Eğer hukuk, özü itibariyle özgürlükler, eylemler ve suçlar bakımından tasniflenmiş hayat örüntülerinin, mutabakatlarla üstünde uzlaşma sağlanmış metinlerin toplamıysa, bu örgünün merkezi ana halkası hiç kuşkusuz, düşünce ve ifade özgürlüğüdür. Modern bir hayatın, diğer bir deyişle siyasal modernitenin, hukukla donatılmış bir hayatı talep etmesinin biricik nedeni, düşünce ve ifade özgürlüğünün güvence altına alınmış olmasıdır.
Uygarlığın ve demokratlığın miheng taşı düşünce ve onu ifade etme özgürlüklerinin sınırlarıdır. Düşünce ve ifade özgürlüğünün sınırları, hukukun üstünlüğünün sınırlarıdır aynı zamanda. Düşünce ve ifade özgürlüğü sınırlarına bakmadan, burada tatminkar bir ikna aramadan, hukuk kaidelerinin diğer geri kalan metinleri, hukuk adına pek bir anlam ifade etmezler . Çünkü düşünce ve ifade özgürlüğü, hukukun ruhudur.
İşte bu ruhun ışığında Yargı Reformu Strateji Belgesinde kamuoyu ile paylaşılan metine baktığımızda, öne çıkan, ve üstünde uzun uzun konuşmamızı gerektiren husus düşünce ve ifade özgürlüğüne verilen değerdir.
Geçen hafta mecliste görüşülen, Yargı Reformu Strateji Belgesi kapsamında belirlenen amaç ve hedefler doğrultusunda düzenlemeler içeren Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapan Kanun Teklifi, TBMM Genel Kurulunda kabul edilerek yasalaştı.Teklife göre, haber verme sınırlarını aşmayan veya eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmayacak.
Yargı reformu paketinde yeni ve dikkate değer tek gelişme, düşünce ile suç arasında kurulan haber ve eleştiri dengesidir. Habere sınır koymak ve bu sınırlar dahilinde olan eleştiriyi suç saymamak ilk bakışta sanki hukuki bir ileri adım gibi algılanıyor. Oysa düşünce zaten doğal bir farklılığı içerdiği için, onu haber gibi, sınırlı bir form içine sokmak, her şeyden önce düşünce farklılığını suç olarak varsaymak demektir. Düşünceyi habere koşut bir biçimde konumlandırdığımız zaman, düşünce kendiliğinden ‘’ olağan şüpheli’’ hale gelir. Haber somut bir hadise, düşünce ise esasen soyut kavramsal bir zihin faaliyeti. İkisi arasında bir özdeşlik kurmak bilimsel bir yaklaşım olamaz.
Haber gerçeğin peşine düşer. Haberin görevi, halkı hakikat ile baş başa bırakmaktır. Daha doğrusu kamusal alanda doğru bir yargı, algı ve vicdan için, haber ile ilgili mümkün olan en doğru kaynaklara ulaşmaktır. Haberin biricik amacı onu açıklamaktır. Açıklanmayan bir beyan haber olabilir mi? Eğer bu doğruysa açıklanacak olan ya da zaten açıklanmak için toplanan verilere bir sınır koymak niye? Haberin kendine özgü etik değerleri ve haberi, haber yapan kendi kriterleri var. Ve habercilik işi bütün dünyada meşru bir meslek olarak kabul gördüğüne göre, bu eylemin kendi nüansları var. Aslında burada temel soru şudur; bir haber, haber olmanın temel sınırlarını nasıl aşabilir? Bu sınırı kim hangi kriterler ile tayin edecektir? Haberin iki önemli özelliği yorum ve eleştiri hakları nasıl korunacaktır.
Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç olamayacakmış? Peki, düşünce sadece eleştiriden mi ibarettir. Tam bu noktada, bilimsel tespitler, tanımlamalar ve analizler hangi kapsam içinde değerlendirilecektir?
Türk Ceza Kanunu'nda yer alan hakaret, halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla tehdit, suç işlemeye tahrik, suçu ve suçluyu övme, halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama, kanunlara uymamaya tahrik, cumhurbaşkanına hakaret, devletin egemenlik alametlerini, Türk milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni, kurum ve organlarını aşağılama, silahlı örgüt, halkı askerlikten soğutma suçlarının hangisi yoruma kapalıdır? Hangisi haber değeri taşımıyor ve hangisi yeni bilimsel veriler ile güçlendirilmeye muhtaç değildir? Söz gelimi, hakaret hangi kriterler ile kesin bir içeriğe sahip olmalıdır? Tam da bu noktada eleştiri ve hakaret hangi saikler ile birbirinden farklılaşacak.
Ayrıca, Terörle Mücadele Kanunu'nun, terör örgütlerinin; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösteren, öven, bu yöntemlere başvurmayı teşvik eden bildiri veya açıklamalarını basmak, yayınlamak suçları, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşleri düzenlemek, yönetmek ve katılmak suçları, kanuna aykırı propaganda vasıtaları ve suç işlemeye teşvik ile direnme suçları, gibi suçlar, eğer cebir, şiddet ve eylemli tehdit gibi açık kanıtlanabilir içeriklere sahip değilse, neden düşünce ve ifade özgürlükleri dahilinde tanımlanmıyor?
Yasallaşan ve adına yargı reformu denilen metin, bir yenilik ve özgünlük müjdesi vermiyor.