Yargı Reformunda Affa Doğru mu?

Abone Ol
Başlangıç cümlesi olsun; hukuk düzeninde samimi olarak iyileşme isteniyorsa, her birey için eşit ve dürüst hukuk güvenliği hakkı sağlanmalı, yargı ve usul kuralları keyfi kullanılmamalı, “terör”, “örgüt” ve “ifade hürriyeti” kavramları üzerinden öngörülen kısıtlamalar kötü uygulanmamalı, “hukuka uygun yol ve yöntemler”, “maddi hakikat ve adalet” konularında korku eşiği aşılmalıdır.

16.04.2015 akşamı bir haber yayıldı ve Sayın Başbakan’ın 17.04.2015 günü öğle saatlerinde 22 maddelik Yargı Reformu Paketi’ni açıklayacağı söylendi. Oysa Meclis, kanun çıkarma faaliyetine son vermişti. 7 Haziran 2015 tarihli Genel Seçim’e de az kalmıştı. Şimdi bu nereden çıktı? Seçim yatırımı mı, yoksa bu paketin ardında başka bir amaç mı var?

Sayın Başbakan’ın konu ile ilgili açıklamalarını dinledik. Kimisi Paketi; genel açıklama ve başlıklardan ibaret olmakla, birkaç konu dikkat çekse de yenilik içermemekle, en önemlisi de yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı sorununa değinmek yerine, yargı erkinin yasama organının denetimi altına alınmaya çalışılması olarak değerlendirdi. Gerçekten de böyle bir hedef ve çalışma varsa bundan, hem “hukuk devleti” ilkesi zarar görür ve hem de “kuvvetler ayrılığı” ilkesinin özü zedelenir. Bu tür düzenlemelerin yaşama şansı da yoktur.

Pakette, genel mahiyette de olsa güzel açıklamalar ve hedefler var. Önemli olan, bunların hayata geçirilmesidir. Çünkü çok gördük; güzel temenniler, ardı ardına çıkarılan kanunlar, fakat uygulamada, altyapıda, istikrar ve yeknesaklık ile elde edilen sonuçlarda sınıfta kaldık. Dünyanın en iyi anayasasını ve kanununu da getirseniz, esas olan nasıl uygulandığıdır.

Türkiye Cumhuriyeti’nde, yargı siyasetin üzerine çıkarılmadıkça yargı mensupları siyasetten uzaklaşmadıkça, yargı rahat bırakılmadıkça, “liyakat esas gerisi hikaye” sözü esas alınmadıkça, “hukuk devleti” ilkesi ve “hukuk güvenliği hakkı” özde benimsenmedikçe, akşam hukuk devleti ile yatıp sabah kanun veya polis devleti ile uyanma korkusu devam ettikçe, ifade hürriyetine sahip olmanın değil, bu hürriyeti kullandıktan sonra sorun yaşanmayacağını ve korku duyulmaması gerektiğini hissettiremedikçe, “hukuk, düzen ve adalet” üçlüsüne olan toplumsal inancı yukarı taşıyamadıkça, ne söylenirse söylensin, ne yazılırsa yazılsın, hangi kanun çıkarılırsa çıkarılsın, toplumsal değerlerin, kişi hak ve hürriyetlerinin temeli olan dürüst yargılanma hakkı yoluyla gerçeğe ulaşmada ve hukukilik denetiminde hedeflenen seviyeye ulaşılamaz.

Bu hedefe, yalnızca kanun çıkarmakla ulaşılamaz. Hukuka ve adalete bakışta zihniyet değişikliği şarttır. Bunun için de toplumda; hukuk bilinci, dürüst yargılanma hakkını ve adaleti isteme ve bu konuda ortak hareket etme duygusu oluşmalıdır. Zorla güzellik olmaz. Önce toplumu oluşturan bireylerin hukuk düzenine inanması ve adaleti istemesi gerekir.
Sayın Başbakan’ın da işaret ettiği gibi, daha çocuk yaşta bireylere hukukun evrensel ilke ve esasları anlatılmalı, öğretilmeli ve uzman kişiler tarafından temel hukuk dersleri verilmelidir.

Ayrıca; yapbozla, paketlerle ve reform sözleri ile hukuk ve yargıda iyileşme sağlanamadığı, aksine istikrarsızlığa, güvensizliğe ve adalette gecikmelere sebebiyet verildiği görülmektedir. “Adalet mülkün temelidir” sözü dillerden düşmez, fakat “geç gelen adalet adalet değildir” sözü daha önemlidir.

Şimdi gelelim sonuca; Sayın Başbakan’ın Yargı Reformu Paketi açıklamalarından hemen sonra “genel af değil ama genişletilmiş af olabilir” sözü söylenmeye başlandı. Oysa Pakette “af” yoktu. Gerçi Pakette; adli kolluk teşkilatının kurulması başta olmak üzere, 100 civarında hukuk fakültesinin öğrenim kalitesi, bu fakültelerden mezun olan hukukçuların nitelikleri, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı sorunlarının nasıl aşılacağı, bu meselenin pratikte nasıl çözüleceği, yasama dokunulmazlığı hariç diğer dokunulmazlıkların kaldırılması gibi sorunlar ile çözüm önerilerinin yer almadığı görülmektedir. Paketten akıllarda, “hukuki himaye sigortası” yani avukatla çalışmanın yaygınlaştırılması, böylece sorunların davaya dönüşmemesi ve avukata ödenecek ücretten dolayı kaygı duyulmaması, avukatla hareket etme kültürünün topluma yerleştirilmesi önerisi kaldı.

Affa gelirsek, eski yazılarımda ifade ettiğim üzere, Türkiye Cumhuriyeti bir aflar ülkesidir. Her af, hukuka ve adalete olan inancı azaltır. Belki yeni Anayasa affın dayanağı olabilir. Esasında bir lütuf olan af, bir görüşe göre itaatsizliğin ödüllendirilmesi ve yeni itaatsizliklere kapı açmaktır. “Türkiye’de yargı hatalı kararlar veriyor” veya “cezaevleri dolup taştı” diyerek affın masumlaştırılmaya çalışılması, en azından “hukuk devleti” ilkesi açısından kabul edilemez. Hukukta; güven, istikrar ve adalete duyulan inanç esastır. Hukuk kurallarına uygun davranan, emir ve yasaklara riayet eden ve cezadan korkan bireyin ödülü de budur.

Bunun karşısında açık veya örtülü affı; bireyi topluma kazandırma, bireyin toplumla barışması, bireyin topluma kazandırılması ve özellikle “siyasi suç” failleri ile kader kurbanlarına yeni bir şans verilmesi olarak savunan karşı görüş de bulunmaktadır.

Belirtmeliyiz ki, Türk Hukuku’nda af kanununun çıkarılması kolay değildir. Anayasa m.87’ye göre af kanunu, ancak 550 milletvekilinin beşte üçünü temsil eden 330 milletvekilinin oluru ile çıkarılabilir. Örtülü af, yani koşullu salıverilmenin genişletilmiş şekli, Meclis toplantısına katılan milletvekillerinin salt çoğunluğu ile kanunlaştırılabilir (Anayasa m.96/1).

Yeni bir açık af, yani genel veya kısmi tam (suçu ve cezayı tüm neticeleri ile ortadan kaldıran) veya özel (sadece mahkumiyete ve infaza son verip suç ve cezanın diğer neticelerinin devam ettiği) af veya örtülü af, yani koşullu salıverilmenin genişletildiği ve affın şartla sağlandığı “af benzeri” diyebileceğimiz kanun çıkarılabilir. Bu kanun, 7 Haziran 2015 sonrasında gündeme gelebilir.

Adında “af” olan bir kanuna siyasetçilerin sıcak bakacağını zannetmiyorum. Bunun üç sebebi vardır; ilki af için nitelikli çoğunluk gerekir. Anayasa m.87’ye göre meclis üye tamsayısının en az beşte üç çoğunluğunun kararıyla genel veya özel affın çıkarılması mümkün olabilir. İkincisi, adına “af” dediğinizde fark gözetmek daha zordur ve affın her suçu kapsaması istenebilir. Bunun adına afta eşitlik denir. Gerçi cezaya göre değil de suça göre çıkarılan aflarda “hukuki eşitlik” gereği bazı suçlarla sınırlı af çıkarılabilir. Hukuki eşitlik, keyfi olmamak kaydıyla sıfattan kaynaklanan sebeple farklı muameleye tabi tutulabilmektir. Üçüncüsü ise, afla kontrolü kaybetmek istemeyen ve bunu halka anlatamayacağını düşünen siyasetçi, affedilenlerin tekrar suç işlemelerinin önüne geçmeyi hedefler. Bu nedenle; genişletilmiş koşullu salıverilme, yani tekrar suç işlememesi kaydıyla affın uygulanması ve suç işlediği anda eski yargılamaya devam edilmesi veya eski cezanın çektirilmesi sistemi tercih edilir. Siyasetçi bu yolla kontrolü kaybetmeyeceğini ve suç işleyenlere şarta bağlı olarak ikinci bir şans verdiğini kamuoyuna açıklama gayretine girer.

Sonuç olarak; adı af veya özel koşullu salıverilme olan bir yöntemin uygulanma ihtimali var gözüküyor, ama bu nasıl ve ne zaman olacak, kamuoyuna nasıl anlatılacak, suça göre uygulama ayrıştırmaya gidilmesi ve adına “genişletilmiş af” denilmesi halinde, bu durum nasıl anlatılacak, hukuka saygı ve bağlılık nasıl sağlanacak? Hangi suçlar af kapsamına alınacak, insana karşı veya devlete karşı suç ne, insana karşı olan ve olmayan suç ne, silahlı terör eylemleri ve terör örgütleri nasıl ayrılacak? Bu ölçüt “eyleme karışmama” olarak belirlenecekse, bunun karşılığı TCK.221’de zaten var. Kasten insan öldürme, yaralama, yağma ve kaçırma gibi eylemlere karışan veya eylemlerden lider veya yönetici olarak sorumlu olanlar ne olacak? Tüm mesele budur. Af bir hak değil lütuftur, çünkü hak olan, dürüst yargılanmaktır ve bunda hata varsa, giderilmesinin yolu olağan ve olağanüstü kanun yollarıdır.

Affın uygulanması ve sonuçları çetindir. Bu çetinliğin direnç noktası, affın mağdurlara ve topluma anlatılabilmesidir. Toplum buna da alışır demek suretiyle sergilenecek tutum, beklenmeyen olumsuz sonuçlara yol açabilir. Af veya af benzeri düzenlemeler mutluluk getirir mi, barış, huzur ve güven ortamını sağlar mı? Bu noktada, bugüne kadar çıkarılan afları ve sonuçlarını değerlendirmek isabetli olacaktır.

Resmi ağızdan “af” veya “özel koşullu salıverilme” gibi kavramlar henüz zikredilmedi, bekleyip göreceğiz. Yeni bir sayfa açılacağı veya yeni bir başlangıca gidileceği mi söylenecek, bu ne zaman söylenecek ve buna inanılacak mı? Muhtemelen seçim öncesinde siyasi partilerin çoğu affı gündeme getirmeyecekler ve seçim sonrasına kadar ajandalarında saklayacaklardır.
 

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)