831 sayılı Orman Kanunu'na Göre Orman Kadastrosu ve Aynı Kanunun 2/B maddesinin Uygulanması Hakkında Yönetmelik'in 23. Maddesi uyarınca önceden kesinleşmiş mahkeme kararıyla orman olduğu saptanan yerlerin orman olarak sınırlandırılmasının zorunlu olduğu, zira kadastro sırasında bir yerin mahkeme kararı ile tespit dışı bırakılmasının da bir tesis kadastro işlemi olarak kabul edilmesi gerektiği vurgulanmış, netice olarak orman kadastrosunca sonraki bir tarihte gerçekleştirilen ve ikinci kadastro niteliği taşıyan orman kadastrosunca yapılan orman sınırlandırılması işleminin 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 22/1. maddesi uyarınca yok hükmünde olduğu içtihat edilmiştir.[16]

Öte yandan bir başka ihtimal olan, tesis kadastrosuna yönelik açılan tespite itiraz davası soncunda verilen ve taşınmazın niteliğini belirleyen kesinleşmiş mahkeme kararının, sonradan açılan ve derdest olan orman kadastrosuna itiraz davası ya da tapusuz taşınmaz zilyedi tarafından açılan tescil davası bakımından kesin hüküm teşkil edip etmeyeceğinin üzerinde durulması gerekmektedir.

Yargıtay’a göre, kesinleşen tesis kadastrosuna itiraz davasının tarafları ile görülmekte olan orman kadastrosuna itiraz davasının tarafları, hukuki sebepleri ve konusu aynı ise, ilk karar, görülmekte olan dava bakımından kesin hüküm teşkil edecektir. Diğer bir ifadeyle kesinleşen hüküm, derdest davanın taraflarını hukuken bağlayacaktır.[17]

F) ORMAN KADASTROSUNA İTİRAZ DAVALARINDA ÖZEL NİTELİK ARZ EDEN HALLER

aa)Tahdidin aplikasyonu

Bu bölümde uygulamada en çok karıştırılan hususlardan birisi olan kesinleşen orman kadastrosuna yönelik olarak sonradan yapılan “tahdidin aplikasyonu” işleminin hukuki niteliği ile bu işlemin taşınmazını orman vasfından çıkarmak isteyen malike bu hususta yeni bir dava açma hakkı verip vermeyeceği hususunu irdeleyeceğiz.

Orman tahdidinin aplikasyonuna yönelik düzenleme 6831 Sayılı Orman Kanunun 9/5. Maddesinde yer almaktadır. Anılan maddede, orman tahdidi veya kadastrosu yapılıp ilân edilerek kesinleşmiş yerlerde, vasıf ve mülkiyet değişikliği dışında aplikasyon, ölçü, çizim ve hesaplamalardan kaynaklanan yüzölçümü ve fennî hataların tespit edilmesi halinde, bu hataların Orman Genel Müdürlüğünün bilgisi ve denetimi altında orman kadastro komisyonlarınca düzeltileceği, bu düzeltme işlemlerinin de en son ilan edilen çalışma esas alınarak yapılacağı düzenlenmiştir.

Diğer yandan 20.11.2012 tarihli ve 28473 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Orman Kadastrosu ve 2/B Uygulama Yönetmeliğinin “Tanımlar ve kısaltmalar” başlıklı 4. Maddesinin 1 fıkrasının (c) bendinde Aplikasyon, “bir teknik ya da hukuki harita veya belgenin teknik eleman ya da elemanlarca zemine uygulanması işlemi” olarak tanımlanmıştır.

Buna göre aplikasyon işlemi, yeni bir kadastro işlemi olmayıp, kesinleşen orman kadastrosunda yazılı orman sınır noktalarının yenilenmesi, başka anlatımla güncelleştirilmesine yönelik bir işlemdir.

Bir taşınmazın kesinleşen orman kadastrosu sonucunda orman tahdit sınırı içerisine alınmasından çok sonra mezkur orman tahdidinin aplikasyon işleminin yapılması durumunda, bu aplikasyon işlemi taşınmaz malikine, taşınmazını orman sınırı dışarısına çıkarmak yönünde yeni bir dava açma hakkı bahşetmeyecektir. Zira burada önemli olan husus, ilk orman kadastrosuna itiraz için hak düşürücü sürenin dolup dolmadığıdır. Şayet dava açma süresi dolmuş ve orman kadastrosu kesinleşmiş ise, bu tarihten sonra mezkûr orman tahdidine yönelik yapılacak aplikasyon çalışmasının, gerek 02.09.1986 tarihinde yürürlüğe giren 6831 sayılı Kanunun 2/B madde Uygulaması Hakkında Yönetmeliğin 44. Maddesi ve gerekse 25523 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak 15.07.2004 tarihinde yürürlüğe giren Yönetmeliğin 43 ve devamı maddeleri uyarınca taşınmaz malikine yeni bir dava hakkı vermesi söz konusu olmayacaktır. Yargıtay’ın görüşü de bu yöndedir.[18]

bb)Orman içi açıklık kavramı

20.11.2012 tarihli ve 28473 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Orman Kadastrosu ve 2/B Uygulama Yönetmeliğinin 14. Maddesinin 1. fıkrasının (s) bendinde Orman içi açıklık, “Orman içinde kültür arazileri dışında, insan müdahalesi olmaksızın kendiliğinden oluşan, doğal olarak ağaç ve ağaççık içermeyen, genel olarak otsu bitki ve bazı durumlarda yer yer odunsu bitkiler içeren alanlar” olarak tanımlanmıştır.

6831 sayılı Kanunun 17/2. Maddesinde ise orman içi açıklık niteliğinde olan yerlerin de orman sayılan yerlerden olduğu kabul edilmiştir. Bu kapsamda 20.11.2012 günlü Resmî Gazetede yayımlanan Orman Kadastro Yönetmeliğinin 16.maddesinin 1. Fıkrasının (i) bendi uyarınca, orman içi açıklık olan yerlerin orman olarak sınırlandırılması zorunludur.[19]

cc)Orman kadastrosunun ikinci kadastro sayılıp sayılmayacağı

Bu bölümde, bir çalışma bölgesinde genel arazi kadastrosu yapılmasından sonra gerçekleştirilen orman kadastrosunun ikinci kadastro sayılıp sayılmadığı üzerinde durulacaktır. Diğer bir ifade ile arazi kadastrosu yapılıp kişiler adına tapu kaydı oluşturulduktan sonra, aynı yerde yapılan orman kadastrosu ile bu yerlerin orman olarak sınırlandırılması halinde bu yerler orman toprağı sayılacak mıdır?

İkinci kadastro olgusu, 3402 sayılı Kanunun “Evvelce kadastrosu yapılan yerler” başlıklı 22. Maddesinin 1. Fıkrasında düzenlenmiştir.[20]

Mezkûr madde uyarınca, aynı kanunun 22/2 a ve b maddelerinde yer alan istisnalar hariç kalmak üzere, önceden kadastro veya tapulaması yapılmış olan yerlerin yeniden kadastrosu yapılamayacaktır. Bu maddeye aykırı olarak yapılan ikinci kadastro bütün sonuçları hükümsüz sayılacaktır.

Hal böyle iken 3402 sayılı Kanuna 12/7/2013 tarih ve 6495 sayılı kanunun 31 maddesi EK MADDE 5 eklenmiş, bu madde ile kadastrosu veya tapulaması tamamlanan çalışma alanlarında, orman kadastrosu ya da tahdidi yapılmamış ormanların kadastro kanununun 4 ve 39. Maddeleri uyarınca kadastroya tabi tutulabileceği düzenlenmiştir. Bu madde kapsamında genel arazi kadastrosunca yapılacak orman kadastro işlemi ikinci kadastro sayılmayacaktır.

Hemen ifade edelim ki Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin ikinci kadastro olgusunu iki ayrı perspektiften ele aldığı görülmektedir.

İlk perspektifte Daire, kesinleşen orman kadastrosu sonucunda orman olduğu belirlenen bir taşınmazın, orman olduğu göz önünde bulundurulmadan sonraki bir tarihte arazi kadastro ekiplerince hata ile ikinci kere kadastrosunun yapılıp yeniden tapuya tescil edilmesi durumunda, ikinci kadastronun 3402 sayılı Kanununun 22/1. maddesi hükmüne göre bütün sonuçlarıyla hükümsüz sayılacağı görüşündedir.[21] Bu kabule göre, evveli orman olan bir taşınmazın sonradan arazi kadastrosu ile tapuya bağlanması işlemi yolsuz tescil sayılmakta, bu şekilde oluşturulan sicil kaydının malikine hiç bir zaman mülkiyet hakkı kazandırmayacağı ve başlangıçtan itibaren yolsuz ve geçersiz olan tapu kaydının T.M.K.’nın 1026. maddesi gereğince hiç bir süreye bağlı kalmadan her zaman iptaline karar verilebileceği sonucuna ulaşılmaktadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun bu konuda Yargıtay 20. Hukuk Dairesi ile benzer görüşte olduğu görülmektedir.[22]

İkinci perspektifte Daire, genel kadastro işleminden sonra yapılan orman kadastrosu işleminin ikinci kadastro sayılmayacağını kabul etmektedir.[23] Her ne kadar ikinci kadastronun istisnalarını düzenleyen 3402 sayılı Kanunun 22/2 a ve b bentlerinde bu yönde hüküm bulunmasa dahi Dairenin, orman kadastrosu işlemleri bakımından 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 3402 sayılı Kadastro Kanununa göre özel kanun olması, orman kadastrosunun özel ve teknik bilgi gerektiren işlerden olması ve 6831 sayılı Kanunun orman kadastrosunun orman kadastrosu komisyonları tarafından yapılacağına dair düzenlemelerini gözetmek suretiyle böyle bir sonuca ulaştığı görülmektedir.

Bu kapsamda Daire, kesinleşen orman kadastrosuna dayalı tapu iptali ve tescil davasına yönelik olarak yapmış olduğu temyiz incelemesinde, 1979 yılında yapılıp kesinleşen genel arazi kadastrosu sonucunda tarla vasfı ile gerçek kişi adına oluşturulan tapu kaydının, çekişmeli taşınmazın bulunduğu yörede 2012 tarihinde ilan edilip kesinleşen orman kadastrosu sonucunda kısmen orman tahdidi içinde kalan yerlerden olduğu gerekçesiyle verilen tapu iptal kararını onamıştır.[24]Bu kararı ile Yargıtay, genel arazi kadastrosundan sonra yapılan orman kadastrosunu ikinci kadastro saymamış, kesinleşen orman kadastrosuna değer vererek hüküm kurmuştur.[25]

Hal böyle iken Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun, arazi kadastrosundan sonra yapılan orman kadastrosunun akıbeti ile ilgili olarak Yargıtay 20. Hukuk Dairesinden farklı bir bakış açısı ile konuyu ele aldığı görülmektedir. Nitekim YHGK direnme yoluyla önüne gelen ve arazi kadastrosundan sonra yapılıp kesinleşen orman kadastrosunun ikinci kadastro niteliğinde olup olmadığına yönelik bir uyuşmazlık ile ilgili olarak; arazi kadastrosunun kesinleşmesinden sonra yapılan orman kadastrosunun 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 22/1 maddesi uyarınca ikinci kadastro niteliğinde olduğunu ve bu kadastronun yok hükmünde olup bütün sonuçlarıyla geçersiz olduğuna oy çokluğu ile karar vermiştir.[26]

YHGK.’nun anılan kararı, bir bölgede arazi kadastrosu yapılıp kesinleştikten sonra yapılan orman kadastrosu ile belirlenen orman tahdit hattının, önceden yapılan arazi kadastrosu parselleri ile çakışan kısımlarının ikinci kadastro mahiyetinde olması sebebiyle hükümsüz sayılmasını sonuçlamaktadır. Bu durumda hazine ya da orman yönetimince taşınmazın orman vasfında olduğu iddiası ile açılmış bulunan tapu iptal ve tescil davalarında, çekişmeli taşınmazın öncesinin orman sayılan yerlerden olup olmadığı hususunun, çekişmeli taşınmaz yönünden 3402 sayılı Kanunun 22/1 maddesi uyarınca hükümsüz sayılan orman kadastro tutanak ve haritasına göre değil, klasik orman araştırması yapılmak (memleket haritası, amenajman planı ve eski tarihli hava fotoğrafları değerlendirilmek) suretiyle belirlenmesi gerektiği söylenebilecektir.[27]

YHGK.’nun az yukarıda incelemesi yapılan ve tespit edebildiğimiz kadarı ile bu alanda tek olan 13.02.2013 tarihli kararı sonrasında, Yargıtay 20. HD.’nin içtihat değişikliğine gitmediği, aksine istikrarlı bir şekilde genel arazi kadastrosundan sonra yapılan orman kadastrosunun ikinci kadastro sayılmadığına yönelik kararlar vermeye (bakınız: Dairenin 25.03.2015 tarih ve 2014/9503 E. , 2015/2051 K. Sayılı kararı) devam ettiği görülmektedir.

dd)Yargılama giderleri

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun “Yargılama giderlerinden sorumluluk” başlıklı 326. Maddesinin 1. Fıkrasında “ Kanunda yazılı hâller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.” düzenlemesi bulunmaktadır.

Buna göre gerçek ve ya tüzel kişi tarafından açılan orman kadastrosuna itiraz davasında, iş bu davanın kabul ile sonuçlanması durumunda yargılama giderinden sorumluluk davada haksız çıkan davalı kuruma ait olacaktır. Diğer bir ihtimal olan davanın reddi halinde ise yapılan yargılama giderleri davacı üzerinde bırakılacaktır.

Hal böyle iken Devlet veya diğer kamu kurum ve kuruluşları tarafından kayıt lehtarına karşı açılan orman kadastrosuna itiraz davalarında yargılama giderlerinden sorumluluk bakımından yukarıda açıklanan ana kuraldan ayrıksı bir durum söz konusudur. Buna göre 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 sayılı Kanunun 16. maddesiyle 3402 sayılı Kanuna eklenen 36/A maddesi ile “ "Kadastro işlemi ile oluşan tespit ve kayıtların iptali için Devlet veya diğer kamu kurum ve kuruluşları tarafından kayıt lehtarına karşı kadastro mahkemeleri ile genel mahkemelerde açılan davalarda davalı aleyhine vekâlet ücreti dahil, yargılama giderine hükmolunmaz.” düzenlemesi getirilmiştir. Bu düzenleme uyarınca, devlet veya diğer kamu kurum ve kuruluşları tarafından kayıt lehtarı (gerçek ya da tüzel kişi) aleyhine açılan orman kadastrosuna itiraz davası kabul ile sonuçlanmış olsa dahi, yargılama giderleri davacı üzerinde bırakılacak, ayrıca davacı yararına vekâlet ücretine de hükmedilemeyecektir.

Yine aynı Kanuna 17. madde ile eklenen geçici 11. maddesi uyarınca, 36/A maddesi hükmü, henüz infaz edilmemiş yargı kararlarındaki vekâlet ücreti dâhil yargılama giderleri için de uygulanacaktır.

ee)Kanun yoluna başvurma;

6100 sayılı HMK. Sistematiğinde, kural olarak belli parasal miktarı aşan davalar bakımından istinaf ve temyiz yoluna başvurulabilmesi esası benimsenmiş bulunmaktadır.

Genel kural bu olmakla beraber kanun koyucu, orman kadastrosuna itiraz davalarının da içerisinde bulunduğu bir kısım davalar bakımından, anılan genel düzenlemeden ayrıksı bir düzenleme öngörmüştür. Buna göre 22.07.2020 tarih ve 7251 sayılı kanunun 53. Maddesi ile 3402 sayılı Kanuna eklenen Ek Madde 6 ile, Kadastro mahkemesinin veya otuz günlük askı ilan süresinden sonra, kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılan davalarda genel mahkemelerin verdiği kararlar ile orman kadastrosuna ilişkin davalarda bu mahkemelerce verilen kararlara karşı, miktar veya değere bakılmaksızın 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerine göre istinaf veya temyiz kanun yoluna başvurulabileceği düzenlenmiştir.

Anılan düzenleme ile çekişmeli taşınmazın niteliğine yönelik mülkiyet uyuşmazlığının sadece ilk derece mahkemesince değil, istinaf ya da temyiz mahkemelerince de incelenmek suretiyle çözümlenmesinin amaçlandığı görülmektedir.

----------------------

[1] Yargıtay 16. Hukuk Dairesi, 23.10.2020 tarih 2020/8778 E. , 2020/4668 K. , UYAP.

[2] 6831 Sayılı Kanun Madde 2 – (Değişik : 5/6/1986 - 3302/1 md.) : “Orman sayılan yerlerden: A) Öncelikle orman içindeki köyler halkının kısmen veya tamamen yerleştirilmesi maksadıyla, orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen aksine tarım alanlarına dönüştürülmesinde yarar olduğu tespit edilen yerler ile halen orman rejimi içinde bulunan funda ve makilerle örtülü yerlerden tarım alanlarına dönüştürülmesinde yarar olduğu tespit edilen yerler, B) 31/12/1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş yerlerden; tarla, bağ, bahçe, meyvelik, zeytinlik, fındıklık, fıstıklık (antep fıstığı, çam fıstığı) gibi çeşitli tarım alanları veya otlak, kışlak, yaylak gibi hayvancılıkta kullanılmasında yarar olduğu tespit edilen araziler ile şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerleşim alanları, Orman sınırları dışına çıkartılır. Orman sınırları dışına çıkartılan bu yerler Devlete ait ise Hazine adına, hükmi şahsiyeti haiz amme müesseselerine ait ise bu müesseseler adına, hususi orman ise sahipleri adına orman sınırları dışına çıkartılır. Uygulama kesinleştikten sonra tapuda kesin tashih ve tescil işlemi yapılır. Bu yerler dışında orman sınırlarında hiçbir suretle daraltma yapılamaz .”

[3] Yargıtay 20. Hukuk Dairesi 29.09.2010 gün ve 2010/9736 E. –11480 K. , UYAP.

[4] KOÇAK, Hüseyin. Orman Kadastrosunun Kadastro Müdürlüğü Tarafından Yapılması.s.1, hkocak@tkgm.gov.tr

[5] F. DÖNER, F. ÖZDEMİR, Orman Kadastrosu Çalışmalarında Ölçme İşleri, s.1 ,http://eski.hkmo.org.tr/resimler/ekler/b9eb32a5bfa21ab_ek.pdf

[6] KOÇAK, Hüseyin. Orman Kadastrosu ve 2/B Çalışmaları. 2020, Legal Kitap Evi. s.13

[7] AYAN, Mehmet. Kadastro Mahkemesi, s: 222- https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/262115- Erişim tarihi: 10.12.2020

[8] “…Orman sınırlandırma işlemlerine karşı ilgilileri tarafından açılacak davalar için tanınmış olan süreler, hak düşürücü sürelerdir. Kadastro Yasalarındaki hak düşürücü sürelerin kabulünden amaç kamu düzenini korumaktır. Hak düşürücü süre ile mülkiyet hakkı değil hak arama özgürlüğü belli bir süre ile sınırlandırılmıştır. Bu sürelerin doğrudan doğruya kamu düzenini ilgilendirmeleri nedeniyle davanın hangi aşamasında olursa olsun mahkemece kendiliğinden gözetilmeleri gerekir. (Yargıtay 20. Hukuk Dairesi’nin 29.09.2010 gün ve 2010/9736 E. –11480 K. Sayılı) - Orman kadastrosunun kesinleşmesinden yıllar sonra yapılan arazi kadastrosu sırasında kesinleşen ancak tapuya tescil edilmediği için hakkında 3402 sayılı Yasa'nın 22/4. maddesi gereğince işlem yapılmayan orman nitelikli taşınmaz hakkında kesinleşen orman kadastrosu esas alınarak 3402 sayılı Yasa'nın 1. maddesi gereğince kadastro paftası üzerinde sınırları gösterilerek kadastral çap oluşturulup, tapuya tescil edilmesi amacı ile tespit tutanağı düzenlenmiş olmasının davacıya yeni bir dava hakkı vermeyeceğinden dinlenme olanağı bulunmayan davanın reddine karar verilmesi gerekirken, kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır Yargıtay 20. Hukuk Dairesi 17.12.2007 gün, 2007/16709 E.- 2007/16597 K. , UYAP.

[9] “…Öyle ise, 5304 sayılı Kanun ile değişik 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 4.maddesi uyarınca orman tahdit sınırları belirlenmişse, uygulanacak usul, askı ilanı ve hak düşürücü süreler yönünden de 3402 sayılı Kadastro Kanunu hükümleri uygulanacaktır. Davacı yan, 3402 sayılı Kanun uyarınca 30 günlük itiraz süresi içerisinde tutanağa karşı dava açabileceğine göre, bu süre geçtikten sonra da tapuya dayalı olsun veya olmasın, aynı Kanun’un 12/3.maddesinde tanınan 10 yıllık hak düşürücü süre içerisinde kadastrodan önceki sebeplere dayalı olarak dava açabilecektir. Bu husus Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 11.11.2006 tarih, 2006/20-619 esas, 2006/665 karar sayılı ilamında da benimsenmiştir…”, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2013/559 E. , 2014/123 K., UYAP.

[10] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 29.04.2011 gün, 2011/20-16 E. , 2011/233 K., UYAP.

[11] Anayasa Mahkemesi 20.12.2018 gün, 2018/33 E.,2018/113 K., https://www.anayasa.gov.tr/media/5183/2018-113.pdf)

[12] Yargıtay 20. Hukuk Dairesi 12.02.2020 gün, 2017/700 E. , 2020/644 K., UYAP.

[13] Yargıtay 20. Hukuk Dairesi 20.02.2020 gün, 2017/8217 E. , 2020/915 K., UYAP.

[14] Yargıtay 20. Hukuk Dairesi 12.02.2020 gün, 2017/7922 E. , 2020/666 K., UYAP.

[15] “…Tüm bunlar dışında Anayasanın 138/4. madde ve fıkrasında; "Yasama ve yürütme organlarıyla idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır, bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez" hükmüne yer verilmiştir. Yapılan orman kadastro çalışmaları sırasında, dayanan taraf mahkeme ilamını sunmak suretiyle işlem yapılmasını sağlama olanağı olduğu veya 3302 ve 3373 sayılı Yasalarla değişik 6831 sayılı Yasanın 11. maddesinde öngörülen süreler içinde kesinleşen ilama dayanılarak dava açması mümkün bulunduğu varsayımı doğru olduğu kadar, hiçbir hakkın sınırsız kullanılamayacağı ilkesi de hiç şüphesiz doğrudur. Tüm bunlara bağlı olarak kesinleşen mahkeme kararından sonra 08.07.1970 tarihinde kesinleşen orman kadastrosunca yapılan orman sınırlandırmasında uyuşmazlık konusu taşınmazlar orman sayılmayan bir iç parsel olarak bırakılmış olması da bir gerçektir. Ama, her şeye karşın bütün bu olgular, az önce açıklanan ve belirlenen mahkeme ilamlarının niteliğini/kesin hüküm oluşturma özelliğini ve hukuki bağlayıcılığını ortadan kaldırma sonucunu doğurmaz. Aksi halde kesinleşen mahkeme ilamlarının doğurduğu hukuki sonuçlar tartışma konusu yapılmış sayılır. Bundan başka orman kadastrosunca yapılan işlem idarenin tek yanlı tasarrufunu içeren bir işlem olup idari işlemle; kesinleşen mahkeme ilamlarının doğurduğu hukuki sonuçların da ortadan kaldırılması sonucuna varılır ki, bu son derece ciddi bir konudur. En azından bu husus vatandaşın yargıya olan güvenini azaltır. Olaya tersinden bakıldığında yani davacının Orman Yönetimi yerine gerçek şahıs olduğu gözetildiğinde olayın ciddiyetinin daha açık anlaşılacağı ayrı bir olgudur… Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 27.01.2005 gün, 2005/9023 E., 2005/425 K. ,UYAP

[16] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 15.03.2006 gün, 2006/8-106 E., 2006/68 K., UYAP.

[17] “…Somut olayda; taşınmazın niteliğini belirleyen ve kesinleşen mahkeme kararına değer verilmesi gerekip gerekmeyeceği uyuşmazlık konusu teşkil etmektedir. Gezici Arazi Kadastro Mahkemesine konu olan davanın tarafları ile derdest dosyanın tarafları, hukuki sebepleri ve davanın konusu aynı olduğundan HUMK'nın 237. maddesi anlamında taraflar arasında kesin hüküm teşkil ettiğinde duraksamamak gerekir. Bu nedenle, bu hüküm davacı ile davalı Orman Yönetimini hukuken bağlar. Bundan ayrı, 11.12.1959 gün ve 10/12 sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kararıyla, İİK'nın 39 ve BK'nın 135/2. maddeleri gereğince, aynı hakkı geçiren veya aynı hakkın kurulması hükmünü taşıyan ilamların zamanaşımına uğramayacağı açıktır…” , Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 27.01.2005 gün 2005/9023 E. , 2005/425 K., UYAP.

[18] Yargıtay 20. Hukuk Dairesi 10.02.2020 tarih, 2017/6323 E. , 2020/569 K. , UYAP.

[19] …6831 sayılı Kanunun 17/2. maddesinde açıklanan orman içi açıklık niteliğindeki yerlerle ilgili olarak gerek 26/05/1958 tarihli Orman Tahdit ve Tescil Talimatnamesinde gerekse 25/06/1970 günlü Resmî Gazetede yayımlanan 31/05/1970 gün ve 531 sıra nolu Orman Tahdit ve Tescil Yönetmeliğinin 33/3 ve 19.08.1974 günlü Resmî Gazetede yayımlanan 25/07/1974 tarihli Orman Kadastro Yönetmeliğinin 40/A ve 30.05.1984 günlü Resmî Gazetede yayımlanan Orman Kadastro Yönetmeliğinin 30/1 ve 02.09.1986 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan Orman Kadastro Yönetmeliğinin 23/1 ve 15/07/2004 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan Orman Kadastro Yönetmeliğinin 26/a maddelerinde "... 6831 sayılı Kanunun 17. maddesinde yer alan orman içinde bulunan doğal olarak ağaç ve ağaçcık içermeyen, genel olarak otsu bitki veya bazı durumlarda yer yer odunsu bitkiler içeren açıklıkların orman olarak sınırlandırılacağı" öngörülmüştür. Ayrıca, bu tür taşınmazların öncesinin orman olma zorunluluğu yoktur. Zira, öncesi orman olan ve ormandan açılan taşınmazlar, 6831 sayılı Kanunun 1. maddesi ve Yargıtay uygulamaları gereği oluşan kesin içtihatlara göre zaten orman sayılmaktadır. 17. maddede tanımı yapılan olgu, öncesi orman iken açılan yerlerle beraber ayrıca hangi nedenle olursa olsun orman içi açıklıkların kazanılamayacağı ilkesini içermektedir ve amacı orman bütünlüğünü korumaktır. Bu tür yerlerin 15.07.2004 günlü Resmî Gazetede yayımlanan Orman Kadastrosunun Uygulanması Hakkındaki Yönetmeliğin 26/a maddesi gereğince orman olarak sınırlandırılması gerekir…” , Yargıtay (Kapatılan) 20. Hukuk Dairesi 30.06.2020 gün , 2017/9843 E. , 2020/2262 K., UYAP.

[20] 3402 Sayılı Kanunun 22/1. Maddesi: “ Evvelce tespit, tescil veya sınırlandırma suretiyle kadastro veya tapulaması yapılmış olan yerlerin yeniden kadastrosu yapılamaz. Bu gibi yerler ikinci defa kadastroya tâbi tutulmuşsa, ikinci kadastro bütün sonuçlarıyla hükümsüz sayılır ve Türk Medenî Kanununun 1026 ncı maddesine göre işlem yapılır. Süresinde dava açılmadığı takdirde, ikinci defa yapılan kadastro, tapu sicil müdürlüğünce re’sen iptal edilir.

[21] “…Bu şekilde orman olduğu belirlenen taşınmazın, 1958 yılında orman olduğu gözönünde bulundurulmadan arazi kadastro ekiplerince hata ile ikinci kere kadastrosunun yapılıp yeniden yolsuz olarak (T.M.Y.1025) tapuya tescil edildiği, ancak, 766 sayılı Kanunun 46/2 ve 3402 sayılı Kanununun 22/1. maddesi hükmüne göre ikinci kadastronun bütün sonuçlarıyla hükümsüz sayılması nedeniyle malikine mülkiyet hakkı kazandırmayacağı, T.M.Y.'nın 1026 (İsviçre M.K. 976) maddesi gereğince herhangi bir süreye bağlı kalmaksızın iptal edileceği, somut olayda 3402 sayılı Kanunun 12/3. maddesi hükümlerinin uygulama olanağının bulunmadığı, baştan beri yolsuz tescil niteliğinde oluşturulan sicil kaydının malikine davalıya hiç bir zaman mülkiyet hakkı kazandırmayacağı ve başlangıçtan itibaren yolsuz ve geçersiz olan tapu kaydının iptaline ilişkin mahkeme kararının yenilik doğuran (inşai), mülkiyet hakkını sona erdiren bir hüküm olmayıp, mevcut durumu saptayıp hukuksallaştıran, açıklayıcı, başka bir anlatımla; sicilin oluştuğu tarihten itibaren mülkiyet hakkının doğmadığını, sicilin yolsuz ve geçersiz olduğunu belirleyen bir hüküm olacağı, bu tür kayıtlarda Türk Medeni Kanununun1023 (T.M.Y. 931, İsviçre M.Y. 974) maddesindeki "iyi niyetle edinme" kuralının da uygulanamayacağı gözönünde bulundurularak ulaşılacak sonuca göre bir karar verilmelidir…”, Yargıtay 20. Hukuk Dairesi 13.10.2014 gün, 2014/5260 E. , 2014/8245 K. UYAP. (Yargıtay 20. Hukuk Dairesi 27/03/2012 gün 2011/16300 E. , 2012/4607 K. sayılı kararıyla da benzer sonuca ulaşmaktadır)

[22] “…Dava konusu parsellerin ifraz edildiği 316 sayılı parsel, 1945 yılında yapılıp kesinleşen orman kadastrosu sınırları içinde kaldığı halde, arazi kadastro ekiplerinin bu durumu göz önünde bulundurmadan, hata ile ikinci kere kadastro yapıp yolsuz olarak sicil oluşturmuşlarsa da, 766 Sayılı Yasanın 46/2 ve 3402 Sayılı Yasanın 22/1.maddeleri gereğince ikinci kadastro yolsuz (T.M.Y.nın 1025. md.) ve bütün sonuçlarıyla hükümsüz olması nedeniyle malikine mülkiyet hakkı kazandırmaz. T.M.Y.nın 1026. (E.M.Y.nın 934-İsviçre 976) maddesi gereğince sicilin hiç bir süreye bağlı kalmadan her zaman iptal edilebileceğinden, somut olayda 3402 Sayılı Yasanın 12/3.maddesi hükümlerinin uygulanama olanağı yoktur…” Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 30.01.2013 gün, 2012/20-584 E. , 2013/166 K., UYAP.

[23] Yargıtay 20.Hukuk Dairesi 08.03.1993 gün, 1992/7372 E. 1993/1983 K., UYAP.

[24] Yargıtay 20. Hukuk Dairesi 03.12.2019 gün, 2019/1940 E. , 2019/7092 K., UYAP.

[25] Yargıtay 20. Hukuk Dairesi 10.03.2016 gün, 2015/7094 E. , 2016/3065 K., UYAP. Daire bir diğer kararında, “…Askı ilan süresi içinde itiraz edilmediği için kesinleşen orman kadastrosu sınırları içinde kalan taşınmazın, 10 yıllık hak düşürücü süre içerisinde açılacak tahdidin iptali davası ile orman kadastrosundaki niteliği iptal edilmedikçe orman sayılan yerlerden olduğunun kabulü zorunludur.” içtihadında bulunarak benzer sonuca ulaşmıştır. Yargıtay 20. Hukuk Dairesi 25.03.2015 gün, 2014/9503 E. , 2015/2051 K., UYAP.

[26] “….Hukuk Genel Kurulu'nun çoğunluğunca, 1955 yılında yapılan arazi kadastrosunun kesinleşmesinden sonra yapılan orman kadastrosunun yeni bir kadastro çalışması sayılmasının mümkün olmadığı, arazi kadastrosunun kesinleşip kişiler adına tapuya tescilin sağlanmasından sonra bu taşınmazların orman sayılmasına olanak bulunmadığı, 1978 yılında kesinleşen orman kadastro çalışmasında yapılan orman sınırlandırılması işleminin 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 22/1 maddesi uyarınca ve 766 sayılı Tapulama Kanunu’nun 46. maddesi uyarınca ikinci kadastro niteliğinde olduğundan, yok hükmünde olup bütün sonuçlarıyla geçersiz olduğu kabul edilmiştir….” Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 13.02.2013 gün, 2012/20-586 E. , 2013/227 K., UYAP.

[27] Yargıtay 20. Hukuk Dairesi 25.03.2015 gün 2014/9503 E. , 2015/2051 K. sayılı kararının muhalefet şerhinde bu hususlara vurgu yapılmıştır. UYAP.