Makul sürede yargılanma hakkı Anayasa Mahkemesi (AYM) kararlarında adil yargılanma hakkının bir bileşeni olarak değerlendirilmiş ve AYM, Türk yargı sisteminin kronik bir sorunu olan bu hak ile alakalı çok sayıda karar vermiştir. Hatta bazen makul süreye ilişkin dosyalar o derece fazla bir iş yükü oluşturmuştur ki TBMM, birçok açından teknik bir yönü de olan bu tür dosyalarda AYM’nin iş yükünü biraz olsun hafifletmek amacıyla AYM’ye yapılmış makul süre başvurularını sonuçlandırmak üzere Adalet Bakanlığı bünyesinde özel tazminat komisyonu kurulması yoluna gitmiştir.
AYM’nin makul sürede yargılanma hakkı ile ilgili kararları arasında iş uyuşmazlıkları, bu uyuşmazlıkların 4857 sayılı İş Kanunu’nda kısa sürede neticelendirilmesine yönelik kurallar getirilmesi sebebiyle, özellik arz etmektedir. Diğer dosyalara göre daha öncelikli nitelik arz eden bu tür uyuşmazlıklarda, daha az yargılama sürelerinin hakkın ihlaline yol açtığı görülmektedir. Bu makalede AYM Kararlar Bilgi Bankasında[1] yayınlanan iş uyuşmazlıklarına ilişkin kararlar incelenerek bir değerlendirme yapılması amaçlanmıştır.
A. MAKUL SÜREDE YARGILANMA HAKKI
Makul sürede yargılanma hakkı, Anayasa’da açıkça yazılı olmasa da AYM, adil yargılanma hakkını düzenleyen 36. maddesinden hareketle bu hakkın varlığını tespit etmiş ve bu tespitinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 6. Madde ile ilgili yorumundan yararlanmıştır. Ayrıca Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği Anayasa’nın 141. maddesi de makul süre değerlendirilmesinde dikkate alınır, zira bu maddede davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirtilir (Bkz., Güher Ergun ve diğerleri, 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).
Bu hak, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle dava taraflarının uğradıkları manevi baskı ile sıkıntılardan korunmasını amaçlar. Kaldı ki yargılamanın uzaması, yargılama neticesinde elde edilecek yararı da ortadan kaldıracak veya anlamsız kılabilecektir. Bu durum aynı zamanda kamunun yargısal sisteme olan güvenine de zarar verir. Yargılama süresinin makullüğü değerlendirmesinde her olayın kendine özgü koşulları içinde ele alınıp bir sonuca varılması gerekir (Bkz., Murat Gedik, 2014/1981, 18/9/2014, § 49).
AYM birçok kararında 4857 ve 6100 sayılı Kanunlarda yer verilen usul hükümlerine göre yürütülen iş uyuşmazlıklarına dair yargılamaların, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunu belirtmiştir (Bkz., Murat Gedik, § 47).
B. İş Uyuşmazlıklarının Niteliği
AYM’ye göre iş mahkemeleri, işçiyle işveren veya işveren vekili arasında iş akdinden veya İş Kanunu’na dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıkları çözmekle görevli olup bu uyuşmazlıkların çözümünün derhal gerçekleştirilmesi konusunda çalışanın önemli bir kişisel yararı vardır. Bu sebepten kanun koyucu, iş davalarının, konunun uzmanı mahkemelerce mümkün olduğunca hızlı, basit ve ucuz bir biçimde sonuçlandırılması için iş mahkemelerini oluşturmuştur. Zira özellikle işe iade davalarında yargılamanın süresi, bir an önce eski işine dönme beklentisi taşıyan ve bu yüzden yeni bir işe başlamakta tereddüt eden işçi açısından olduğu kadar sözleşmesini feshettiği işçi yerine yeni bir işçi istihdam ederek iş organizasyonunu tamamlamak isteyen işveren açısından da önemlidir. Bir başka anlatımla iş sözleşmesinin feshine ilişkin uyuşmazlıkların kısa sürede sonuçlandırılması hem çalışan hem de işverenin yararınadır (Nesrin Kılıç, 2013/772, 7/11/2013, § 60). Bir başka kararında AYM, iş uyuşmazlıklarının hızla sonuçlandırılmasının gerek bireylerin ekonomik geleceği gerek çalışma barışı açısından önem arz ettiğini söyleyip iş uyuşmazlıklarının ivedilikle çözülmesi hususunda yargı organlarının özel bir itina göstermesi gerektiğini vurgulamıştır (Mecit Sertel, 2014/4624, 22/6/2015, § 29).
Bu çerçevede 4857 sayılı Kanun’un 20. maddesine göre işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesi, işveren tarafından feshedilirse işçi, bu feshin geçerli nedene dayanmadığı iddiasıyla feshin kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren 1 aylık hak düşürücü süre içinde iş mahkemesinde feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iade davası açabilmekte, bu dava seri muhakeme usulüyle mahkemelerce iki ay içinde; bu davaların temyiz incelemesinin de bir ay içinde sonuçlandırılması gerekmektedir. Ancak AYM’ye göre bu maddede öngörülen süreler mahkemelere yönelik olup düzenleyici niteliktedir ve hak düşürücü nitelikte değildir. Dolayısıyla bu sürelerden sonra da olsa mahkemelerin verdikleri kararlar geçerlilik arz eder (Bkz., Murat Gedik, § 56). Nitekim AİHM de bu maddedeki sürelerin aşılmış olmasının makul sürede yargılanma hakkını ihlal etmediğini tespit etmiştir (Çalık/Türkiye, 3675/07, 31/8/2010; Dildirim/Türkiye, 42927/10, 12/3/2013).
Ayrıca 6100 sayılı Kanun’un 447. maddesiyle 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanun’unun 7. maddesinde olduğu gibi daha önce yürürlüğe girmiş olan kanunlarda yer alan sözlü ve seri yargılama usulleri kaldırılmış, iş hukuku uyuşmazlıklarına da uygulanmak üzere basit yargılama usulü getirilmiştir. Dolayısıyla işe davalarında takip edilmesi gereken yargılama usulü, 6100 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 1/10/2011 tarihinden itibaren basit yargılama usulü olmuştur. Bu son usul ise 6100 sayılı Kanun’un 316. maddesinde yer alan davalar ile kanunlarda açıkça belirtilen bazı davalarda uygulanan ve yazılı yargılama usulünden daha basit ve çabuk işleyen, daha kısa bir incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul edilmiş bir yargılama usulüdür (Ali Osman Bayrak, 2013/2929, 18/9/2014, § 52).
C. İş Davalarında Sürenin Başlangıcı ve Sonu
AYM makul sürede yargılanma hakkıyla ilgili şikayetlerde öncelikle uyuşmazlığın türüne göre değişebilen, yargılamanın başlangıç ve bitiş tarihlerinin tespitini yapar. Medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin olan iş uyuşmazlıklarda sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih kabul edilir. Ancak davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin başladığı 23 Eylül 2012 tarihinin farklı olması halinde, dikkate alınacak süre, yetkinin başladığı tarih öncesine rastlasa da uyuşmazlığın başlangıç tarihinden itibaren geçen süredir (Bkz., Murat Gedik, § 51-52).
Makul süre hesabında sürenin sona erdiği tarih olarak ise yargılamanın sona erdiği (Nesrin Kılıç, § 69), yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarihtir (Mehmet Salih Ayyıldız, 2012/397, 17/11/2014, § 25).
Öte yandan eğer kamunun taraf olduğu bir dava söz konusu ise, sürenin sona erdiği tarih çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde hesaplanır. Ancak özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklara ilişkin davalarda, dava sonrasında icra daireleri yoluyla yapılan takip ve tahsil süreçlerinde pozitif yükümlülükler kapsamında devlete atfedilecek sorumluluklar bulunmadıkça değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı, başvurunun kesin olarak karara bağlandığı tarihtir (Bkz., Hasan Dinçer Bayram, 2013/5650, 20/4/2016, § 31). AİHM de idarenin kararının icrasında sorumluluğu bulunan bu tip hâllerde kararın icrasının başvurucunun kişisel hakları üzerinde karar verilmesinin bütünleyici bir parçası olduğu gerekçesiyle makul sürede yargılanma hakkına icra süresini de dâhil etmektedir. (Silva Pontes/Portekiz, 14940/89, 23/3/1994).
D. Makul Süre Değerlendirilmesinde Dikkate Alınan Kriterler
AYM birçok kararında, makul süre şikayetlerini incelerken dikkate aldığı kriterleri sıralamıştır. Bu çerçevede yargılamaya ilişkin olguların veya ispat araçlarının ya da uygulanacak hukuk kurallarının karmaşık olması; yargı makamlarının davanın süratle neticelendirilmesi için gerekli hukuki ve fiili imkanları kullanıp kullanmadığı ve bu hususta gerekli özenin gösterilip gösterilmediği, dava süreciyle ilgili diğer kamu gücü kullanan devlet organlarına atfedilebilir yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden kaynaklanan bir gecikme olup olmadığı; tarafların genel olarak yargılama sürecindeki tutumu, yargılama sürecinin uzamasındaki etkisi ve usuli haklarını kullanırken gereken dikkat ve özeni gösterip göstermedikleri; başvurucu için hukuki korumanın bir an önce gerçekleştirilmesindeki yararının ne olduğu gibi birçok husus birlikte değerlendirilerek karar verilir (Nesrin Kılıç, § 58)
Ancak bu kriterlerden hiçbirinin makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici olmadığı, yargılamadaki tüm gecikmelerin ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğunun saptanma gerektiği de AYM tarafından vurgulanmaktadır (Murat Gedik, § 51).
a. Yargılamanın karmaşıklığı
AYM yargılamanın karmaşık olup olmadığını değerlendirirken hukuki meselenin çözümündeki güçlük, dosyanın temelini oluşturan maddi olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf ve tanık sayısı, yargılamanın kaç dereceli olduğu gibi kriterleri dikkate alır (Zeynel Abit Yavuz, 2013/342, 17/11/2014, § 60).
b. Mahkemeler dahil kamu makamlarının tutumu
AYM bu kapsamda yaptığı değerlendirmelerde yargılama sürecindeki gecikmeleri ayrı ayrı ele almıştır. Örneğin bir dosyada, ilk derece mahkemesince uzun aralıklarla duruşmalar yapıldığı, birçok defa bilirkişi raporu alındığı, 2 yıl 4 ay 18 gün sonra sonuçlanan temyiz süreciyle beraber makul olmayan uzun bir sürede davanın sonuçlandırıldığını tespit etmiştir (Adnan Keskin, 2013/8613, 28/5/2014, § 82). Bir başka kararında yine yargılamanın uzun sürmesinde, bilirkişi raporlarının temin edilmesinin uzun sürmesi, duruşma aralarının uzun tutulması ve Yargıtay önünde geçen sürenin uzunluğunu sebep göstermiş bu bağlamda başvuruculara atfedilecek bir kusur bulunmadığını da söyleyip ihlal kararı vermiştir (Eda Şen (Yiyin) ve diğerleri, 2013/137, 17/11/2014, § 32). AYM diğer bir kararında dosyaların birleştirilmesi kararının adaletin iyi işleyişi açısından olumlu olduğu kabul edilse de bu tür kararların yargılamayı uzatacağı, bu nedenle yargılamanın diğer aşamalarında sürecin hızlandırılması hususunda daha fazla gayret ve özen gösterilmesi gerektiğini ifade etmiştir (Eyup Aksarı, 2014/767, 18/6/2014, § 75).
AYM Hüseyin Gönel ( 2013/2491, 17/7/2014, § 69) kararında ise hizmet tespiti davasının, işçilik alacakları istemli açılan davada bekletici mesele yapılması sebebiyle de uzayan yargılama sürecinde Yargıtay’ın hizmet tespiti davasının bu tip bir davalarda bekletici mesele yapılması gerekliliğine ilişkin kararları olduğunu, ancak yargılama sürecinin kalan kısmı ve uzamaya neden olan diğer sebepler ile iş ilişkisinden kaynaklanan uyuşmazlıkların niteliği dikkate alındığında yargılama süresinin makul olmadığını belirtmiştir. İlk derece mahkemesince bir tanığın makul sürede duruşmada hazır edilemediği, yazılan müzekkerelere zamanında cevap verilemediği veya yerine getirilemediği bir başka dosyad,a yargılama makamlarının tutumu davanın uzamasının sebebi olarak görülüp ihlal kararı verilmiştir (Aysun Toka, 2013/2364, 7/3/2014, § 68).
AYM bazı kararlarında ise yargılama süresinin bütünü yanında yargılamanın bir aşamasını -gerekçeli kararın yazılması aşamasını- dikkate alarak salt bu sebepten ihlal kararı vermiştir. Hatice Akgül (2018/35900, 25/2/2021, § 33-39) kararında, iş mahkemelerinin verdiği işe iade kararının icra kabiliyeti kazanabilmesi için kesinleşmesinin gerektiği, gerekçeli kararın geç yazılması hâlinde hükmün kesinleşmesinin gecikeceği ve lehine karar tesis edilenin mağdur olacağı ifade edilmiştir. Kararda; mahkeme hükmünün icra kabiliyetinin ancak kesinleşme ile söz konusu olabileceği dikkate alındığında kararın kesinleşmesinin en önemli aşamalarından birinin gerekçeli kararın yazılması olduğu, bu yükümlülüğün ise derece mahkemeleri tarafından yerine getirilmesi gerektiği, mevcut dosyada kararın tefhiminden gerekçeli kararın yazılmasına kadar geçen 1 yıl 3 ay 29 günlük sürenin yargılamanın en uzun aşaması olduğu, 6100 sayılı Kanun'un 321. maddesinde gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerektiğinin yazıldığı, dolayısıyla işe iade kararının icrası için kesinleşmesinin gerektiği, ayrıca işe iade davasının başvurucu için taşıdığı değer ve başvurucunun kişisel yararı göz önünde bulundurulduğunda gerekçeli kararın yazılmasındaki bu gecikmenin tek başına ihlal oluşturduğu kabul edilmiştir. AYM Atakan Enver Mısırlı ve diğerleri kararında (2018/15809, 7/9/2021, § 24-29) ise üç dereceli yargılama sisteminde yaklaşık 2 yıl 5 ay süren bir davada; davanın açılmasından 9 ay sonra kısa kararın tefhim edildiğini, tefhim tarihinden gerekçeli kararların yazılmasına kadar 1 yıl 2 ay 10 günlük süre geçmiş olduğunu ve bu durumun tek başına yargılama sürecinin uzamasına neden olduğunu tespit edip hakkın ihlal edildiğine karar vermiştir.
c. Davanın taraflarının yargılama sürecindeki tutumu
AYM iş ilişkisinden kaynaklanan uyuşmazlıkların, özellikle de işe iade talebini içeren feshe itiraz davalarının niteliği, başvurucu açısından taşıdığı değer ve başvurucunun davadaki menfaati dikkate alındığında, yargılamanın İş Kanunu’nda öngörülen sürelere oranla haklı görülemeyecek derecede uzun bir sürede tamamlanmasında AYM’ye şikâyette bulunan tarafın bir katkısı varsa bunu da değerlendirmektedir. Bu çerçevede AYM tarafından yargılama sürecinde davanın taraflarının yargılamayı geciktirici yöndeki işlem ve davranışları kural olarak, yargılamanın uzamasında taraf kusuru olarak kabul edilmektedir. Ancak AYM başvurucuların bu yöndeki girişimlerini, yargılama makamlarınca ilgili usuli imkânlar kullanılmak suretiyle engelleme sorumluluğu bulunduğunu, dolayısıyla başvurucudan kaynaklanan bu tür geciktirici müdahalelere karşı yargısal makamların tutumunun önemli olduğunu belirtmiştir (Murat Gedik, § 73). Bu noktada AYM, Ayşe Banu Helvacıoğlu (2019/42580, 30/3/2023) kararında, değerlendirmesinde başvurucunun ceza soruşturmasının bekletici mesele yapılması talebi de dikkate almıştır. Bir diğer kararda ise AYM başvurucu vekilinin mazeret bildirerek bir duruşmaya katılmadığı yargılama sürecinde bunun haricinde başvurucu tarafa yüklenilecek bir sorumluluk olmadığını tespit edip yargılamanın uzamasında esas sebebin kamusal makamlar olduğu tespiti ile ihlal kararı vermiştir (Nazif Çalıkoğlu, 2013/5468, 18/6/2014, § 52-53).
d. Başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaati
AYM iş uyuşmazlıklarına ilişkin makul süre şikayetlerinde davanın başvurucu açısından taşıdığı önemi ve onun davadaki menfaatini özellikle vurgulamış, iş uyuşmazlıklarının ivedilikle çözülmesi hususunda yargı organlarının özel bir itina göstermesi gerektiğini söylemiştir. İş hukukuna dayalı kıdem ve ihbar tazminata ilişkin dosyada (Cevriye Keçeciler, 2014/2803, 8/9/2014, § 39) bunu vurguladığı gibi işe iade davalarında da bu hususu belirtmiştir (Ali Osman Bayrak, 2013/2929, 18/9/2014, § 49).
AYM’ye göre iş uyuşmazlıkları gerek bireylerin ekonomik geleceği gerek çalışma barışı açısından önem arz eden dosyalardır. Zira özellikle işe iade davalarında, yargılamanın uzaması her iki taraf için de hukuki belirsizliğin devamına sebep olmakta ve bu davaların ivedilikle sonuçlandırılması ayrı bir öneme sahip hale gelmektedir. Bu durum iş sözleşmesi feshedilen fakat bir an önce eski işine dönme beklentisi taşıyan ve bu yüzden yeni bir işe başlamakta tereddüt eden işçi açısından önemli olduğu gibi, sözleşmesini feshettiği işçi yerine yeni bir işçi istihdam ederek iş organizasyonunu tamamlamak isteyen işveren açısından da önemlidir. Dolayısıyla iş sözleşmesinin feshine ilişkin uyuşmazlıkların kısa sürede sonuçlandırılması hem çalışan hem de işverenin yararınadır (Nesrin Kılıç, § 60).
E. İş Davalarında İhlal Oluşturan Süreler ve Hükmedilen Tazminat Miktarları
AYM kararları incelendiğinde iş davalarının özelliği dikkate alınarak diğer davalara nazaran daha az süren uyuşmazlıkların da ihlal kararına yol açtığı gözükmektedir. Mahkemenin bazen değişiklik gösterse de iş davalarında genelde 3 yıl ve üzeri dosyalarda -her olayın özellikleri elbette gözetilmelidir- makul süre yönünden ihlal kararı verdiği söylenebilir. Bu konudaki yaklaşımının zaman için de istikrar kazandığını söylemek de mümkündür. Ancak iş davalarında gerekçeli kararın geç yazılması gibi yargılama safahatındaki bir aşamanın tek başına dikkate alınıp ihlal kararı verildiği dosyalar da mevcuttur.
Öte yandan AYM ihlalin tespitinin ardından ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için manevi tazminata hükmetmekte ve eğer yargılama halen derdest ise kararın gereğinin yapılması için kararı ilgili mahkemesine göndermektedir. Ülkedeki enflasyonist baskı nedeniyle AYM’nin manevi tazminat miktarını yıllara göre güncellediği, farklı hesapladığı da belirtilmelidir. Bu nedenle tazminat miktarı konusunda bir fikir vermesi açısından son dönem kararları üzerinde bir değerlendirme yapılacaktır.
AYM’nin iş uyuşmazlıklarına dair kararlarından bu başlıkla ilgili olarak aşağıdaki sonuçlar çıkarılabilir:
a. İhlal oluşturan süreler ve tazminat miktarları
AYM’nin 2023 yılı içinde birbirine yakın tarihlerde verdiği iki karar onun yaklaşımını ortaya koyması açısından önemlidir. AYM, Kadir Uşaklı, (2020/2403, 9/2/2023, § 46) kararında, iş davalarının özelliğini dikkate aldığını söylemiş ve dosyadaki 2 yıl 9 ay 12 günlük yargılama süresinin makul olduğuna karar vermiştir. Yakın tarihli bir başka kararında ise (Fevzi Özevli ve diğerleri, 2019/7519, 1/3/2023) eldeki dosyada davaların 3 yıl 10 ay 7 gün ile 3 yıl 5 ay 4 gün sürdüğünü tespit etmiş; kendisinin daha önce benzer başvurularda verdiği kararları dikkate alarak bu sürenin makul olmadığı sonucuna varmıştır. Bu son dosyada AYM her bir başvurucuya ihlal tespiti ile birlikte 14 bin TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir, yani 3 yıllık süre için 14 bin TL tazminat ödemektedir.
Gerçekte AYM’nin bu konudaki yaklaşımı, en açık şekilde Adil Güzel ve diğerleri (2019/186, 6/10/2021, § 38-43) kararında ortaya çıkmıştır. Mahkeme bu dosyada makul süreye ilişkin birçok şikâyeti birleştirmiş ve bu başvurulardan bazılarında davaların sırasıyla 2 yıl 6 ay 15 gün ile 2 yıl 9 ay 20 gün sürdüğünü ve bu süreler açısından başvurucuların haklarını ihlal edecek bir gecikme olmadığını söylemiş, ancak aynı dosya kapsamındaki diğer bir başvuruda ise yargılamanın 3 yıl 3 ay 6 gün sürdüğünü tespit etmiş ve bu sürenin makul olmadığı sonucuna varmış, bu son başvurucu için 2021 yılı için 9 bin TL manevi tazminata hükmetmiştir.
Son iki paragraftaki verilen tazminat miktarları sürelerin yaklaşık olarak aynı olduğu dikkate alındığında tazminat miktarının yıllara göre değişimini de vermektedir. Dikkat edilirse 2023 yılında verilen kararda 3 yıl 5 ay 4 günlük yargılama süresi için 14 bin TL manevi tazminat öderken 2021 yılında verilen kararda yaklaşık aynı süre için (3 yıl 3 ay 6 gün) 9 bin TL tazminata hükmetmiştir.
AYM’nin son dönemdeki yaklaşımının aksine daha önceki kararlarında yargılama süresi 3 yıldan daha az olan dosyalarda da ihlal kararı verdiğini görmekteyiz. Bu kapsamda Eyyüp Ömer Karaduman (2014/4986, 16/6/2016, § 56) kararında 2 yıl 9 ay 10 günlük yargılama süresini makul bulmazken, İdris Timur (2014/6235, 29/6/2016, § 67-68) kararında 2 yıl 9 ay 21 günlük yargılama süresinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varmıştır.
Ayrıca AYM’nin manevi tazminatı hesap ederken kararın verildiği yılı dikkate alıp yargılama süresini yıl olarak hesapladığını bu şekilde tazminata hükmettiğini belirtmek gerekir.
Nihayet AYM bazı kararlarında makul süre şikayetine dair dosyaları birleştirerek karar vermekte, bu kararlarında yargılama süreleri ve hükmedilen manevi tazminat miktarları da kararın ekinde yer alan tablolarda gösterilmektedir. Ancak AYM Kararlar Bilgi Bankası’nda karar metni yayınlanmasına rağmen bu tablolara yer verilmediğinden Mahkemenin hangi süreler için ihlal kararı verdiği ve ne kadar tazminata hükmettiği görülememektedir. Örneğin Erhan Koç ve diğerleri (2019/38034, 4/11/2020, § 25-27) kararında dosyalar toplulaştırılmış, ancak karar metninde ne yargılama süreleri ne de hükmedilen manevi tazminat miktarları hususunda hiçbir bilgi verilmemiştir. Oysa bu tip toplulaştırılmış dosyalar, AYM’nin bakış açısını öğrenmek açısından çok önemlidir. Zira bu konudaki içtihadın muhtemel başvurucular tarafından bilinebilmesi ve Mahkeme içtihadını şeffaf ve denetlenebilir olması açısından bu hususların yayınlanması gerekir.
b. Talep edilenden daha fazla manevi tazminata hükmedilmemektedir.
AYM makul süre dosyalarında manevi tazminatı hesaplarken kendi kriterleri çerçevesinde bir değerlendirme yapıp miktarını belirlemekte, eğer belirlenen miktar başvurucunun talebinden fazla ise başvurucu talebi kadar tazminata hükmetmektedir. Eda Şen (Yiyin) ve diğerleri (2013/137, 17/11/2014, § 36) kararında, AYM 10 yıllık yargılama süresi için başvurucu 50 bin TL manevi tazminat talep ederken 10.800 TL manevi tazminata hükmetmiştir. Oysa aynı tarihli Ali Kara (2013/7887, 17/11/2014, § 35-38) kararında, başvurucu 10 bin TL manevi tazminat talebinde bulunmuş, AYM de ancak o kadar tazminata hükmetmiştir.
Aynı şekilde Neslihan Başhamamcı (2018/37395, 8/12/2022, § 34-36) kararında, AYM yargılamanın 7 yıl 3 ay 27 gün sürdüğünü tespit etmiş, makul sürede yargılanma hakkı ihlali bulmuş, başvurucunun 5 bin TL manevi tazminat talebinde bulunduğu söyleyerek “ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvurucuya talebiyle bağlı kalınarak net 5.000 TL manevi tazminatın ödenmesine karar” vermiştir. Oysa AYM birçok dosyayı birleştirip birlikte incelediği Adil Güzel ve diğerleri, (2019/186, 6/10/2021, § 40-44) kararında, birleştirilen dosyalardan biri olan 2020/14188 sayılı başvuru yönünden yargılamanın 3 yıl 3 ay 6 gün sürdüğünü tespit edip bu sürenin makul olmadığı sonucuna varmış ve birleştirilen dosyanın başvurucusuna net 9.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Bir başka ifadeyle 1 yıl önce çok daha az süreli bir yargılama için ödenen manevi tazminat miktarının yarısı kadar para, başvurucunun talebiyle bağlılık ilkesi gereğince, Neslihan Başhamamcı kararında başvurucuya ödenmiştir.
Dolayısıyla AYM’den manevi tazminat talebinde bulunurken kararın ileri bir tarihte verileceğini de tahmin ederek -ülkedeki enflasyonist etkiyi de dikkate alarak- ona göre bir manevi tazminat talebinde bulunulması gerekmektedir.
c. Tazminat talebinde bulunulmamış ise tazminata hükmedilmez.
d. Maddi tazminat talepleri reddedilmektedir.
Makul sürede yargılanma hakkından şikâyet edilip maddi tazminat talebinde bulunulmuş olsa dahi AYM bu tür dosyalarda maddi tazminat taleplerini otomatik olarak reddetmektedir. Zira AYM’ye göre tespit edilen makul sürede yargılanma hakkı ihlali ile yargılamanın uzaması sebep gösterilerek iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığından maddi tazminat talepleri reddedilmelidir (İdris Timur, 2014/6235, 29/6/2016, § 74; benzer yönde Hatice Akgül, § 44).
e. AYM tazminat ödemelerinde gecikme halinde yasal faiz uygulanmasını ister.
AYM başvurucu lehine hükmedilen tazminatın kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde ödenmesine, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına hükmetmektedir (Eyyüp Ömer Karaduman, 2014/4986, 16/6/2016; Ayşe Banu Helvacıoğlu, 2019/42580, 30/3/2023).
f. Kararın bir örneğin gereğinin ifası için ilgili kurumlara gönderilmesine karar verilmektedir.
Makul sürede yargılanma hakkı şikâyeti, eğer halen devam etmekte olan bir dosyaya ilişkin ise ve AYM kararını verdiğinde henüz yargılama neticelenmemişse AYM adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ve kural olarak manevi tazminata hükmetmekte, ayrıca ihlalin ve sonuçlarının giderilmesi için de kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine karar vermektedir. AYM için anayasal bir hakkın ihlal edildiği açık olan bir yargılama dosyasında, hukuka, adalete ve mahkemeye güven ilkesinin gördüğü zararın devam etmesinin önlenmesi amacıyla, yargılamanın mümkün olan en kısa sürede sonuçlandırılmasını sağlamak amacıyla kararın bir örneğinin ilgili Mahkemesine gönderilmesi gerekir (Cemal Aydemir, 2013/5881, 3/4/2014, § 53; Naime Çaltı ve Hüseyin Murat Çaltı, 2014/150, 22/6/2015, § 35)
Eğer yargılanma neticelenmiş ise -ya başvurucu dava kesinleştikten sonra gelmiş ya da AYM’ye başvuru yapıldıktan sonra dosya kesinleşmiştir- AYM ihlal tespiti ve kural olarak manevi tazminata karar vermekte, bu kez kararın bir örneğinin bilgi için ilgili mahkemelere (ilk derece mahkemesi, Yargıtay) ile Adalet bakanlığına gönderilmesine karar verilmektedir (Neslihan Başhamamcı, 2018/37395, 8/12/2022).
SONUÇ
AYM makul sürede yargılanma hakkı şikayetlerinde, iş uyuşmazlıkları söz konusu olduğunda bu davaların niteliği gereği diğer dosyalara göre daha ivedilikle sonuçlandırılmasını istemekte ve diğer makul süre şikayetlerine göre çok daha kısa süreleri hakkın ihlali olarak değerlendirmektedir. İş uyuşmazlıkları içinde de özellikle işe iade davaları yönünden daha hassas olunduğunu belirtmek gerekir. Mahkemenin yakın dönem kararları incelendiğinde kural olarak bir iş uyuşmazlığının 3 yıl ve üzerinde sürmüş olması halinde ihlal kararı verildiğini söyleyebilmek mümkündür. Elbette her bir davanın kendine özgü koşullarında bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.
Mahkemenin tazminat miktarı konusunda her yıl güncellenen değerler üzerinden yıl bazında bir hesaplama yaptığı, 2023 yılında verdiği bir kararda 3-4 yıl arasında süren bir yargılama için 14 bin TL manevi tazminata hükmettiği hatırlatılmalıdır. Bu noktada AYM’nin taleple bağlılık ilkesi gereği manevi tazminat talebinde bulunulmamış ise tazminata hükmetmediği, eğer kendisinin vereceği tazminat miktarından daha az bir miktar talep edilmiş ise o miktarın ancak başvurucuya verilebileceği belirtilmelidir. Nihayet makul süre başvurularında maddi tazminat talepleri kategorik olarak reddedilmektedir.
---------------
[1] https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/Ara?Hak%5B%5D=2&Mudahale%5B%5D=112&MevzuatTuru=2&MevzuatNumarasiIsmi=65 (E.T. 30.7.2023)