KARARLAR

Yargı Kararının İcra Edilmemesi (Mahkeme Hakkı/Kararın İcrası Hakkı)

Anayasa'nın 138. maddesinin dördüncü fıkrasına göre yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır. Bu hükümde mahkeme kararlarına uyma ve bu kararları değiştirmeksizin yerine getirme hususunda yasama ve yürütme organları ile idare lehine herhangi bir istisnaya yer verilmemiştir.

Abone Ol

Yargı kararlarının ilgili kamu makamlarınca zamanında yerine getirilmediği bir devlette, bireylerin yargı kararıyla kendilerine sağlanan hak ve özgürlükleri tam anlamıyla kullanabilmeleri mümkün olmaz. Dolayısıyla devlet, yargı kararlarının zamanında icra edilmesini sağlayarak bireyler aleyhine oluşabilecek hak kayıplarını engellemekle ve bu yolla bireylerin kamu otoriteleri ile hukuk sistemine olan güven ve saygılarını korumakla yükümlüdür. Bu sebeple Anayasa'nın 2. maddesinde öngörülen hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak bireylerin kamu otoritesi ile hukuk sistemine olan güven ve saygılarını koruma adına vazgeçilemez bir görev ifa eden yargı kararlarının zamanında icra edilmeyerek sonuçsuz bırakılması kabul edilemez.

Mahkeme kararlarının uygulanması yargılamanın dışında olmakla birlikte onu tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır. Bu nedenle yargı kararlarının uygulanması mahkeme hakkı kapsamında değerlendirilmektedir. Buna göre yargılama sonucunda mahkemenin bir karar vermiş olması yeterli değildir, ayrıca bu kararın etkili bir şekilde uygulanması da gerekir. Hukuk sisteminde, nihai mahkeme kararlarını taraflardan birinin aleyhine sonuç doğuracak şekilde uygulanamaz hâle getiren düzenlemeler bulunması veya mahkeme kararlarının icrasının herhangi bir şekilde engellenmesi hâllerinde mahkeme hakkı da anlamını yitirecektir.

İlgili Kararlar:

♦ (A.A.A., B. No: 2018/17071, 19/11/2020)
♦ (Songül Uçkan ve diğerleri, B. No: 2015/2070, 19/11/2020)
♦ (Melik Yayan, B. No: 2015/14743, 3/12/2020)
♦ (Esat Akkoyun, B. No: 2018/26625, 13/4/2021)
♦ (Alaeddin Bayram, B. No: 2019/25857, 31/3/2022)

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

A.A.A. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/17071)

 

Karar Tarihi: 19/11/2020

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

GİZLİLİK TALEBİ KABUL

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Volkan ÇAKMAK

Başvurucu

:

A.A.A

Vekili

:

Av. Hatice Ferhan GÜRER

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, yargı kararının gereği gibi uygulanmaması nedeniyle kararın icrası hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 12/6/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. 25/8/2011 tarihli ve 652 sayılı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'ye 1/3/2014 tarihli ve 6528 sayılı Kanun ile eklenen geçici 10. madde hükmü uyarınca, okul müdürü olarak görev yapan ve görev süresi dört yıl ve üzeri olan öğretmenlerin müdürlük görevi 2013/2014 ders yılının bitimi itibarıyla başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın sona erdirilmiştir. 652 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin 37. maddesi uyarınca da müdürlük görevine atama yapılmasına dair usul ve esasların yönetmelik ile düzenleneceği hüküm altına alınmıştır. Bu hüküm uyarınca, Millî Eğitim Bakanlığına Bağlı Eğitim Kurumları Yöneticilerinin Görevlendirilmelerine İlişkin Yönetmelik (Yönetmelik) 10/6/2014 tarihli ve 29026 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

9. Başvurucu, Millî Eğitim Bakanlığı (MEB) bünyesinde lise müdürü olarak görev yapmakta iken 652 sayılı Kanun Hükmünde Kararname gereği sona erecek olan yöneticilik görev süresinin uzatılması için başvuruda bulunmuştur.

10. Bu talebi üzerine Yönetmelik uyarınca değerlendirmeye tabi tutulan ve 54,75 puan takdir edilen başvurucunun yöneticilik görev süresi, müdürlük görevi için gereken 75 puan şartını sağlayamadığı gerekçesiyle 10/9/2014 tarihli işlemle uzatılmamış ve öğretmen olarak ataması yapılmıştır.

11. Başvurucu söz konusu işleme karşı İzmir 1. İdare Mahkemesi nezdinde iptal davası açmıştır.

12. İzmir 1. İdare Mahkemesi öncelikle işlemin yürütmesini durdurmuş ve aynı gerekçeye yer vererek 26/2/2015 tarihli kararı ile işlemi iptal etmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:

"... yönetmelikte yer alan Görev Süreleri Uzatılacak Eğitim Kurumu Müdürleri Değerlendirme Formu incelendiğinde, değerlendirme kriterlerinin; olumluluk arz eden Düşünce yapısı, tavır ve davranış, vasıf, karakter ve benzeri niteliklerden oluştuğu, bu kriterlerin evet ya da hayır ile doldurulacağı ve hayır denilen kriterler için puan verilmemesi öngörülmüş olup, bu duruma göre, hakkında değerlendirme yapılan yönetici için puan verilmeyen kriterler bakımından, puan vermemenin dayanağının, somut bilgi ve belge ile açıklığa kavuşturularak ispatlanması gerekmektedir.

İncelenen uyuşmazlıkta, Mahkememizce davacıya düşük puan verilmesinin sebeplerinin açık bir şekilde ortaya konularak, formdaki her bir puanlamanın dayanağını oluşturan somut tüm bilgi ve belgelerin istenilmesine rağmen, davalı idarece değerlendirmelerinin dayanağını oluşturan bilgi ve belgelerin sunulmadığı, her ne kadar bazı kriterler gözlemlere dayanılarak değerlendirilebilecek ise de, bazı kriterlere hayır denilerek puan vermemenin ancak davacı hakkında açılmış soruşturma olması ve disiplin cezası verilmiş olmasını gerektirdiği halde bu konuda davacı hakkında soruşturma ve disiplin cezası bilgisine de yer verilmediği ve davacının müdürlük görevinde başarısızlığına veya yetersizliğine ilişkin herhangi bir bilgi ve belgenin dosyaya ibraz edilmediği görülmektedir.

Bu durumda, dava konusu değerlendirme işleminin nesnel, somut ölçme ve değerlendirme kriterlerine dayanmadığı ve bu haliyle objektiflikten uzak, soyut ve dayanaksız olması nedeniyle hukuka aykırı olduğu sonucuna varılmış olup, buna bağlı olarak davacının müdür olarak görev yaptığı okuldaki görev süresinin uzatılmayarak İzmir Çiğli Halk Eğitim Merkezine öğretmen olarak atanmasına ilişkin işlemde de hukuka uyarlık bulunmamaktadır."

13. İzmir Bölge İdare Mahkemesi 1. Kurulu 21/10/2015 tarihli kararıyla iptal hükmünü onanmış ve karar düzeltme istemini 19/1/2016 tarihinde reddetmiştir.

14. Başvurucu söz konusu iptal kararı gereği yeniden değerlendirmeye tabi tutulmuş ve 52,25 puanla takdir edilmiştir. Başvurucunun yeniden değerlendirmeye göre yine 75 puan barajının altında kalması nedeniyle 20/2/2015 tarihli işlemle görev süresi uzatılmamıştır.

15. Başvurucu, ikinci değerlendirme üzerine tesis edilen 20/2/2015 tarihli görev süresinin uzatılmaması işlemini de dava konusu etmiştir.

16. İzmir 2. İdare Mahkemesi 26/10/2015 tarihli kararıyla ikinci değerlendirme üzerine tesis edilen işlemi iptal etmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:

" 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 138. maddesinin 4. fıkrasında; 'Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine gösterilmesini geciktiremez.' hükmüne yer verilmiş, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 'Kararların sonuçları' başlıklı 28. maddesinin 1. bendinde de; Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idarenin, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecbur olduğu, bu sürenin hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçmeyeceği belirtilmiştir.

 ...

 Bakılan davada, daha önceden davacı hakkında yapılan değerlendirme sonucu başarısız sayılması ve bunun sonucu olarak müdürlük görevinin uzatılmamasına dair işlemlere karşı İzmir 1. İdare Mahkemesi'nin E:2014/1558 sayılı dosyasında açılan davada, değerlendirme puanının tanzimine ilişkin formun, nesnel, somut ölçme ve değerlendirme kriterlerine dayanmadığı ve bu haliyle objektiflikten uzak, soyut ve dayanaksız olması nedeniyle hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle yürütmesinin durdurulmasına karar verildiği, akabinde söz konusu yürütmenin durdurulması kararının yerine getirilmesi amacıyla davalı idare tarafından tanzim edilen dava konusu değerlendirme formunun da aynı şekilde tanzim edildiği, formda yer alan değerlendirmeye esas sorulardan 'hayır' olarak yanıtlananların hangi sebeple 'hayır' olarak düzenlendiğinin ve dayanağının gösterilmediği gibi bu yolda Mahkememize gönderilen savunma ve eklerinde de somut bir gerekçenin gösterilmediği anlaşılmakta olup, değerlendirme formunun bu haliyle nesnel, somut ölçme ve değerlendirme kriterlerine dayanmadığı, objektiflikten uzak, soyut, dayanaksız ve gerekçesiz olduğu görülmüştür.

 Bu durumda; davacının, mahkeme kararı ve Görev Süresi Uzatılacak Eğitim Kurumu Müdürleri Değerlendirme Formu gereğince yeniden yapılan değerlendirme sonucu başarısız sayılmasına ilişkin işlem ile müdürlük görev süresinin uzatılmamasına dair dava konusu işlemlerde, İzmir 1. İdare Mahkemesi'nin 05.12.2014 gün ve E:2014/1558 sayılı kararı ile verilen yürütmenin durdurulması kararının gerekçelerine uygun işlemler tesis edilmediği ve mahkeme kararında yer alan gerekçelerin yerine getirilmediği açık olup, dava konusu işlemlerde hukuka uyarlık görülmemiştir."

17. İzmir Bölge İdare Mahkemesi 1. Kurulu 9/2/2016 tarihli kararıyla iptal hükmünü onanmış ve karar düzeltme istemini 26/4/2016 tarihinde reddetmiştir.

18. Başvurucu söz konusu iptal kararı gereği yeniden değerlendirmeye tabi tutulmuş ve 49,25 puanla takdir edilmiştir. Başvurucunun yeniden değerlendirmeye göre yine 75 puan barajının altında kalması nedeniyle görev süresi uzatılmamıştır.

19. Başvurucu üçüncü değerlendirme üzerine tesis edilen görev süresinin uzatılmaması işlemini de dava konusu etmiştir.

20. İzmir 3. İdare Mahkemesi 2/3/2016 tarihli kararıyla üçüncü değerlendirme üzerine tesis edilen işlemi iptal etmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:

"... değerlendirme işleminin, dayanağı yönetmelik hükmünün yürütülmesinin durdurulması nedeniyle dayanağının kalmadığı anlaşıldığından, dava konusu değerlendirme işleminde bu yönden hukuka uyarlık bulunmamıştır.

 Diğer taraftan, yargı kararı üzerine yapılan dava konusu değerlendirme formunun da aynı şekilde tanzim edildiği, değerlendirme formunun bu haliyle nesnel, somut ölçme ve değerlendirme kriterlerine dayanmadığı, objektiflikten uzak, soyut, dayanaksız ve gerekçesiz olduğu, yargı kararının gerekçelerine uygun işlemler tesis edildiğinden ve mahkeme kararının yerine getirildiğinden bahsedilmesine olanak bulunmadığı anlaşıldığından, dava konusu işlemde bu bakımdan da hukuka uyarlık görülmemiştir."

21. İzmir Bölge İdare Mahkemesi 1. Kurulu 8/11/2016 tarihli kararıyla iptal hükmünü onanmıştır.

22. Başvurucu söz konusu iptal kararı gereği yeniden dördüncü kez değerlendirmeye tabi tutulmuş ve 26,87 puanla takdir edilmiştir. Başvurucunun yeniden değerlendirmeye göre yine 75 puan barajının altında kalması nedeniyle görev süresi uzatılmamıştır.

23. Başvurucu, müdür olarak görev yapamaması nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü özlük haklarına ilişkin maddi zararın da tazmini için İzmir 3. İdare Mahkemesi nezdinde tam yargı davası açmıştır. İzmir 3. İdare Mahkemesi Hâkimliği davayı 25/11/2016 tarihli kararı ile reddetmiştir. Ret gerekçesinde başvurucunun söz konusu iptal kararlarının başvurucunun doğrudan müdürlük görevine atanmasına yönelik olmadığı belirtilerek başvurucunun gerçekleşmiş bir maddi zararının bulunmadığı ifade edilmiştir. Söz konusu karar İzmir Bölge İdare Mahkemesi 1. Dava Dairesinin 7/3/2017 tarihli kararı ile onanmıştır.

24. Başvurucu dördüncü kez yapılan değerlendirme üzerine tesis edilen görev süresi uzatılmaması işlemini de dava konusu etmiştir. Başvurucu bu dava ile ayrıca uğradığını ileri sürdüğü maddi ve manevi zararların da tazmini talep etmiştir. Başvurucu tazminat isteminde bulunurken lehine verilen iptal kararlarının gereği gibi uygulanmadığını ve sürekli dava açmak zorunda bırakıldığını, bu nedenle maddi manevi zarara uğradığını ileri sürmüştür.

25. İzmir 2. İdare Mahkemesi 10/10/2017 tarihli kararıyla davaya konu işlemi iptal etmiş, tazminat talebini ise reddetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"İncelenen uyuşmazlıkta, Mahkememizce davacı hakkında idarece 4. kez yapılan değerlendirme işleminde de, hangi kriterlere ve hangi mevzuata göre değerlendirme yapıldığının sorulduğu, formdaki her bir puanlamanın dayanağını oluşturan somut tüm bilgi ve belgelerin istenilmesine rağmen, davalı idarece değerlendirmenin değerlendirme formu ek-1 de belirtilen değerlendirme kriterlerine ve puan yüzdelerine göre elektronik ortamda yapıldığının beyan edildiği, değerlendirmelerinin dayanağını oluşturan tüm bilgi ve belgelerin sunulmadığı, davacı hakkında değerlendirmede bulunan öğretmenlerden İ.G. ve O.K.'nın 3. değerlendirmede 'evet' dediği bazı hususlara, dava konusu 4. değerlendirmede 'hayır' dediği, değerlendirmeyi yapan yöneticilerden davacı ile 6 aydan az süreli çalışan yönetici olmadığı görülmektedir.

Bu durumda, yargı kararı üzerine yapılan dava konusu değerlendirme formunun da benzer şekilde tanzim edildiği, değerlendirme formunun bu haliyle nesnel, somut ölçme ve değerlendirme kriterlerine dayanmadığı, objektiflikten uzak, soyut, dayanaksız ve gerekçesiz olduğu, yargı kararının gerekçelerine uygun işlemler tesis edildiğinden ve mahkeme kararının yerine getirildiğinden bahsedilmesine olanak bulunmadığı anlaşıldığından, dava konusu işlemlerde hukuka uyarlık görülmemiştir.

Öte yandan; dava konusu işlemlerin, yukarıda yer verilen gerekçe ile hukuka uygun bulunmaması nedeniyle, idarece karar gerekçeleri gözetilerek yeniden değerlendirme yapılması gerektiği açık olup, değerlendirme işleminin hukuka uygun bulunmamasının, davacının anılan müdürlükteki görev süresinin uzatılması ve göreve iade edilmesi sonucunu doğurmayacağı da kuşkusuzdur.

...

Doktrinde idarenin hukuki sorumluluğu; kamu hizmetlerinden ötürü uğranılan zararlarile idarelerin hukuk dışı işlem ve eylemlerinden ötürü uğranılan zararların karşılanıp giderilmesini amaçlayan hukuki bir kurum olarak tanımlanmaktadır.

Görülen bir kamu hizmetinin kuruluşu ve işleyişi sırasında meydana gelen aksaklıkların yani hizmetin, hiç işlememesi, geç işlemesi veya kötü işlemesi nedeniyle meydana gelen durumlar idarelerin hizmet kusurunu oluşturmakta olup, sayılan hallerde ortaya çıkan hizmet kusuru nedeniyle kişilerin uğramış oldukları zararların tazmini anılan anayasa hükmü gereği zorunlu bulunmaktadır.

Bu kapsamda idarenin hukuki sorumluluğundan söz edebilmek için ortada belli bir zararın bulunması ve bunun idareye yükletilebilecek işlem ve eylemden doğması yani zararla faaliyet arasında illiyet bağının bulunması gerekir. Bu koşullardan birinin yokluğu veya zararın; zarar gören kişinin veya üçüncü kişilerin eyleminden doğmuş olması halinde idarenin sorumluluğu kusuru oranında ortadan kalkmaktadır.

...

Uyuşmazlıkta; her ne kadar davacı tarafından, değerlendirme sonucu başarısız sayılma işlemleri ile görev süresinin uzatılmaması işlemlerinin iptali istemiyle açılan davalarda ve İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunma esnasında avukata serbest meslek makbuzu karşılığı ödediği avukatlık ücretleri maddi tazminat olarak istenmişse de, avukata asgari ücret üzerinden sözleşme ile ödenen ücretler, işlemden doğan zorunlu bir masraf olmayıp davacı tarafından ihtiyari olarak ödenen bir miktar olduğundan ve maddi tazminat olarak ödenmesini gerektiren bir husus bulunmadığından, davacının maddi tazminat isteminin reddi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

...

Manevi tazminat ise; patrimuanda meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı olmayıp, manevi tatmin aracıdır. Manevi tazminata hükmedilmesi için kişinin fizik yapısını zedeleyen, yaşama ve kazanma gücünün azalması sonucunu doğuran olayların meydana gelmesi ve idarenin hukuka aykırı bir işlem veya eylemi sonucunda ağır bir elem ve üzüntünün duyulmuş olması veya şeref ve haysiyetinin rencide edilmiş bulunması gerekir.

Bakılan davada, davacının tazminat istemine konu olan davalı idare işlemlerinin, değerlendirme formunun nesnel, somut ölçme ve değerlendirme kriterlerine dayanmadığı gerekçesiyle iptal edildiği, anılan işlemlerin iptal edilmesinde, idarenin ağır hizmet kusuru bulunmadığı, hukuki değerlendirme hatasının bulunduğu, bu nedenle de idarenin manevi tazminat ödemesini gerektirecek bir hususun bulunmadığı sonucuna ulaşıldığından, davacının koşulları oluşmayan manevi tazminat isteminin reddi gerekmektedir."

26. Başvurucu istinaf başvuru dilekçesinde davanın, 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 28. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca yargı kararının uygulanmaması nedeniyle açılan bir tazminat davası olduğunu, idarenin de yargı kararlarını açıkça uygulamadığını ifade etmiştir. İzmir Bölge İdare Mahkemesi 1. Dava Dairesi 3/4/2018 tarihli kararı ile İzmir 2. İdare Mahkemesinin 10/10/2017 tarihli hükmünü onamıştır.

27. Diğer taraftan başvurucu 15/6/2016 tarihinde İzmir İl Millî Eğitim Müdürlüğüne başvurarak lehine verilmiş olan yargı kararlarının gereği gibi uygulanmasını talep etmiştir.

28. İlgili idare 22/6/2016 tarihli cevabında başvurucu hakkında verilen tüm yargı kararlarının uygulandığını ve yapılacak bir işlem bulunmadığını belirtmiştir.

29. Başvurucu 2018 yılının Ocak ayında yaş haddinden emekli olmuştur.

30. Başvurucu, İzmir Bölge İdare Mahkemesi 1. Dava Dairesi 3/4/2018 tarihli kararını 15/5/2018 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 12/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. İlgili mevzuat

31. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Kararların sonuçları" kenar başlıklı 28. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"1. Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez.

...

3. Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay ve ilgili idari mahkemede maddi ve manevi tazminat davası açılabilir."

32. 652 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin mülga geçici 10. maddesinin (8) numaralı bendi ile 37. maddesinin (8) numaralı bendi sırasıyla şöyledir:

"Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla halen Okul ve Kurum Müdürü, Müdür Başyardımcısı ve Yardımcısı olarak görev yapanlardan görev süresi dört yıl ve daha fazla olanların görevi, 2013-2014 ders yılının bitimi itibarıyla başka bir işleme gerek kalmaksızın sona erer. Görev süreleri dört yıldan daha az olanların görevi ise bu sürenin tamamlanmasını takip eden ilk ders yılının bitimi itibarıyla başka bir işleme gerek kalmaksızın sona erer."

"Okul ve Kurum Müdürleri, İl Millî Eğitim Müdürünün teklifi üzerine, Müdür Başyardımcısı ve Yardımcıları ise Okul veya Kurum Müdürünün inhası ve İl Millî Eğitim Müdürünün teklifi üzerine Vali tarafından dört yıllığına görevlendirilir. Bu görevlendirmelerin süre tamamlanmadan sonlandırılması, süresi dolanların yeniden görevlendirilmesi ile bu fıkranın uygulanmasına ilişkin diğer usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenir. Bu fıkra kapsamındaki görevlendirmeler özlük hakları, atama ve terfi yönünden kazanılmış hak doğurmaz"

33. İlk işlem tarihi itibarıyla yürürlükte olan Millî Eğitim Bakanlığına Bağlı Eğitim Kurumları Yöneticilerinin Görevlendirilmelerine İlişkin Yönetmelik'in "Müdürlük görev süresinin uzatılması kenar başlıklı" 15. maddesi şöyledir:

"Görev sürelerinin uzatılmasını isteyen müdürler elektronik ortamda başvuruda bulunur. Müdürlükte dört yıllık görev süresini dolduranlar ile görev yaptıkları eğitim kurumunda sekiz yıllık görev süresini dolduran müdürler, Ek-1’de yer alan Görev Süreleri Uzatılacak Eğitim Kurumu Müdürleri Değerlendirme Formu üzerinden değerlendirilir.

 Ek-1’de yer alan Form üzerinden yapılacak değerlendirme, müdürlük görev süresinin sona ereceği ders yılının son gününe göre üç ay öncesinden itibaren yapılır.

 Ek-1’de yer alan Formun değerlendirilme sürecine ilişkin iş ve işlemler, il millî eğitim müdürlüklerinin koordinesinde eğitim kurumunun bağlı olduğu ilçe millî eğitim müdürlüklerince yürütülür."

34. Yönetmelik'in Ek-1 kısmında "Görev Süreleri Uzatılacak Eğitim Kurumu Müdürleri İçin Değerlendirme Formu" yer almaktadır. Bu kısımda 120 farklı önerme bulunmaktadır. Önermeler mesleğin yürütümüne ilişkin davranışlara/eylemlere (problem çözmede inisiyatif kullanarak acil kararlar alabilir, kurumun fiziki kapasitesinin etkin ve verimli kullanılmasını sağlar, öğretmenleri ve öğrencileri motive edici çalışmalar planlar, katılır ve destekler vb.) yöneliktir ve her önerme ayrı ayrı puanlanmaktadır. Yönetmelik bugüne değin birden fazla kez olmak üzere değiştirilmiştir. Günümüzde 21/6/2018 tarihli ve 30455 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Millî Eğitim Bakanlığı Eğitim Kurumlarına Yönetici Görevlendirme Yönetmeliği yürürlüktedir.

2. Yargı Kararları

35. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun yargı kararının uygulanmaması nedeniyle açılan tazminat davasının reddi yönünde verilen ısrar kararının bozulmasına ilişkin 22/4/2014 tarihli ve E.2011/1088, K.2014/1787 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Anayasada ve Yasada yer alan emredici kurallar karşısında idarenin, maddi ve hukuki koşullara göre uygulanabilir nitelikte olan bir yargı kararını aynen ve gecikmeksizin uygulamaktan kaçınmasının, 'ağır hizmet kusuru' oluşturacağı açık bulunduğundan, idari işlemin tarafı olan kişinin hizmet kusuru nedeniyle duyduğu her türlü sıkıntı ve üzüntüden kaynaklanan manevi zararının giderilmesi gerekmektedir.

İncelenen olayda; davacının 2006 yılı sicil raporunun 'orta' olarak düzenlenmesine ilişkin işlemin yargı kararı ile iptal edilmesi üzerine, aynı yıl sicil raporunun yine aynı başarı düzeyine karşılık gelecek not seviyesinde (71 notla yine orta olarak) düzenlenmiştir. Ayrıca davacının hakkındaki soruşturma ve iddiaların sadece bununla ilgili sicil hanelerinin değerlendirilmesinde dikkate alınması gerektiği yönündeki iptal kararının gerekçesi dikkate alınmamış ve yeniden düzenlenen 2006 yılı sicil raporunda hakkındaki soruşturma ve iddialarla ilgili olmayan sicil haneleri aynı şekilde olumsuz değerlendirilmiş ve bunun sonucunda davacının 2006 yılı sicili yine 71 notla orta olarak düzenlenmiştir.

Belirtilen durum karşısında, idarenin mevcut Anayasal ve yasal hükümleri gözardı etmek suretiyle yargı kararının uygulanmaması kastı ile hareket ettiği ve bunun sonucunda davacının manevi olarak zarara uğradığı kabul edilmelidir.

Bu itibarla; olayda manevi tazminat ödenmesini gerektirecek koşullar oluştuğundan, davacı hakkındaki yargı kararını uygulamadığı saptanan davalı idarenin, olaydaki kusurunun niteliği ve ağırlığının dikkate alınarak Mahkemece takdir edilecek miktarda manevi tazminatın davacıya ödenmesine hükmedilmesi gerekmektedir."

36. Danıştay Onikinci Dairesi 17/10/2017 tarihli ve E.2016/8661, K.20174829 sayılı kararı ile hizmet sözleşmesinin feshi işleminin iptaline yönelik olarak verilen yargı kararının uygulanmaması üzerine açılan tazminat davasının kabulüne ilişkin Afyonkarahisar İdare Mahkemesince verilen 15/3/2013 tarihli ve E.2012/943, K.2013/205 sayılı kararı onamıştır. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"...idare tarafından yargı kararının uygulanmaması ve/veya çeşitli bahanelerle uygulanmasının geciktirilmesi sonucunu doğuran ve hukuk düzeniyle bağdaşmayacak ve hatta yok denilecek kadar ağır nitelikte hukuka aykırılığı açık olan dava konusu işlemin iptal edilerek hukuk düzeninden silinmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varıldığı, yaklaşık 8 ay gibi bir süredir yargı kararını uygulamadığı anlaşılan davalı idarenin bu tavrının ağır hizmet kusuru oluşturduğu sonuç ve kanaatine varıldığından, davacının yaşadığı üzüntünün karşılığı olacak ve davalı idarenin olaydaki kusurunun niteliğini ve ağırlığını ifade edecek ölçüde ve istemiyle sınırlı olarak 10.000,00-TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı idareden tazmini gerektiği gerekçesiyle dava konusu işlemin iptali ve davalı idarece olayda kişisel kusuru bulunan kişi veya kişilere rücu edilmek kaydıyla davacının manevi tazminat isteminin kabulüyle, 10.000,00-TL manevi tazminatın dava tarihi olan 19.11.2012 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesi..."

37. Danıştay İkinci Dairesi yargı kararının uygulanmaması nedeniyle açılan tazminat davasının reddi yönünde verilen kararı 28/11/2017 tarihli ve E.2017/1297, K.2017/7408 sayılı hükmü ile bozmuştur. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"Anayasada ve Yasada yer alan emredici kurallar karşısında idarenin, maddi ve hukuki koşullara göre uygulanabilir nitelikte olan bir yargı kararını aynen ve gecikmeksizin uygulamaktan kaçınmasının, 'ağır hizmet kusuru' oluşturacağı açık bulunduğundan, idari işlemin tarafı olan kişinin hizmet kusuru nedeniyle duyduğu her türlü sıkıntı ve üzüntüden kaynaklanan manevi zararının giderilmesi gerekmektedir.

İncelenen olayda; davacının 2006 yılı sicil raporunun 'iyi' olarak düzenlenmesine ilişkin işlemin yargı kararı ile iptal edilmesi üzerine, aynı yıl sicil raporunun yine aynı başarı düzeyine karşılık gelecek not seviyesinde (84,5 notla yine iyi olarak) düzenlenmesi karşısında, idarenin mevcut Anayasal ve yasal hükümleri gözardı etmek suretiyle yargı kararının uygulanmaması kastı ile hareket ettiği ve bunun sonucunda davacının manevi olarak zarara uğradığı kabul edilmelidir.

Bu itibarla; olayda manevi tazminat ödenmesini gerektirecek koşullar oluştuğundan, davacı hakkındaki yargı kararını uygulamadığı saptanan davalı idarenin olaydaki kusurunun niteliği ve ağırlığının dikkate alınarak, davacının talebini aşmayacak ve Mahkemece takdir edilecek miktarda manevi tazminatın davacıya ödenmesine hükmedilmesi gerekmekte iken, koşulları oluşmadığı gerekçesiyle istemin reddine hükmedilmesinde hukuki isabet görülmemiştir."

38. Danıştay Beşinci Dairesi girilen meslek sınavında başarısız sayılma işleminin iptaline dair yargı kararının uygulanmaması nedeniyle yoksun kalınan maddi hakların ve duyulan üzüntüye karşılık gelen manevi tazminatın ödenmesine hükmeden Ankara 7. İdare Mahkemesinin 8/4/2014 tarihli ve E.2014/245, K.2014/439 sayılı kararını 26/1/2015 tarihli ve E.2014/7198, K.2015/399 sayılı hükmü ile onamıştır.

39. Danıştay Sekizinci Dairesi, yargı kararının uygulanmaması nedeniyle açılan tazminat davasının süre aşımı gerekçesiyle reddi yönünde verilen İstanbul 6. İdare Mahkemesinin 22/5/2015 tarihli ve E.2015/1148, K.2015/1270 sayılı kararını bozmuştur. Daire, kararında yargı kararının uygulanması taleplerin on yıllık genel zamanaşımı süresine tabi olduğunu ifade etmiştir. Bozma kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Olayda, davacı şirket tarafından İstanbul 9. İdare Mahkemesi'nin 19/07/2012 gün ve E:2011/1673,K: 2012/1601 sayılı kararının 20/12/2012 tarihinde kesinleşmesi üzerine, söz konusu yargı kararının uygulanması istemiyle on yıllık genel zamanaşımı süresi içerisinde 13/10/2014 tarihinde yapılan başvuruya altmış günlük cevap verme süresi ve bu süreden itibaren altmış günlük dava açma süresi geçtikten sonra 21/04/2015 tarihli işlem ile cevap verildiği görülmektedir.

Bu durumda; dava açma süresinin, 2577 sayılı Kanunun 10. maddesinin ikinci fıkrasının son cümlesi kapsamında, davacının başvurusunun reddine ilişkin 21/04/2015 tarihli işlemin davacıya tebliğ edildiği tarihinden itibaren başlatılması gerektiği ve bu sonuçla da bakılmakta olan davada süre aşımı bulunmadığı anlaşıldığından, temyize konu kararda hukuki isabet bulunmadığı sonucuna varılmıştır."

B. Uluslararası Hukuk

1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

40. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:

"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir."

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

41. Sözleşme'nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde kararların icrasından açıkça bahsedilmemekle birlikte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye erişim hakkından yola çıkarak yargı kararlarının icra edilmesi hakkını adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul etmektedir. AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı zamanda mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması, yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40).

42. AİHM'e göre herhangi bir mahkeme tarafından verilen bir kararın icrası, 6. maddenin amaçları bağlamında davanın ayrılmaz bir parçası olarak düşünülmelidir (Hornsby/Yunanistan, § 40; Scordino/İtalya (No. 1) [BD], B. No: 36813/97, 29/3/2006, § 196). Kamu otoriteleri, nihai yargı kararına uymak için gerekli önlemleri almada başarısız olduğu takdirde 6/1. maddenin hükümlerini tüm yararlı etkilerinden mahrum bırakmış olurlar (Burdov/Rusya, B. No: 59498/00, 7/5/2002, § 37).

43. AİHM, yukarıdaki prensiplerin -sonuçları davacının medeni hakları üzerinde belirleyici olan idari uyuşmazlıklara ilişkin yargılamalar bağlamında- daha büyük bir öneme sahip olduğunu ifade etmektedir. Gerçekte davacı, devletin en üst idari mahkemesi önünde iptal başvurusunda bulunmak suretiyle yalnızca hakkında itirazda bulunulan kararın iptalini değil aynı zamanda ve her şeyden önce söz konusu kararın neticelerinin ortadan kaldırılmasını talep etmektedir. Dolayısıyla davacının etkili bir şekilde korunması ve hukuka uygunluğun yeniden sağlanması idari makamların kararı icra etme yükümlülüğünün olmasını gerektirir (Hornsby/Yunanistan, § 41; Kyrtatos/Yunanistan, B. No: 41666/98, 22/5/2003, §§ 31, 32).

44. AİHM, kesinleşmiş ve bağlayıcı bir yargı kararının lehine karar verilen tarafın zarar görmesine rağmen infaz edilmemesi durumunda Sözleşme'nin 6. maddesinin teminat altına aldığı mahkemeye erişim hakkının bir anlam ifade etmeyeceğini vurgulamaktadır. Hangi yargı makamı verirse versin bir yargı kararının veya hükmünün infaz edilmesi 6. madde anlamında davanın tamamlayıcı unsuru olarak değerlendirilmelidir (Burdov/Rusya, § 34).

45. AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesi kapsamında bir yargı yerine ulaşma hakkının sadece teorik olarak bu hakkın tanınmasını değil aynı zamanda o yargı yerinden alınan nihai kararın icrasına yönelik meşru bir beklentiyi de koruduğunu kabul etmiştir (Apostol/Gürcistan, B. No: 40765/02, 28/2/2007, § 54).

46. Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye (B. No: 6334/05, 23/10/2012, §§ 73-75) kararında 2577 sayılı Kanun'a göre açılabilecek tazminat davalarının yargı kararının icra edilmemesi şikâyetleri bakımından etkili bir iç hukuk yolu olup olmadığı tartışılmıştır. AİHM, bir kararın uygulanma biçiminin ilgilinin uğradığı maddi veya manevi zararın tazmin edilmesi hususuyla karıştırılmaması gerektiğini vurgulamıştır. AİHM, tam yargı davalarında bir yargı kararını uygulamamanın genellikle hizmet kusuru olarak değerlendirildiği doğru olsa dahi bu durumun bundan dolayı ortaya çıkan zararın tazminini sağlamak için yeterli olmadığını belirtmiştir.

47. AİHM 2577 sayılı Kanun'un özel hüküm (lex specialis) niteliğindeki hükümleri kapsamında öngörülen hukuk yolunun -mevcut davada olduğu gibi- yargı kararlarının uygulanmamasına dayandırılan şikâyetler bakımından uygun tazminat yolu oluşturmadığını belirtmiştir. AİHM aynı kararda, genel hüküm niteliğindeki tam yargı davası hükümlerinin idare tarafından yargı kararlarının icra edilmemesi konusunda uygulanabileceği varsayılsa dahi ne teorik ne de pratik olarak bu tarz bir davada etkinlik ve erişebilirlik şartlarının oluştuğunun ispatlanamadığını vurgulamıştır. AİHM bu bağlamda, Türk hukukuna göre yargı kararlarının aynen icrasının önünde aşılamaz bir engelin varlığı saptanmışsa idarenin başvuranlara mevcut durumun özelliklerine uygun olarak eski hâle getirmeye (restitutio in integrum) denk düşecek en uygun alternatif çözümü teklif etme yükümlüğünün olduğunu hatırlatmıştır. AİHM'e göre başvurucuların lehine herhangi bir sonuç doğuracağı varsayılsa dahi tam yargı davasından elde edecekleri sonuç, iptal davalarında elde ettiklerinden farklı olmayacaktır (Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, §§ 95-98).

48. Reisner/Türkiye (B. No: 46815/09, 21/7/2015, §§ 48-50) kararına konu olayda ise bir bankaya elkonulması işleminin yargı kararıyla iptal edilmesine rağmen bu bankanın üçüncü bir kişiye satışı nedeniyle ilgili yargı kararının uygulanmaması söz konusudur. AİHM, başvurucunun dava açabilmekle birlikte iptal kararının icrasının mümkün olamadığına dikkati çekmiştir. AİHM'e göre yerel icra usulünün karmaşıklığı veya devletin bütçe sistemi, Sözleşme uyarınca bağlayıcı ve icra edilebilir yargısal kararların makul bir süre içinde icra edilmesini herkes için sağlama yükümlülüğünden devleti muaf tutamaz.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

49. Mahkemenin 19/11/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

50. Başvurucu; müdürlük görev süresinin uzatılmamasına ilişkin işlemlere yönelik olarak verilen iptal kararlarının şeklen uygulandığını, gereği gibi yerine getirilmediğini belirterek anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

51. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

52. Anayasa’nın 138. maddesinin son fıkrası şöyledir:

"Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez."

53. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddiaları dikkate alındığında temel olarak yargı kararının gereği gibi uygulanmaması ve bu uygulamamaya bağlı olarak ihlal iddialarında bulunulduğu görüldüğünden incelemenin kararın icrası hakkı kapsamında yapılması uygun görülmüştür.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

54. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kararın icrası hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

55. Hukuk güvenliği ve hukukun üstünlüğünün sağlanabilmesi için devletin her türlü işlem ve eyleminin yargı denetimine açık olması gerekir. Nitekim Anayasa’nın 125. maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesinde “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.” denilmek suretiyle bu husus anayasal güvenceye kavuşturulmuştur. Ancak hukuk güvenliğinin ve hukukun üstünlüğünün sağlanması için devletin işlem ve eylemlerine karşı yargı yolunun açık tutulması yeterli olmayıp yargı mercileri tarafından verilen kararların gecikmeksizin uygulanması da gerekir. Yapılan yargısal denetim neticesinde bir işlemin hukuka aykırı olduğu tespit edilmesine rağmen işlemin iptali yönündeki kararın uygulanmaması, devletin işlem ve eylemlerine karşı yargı yolunun açık tutulmasını anlamsız hâle getirir. Zira hukuk güvenliği ve hukukun üstünlüğü sadece hukuka aykırılıkların tespit edilmesiyle değil bunların tüm sonuçlarıyla ortadan kaldırılmasıyla sağlanabilir (AYM, E.2012/73, K.2013/107, 3/10/2013).

56. Anayasa'nın 138. maddesinin dördüncü fıkrasına göre yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır. Bu hükümde mahkeme kararlarına uyma ve bu kararları değiştirmeksizin yerine getirme hususunda yasama ve yürütme organları ile idare lehine herhangi bir istisnaya yer verilmemiştir. Yargı kararlarının ilgili kamu makamlarınca zamanında yerine getirilmediği bir devlette, bireylerin yargı kararıyla kendilerine sağlanan hak ve özgürlükleri tam anlamıyla kullanabilmeleri mümkün olmaz. Dolayısıyla devlet, yargı kararlarının zamanında icra edilmesini sağlayarak bireyler aleyhine oluşabilecek hak kayıplarını engellemekle ve bu yolla bireylerin kamu otoriteleri ile hukuk sistemine olan güven ve saygılarını korumakla yükümlüdür. Bu sebeple Anayasa'nın 2. maddesinde öngörülen hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak bireylerin kamu otoritesi ile hukuk sistemine olan güven ve saygılarını koruma adına vazgeçilemez bir görev ifa eden yargı kararlarının zamanında icra edilmeyerek sonuçsuz bırakılması kabul edilemez (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Arman Mazman, B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 61).

57. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı veya davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan adil yargılanma hakkı, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasa'nın yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarına uyma zorunluluğunu ve mahkeme kararlarının değiştirilemeyeceği ile uygulanmasının geciktirilemeyeceğini ifade eden 138. maddesinin de adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Arman Mazman, § 57).

58. Anayasa’nın 36. maddesinde ifade edilen hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, sadece yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunmada bulunma hakkını değil yargılama sonunda hakkı olanı elde etmeyi de kapsayan bir haktır (AYM, E.2009/27, K.2010/9, 14/1/2010). Bu bağlamda mahkemeye erişim hakkı mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması yargılamanın dışında olmakla birlikte onu tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır. Bu nedenle yargı kararlarının uygulanması mahkemeye erişim hakkı kapsamında değerlendirilmektedir. Buna göre yargılama sonucunda mahkemenin bir karar vermiş olması yeterli değildir, ayrıca bu kararın etkili bir şekilde uygulanması da gerekir. Hukuk sisteminde, nihai mahkeme kararlarını taraflardan birinin aleyhine sonuç doğuracak şekilde uygulanamaz hâle getiren düzenlemeler bulunması veya mahkeme kararlarının icrasının herhangi bir şekilde engellenmesi hâllerinde mahkemeye erişim hakkı da anlamını yitirecektir (Ahmet Yıldırım, § 28).

59. Anayasa'nın 138. maddesinin son fıkrasında düzenlenen yargı kararlarının geciktirilmeksizin uygulanması yükümlülüğü, hukukun genel ilkelerinden biri olarak da kabul edilen kesin hükme saygı ilkesinin de bir gereğidir. Çünkü bir hukuk sisteminde yargının verdiği ve bağlayıcı olan kesin hüküm, zarar gören taraflardan biri açısından işlevsiz duruma getirilmişse adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerin bir anlamı kalmayacaktır (Arman Mazman, § 65).

60. 2577 sayılı Kanun'un 28. maddesinin üçüncü fıkrasında öngörülen tazminat yolu, idarenin mahkeme kararlarını uygulama yönündeki anayasal yükümlülüklerini ortadan kaldırmadığı gibi bu tazminat hükümleri kararın uygulanmamasının alternatif bir yolu olarak kabul edilemez. Ayrıca idarenin hukuki veya fiilî imkânsızlıklar olsa dahi her durumda kararı uygulamak için elinden gelen her gayreti gösterdiğini ve ilgiliye eski hâle getirme ilkesine göre en uygun alternatif çözümü önererek yargı kararına uyma iradesini haiz olduğunu ortaya koyması gerekmektedir. Bu doğrultuda kesinleşmiş bulunan yargı kararlarının uygulanmadığı durumlarda kararın icrası hakkından şikâyet edebilmek adına başvurucuların başka bir yolu tüketmeye, tazminat davası açmaya zorlanamayacağı açıktır (Erol Aksoy [GK], B. No: 2016/11026, 12/12/2019, §§ 47-58).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

61. Başvurucu, 652 sayılı Kanun Hükmünde Kararname uyarınca müdürlük görevinin sona erecek olması nedeniyle yöneticilik görev süresinin uzatılması adına MEB nezdinde başvuruda bulunmuştur. Yapılan değerlendirmede müdürlük için gereken puan barajının altında kalan başvurucunun görev süresi uzatılmamıştır. Başvurucunun bu işleme karşı açtığı davada 26/2/2015 tarihli kararla işlemin iptaline karar verilmiştir. Karar gerekçesinde dava konusu değerlendirme işleminin nesnel, somut ölçme ve değerlendirme kriterlerine dayanmadığı ve bu hâliyle objektiflikten uzak, soyut ve dayanaksız olması nedeniyle hukuka aykırı olduğu ifade edilmiştir. Başvurucu, yukarıda da aktarıldığı (bkz. §§ 8-30) üzere bu iptal kararını takiben yapılan ve birbirini izleyen üç değerlendirme esas alınarak tesis edilen görev süresi uzatılmaması işlemlerine karşı dava açmıştır. İlk değerlendirmeden sonra gelen üç değerlendirme yargı kararı gereği yapılan değerlendirmelerdir. Bu değerlendirmeler esas alınarak tesis edilen üç işlemin de iptaline karar verilirken yargı makamları, iptal gerekçelerine uygun işlemler tesis edilmediği ve mahkeme kararının yerine getirildiğinden bahsedilmesine olanak bulunmadığını ifade etmiştir.

62. Anayasa'nın 11. maddesine göre Anayasa hükümleri; yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Kamu makamlarının yargı kararlarına uyma zorunluluğunun dayanağı ise Anayasa'nın emredici nitelikteki 138. maddesinin dördüncü fıkrası hükmüdür. Bu bağlamda Anayasa'nın anılan hükümleri uyarınca devletin yargı kararlarına uyulmasını sağlayacak tedbirleri sağlaması ve gerekli mekanizmaları oluşturması zorunludur.

63. Yargı makamları tarafından verilmiş bulunan kesin hükmün idarece uygulanması yönündeki zorunluluk Anayasa ve 2577 sayılı Kanun tarafından açıkça güvence altına alınmıştır. Kararın uygulanması mecburiyeti, adil yargılanma hakkına anlam kazandıran bir güvencedir. Yargı kararının uygulanmaması hâli, adil yargılanma hakkını kapsadığı tüm diğer usule ilişkin hak ve güvencelerle birlikte içerikten yoksun kılacak, yargısal süreci anlamsız hâle getirecektir. Açık olduğu üzere bu durum hak arama özgürlüğünün temel bileşenlerinden biri olduğu hukuk devleti ilkesi ile de bağdaşmayacaktır. Zira hukukun üstünlüğü, yargı makamlarınca hukuksuzluğun tespit edilmesi ile değil hukuka aykırılığın tüm sonuçları ile birlikte ortadan kaldırılması ile sağlanabilir. Yargı kararının uygulanması, tespit edilen hukuka aykırılığın ortadan kaldırılması adına yargı kararının icaplarına göre işlem ve/veya eylemde bulunulması ile gerçekleşecektir. Bu uygulama yargı kararı ile ulaşılmak istenen amaca uygun düşmelidir. Bunun sağlanması adına en önemli yol gösterici yargı kararının gerekçesidir. İdarenin yargı kararını uyguladığından söz edilebilmesi için kararın gerekçesinde açıklanan nedenlere, kararla güdülen amaca uygun olarak işlem tesis etmesi veya eylemde bulunması şarttır. Bu bağlamda iptal hükmü üzerine iptale konu işlem ortadan kaldırılarak yeni bir işlem tesis edilmekle birlikte karar gerekçesinde belirtilen hususlar, kararın güttüğü amaç dikkate alınmadan işlem tesis edilmesi veya eylemde bulunulması durumunda yargı kararının uygulanmış olduğundan söz edilemeyecektir. Dolayısıyla kararın icrası hakkının gerçek bir güvence sağlaması, yargı kararının şeklen değil gerekçesi ve icapları doğrultusunda uygulanmasını gerektirmektedir.

64. Anayasa'nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu belirtilmiştir. Bu hüküm Türk hukukunda idarenin mali sorumluluğunun anayasal temelini oluşturmaktadır. 2577 sayılı Kanun'un dava türlerini belirleyen 2. maddesi hükmü ile de idarenin işlem ve eylemleri nedeniyle hakları ihlal edilenlerin açabilecekleri tam yargı davaları etkin bir iç hukuk yolu olarak açıkça güvence altına alınmıştır. Ayrıca uygulanmayan yargı kararları nedeniyle uğranılan zararların giderimi için 2577 sayılı Kanun'un 28. maddesi, tazminat davası açılmasına yönelik etkin bir imkân sunmaktadır (bkz. §§ 35-39). Hatta Danıştay bu gibi uyuşmazlıklarda uygulanmadığı ileri sürülen kararın tebliğinden itibaren on yıllık genel zamanaşımı süresi içinde idari başvuru yapılabileceğini ve talebin reddi üzerine uğranılan zararın giderimi için tam yargı davası açılabileceğini ifade ederek kişiler lehine dava açma hakkını genişletici bir yorumda bulunmuştur (bkz. § 39). Bu bağlamda kararın icrası hakkını -uğranılan maddi, manevi zararların yerine getirilmesi ile sınırlı da olsa- güvence altına alan, etkin bir hukuk yolu mevcuttur. Bununla birlikte yukarıda belirtildiği üzere (bkz. § 60) bu tazminat davası, yargı kararının uygulanmasının alternatif bir yolu olmadığı gibi kişilerin kararın icrası hakkından şikâyet edebilmesi adına tazminat davası açmaya zorlanamayacağı da açıktır. Ancak somut olayda başvurucu, bireysel başvuru yapmadan önce, ihtiyari olarak tazminat davası yolunu seçmiş ve iptal kararlarının uygulanmaması nedeniyle -bir başka ifadeyle kararın icrası hakkının ihlal edilmesi sonucu- oluşan zararlarının giderilmesini istemiştir. Buna karşın derece mahkemesi yargı kararının uygulanmaması bağlamında 2577 sayılı Kanun'un 28. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca bir değerlendirme yapmadan tazminat talebini reddetmiştir (bkz. § 25).

65. Somut durumda mahkemeler işlemi yetki ve şekil unsuru yönünden değil esası yönünden hukuka aykırı bulmuştur. İlk iptal gerekçesinde işlemin hukuki bir dayanağa sahip olmadığı, yapılan değerlendirmenin somut verilerle desteklenmediği ifade edilmiştir. Yukarıda anılan ilkeler çerçevesinde bu iptal kararı üzerine idarenin yargı kararının uygulanması adına yapması gereken, somut verilerle desteklenen bir değerlendirme gerçekleştirmek suretiyle yeniden işlem tesis etmesidir. Ancak derece mahkemeleri ilk iptal kararını takip eden diğer üç kararda, iptal ile güdülen amaca ve iptal kararının gerekçesine uygun olarak işlem tesis edilmediğini, iptal kararlarının uygulanmadığını açıkça ve net olarak ifade etmiştir. Mahkemeler iptal kararına konu olan ilk işlemi takip eden diğer üç işlemin hukuka aykırılığını, bir önceki iptal kararlarının gereğinin yerine getirilmemesi durumu üzerine inşa etmiş ve gerekçelendirmiştir.

66. Bu bağlamda somut başvuruya temel olan süreçte esasa ilişkin olarak verilen, kesinleşmiş ancak gerekçesine, icaplarına ve güttüğü amaca uygun olarak icra edilmemiş bulunan yargı kararlarının varlığı hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Bununla birlikte kesinleşmiş yargı kararlarının gereği gibi uygulanmadığını, bir başka ifadeyle kararın icrası hakkına yönelik müdahaleyi derece mahkemeleri bizzat tespit etmiş bulunmaktadır (bkz. §§ 16, 20, 25).

67. Her ne kadar iptal hükmünün idarece uygulanmadığı ve dolayısıyla müdahalenin asıl olarak idareden kaynaklandığı açık ise de iptal kararlarının uygulanmamış olduğuna ilişkin tespitin derece mahkemelerince yapılmış olması ve başvurucunun söz konusu "uygulamamaya" yönelik olarak tazminat yolu ile giderimi seçmiş olması karşısında, başvurucunun yargı kararının uygulanmaması nedeniyle 2577 sayılı Kanun'un 28. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca açtığı davanın reddedilmesinin kararın icrası hakkını ihlal ettiği sonucuna ulaşılmıştır.

68. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında kararın icrası hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

69. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

70. Başvurucu, ihlalin tespiti, yeniden yargılama ve tazminat talebinde bulunmuştur.

71. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

72. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

73. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).

74. İncelenen başvuruda adil yargılanma hakkı kapsamında kararın icrası hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

75. Bu durumda ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise usul hukukunda yer alan benzer kurumlardan farklı ve bireysel başvuruya özgü bir düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yeniden yargılama sürecinde mahkemelerce yapılması gereken iş, öncelikle hak ihlaline yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılmasından ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

76. İhlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğu sonucuna varıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

77. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.294,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin gizli tutulması talebinin KABULÜNE,

B. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 36. maddesinde hüküm altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki kararın icrası hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İzmir 2. İdare Mahkemesine (E.2016/429, K.2017/1542) GÖNDERİLMESİNE,

E. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

F. 294,70 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.294,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 19/11/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

SONGÜL UÇKAN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/2070)

 

Karar Tarihi: 19/11/2020

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Tuğba YILDIZ

Başvurucular

:

1. Songül UÇKAN

 

 

2. Bekir BALTACIOĞLU

 

 

3. Filiz UÇAR

Başvurucular Vekili

:

Av. Aydın AYANOĞLU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, özelleştirme kapsamına alınan kurumda görev yapan personelin devrine ilişkin yönetim kurulu kararının iptaline dair yargı kararının icra edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 2/2/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyon tarafından 2015/2076, 2015/2078 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2015/2070 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.

5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

A. Bireysel Başvurudan Önceki Süreç

9. Başvurucular; Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri (TTA) A.Ş. Genel Müdürlüğü bünyesindeki Ambalaj Fabrikasında (Fabrika) görev yapmaktayken TTA A.Ş. özelleştirme kapsamına alınmıştır.

10. Özelleştirme Yüksek Kurulunun (ÖYK) 20/4/2011 tarihli kararı ile; TTA A.Ş. mülkiyetinde bulunan fabrikanın taraflarca mutabakat sağlanacak uygun sayıda işçi ile birlikte Hazine Müsteşarlığı Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğüne devredilmesine karar verilmiştir. Devrin usulüne ilişkin TTA A.Ş. ile Hazine Müsteşarlığı Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğü arasında 4/1/2012 tarihinde protokol imzalanmıştır.

11. ÖYK'nın kararı gereğince yapılan protokoller çerçevesinde; TTA A.Ş. yönetim kurulu 149 işçiden 75 işçinin istihdam fazlası personel olarak belirlenerek fabrikayla birlikte devrine; aralarında başvurucuların da bulunduğu geriye kalan 74 işçinin ise TTA A.Ş. Genel Müdürlüğü, Sosyal Tesisler Müdürlüğüne nakline karar vermiştir. TTA A.Ş. Genel Müdürlüğünün özelleştirme neticesinde tüzel kişiliği kaldırılmış ve münfesih hâle gelmiştir.

12. Başvurucular, istihdam fazlası personel olarak belirlenmeyip sosyal tesisler müdürlüğünde görevlendirilmelerine ilişkin yönetim kurulu kararının iptali istemiyle TTA A.Ş. Genel Müdürlüğüne karşı idare mahkemesinde dava açmıştır.

13. İstanbul 1. İdare Mahkemesi (Mahkeme) 29/3/2013 tarihli kararlarla TTA A.Ş. yönetim kurulu kararının iptaline karar vermiştir. Karar gerekçesinde; fabrikada görev yapan personelden hangilerinin ilgili kuruluşa devredilip hangilerinin devredilmeyeceği hususunun, görev yapan işçilerin çalışma hayatının devamlılığı açısından hayati önem arz ettiğini belirterek devredilecek işçilerin somut ve gerçekçi kriterler çerçevesinde belirlenmesi gerektiğini vurgulamıştır. İdarelerin savunmasında birtakım kriterler çerçevesinde bu tespitin yapıldığı ileri sürülse de gerek dosyada bu tespitin nasıl yapıldığına dair hiçbir belge sunulmaması gerekse devredilecek personelin neye göre belirlendiğinin ortaya konulmaması nedeniyle idarelerin haiz olduğu takdir yetkisini hukuka uygun olarak kullanıldığından söz etme olanağı bulunmadığını kabul eden Mahkeme, bir kısım personelin istihdam fazlası olarak Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğüne devrine, aralarında başvurucuların da bulunduğu bir kısım personelin ise kuruluş merkezinde çalıştırılmaya devam edilmesine ilişkin kararda hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varmıştır.

14. Söz konusu iptal kararı üzerine idarece herhangi bir işlem tesis edildiğine dair dosyada bilgi ve belge bulunmamaktadır.

15. Temyiz talebi üzerine Danıştay Beşinci Dairesi (Daire) muhtelif tarihlerde Mahkemenin kararlarını bozmuştur. Bozma kararlarının gerekçesinde; devredilecek işçilerin ne şekilde saptanacağına ilişkin herhangi bir kriter öngörülmediği, sadece taraflarca mutabakat sağlanacak uygun sayıda işçi personelinin anılan genel müdürlüğe devrinden söz edildiği ifade edilmiştir. Ayrıca dava konusu yönetim kurulunun kararında, devredilecek işçilerin Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğü tarafından öğrenim durumu, yaş, hizmet yılı, kadro unvanı ve fiilen yaptığı görev gibi kriterler çerçevesinde değerlendirildiği, devredilecek personelin tespitinde takdir yetkisine sahip olunduğu ve belirli kişilerin tespiti hususunda yargı kararı ile idarenin zorlanamayacağı vurgulanmıştır.

16. Başvurucular, karar düzeltme talebinde bulunmuşlarsa da Daire tarafından talepleri reddedilmiştir.

17. Başvurucular, Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde İstanbul 1. İdare Mahkemesinin iptal kararını uygulamadığını ileri sürdükleri görevliler hakkında görevi kötüye kullanma suçu isnadıyla şikâyette bulunmuştur.

18. Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığı 31/10/2014 tarihinde Danıştay Beşinci Dairesi'nin bozma kararına gerekçesinde yer vererek henüz davanın kesinleşmediğini, yetkililerin görevlerini kötüye kullandıklarına dair kamu davası açılmasını gerektirir suç şüphesi olmadığını belirterek kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Bu karara karşı yapılan itiraz da Ankara Batı 2. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 29/12/2014 tarihinde reddedilmiştir.

19. Başvurucular, itirazın reddine dair kararı 13/1/2015 tarihinde tebliğ aldıktan sonra 2/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. Bireysel Başvurudan Sonraki Süreç

20. Mahkeme, bozma kararına uymayarak ilk verdiği kararlarda ısrar etmiştir.

21. Temyiz üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (İDDK) 14/4/2016 tarihli kararla Mahkemenin ısrar kararlarını onamıştır.

22. Karar düzeltme talebi İDDK tarafından 4/12/2017 tarihinde reddedilmiştir.

23. Anayasa Mahkemesince, başvurucuların uygulanmadığını ileri sürdükleri kararların gereklerinin yerine getirilip getirilmediği ve başvurucular hakkında konuya ilişkin olarak bir işlem yapılıp yapılmadığı hususlarında Özelleştirme İdaresi Başkanlığı ve Devlet Personel Başkanlığından bilgi istenmiştir.

24. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tarafından gönderilen 5/12/2018 tarihli yazı ve eklerinde yukarıda aktarılan olay silsilesine yer verilerek gelinen süreçte Sosyal Tesisler Müdürlüğüne nakledilen personelden 10 işçinin iş sözleşmesinin kendi istekleriyle (4/C kapsamında atanabilmek için) sona erdiği, diğerlerinden de çeşitli sebeplerle ayrılanların olduğu ama bu işçiler arasından toplam 17'si tarafından dava açıldığı belirtilmiştir. Yargı kararlarının yerine getirilmesi amacıyla 17 işçiyle ilgili Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğüne kararların iletildiği, 29/8/2016 tarihli yazıyla davanın tarafı olmadıklarını, verilen iptal kararının TTA A.Ş. yönetim kurulu kararına ilişkin olduğunu ve bu kararın yapılan işçi devrine ilişkin protokollerden sonra alındığını, dolayısıyla kendilerini bağlayıcı bir karar olmadığını belirterek 17 işçi hakkında işlem yapmayacakları şeklinde cevap aldıklarını iletmişlerdir. Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğünün cevabı üzerine münfesih kurum yönetim kurulunca yeniden bir karar alındığını ve 17 işçinin Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğüne devredilmesine karar aldıklarını ancak benzer gerekçelerle aynı cevabı aldıklarını ifade etmişlerdir.

25. Devlet Personel Başkanlığı tarafından gönderilen yazılarda başvurucuların Sosyal Tesisler Müdürlüğünde bir süre çalıştıktan sonra kendi istekleri doğrultusunda 4/C kapsamında farklı kamu kurumlarında geçici personel olarak görevlendirildiğine yer verilmiştir. Görevlendirildikleri kurumlardan da başvuruculardan Songül Uçkan'ın 14/7/2017 tarihinde emekli olarak, Bekir Baltacıoğlu'nun 12/2/2016 tarihinde yaşlılık ve malullük aylığı almaya hak kazanarak, Filiz Uçar'ın ise 30/4/2013 tarihinde kendi isteğiyle istifa ederek ayrıldığı belirtilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

26. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Kararların sonuçları" kenar başlıklı 28. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"1. Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez. ..."

27. 24/11/1994 tarihli ve 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun'un "Kuruluşlardaki Personelin Nakli" kenar başlıklı 22. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Özelleştirme programına alınan kuruluşlarda (iştirakler hariç) ilgili kuruluş veya İdare tarafından istihdam fazlası personel belirlenmesi ya da bu kuruluşların kısmen veya tamamen satışı nedeniyle kamu tüzel kişiliğinin sona ermesi, devredilmesi, küçültülmesi, faaliyetlerinin durdurulması, kapatılması, tasfiye edilmesi halinde; bu kuruluşlarda programa alınma tarihi itibarıyla 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tâbi olarak veya sözleşmeli statüde çalışmakta olanlar ile iş kanunlarına tâbi olarak görev yapmakla birlikte toplu iş sözleşmesi hükümlerinden yararlanmayan genel müdür, genel müdür yardımcısı, teftiş kurulu başkanı, kurul başkanı, daire başka-nı, müessese, bölge, fabrika, işletme ve şube müdürü, müfettiş ve müfettiş yardımcısı, müşavir ve başuzman unvanlı kadrolara atanmak suretiyle görev yapan personel, kamu kurum ve kuruluşlarına nakledilmek üzere yukarıda belirtilen işlemlerin tamamlanmasından itibaren onbeş gün içerisinde İdare tarafından Devlet Personel Başkanlığına bildirilir. Nakil hakkı tanınan bir kadro veya pozisyonda görev yapmakta iken İdare tarafından ihdas edilen ve iş kanunlarına tâbi olan kadrolara atanmayı kabul edenler ile kuruluş özelleştirme programına alındıktan sonra kuruluşa naklen veya açıktan atananlar bu madde ile getirilen nakil hakkından yararlanamaz. İdare, özelleştirme programındaki kuruluşlarda nakil hakkı kapsamında yer alan kadro ve pozisyonlardan boş bulunanları iptal etmeye, kadro ve pozisyonların yerini, aynı kuruluş bünyesindeki şirketler veya işyerleri arasında değiştirmeye yetkilidir. Özelleştirme programındaki herhangi bir kuruluşun personeli, İdare tarafından özelleştirilecek kuruluşlarda görevlendirilebilir ve yetkilendirilebilirler."

B. Uluslararası Hukuk

1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

28. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:

"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir."

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

29. Sözleşme'nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde kararların icrasından açıkça bahsedilmemekle birlikte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye erişim hakkından yola çıkarak yargı kararlarının icra edilmesi hakkını, adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul etmektedir. AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı zamanda mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması, yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar, uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40).

30. AİHM'e göre herhangi bir mahkeme tarafından verilen bir kararın icrası, 6. maddenin amaçları bağlamında davanın ayrılmaz bir parçası olarak düşünülmelidir (Hornsby/Yunanistan, § 40; Scordino/İtalya (No. 1) [BD], B. No: 36813/97, 29/3/2006, § 196). Kamu otoriteleri, nihai yargı kararına uymak için gerekli önlemleri almada başarısız olduğu takdirde 6/1. maddenin hükümlerini tüm yararlı etkilerinden mahrum bırakmış olurlar (Burdov/Rusya, B. No: 59498/00, 7/5/2002, § 37).

31. AİHM, yukarıdaki prensiplerin -sonuçları davacının medeni hakları üzerinde belirleyici olan idari uyuşmazlıklara ilişkin yargılamalar bağlamında- daha büyük bir öneme sahip olduğunu ifade etmektedir. Gerçekte davacı, devletin en üst idari mahkemesi önünde iptal başvurusunda bulunmak suretiyle yalnızca hakkında itirazda bulunulan kararın iptalini değil aynı zamanda ve her şeyden önce söz konusu kararın neticelerinin ortadan kaldırılmasını talep etmektedir. Dolayısıyla davacının etkili bir şekilde korunması ve hukuka uygunluğun yeniden sağlanması idari makamların kararı icra etme yükümlülüğünün olmasını gerektirir (Hornsby/Yunanistan, § 41; Kyrtatos/Yunanistan, B. No: 41666/98, 22/5/2003, §§ 31, 32).

32. AİHM, kesinleşmiş ve bağlayıcı bir yargı kararının lehine karar verilen tarafın zarar görmesine rağmen infaz edilmemesi durumunda Sözleşme'nin 6. maddesinin teminat altına aldığı mahkemeye erişim hakkının bir anlam ifade etmeyeceğini vurgulamaktadır. Hangi yargı makamı verirse versin bir yargı kararının veya hükmünün infaz edilmesi, 6. madde anlamında davanın tamamlayıcı unsuru olarak değerlendirilmelidir (Burdov/Rusya, § 34).

33. AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesi kapsamında bir yargı yerine ulaşma hakkının sadece teorik olarak bu hakkın tanınmasını değil aynı zamanda o yargı yerinden alınan nihai kararın icrasına yönelik meşru bir beklentiyi de koruduğunu kabul etmiştir (Apostol/Gürcistan, B. No: 40765/02, 28/2/2007, § 54).

34. Reisner/Türkiye (B. No: 46815/09, 21/7/2015, §§ 48-50) kararına konu olayda ise bir bankaya el konulması işleminin yargı kararıyla iptal edilmesine rağmen bu bankanın üçüncü bir kişiye satışı nedeniyle söz konusu yargı kararının uygulanmaması söz konusudur. AİHM başvurucunun dava açabilmekle birlikte iptal kararının icrasının mümkün olamadığına dikkati çekmiştir. AİHM'e göre yerel icra usulünün karmaşıklığı veya devletin bütçe sistemi, Sözleşme uyarınca bağlayıcı ve icra edilebilir yargısal kararların makul bir süre içinde icra edilmesini herkes için sağlama yükümlülüğünden devleti muaf tutamaz.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

35. Mahkemenin 19/11/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Kararın İcrası Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

36. Başvurucular; lehlerine verilen iptal kararlarının uygulanmadığını bu nedenle özlük haklarındaki iyileşmenin engellendiğini, maddi yönden zarara uğradıklarını belirterek Anayasa'nın 2., 17., 36., 38. ve 138. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

2. Değerlendirme

37. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

38. Anayasa’nın 138. maddesinin son fıkrası şöyledir:

"Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez."

39. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu çerçevede başvurucunun yukarıda yer verilen şikâyetlerinin özünün kesinleşmiş yargı kararının uygulanmadığı hususuna ilişkin olduğu görüldüğünden belirtilen ihlal iddiası niteliği gereği kararın icrası hakkı bağlamında incelenmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

40. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu Erol Aksoy ([GK], B. No: 2016/11026, 12/12/2019) kararında, 2577 sayılı Kanun'un 28. maddesinin üçüncü fıkrasında öngörülen tazminat yolunun idarenin mahkeme kararlarını uygulama yönündeki anayasal yükümlülüklerini ortadan kaldırmadığını, bu tazminat hükümlerinin kararın uygulanmamasının alternatif bir yolu olarak kabul edilemeyeceğini ve idareyi kararı uygulamaktan alıkoymaması gerektiğini ifade etmiştir. Ayrıca idarenin hukuki veya fiilî imkânsızlıklar olsa dahi her durumda kararı uygulamak için elinden gelen her gayreti gösterdiğini ve ilgiliye eski hâle getirme ilkesine göre en uygun alternatif çözümü önererek yargı kararına uyma iradesini haiz olduğunu ortaya koyması gerektiği belirtilmiştir. Bu doğrultuda kesinleşmiş bulunan yargı kararlarının uygulanmadığı durumlarda kararın icrası hakkından şikâyet edebilmek adına başvurucuların başka bir yolu tüketmeye, tazminat davası açmaya zorlanamayacağı tespit edilmiştir (Erol Aksoy, §§ 47-58).

41. Somut başvuruda, kesinleşmiş bir iptal hükmünün icra edilmediği yönünde ihlal iddiasında bulunulduğundan başvurucuların ayrıca başka bir yolu tüketmesine gerek bulunmamaktadır.

42. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kararın icrası hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

Kadir ÖZKAYA bu görüşe katılmamıştır.

b. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

43. Hukuk güvenliği ve hukukun üstünlüğünün sağlanabilmesi için devletin her türlü işlem ve eyleminin yargı denetimine açık olması gerekir. Nitekim Anayasa’nın 125. maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesinde “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.” denilmek suretiyle bu husus anayasal güvenceye kavuşturulmuştur. Ancak hukuk güvenliğinin ve hukukun üstünlüğünün sağlanması için devletin işlem ve eylemlerine karşı yargı yolunun açık tutulması yeterli olmayıp yargı mercileri tarafından verilen kararların gecikmeksizin uygulanması da gerekir. Yapılan yargısal denetim neticesinde bir işlemin hukuka aykırı olduğu tespit edilmesine rağmen işlemin iptali yönündeki kararın uygulanmaması, devletin işlem ve eylemlerine karşı yargı yolunun açık tutulmasını anlamsız hâle getirir. Zira hukuk güvenliği ve hukukun üstünlüğü sadece hukuka aykırılıkların tespit edilmesiyle değil bunların tüm sonuçlarıyla ortadan kaldırılmasıyla sağlanabilir (AYM, E.2012/73, K.2013/107, 3/10/2013).

44. Anayasa'nın 138. maddesinin dördüncü fıkrasına göre yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır. Bu hükümde mahkeme kararlarına uyma ve bu kararları değiştirmeksizin yerine getirme hususunda yasama ve yürütme organları ile idare lehine herhangi bir istisnaya yer verilmemiştir. Yargı kararlarının ilgili kamu makamlarınca zamanında yerine getirilmediği bir devlette, bireylerin yargı kararıyla kendilerine sağlanan hak ve özgürlükleri tam anlamıyla kullanabilmeleri mümkün olmaz. Dolayısıyla devlet, yargı kararlarının zamanında icra edilmesini sağlayarak bireyler aleyhine oluşabilecek hak kayıplarını engellemekle ve bu yolla bireylerin kamu otoriteleri ile hukuk sistemine olan güven ve saygılarını korumakla yükümlüdür. Bu sebeple Anayasa'nın 2. maddesinde öngörülen hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak bireylerin kamu otoritesi ve hukuk sistemine olan güven ve saygılarını koruma adına vazgeçilemez bir görev ifa eden yargı kararlarının zamanında icra edilmeyerek sonuçsuz bırakılması kabul edilemez (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Arman Mazman, B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 61).

45. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı veya davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan adil yargılanma hakkı, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasa'nın yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarına uyma zorunluluğunu ve mahkeme kararlarının değiştirilemeyeceği ile uygulanmasının geciktirilemeyeceğini ifade eden 138. maddesinin de adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Arman Mazman, § 57).

46. Anayasa’nın 36. maddesinde ifade edilen hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, sadece yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunmada bulunma hakkını değil yargılama sonunda hakkı olanı elde etmeyi de kapsayan bir haktır (AYM, E.2009/27, K.2010/9, 14/1/2010). Bu bağlamda mahkemeye erişim hakkı mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması yargılamanın dışında olmakla birlikte onu tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır. Bu nedenle yargı kararlarının uygulanması mahkemeye erişim hakkı kapsamında değerlendirilmektedir. Buna göre yargılama sonucunda mahkemenin bir karar vermiş olması yeterli değildir, ayrıca bu kararın etkili bir şekilde uygulanması da gerekir. Hukuk sisteminde, nihai mahkeme kararlarını taraflardan birinin aleyhine sonuç doğuracak şekilde uygulanamaz hâle getiren düzenlemeler bulunması veya mahkeme kararlarının icrasının herhangi bir şekilde engellenmesi hâllerinde mahkemeye erişim hakkı da anlamını yitirecektir (Ahmet Yıldırım, B. No: 2012/144, 2/10/2013, § 28).

47. Anayasa'nın 138. maddesinin son fıkrasında düzenlenen yargı kararlarının geciktirilmeksizin uygulanması yükümlülüğü, hukukun genel ilkelerinden biri olarak da kabul edilen kesin hükme saygı ilkesinin de bir gereğidir. Çünkü bir hukuk sisteminde yargının verdiği ve bağlayıcı olan kesin hüküm, zarar gören taraflardan biri açısından işlevsiz duruma getirilmişse adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerin bir anlamı kalmayacaktır (Arman Mazman, § 65).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

48. Başvurucular, özelleştirme kapsamına alınan bir kurumda çalışmaktayken çalıştıkları fabrikanın farklı bir kuruma belirli personelle devredilmesi ve kendilerinin merkezi kuruluşta kalmalarına ilişkin yönetim kurulu kararını dava konusu etmiş ve bu yönetim kurulu kararı objektif kriterler içermediği gerekçesiyle ile iptal edilmiştir. Başvurucuların kararlarının uygulanması istemi ise fiilî olarak mümkün olmadığı gerekçesiyle İdarece reddedilmiştir. Somut başvuruya temel olan süreçte esasa ilişkin olarak verilen, kesinleşmiş fakat uygulanmamış olan bir yargı kararının varlığı hususunda tereddüt bulunmamaktadır.

49. Anayasa'nın 11. maddesine göre Anayasa hükümleri; yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Kamu makamlarının yargı kararlarına uyma zorunluluğunun dayanağı ise Anayasa'nın emredici nitelikteki 138. maddesinin dördüncü fıkrası hükmüdür. Bu bağlamda Anayasa'nın anılan hükümleri uyarınca devletin yargı kararlarına uyulmasını sağlayacak tedbirleri sağlaması ve gerekli mekanizmaları oluşturması zorunludur (Erol Aksoy § 81).

50. İdari yargı kolunda açılan davalar (idari sözleşmelerden kaynaklanan bazı davalar hariç), idari fonksiyonun eylem ya da işlem şeklinde tezahür etmesi üzerine idari fonksiyonu icra eden kamu makamına karşı açılan iptal ve tam yargı davalarıdır. Dolayısıyla iptal ya da kabul hükmünün muhatabı, organik olanı da kapsayacak şekilde fonksiyonel anlamda idare makamları olmaktadır. Bununla birlikte idarenin yargı kararını icra etmemesi/edememesi hâli salt kendi iradesinden kaynaklanmayabilir. Lehine karar verilen kişinin ölmesi, mirasçısının bulunmaması, statüsünün değişmesi, uyuşmazlık konusu hukuki durumun ortadan kalkması gibi örneklerin çoğaltılabileceği hâllerde kamu gücünün herhangi bir dahli bulunmadan idarenin iptal ya da kabul hükmünü uygulaması fiilen mümkün olmaktan çıkabilecektir. Bu gibi hâllerde kararın icrası hakkına yönelik olarak kamu gücü tarafından gerçekleştirilen bir ihlalin varlığından söz edilemeyebilir. Bunun yanında idarenin yargı kararını icra etmemesi/edememesi hâli kamu gücünü kullanan farklı mercilerin edimlerinden, müdahalelerinden de kaynaklanabilir. Bu durumlarda doğrudan iptal ya da kabul kararının muhatabı olmasa dahi kamu gücünü kullanan bir kamu makamının müdahalesinden/etkisinden söz etmek ve bu etkiyi hakkın ihlal edilip edilmediği bağlamında değerlendirmek mümkündür (Bediha Altun, B. No: 2015/6354, 23/10/2019, § 41).

51. Kararın icrası hakkı; uyuşmazlığın mahiyeti, icra edilecek kararın niteliği, yargılama sırasında veya sonrasında meydana gelen maddi ve hukuki koşulların olası etkileri nedeniyle yargı kararının mutlak anlamda aynen uygulanmasının sağlanması yönünde bir güvenceyi içermemektedir. Bunun yanında bir iptal kararını icra etmenin fiilen veya hukuken imkânsız olduğu olağanüstü koşullarda dahi idarenin uygulama yükümlülüğü ortadan kalkmamaktadır. Aynen icranın hukuken veya fiilen imkânsız olduğu hâllerde ifanın şeklinde değişikliğe gidilmesi mümkün görülmelidir. Aynen icranın önünde engellerin mevcut olduğu durumlarda icra biçiminde değişikliğe gidilmesi mümkün olsa da bunun ilgilinin yeniden yargıya başvurmasına gerek kalmayacak şekilde yapılmasına ve alternatif tedbirin kişiye sağlayacağı tatminin aynen icraya nazaran bariz bir nispetsizlik içinde olmamasına özen gösterilmelidir. İdare, hukuki veya fiilî imkânsızlıklar olsa dahi her durumda kararı uygulamak için elinden gelen her gayreti gösterdiğini ve kararı uygulama önündeki engellerin aşılamaz olduğunu ispatlamak zorundadır. Bu gibi hâllerde idare, ilgiliye eski hâle getirme ilkesine göre en uygun alternatif çözümü önererek söz konusu karara uyma iradesinde olduğunu açıkça ortaya koymalıdır (benzer değerlendirmeler için bkz. Erol Aksoy, § 53).

52. Başvuruya konu iptal kararlarında özetle münfesih kurum olan TTA A.Ş.nin yönetim kurulu tarafından hangi somut ve gerçekçi kriterlere göre personel devri konusunda karar alındığının belli olmadığı ifade edilmiştir. Bu gerekçeye göre iptal kararının uygulanması başvurucular hakkında yeniden bir yönetim kurulu kararı alınarak değerlendirme yapmakla mümkündür. Ancak çalıştıkları kamu kurumunun tüzel kişiliği kaldırılmış ve özelleştirilmiştir. Dolayısıyla artık yönetim kurulunun toplanması mümkün değildir. Kaldı ki başvurucular da bu süreçte farklı kamu kurumlarına geçici personel olarak atanmış, nihai olarak bazıları emeklilik sebebiyle bazısı kendi rızasıyla görevlerinden ayrılmıştır. İdare tarafından mahkeme kararını yerine getirmek amacıyla birçok girişimde bulunulduğu ileri sürülmüş hatta münfesih kurum yönetim kurulunca yeniden bir karar alındığı belirtilmiş ise de TTA A.Ş.nin doğrudan idari işlem tesis etme imkânının olmadığı belirtilmiştir. Dolayısıyla gelinen süreçte iptal kararının uygulanmasının fiilen mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte başvurucuların ihlal iddiasına konu ettiği temel husus, iptal edilen hukuka aykırı yönetim kurulu nedeniyle istihdam fazlası personel olarak belirlenmeyerek merkezi kuruluşta kalarak özlük hakları yönünden geri kalmış olmaları nedeniyle uğradıkları zarardır. Bir başka ifadeyle başvurucular, iptal kararının uygulanması ile elde edilecek olası özlük haklarındaki iyileşmeyi elde edememiş olmaktan şikâyet etmektedir. Başvurucuların iptal kararlarının uygulanmamasına bağladığı sonuç budur. Başvurucuların iptal kararının uygulanmaması nedeniyle ulaşamadığını/elde edemediğini ileri sürdükleri hususlar, yönetim kurulunun tekrar karar almasının doğrudan bir sonucu değildir. Bu anlamda iptal kararının uygulanmasının doğrudan bir sonucunun elde edilmesinden değil iptal hükmünün olası/ikincil sonuçlarının elde edilememesinden kaynaklı bir zarardan şikâyet edilmektedir.

53. Bu bağlamda idari makamların yargı kararını yerine getirmek amacıyla birçok girişimde bulunduğu ancak başvurucular lehine verilen kesinleşmiş iptal kararlarının fiili imkansızlıklar nedeniyle yerine getirilmesinin mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumun oluşmasında başvuruculara atfedilecek bir kusurun bulunmadığı da dikkat alındığında -fiili imkansızlıktan kaynaklanmış olsa da- lehlerine sonuçlanan kesinleşmiş iptal kararları uygulanmayan başvurucuların kararın icrası hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.

54. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında kararın icrası hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Savcılık Kararına İlişkin İhlal İddiaları

1. Başvurucuların İddiaları

55. Başvurucular, yargı kararını uygulamayan kişiler hakkında suç duyurusunda bulunmalarına rağmen savcılık tarafından hakkaniyete aykırı olarak kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

2. Değerlendirme

56. 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre bireysel başvurunun incelenebilmesi için kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu Sözleşme'ye ek protokoller kapsamına da girmesi gerekir. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan hak ihlali iddiasını içeren başvurular bireysel başvurunun kapsamında değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).

57. Sözleşme’nin 6. maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların ve bir suç isnadının esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla sınırlandırılmıştır. Dolayısıyla bahsedilen hâller dışında kalan adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına dayanan başvurular, Anayasa ve Sözleşme kapsamı dışında kalacağından bireysel başvuruya konu olamaz. Bir ceza davasında üçüncü kişilerin cezalandırılmasını talep eden mağdur, suçtan zarar gören, şikâyetçi veya katılan sıfatını haiz kişiler Sözleşme’nin 6. maddesinin koruma alanı dışında kalmaktadır (Onurhan Solmaz, § 23, 24).

58. Somut olaya ilişkin iddiaların üçüncü kişilerin cezalandırılmasına yönelik olduğu, dolayısıyla adil yargılanma hakkı kapsamına girmediği anlaşılmaktadır.

59. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

60. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

61. Başvurucular, ihlalin tespiti talebinde bulunmuştur.

62. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmenin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018§ 55).

63. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).

64. İhlalin idari eylem ve işlemden kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesi her somut olayın koşullarını dikkate alarak yapılması gerekenlere hükmeder (Ali Kayan, B. No: 2015/9814, 20/3/2019, § 86).

65. İlgili mahkemenin tespit edilen ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırma imkânının bulunmadığı durumlarda ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için kararın bir örneğinin ilgili idareye gönderilmesi gerekebilir. Bu bağlamda idarece öncelikle yapılması gereken şey, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı doğrultusunda bir temel hak ve hürriyetin ihlaline yol açan idari eylem veya işlemin ortadan kaldırılarak tespit edilen ihlalin sonuçlarını gidermek için gereken işlemlerin yapılmasıdır. Bu çerçevede ihlal, yerine getirilmeyen usule ilişkin bir eksiklikten kaynaklanıyorsa söz konusu işlemin hak ihlaline yol açmayacak şekilde yeniden (veya daha önce hiç yapılmamışsa ilk defa) yapılması icap etmektedir (Ali Kayan, § 87).

66. Anayasa Mahkemesi kesinleşmiş yargı kararının idari makamlarca uygulanamaması nedeniyle başvurucuların adil yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin idarenin ihmalinden kaynaklandığı tespit edilmiş ancak gönderilecek kurumun tüzel kişiliğinin ortadan kaldırılmış olması nedeniyle kararın uygulanmasının fiilen mümkün olmadığı anlaşılmaktadır.

67. Bu durumda tespit edilen ihlalin giderilmesi için eski hâle getirme kuralına göre kararın idareye gönderilmesinde hukuki yarar bulunmamaktadır. Başvurucuların tazminat talepleri de olmadığı dikkate alındığında ihlalin tespitiyle yetinilmesine karar verilmesi gerektiği kanaatine ulaşılmıştır.

68. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harcın başvuruculara ayrı ayrı 3.000 TL vekâlet ücretinin ise müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Kararın icrası hakkının ihlal edildiğine yönelik iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA Kadir ÖZKAYA'nın karşı oyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

2. Savcılık kararına ilişkin adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde hüküm altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında kararın icrası hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,

C. 226,90 TL harcın başvuruculara AYRI AYRI, 3.000 TL vekâlet ücretinin MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihlerinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

E. Kararın bir örneğinin bilgi için İstanbul 1. İdare Mahkemesine (E.2014/2542, K.2014/2349; E.2015/1453, K.2015/1988; E.2014/2548, K.2014/2348) GÖNDERİLMESİNE,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 19/11/2020 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞI OY

Özelleştirme kapsamına alınan kurumda görev yapan personelin devrine ilişkin yönetim kurulu kararının iptaline dair yargı kararının icra edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına dayalı olarak yapılan somut başvuruda, 2016/11026 sayılı Erol Aksoy başvurusuna ilişkin olarak Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’nca verilen 12/12/2019 tarihli kararda 2577 sayılı Kanun'un 28. maddesinden bahisle belirttiğim nedenlerle başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilmesi gerektiğini düşündüğümden çoğunluğun başvurunun esasının incelenmesine ilişkin görüşüne katılmıyorum.

Başkan

 Kadir ÖZKAYA

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MELİK YAYAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/14743)

 

Karar Tarihi: 3/12/2020

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Volkan ÇAKMAK

Başvurucu

:

Melik YAYAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, yargı kararının uygulanmaması nedeniyle kararın icrası hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 1/9/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, Millî Eğitim Bakanlığı (MEB) bünyesinde şube müdürü olarak görev yapmakta iken yurt dışı teşkilatta görevlendirilmek için açılan sınava katılmış ve yazılı aşamasında başarılı olmuştur. Mülakat aşamasında 55 puanla değerlendirilen başvurucu başarısız sayılmıştır.

9. Başvurucu mülakat aşamasında başarısız sayılmasına ilişkin işleme karşı Ankara 6. İdare Mahkemesi nezdinde iptal davası açmıştır. Ankara 6. İdare Mahkemesi 29/4/2005 tarihli kararı ile mülakat sınavının objektif kriterlere uygun yapıldığının ortaya konulamadığı gerekçesine yer vererek başarısız sayılma işlemini iptal etmiştir. İptal kararı kanun yolu incelemesinden geçerek kesinleşmiştir.

10. İptal kararı gereği yerine getirilerek yeniden yapılan mülakat sınavında 72 puan alarak başarılı olan başvurucu 28/7/2006 tarihinde yurt dışı teşkilatta görevlendirmesinin yapılması için MEB'e başvuruda bulunmuştur. Başvuruda bulunurken Vaşington ve Londra eğitim müşavirliği kadrolarına yönelik isteğini de dile getirmiştir.

11. 25/9/2006 tarihli ve 8459 sayılı müşterek kararname ile başvurucu, Tiflis Büyükelçiliği eğitim müşavirliğine atanmıştır.

12. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan inceleme sonucu, başvurucunun puanının yetmesine rağmen Londra ya da Washington eğitim müşavirliği kadrosuna atanmayarak Tiflis eğitim müşavirliğine atanmasının hukuka aykırı olduğu iddiasıyla 25/9/2006 tarihli müşterek kararnamenin ve 24/2/2004 tarihli ve 25383 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Millî Eğitim Bakanlığı Yurt Dışı Teşkilatına Sürekli Görevle Atanacak Personelin Seçimine İlişkin Yönetmelik'in (Yönetmelik) 7. maddesi ile 14. maddesinin iptali için Danıştay İkinci Dairesi nezdinde dava açtığı anlaşılmıştır. Davanın 2006 yılı içinde açıldığı görülmektedir.

13. Danıştay İkinci Dairesi 18/12/2006 tarihli kararıyla dilekçe ret kararı vermiştir. Gerekçede; Yönetmelik hükümlerinin mülakat sınavının usulüne dair belirleme içerdiği, mülakatta başarılı olan başvurucunun Tiflis'e atanma işlemi ile arasında maddi hukuki bağ bulunmadığı ve bu nedenle atama işlemine karşı Ankara idare mahkemesi nezdinde, Yönetmelik için ise Danıştay nezdinde iki ayrı dilekçe ile dava açılması gerektiği ifade edilmiştir.

14. Başvurucu dilekçe ret kararı üzerine 25/5/2007 tarihinde Ankara 14. İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde müşterek kararnamenin iptali için dava açmıştır.

15. Mahkeme ilk etapta 9/8/2007 tarihli kararı ile davayı süre aşımı yönünden reddetmiştir. Ret gerekçesinde müşterek kararnamenin 10/10/2006 tarihinde tebliğ edilmesinden itibaren süresi içinde dava açılmadığı ifade edilmiştir.

16. Süre ret kararı Danıştay İkinci Dairesi tarafından 11/3/2008 tarihli kararla bozulmuştur. Bozma kararında, müşterek kararnamenin tebliğinden itibaren süresi içinde ilk olarak Danıştay nezdinde dava açıldığı ve Danıştay tarafından verilen dilekçe ret kararı üzerine dilekçenin yenilenmesi suretiyle otuz günlük süre dâhilinde müşterek kararnamenin iptali için davanın açıldığı belirtilmiştir.

17. Bu yargısal süreç devam ederken başvurucu, müşterek kararname uyarınca Tiflis'e gitmiş ve üç yıllık süre boyunca eğitim müşavirliği görevini ifa ederek 2009 yılında yurda dönmüştür.

18. Mahkeme, bozma kararı üzerine 16/7/2009 tarihinde yeniden kayıt açarak işin esasına geçmiş ve 12/5/2010 tarihli kararıyla müşterek kararnameyi iptal etmiştir.

19. İptal gerekçesinde öncelikle millî eğitim mevzuatı uyarınca yeterlilik ve mülakat sınavlarında alınan puan dâhilinde yapılacak başarı sıralamasına göre boş kadro imkânları mucibince eğitim müşavirliklerine atama yapılacağı hatırlatılmıştır. Londra eğitim müşavirliğine atanan kişinin 82,5; Washington eğitim müşavirliğine atanan kişinin 73,6 ve başvurucunun 81 puana sahip olduğu vurgulanmıştır. Bu bağlamda görevlendirilen diğer kişiler ile başvurucunun puanı kıyaslanarak ve Londra ile Washington eğitim müşavirliklerinin vekâleten yürütüldüğü de dikkate alınarak başvurucunun Tiflis eğitim müşavirliğine atanmasında hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

20. İptal hükmü Danıştay İkinci Dairesinin 2/10/2014 tarihli kararı ile onanmış ve karar düzeltme istemi aynı Dairenin 2/7/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir.

21. UYAP üzerinden yapılan inceleme sonucu, başvurucunun lehine verilen 12/5/2010 tarihli iptal kararının uygulanmadığını belirterek şikâyet ettiği MEB bürokratlarına soruşturma izni verilmemesine dair 30/4/2012 tarihli işleme Danıştay nezdinde itiraz ettiği, Danıştay Birinci Dairesinin 1/10/2012 tarihli kararı ile itirazı reddettiği görülmektedir. Ret gerekçesinde "şikayetçinin atama işleminin iptali istemiyle açtığı davanın Tiflis Büyükelçiliği Eğitim Müşavirliği görevinin tamamlanmasından sonra Ankara 14. İdare Mahkemesince 12.5.2010 tarih ve E:2009/825, K:2010/687 sayılı kararıyla sonuçlandırıldığı ve bu kararla dava konusu işlemin iptal edildiği, ancak atama işleminin iptaline hükmedilmeden önce şikayetçinin söz konusu görevitamamladığı, dolayısıyla Mahkeme kararının uygulanmasının fiilen mümkün olmadığı, ...bu nedenlerle ilgililere isnat edilen eylemin, haklarında soruşturma yapılmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığı" ifade edilmiştir.

22. Diğer taraftan başvurucu 22/10/2010 tarihinde de Londra eğitim müşaviri olarak atanmak için MEB'e başvurmuş ancak talebinin reddi üzerine bu işlemin iptali için Ankara 2. İdare Mahkemesi nezdinde dava açmıştır.

23. Ankara 2. İdare Mahkemesi 13/3/2013 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir.

24. Ret gerekçesinde; başvurucunun Tiflis eğitim müşavirliğine atanarak göreve başladığı üç yıllık yurt dışı görev süresini tamamlayarak 2009 yılında yurda döndüğü, Londra eğitim müşavirliğine atanmak için tekrar sınava girip başarılı olması gerektiği ifade edilerek atanma talebinin reddinin hukuka uygun olduğu belirtilmiştir. Ret kararı Danıştay incelemesinden geçerek kesinleşmiştir.

25. Başvurucu müşterek kararnamenin iptal edildiği yargılama sürecine ilişkin nihai hükmü 13/8/2015 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 1/9/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

26. Anayasa Mahkemesince başvurucunun uygulanmadığını ileri sürdüğü kararın gereklerinin yerine getirilip getirilmediği ve başvurucu hakkında konuya ilişkin olarak bir işlem yapılıp yapılmadığı hususlarında MEB'den bilgi istenmiştir. MEB tarafından gönderilen 6/12/2018 tarihli yazı ve eklerinde yukarıda aktarılan olay silsilesine yer verilmiş ve bu yapılırken Ankara 2. İdare Mahkemesinin 13/3/2013 tarihli kararında belirtilen başvurucunun yurt dışı eğitim müşavirliğine atanmak için tekrar sınava girip başarılı olması gerektiği noktasına vurgu yapılmıştır. Nihai olarak başvurucu hakkında konuya ilişkin olarak bir işlem tesis edilmediği bildirilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. İlgili mevzuat

27. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Kararların sonuçları" kenar başlıklı 28. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"1. Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez.

...

3. Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay ve ilgili idari mahkemede maddi ve manevi tazminat davası açılabilir."

28. Yönetmelik'in müşterek kararnamenin tesis edildiği tarihte yürürlükte bulunan hâlinin 7. maddesi ile 15. maddesinin ilk cümleleri sırasıyla şöyledir:

"Bakanlığın yurt dışı teşkilatı kadrolarına sürekli görevle atanacaklar hizmetin gerektirdiği meslekî bilgi ve yeterliklerinin tespiti için yazılı veya sözlü olarak yapılacak Meslekî Yeterlik Sınavına tâbi tutulurlar.

Sınavlar sonucunda başarılı olanlar, en yüksek puan alandan başlanılarak atanmak istedikleri kadrolara boş kadro imkânları ölçüsünde başarı sıralamasına göre atanırlar."

29. Yönetmelik'in gerek daha sonra yürürlüğe giren gerekse mevcut hâlinde yukarıda yer alan hükümlere koşut düzenlemelere yer verilmiştir.

2. Yargı Kararları

30. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun yargı kararının uygulanmaması nedeniyle açılan tazminat davasının reddi yönünde verilen ısrar kararının bozulmasına ilişkin 22/4/2014 tarihli ve E.2011/1088, K.2014/1787 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Anayasada ve Yasada yer alan emredici kurallar karşısında idarenin, maddi ve hukuki koşullara göre uygulanabilir nitelikte olan bir yargı kararını aynen ve gecikmeksizin uygulamaktan kaçınmasının, 'ağır hizmet kusuru' oluşturacağı açık bulunduğundan, idari işlemin tarafı olan kişinin hizmet kusuru nedeniyle duyduğu her türlü sıkıntı ve üzüntüden kaynaklanan manevi zararının giderilmesi gerekmektedir.

İncelenen olayda; davacının 2006 yılı sicil raporunun 'orta' olarak düzenlenmesine ilişkin işlemin yargı kararı ile iptal edilmesi üzerine, aynı yıl sicil raporunun yine aynı başarı düzeyine karşılık gelecek not seviyesinde (71 notla yine orta olarak) düzenlenmiştir. Ayrıca davacının hakkındaki soruşturma ve iddiaların sadece bununla ilgili sicil hanelerinin değerlendirilmesinde dikkate alınması gerektiği yönündeki iptal kararının gerekçesi dikkate alınmamış ve yeniden düzenlenen 2006 yılı sicil raporunda hakkındaki soruşturma ve iddialarla ilgili olmayan sicil haneleri aynı şekilde olumsuz değerlendirilmiş ve bunun sonucunda davacının 2006 yılı sicili yine 71 notla orta olarak düzenlenmiştir.

Belirtilen durum karşısında, idarenin mevcut Anayasal ve yasal hükümleri gözardı etmek suretiyle yargı kararının uygulanmaması kastı ile hareket ettiği ve bunun sonucunda davacının manevi olarak zarara uğradığı kabul edilmelidir.

Bu itibarla; olayda manevi tazminat ödenmesini gerektirecek koşullar oluştuğundan, davacı hakkındaki yargı kararını uygulamadığı saptanan davalı idarenin, olaydaki kusurunun niteliği ve ağırlığının dikkate alınarak Mahkemece takdir edilecek miktarda manevi tazminatın davacıya ödenmesine hükmedilmesi gerekmektedir. "

31. Danıştay Üçüncü Dairesinin özelleştirme ihalesi ve işletme hakkı verilmesi işlemlerinin yargı kararı ile iptal edilmesine rağmen hukuki ve fiilî imkânsızlık gerekçe gösterilerek iptal kararının uygulanmaması sonucu işçi akitlerinin feshedilmesinden kaynaklı olarak uğranılan zararın tazmini için açılan davada verilen hükme yönelik 6/11/2006 tarihli ve E.2006/2939, K.2006/4217 sayılı bozma kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Yargı kararları gereğinin yerine getirilmesi yukarıda yer verilen Anayasa ve İdari Yargılama Usulü Kanunu uyarınca zorunlu olmasına karşın, davalı idarenin, ... özelleştirilmesi işlemlerinin iptal edilmesine ilişkin yargı kararlarının gereğini yerine getirmediği, bu nedenle de işyerinde çalışan işçilerin iş akitlerinin feshedildiği sonucuna ulaşıldığından...

Öte yandan, iptal kararlarının gereklerinin hukuki veya fiili imkânsızlık nedeniyle yerine getirilmemiş olması, ilgililerin bu nedenle ortaya çıkan zararlarının ödenmemesine engel teşkil etmemekte, aksine hukuka aykırılığı yargı kararı ile tespit edilen bir işlem nedeniyle uğranılan zararların, bu iptal kararının uygulanmaması nedeniyle telafisi olanağı ortadan kalktığı için tazmin yükümlülüğü ortaya çıkmaktadır.

İptal edilen işlem nedeniyle doğan zarar, bu iptal kararının uygulanmaması nedeniyle telafi edilemediğine göre, ... doğan zararın muhtemel zarar olarak nitelendirilmesi mümkün değildir ..."

32. Danıştay Beşinci Dairesinin muvafakat verilmemesi işleminin yargı kararı ile iptali üzerine açılan tam yargı davasında verilen hükme yönelik 20/11/2009 tarihli ve E.2007/6374, K.2009/6756 sayılı kısmen bozma kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Davacının O.S.E. Enstitüsü'nde öğrenim görmesini sağlayacak kurumlar arası naklen atama işlemine muvafakat verilmemesinin hukuka aykırı bulunarak iptal edilmesi ve bu yargı kararının uygulanması aşamasında Enstitüye 2004 yılında öğrenci alınmadığı gerekçe gösterilerek hukuki ve fiili imkansızlık nedeniyle davacının Enstitüde öğrenime başlatılmaması karşısında, davalı idare tarafından 2001 yılında kurulan muvafakat vermeme işleminin davacının O.S.E. Enstitüsü'ne kayıt yaptırmasına ve böylece yüksek öğrenimle bilgi ve yeteneklerini artırarak kendisini geliştirip mesleğinde ilerlemesine engel oluşturduğu açık olduğundan, davacının bu nedenle duyduğu elem ve acının kısmen de olsa manevi tazminatla giderilmesi ve davalı idarenin hizmet kusurunun ağırlık derecesine göre 10.000.-TL manevi tazminat isteminin tamamının kabul edilmesi gerekirken, manevi tazminat isteminin 7.000.-liralık kısmının reddine karar verilmesinde hukuki isabet görülmemiştir."

33. Danıştay Beşinci Dairesi 19/11/1996 tarihli ve E.1994/4362, K.1996/3530 sayılı kararı ile "yurt dışı görevden yurt içi asli göreve döndürülmeye ilişkin işlemin iptali için açılan davada verilen iptal kararının hukuki ve fiili imkansızlık nedeniyle uygulanamadığı anlaşılsa da, davalı idarenin, yargı kararı ile iptal edilen işlemiyle hizmet kusuru işlediği" sonucuna ulaşılarak Ankara 4. İdare Mahkemesi tarafından verilen 16/11/1993 tarihli ve E.1991/636, K.1993/1418 sayılı tazminat hükmünü onamıştır.

B. Uluslararası Hukuk

1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

34. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:

"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir."

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

35. Sözleşme'nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde kararların icrasından açıkça bahsedilmemekle birlikte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye erişim hakkından yola çıkarak yargı kararlarının icra edilmesi hakkını adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul etmektedir. AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı zamanda mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması, yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40).

36. AİHM'e göre herhangi bir mahkeme tarafından verilen bir kararın icrası, 6. maddenin amaçları bağlamında davanın ayrılmaz bir parçası olarak düşünülmelidir (Hornsby/Yunanistan, § 40; Scordino/İtalya (No. 1) [BD], B. No: 36813/97, 29/3/2006, § 196). Kamu otoriteleri, nihai yargı kararına uymak için gerekli önlemleri almada başarısız olduğu takdirde 6/1. maddenin hükümlerini tüm yararlı etkilerinden mahrum bırakmış olur. (Burdov/Rusya, § 37).

37. AİHM, yukarıdaki prensiplerin -sonuçları davacının medeni hakları üzerinde belirleyici olan idari uyuşmazlıklara ilişkin yargılamalar bağlamında- daha büyük bir öneme sahip olduğunu ifade etmektedir. Gerçekte davacı, devletin en üst idari mahkemesi önünde iptal başvurusunda bulunmak suretiyle yalnızca hakkında itirazda bulunulan kararın iptalini değil aynı zamanda ve her şeyden önce söz konusu kararın neticelerinin ortadan kaldırılmasını talep etmektedir. Dolayısıyla davacının etkili bir şekilde korunması ve hukuka uygunluğun yeniden sağlanması idari makamların kararı icra etme yükümlülüğünün olmasını gerektirir (Hornsby/Yunanistan, § 41; Kyrtatos/Yunanistan, B. No: 41666/98, 22/5/2003, §§ 31, 32).

38. AİHM, kesinleşmiş ve bağlayıcı bir yargı kararının lehine karar verilen tarafın zarar görmesine rağmen infaz edilmemesi durumunda Sözleşme'nin 6. maddesinin teminat altına aldığı mahkemeye erişim hakkının bir anlam ifade etmeyeceğini vurgulamaktadır. Hangi yargı makamı verirse versin bir yargı kararının veya hükmünün infaz edilmesi, 6. madde anlamında davanın tamamlayıcı unsuru olarak değerlendirilmelidir (Burdov/Rusya, B. No: 59498/00, 7/5/2002, § 34).

39. AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesi kapsamında bir yargı yerine ulaşma hakkının sadece teorik olarak bu hakkın tanınmasını değil aynı zamanda o yargı yerinden alınan nihai kararın icrasına yönelik meşru bir beklentiyi de koruduğunu kabul etmiştir (Apostol/Gürcistan, B. No: 40765/02, 28/2/2007, § 54).

40. Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye (B. No: 6334/05, 23/10/2012, §§ 73-75) kararında 2577 sayılı Kanun'a göre açılabilecek tazminat davalarının yargı kararının icra edilmemesi şikâyetleri bakımından etkili bir iç hukuk yolu olup olmadığı tartışılmıştır. AİHM bir kararın uygulanma biçiminin ilgilinin uğradığı maddi veya manevi zararın tazmin edilmesi hususuyla karıştırılmaması gerektiğini vurgulamıştır. AİHM tam yargı davalarında bir yargı kararını uygulamamanın genellikle hizmet kusuru olarak değerlendirildiği doğru olsa dahi bu durumun bundan dolayı ortaya çıkan zararın tazminini sağlamak için yeterli olmadığını belirtmiştir.

41. AİHM 2577 sayılı Kanun'un özel hüküm (lex specialis) niteliğindeki hükümleri kapsamında öngörülen hukuk yolunun -mevcut davada olduğu gibi- yargı kararlarının uygulanmamasına dayandırılan şikâyetler bakımından uygun tazminat yolu oluşturmadığını belirtmiştir. AİHM aynı kararda, genel hüküm niteliğindeki tam yargı davası hükümlerinin idare tarafından yargı kararlarının icra edilmemesi konusunda uygulanabileceği varsayılsa dahi hem teorik hem de pratik olarak bu tarz bir davada etkinlik ve erişebilirlik şartlarının oluştuğunun ispatlanamadığını vurgulamıştır. AİHM bu bağlamda, Türk hukukuna göre yargı kararlarının aynen icrasının önünde aşılamaz bir engelin varlığı saptanmışsa idarenin başvuranlara mevcut durumun özelliklerine uygun olarak eski hâle getirmeye (restitutio in integrum) denk düşecek en uygun alternatif çözümü teklif etme yükümlüğünün olduğunu hatırlatmıştır. AİHM'e göre başvurucuların lehine herhangi bir sonuç doğuracağı varsayılsa dahi tam yargı davasından elde edecekleri sonuç, iptal davalarında elde ettiklerinden farklı olmayacaktır (Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, §§ 95-98).

42. Reisner/Türkiye (B. No: 46815/09, 21/7/2015, §§ 48-50) kararına konu olayda ise bir bankaya elkonulması işleminin yargı kararıyla iptal edilmesine rağmen bu bankanın üçüncü bir kişiye satışı nedeniyle söz konusu yargı kararının uygulanmaması söz konusudur. AİHM başvurucunun dava açabilmekle birlikte iptal kararının icrasının mümkün olamadığına dikkati çekmiştir. AİHM'e göre yerel icra usulünün karmaşıklığı veya devletin bütçe sistemi, Sözleşme uyarınca bağlayıcı ve icra edilebilir yargısal kararların makul bir süre içinde icra edilmesini herkes için sağlama yükümlülüğünden devleti muaf tutamaz.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

43. Mahkemenin 3/12/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

44. Başvurucu; Tiflis'e atanmasına dair kararnameyi iptal eden yargı kararının kesinleştiğini ancak kesinleşmesine rağmen uygulanmadığını, liyakatına, aldığı puana uygun, hak ettiği bir yerde çalışmasına engel olunduğunu ve bu durumun anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmektedir.

B. Değerlendirme

45. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

46. Anayasa’nın 138. maddesinin son fıkrası şöyledir:

"Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez."

47. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu çerçevede başvurucunun yukarıda yer verilen şikâyetlerinin özünün kesinleşmiş yargı kararının uygulanmadığı hususuna ilişkin olduğu görüldüğünden belirtilen ihlal iddiası niteliği gereği kararın icrası hakkı bağlamında incelenmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

48. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu Erol Aksoy ([GK], B. No: 2016/11026, 12/12/2019) kararında; 2577 sayılı Kanun'un 28. maddesinin üçüncü fıkrasında öngörülen tazminat yolunun idarenin mahkeme kararlarını uygulama yönündeki anayasal yükümlülüklerini ortadan kaldırmadığını, bu tazminat hükümlerinin kararın uygulanmamasının alternatif bir yolu olarak kabul edilemeyeceğini ve idareyi kararı uygulamaktan alıkoymaması gerektiğini ifade etmiştir. Ayrıca idarenin hukuki veya fiilî imkânsızlıklar olsa dahi her durumda kararı uygulamak için elinden gelen her gayreti gösterdiğini ve ilgiliye eski hâle getirme ilkesine göre en uygun alternatif çözümü önererek yargı kararına uyma iradesini haiz olduğunu ortaya koyması gerektiği belirtilmiştir. Bu doğrultuda kesinleşmiş bulunan yargı kararlarının uygulanmadığı durumlarda kararın icrası hakkından şikâyet edebilmek adına başvurucuların başka bir yolu tüketmeye, tazminat davası açmaya zorlanamayacağı tespit edilmiştir (Erol Aksoy, §§ 47-58).

49. Somut başvuruda, kesinleşmiş bir iptal hükmünün icra edilmediği yönünde ihlal iddiasında bulunulduğundan başvurucunun ayrıca başka bir yolu tüketmesine gerek bulunmamaktadır. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kararın icrası hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

50. Hukuk güvenliği ve hukukun üstünlüğünün sağlanabilmesi için devletin her türlü işlem ve eyleminin yargı denetimine açık olması gerekir. Nitekim Anayasa’nın 125. maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesinde “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.” denilmek suretiyle bu husus anayasal güvenceye kavuşturulmuştur. Ancak hukuk güvenliğinin ve hukukun üstünlüğünün sağlanması için devletin işlem ve eylemlerine karşı yargı yolunun açık tutulması yeterli olmayıp yargı mercileri tarafından verilen kararların gecikmeksizin uygulanması da gerekir. Yapılan yargısal denetim neticesinde bir işlemin hukuka aykırı olduğu tespit edilmesine rağmen işlemin iptali yönündeki kararın uygulanmaması, devletin işlem ve eylemlerine karşı yargı yolunun açık tutulmasını anlamsız hâle getirir. Zira hukuk güvenliği ve hukukun üstünlüğü sadece hukuka aykırılıkların tespit edilmesiyle değil bunların tüm sonuçlarıyla ortadan kaldırılmasıyla sağlanabilir (AYM, E.2012/73, K.2013/107, 3/10/2013).

51. Anayasa'nın 138. maddesinin dördüncü fıkrasına göre yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır. Bu hükümde mahkeme kararlarına uyma ve bu kararları değiştirmeksizin yerine getirme hususunda yasama ve yürütme organları ile idare lehine herhangi bir istisnaya yer verilmemiştir. Yargı kararlarının ilgili kamu makamlarınca zamanında yerine getirilmediği bir devlette, bireylerin yargı kararıyla kendilerine sağlanan hak ve özgürlükleri tam anlamıyla kullanabilmeleri mümkün olmaz. Dolayısıyla devlet, yargı kararlarının zamanında icra edilmesini sağlayarak bireyler aleyhine oluşabilecek hak kayıplarını engellemekle ve bu yolla bireylerin kamu otoriteleri ile hukuk sistemine olan güven ve saygılarını korumakla yükümlüdür. Bu sebeple Anayasa'nın 2. maddesinde öngörülen hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak bireylerin kamu otoritesi ve hukuk sistemine olan güven ve saygılarını koruma adına vazgeçilemez bir görev ifa eden yargı kararlarının zamanında icra edilmeyerek sonuçsuz bırakılması kabul edilemez (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Arman Mazman, B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 61).

52. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı veya davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan adil yargılanma hakkı, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasa'nın yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarına uyma zorunluluğunu ve mahkeme kararlarının değiştirilemeyeceği ile uygulanmasının geciktirilemeyeceğini ifade eden 138. maddesinin de adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Arman Mazman, § 57).

53. Anayasa’nın 36. maddesinde ifade edilen hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, sadece yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunmada bulunma hakkını değil yargılama sonunda hakkı olanı elde etmeyi de kapsayan bir haktır (AYM, E.2009/27, K.2010/9, 14/1/2010). Bu bağlamda mahkemeye erişim hakkı mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması yargılamanın dışında olmakla birlikte onu tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır. Bu nedenle yargı kararlarının uygulanması mahkemeye erişim hakkı kapsamında değerlendirilmektedir. Buna göre yargılama sonucunda mahkemenin bir karar vermiş olması yeterli değildir, ayrıca bu kararın etkili bir şekilde uygulanması da gerekir. Hukuk sisteminde, nihai mahkeme kararlarını taraflardan birinin aleyhine sonuç doğuracak şekilde uygulanamaz hâle getiren düzenlemeler bulunması veya mahkeme kararlarının icrasının herhangi bir şekilde engellenmesi hâllerinde mahkemeye erişim hakkı da anlamını yitirecektir (Ahmet Yıldırım, B. No: 2012/144, 2/10/2013, § 28).

54. Anayasa'nın 138. maddesinin son fıkrasında düzenlenen yargı kararlarının geciktirilmeksizin uygulanması yükümlülüğü, hukukun genel ilkelerinden biri olarak da kabul edilen kesin hükme saygı ilkesinin de bir gereğidir. Çünkü bir hukuk sisteminde yargının verdiği ve bağlayıcı olan kesin hüküm, zarar gören taraflardan biri açısından işlevsiz duruma getirilmişse adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerin bir anlamı kalmayacaktır (Arman Mazman, § 65).

55. Kararın icrası hakkı; uyuşmazlığın mahiyeti, icra edilecek kararın niteliği, yargılama sırasında veya sonrasında meydana gelen maddi ve hukuki koşulların olası etkileri nedeniyle yargı kararının mutlak anlamda aynen uygulanmasının sağlanması yönünde bir güvenceyi içermemektedir. Bunun yanında bir iptal kararını icra etmenin fiilen veya hukuken imkânsız olduğu olağanüstü koşullarda dahi idarenin uygulama yükümlülüğü ortadan kalkmamaktadır. Aynen icranın hukuken veya fiilen imkânsız olduğu hâllerde ifanın şeklinde değişikliğe gidilmesi mümkün görülmelidir. Aynen icranın önünde engellerin mevcut olduğu durumlarda icra biçiminde değişikliğe gidilmesi mümkün olsa da bunun ilgilinin yeniden yargıya başvurmasına gerek kalmayacak şekilde yapılmasına ve alternatif tedbirin kişiye sağlayacağı tatminin aynen icraya nazaran bariz bir nispetsizlik içinde olmamasına özen gösterilmelidir. İdare, hukuki veya fiilî imkânsızlıklar olsa dahi her durumda kararı uygulamak için elinden gelen her gayreti gösterdiğini ve kararı uygulama önündeki engellerin aşılamaz olduğunu ispatlamak zorundadır. Bu gibi hâllerde idare, ilgiliye eski hâle getirme ilkesine göre en uygun alternatif çözümü önererek söz konusu karara uyma iradesinde olduğunu açıkça ortaya koymalıdır (Erol Aksoy, § 53).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

56. Başvurucu, Tiflis'e atanmasının ardından puanının Londra ve Vaşington gibi şehirlerin müşavirliklerine atanmaya yettiği ve Tiflis'e atanmasının hukuka aykırı olduğu iddiasıyla 2006 yılında iptal davası açmıştır. Bu yargısal süreçte iptal kararı 12/5/2010 tarihinde verilmiştir. İptal kararında başvurucunun puanı ile atanmak istediği şehirlerde görevlendirilen kişilerin puanları karşılaştırılmış ve bu şehirlere atanan kişilerin görevi vekâleten yürüttüğü hususlarına da dikkat çekilerek yüksek puan ortalaması bulunan başvurucunun Tiflis'te görevlendirilmesinin hukuka aykırı olduğu ifade edilmiştir. Dolayısıyla iptal hükmü yetki ve şekil unsurlarına ilişkin bir eksikliğe değil doğrudan esasa ilişkindir ve başvurucunun puanının talep ettiği şehirlerde görevlendirilen kişilerin puanları dikkate alındığında bu şehirlere atanmaya yettiğini ifade etmektedir. İptal kararı 2/10/2014 tarihinde onanmış ve 2/7/2015 tarihinde de karar düzeltme istemi reddedilerek kesinleşmiştir. Başvurucu, idareye başvurarak iptal kararının uygulanmasını istemiş; talebi reddedilince dava açmış ancak bu dava da reddedilmiştir. Somut başvuruya temel olan süreçte esasa ilişkin olarak verilen, kesinleşmiş ve fakat uygulanmamış olan bir yargı kararının varlığı hususunda tereddüt bulunmamaktadır.

57. Anayasa'nın 11. maddesine göre Anayasa hükümleri; yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Kamu makamlarının yargı kararlarına uyma zorunluluğunun dayanağı ise Anayasa'nın emredici nitelikteki 138. maddesinin dördüncü fıkrası hükmüdür. Bu bağlamda Anayasa'nın anılan hükümleri uyarınca devletin yargı kararlarına uyulmasını sağlayacak tedbirleri sağlaması ve gerekli mekanizmaları oluşturması zorunludur.

58. İdari yargı kolunda açılan davalar (idari sözleşmelerden kaynaklanan bazı davalar hariç), idari fonksiyonun eylem ya da işlem şeklinde tezahür etmesi üzerine idari fonksiyonu icra eden kamu makamına karşı açılan iptal ve tam yargı davalarıdır. Dolayısıyla iptal ya da kabul hükmünün muhatabı, organik olanı da kapsayacak şekilde fonksiyonel anlamda idare makamları olmaktadır. Bununla birlikte idarenin yargı kararını icra etmemesi/edememesi hâli salt kendi iradesinden kaynaklanmayabilir. Lehine karar verilen kişinin ölmesi, mirasçısının bulunmaması, statüsünün değişmesi, uyuşmazlık konusu hukuki durumun ortadan kalkması gibi örneklerin çoğaltılabileceği hâllerde kamu gücünün herhangi bir dahli bulunmadan idarenin iptal ya da kabul hükmünü uygulaması fiilen mümkün olmaktan çıkabilecektir. Bu gibi hâllerde kararın icrası hakkına yönelik olarak kamu gücü tarafından gerçekleştirilen bir ihlalin varlığından söz edilemeyebilir. Bunun yanında idarenin yargı kararını icra etmemesi/edememesi hâli kamu gücünü kullanan farklı mercilerin edimlerinden, müdahalelerinden de kaynaklanabilir. Bu durumlarda doğrudan iptal ya da kabul kararının muhatabı olmasa dahi kamu gücünü kullanan bir kamu makamının müdahalesinden/etkisinden söz etmek ve bu etkiyi hakkın ihlal edilip edilmediği bağlamında değerlendirmek mümkündür.

59. Somut olayda iptal kararının uygulanmama sebebi, gerek MEB'den alınan bilgiden gerek Londra'ya atanma talebini reddeden işleme karşı açılan davada verilen karardan gerekse de Danıştay Birinci Dairesinin 1/10/2012 tarihli kararından anlaşıldığı üzere başvurucunun Tiflis'te yurt dışı görevini ifa edip yurda dönmesi nedeniyle tekrar görevlendirilebilmek için yeniden sınava girip başarılı olma koşulunu yerine getirmesi yönündeki gerekliliktir. Zira iptal hükmü başvurucunun hâlihazırda (yargılama devam ederken) zaten yerine getirmiş olduğu yurt dışı görevine, bu görev süresince hangi ülkede/şehirde bulunacağına ilişkindir. Bu bağlamda idare makamları ve yargı organları, yerine getirilmiş bir göreve dair iptal kararının uygulanmasının fiilen mümkün olmadığını tespit etmişlerdir. Bu tespit ise belirtildiği üzere 2006 yılında açılan davada, iptal kararı verilene değin başvurucunun üç yıllık yurt dışı görev süresini tamamlayarak yurda dönmüş olmasından ileri gelmektedir. Bu durum aynı zamanda işlemin sadece üç yıllık bir süre için belirleme içermesinden ve bu süre sonunda yurt dışı görevin sona erip işlemin etkilerini yitirecek olmasından, bir başka ifadeyle somut uyuşmazlığın özelliğinden de ileri gelmektedir. Başvurucunun yeniden yurt dışı göreve gidebilmesi adına da yukarıda anılan mevzuat gereği (bkz. § 28) yeniden sınav sürecine dâhil olması gerektiği açıktır. Sonuç olarak yerine getirilmiş ve her seferinde sınav şartı gerektiren belirli süreli yurt dışı görevine dair bir işleme ilişkin olmasının da etkisiyle verildiği tarih itibarıyla fiilen ve hukuken uygulanması mümkün olmayan bir iptal hükmünün söz konusu olduğu idari ve yargısal makamlarca tespit edilmiş bulunmaktadır.

60. Anayasa Mahkemesi, yargılama süresinin makullüğüne ilişkin ölçüt ve ilkeleri istikrar kazanmış içtihadı (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013), yineleyen çok sayıda kararı ile tespit etmiş bulunmaktadır. Buna göre medeni hak ve yükümlülüklere yönelik, idari yargı alanındaki karmaşık olmayan iki dereceli uyuşmazlıklar için kanun yolu(temyiz ve karar düzeltme aşamaları) dâhil olmak üzere dört yılın üzerine çıkan yargılama süreçleri makul sürede tamamlanmış olarak kabul edilmemektedir. Somut başvuruya konu yargılama sürecinde uyuşmazlık, görevlendirme işleminden doğmaktadır ve işlemin karmaşık bir uyuşmazlığa vücut vermediği görülmektedir. Somut olayda başvurucunun ilk etapta düzenleyici işlemlerle birlikte atama işlemini dava konusu ettiği ve düzenleyici işlemin atama işlemi ile maddi hukuki bağı bulunmadığından dilekçe ret kararı verildiği görülmektedir. Bu dilekçe ret kararı nedeniyle başvurucunun atama işlemine karşı doğru davayı işlemin üzerinden yaklaşık 8 ay geçtikten sonra açtığı, davayı açarken de yürütmenin durdurulması isteminde bulunduğu ancak davanın yürütmenin durdurulması istemi hakkında bir karar verilmeden süre aşımından reddedildiği anlaşılmaktadır. Bütün olarak yargılama süreci kanun yolu dâhil toplam sekiz yıldan fazla bir zaman diliminde tüketilmiştir. Salt derece mahkemesi süreci, ilk etapta başvurucunun ilgisiz düzenleyici işlemleri dava konusu etmesi ardından süre ret kararı verilmesi ve Danıştayın bozma kararı üzerine esasa geçilmesi nedeniyle üç yıllık bir zaman dilimine yayılmıştır. Danıştayın süre ret kararını bozması üzerine işin esasına geçilmesinin ardından idare mahkemesince uyuşmazlığın bir yıldan kısa bir sürede sonuca bağlanarak iptal kararı verildiği görülmektedir (bkz. §§ 12-20).

61. Başvurucunun ilk etapta davayı açarken dilekçesini yanlış kurgulaması söz konusu ise de salt bu durum nedeniyle kararın uygulanamadığını, başvurucunun icra edilememede salt bu nedenle kusurlu olduğunu söylemek, yurt dışı görevinin henüz ilk yılı dolmadan dava açılmış olması karşısında mümkün görünmemektedir. Diğer taraftan yargılama süreci, bütün olarak ele alındığında makul süreyi aşmıştır. Ancak yargılama makul sürede (dört yıl içinde, 2006-2010) sonuçlanmış olsa dahi iptal hükmünün aynen ifanın kesin olarak gerçekleşeceğini söylemek mümkün değildir. Zira işleme ilişkin iptal kararının aynen ifa edilmesi ancak üç yıllık görev süresi dolmadan verilecek bir iptal kararı ile mümkün olup bu karar da sadece görev süresinin geri kalan kısmı için bir etki yaratacak/geçerli olacaktır. Bu minvalde olaya bakıldığında başvurucunun yanında idarenin de hatta yargısal süreçteki göreli gecikme nedeniyle yargı organının da iptal hükmünün icra edilememesi noktasında net/açık ve tek başına sebep teşkil edecek bir kusurunun bulunduğu söylenemez.

62. İdareye bu noktada atfedilebilecek tek kusur yargı kararı ile iptal edilmiş olan hukuka aykırı bir işlemin tesis edilmesidir. Ancak bu husus da işlem nedeniyle açılacak tazminat davasının konusu olup, başvurucunun ne dava dilekçesinde ne de bireysel başvuru dilekçesinde bir tazminat talebi söz konusudur. Diğer yandan somut olayda; lehine karar verilen kişinin ölmesi, mirasçısının bulunmaması, statüsünün değişmesi gibi kararın icrasını herhangi bir ihlale vücut vermeden imkânsız kılan bir durum da söz konusu değildir. Zira başvurucu halen MEB bünyesinde çalışmaktadır.

63. Bu bağlamda hatalı bir işlem tesis eden ve bu işleme ilişkin verilen muhatabı olduğu iptal kararı -somut sürecin özellikleri (işlemin/görevin niteliği, görev sona erdikten sonra iptal kararı verilmesi) nedeniyle- uygulanamaz hâle gelen idarenin başvurucuya eski hâle getirme ilkesine göre en uygun alternatif çözümü önererek iptal kararına uyma iradesinde olduğunu ortaya koyması gerekmektedir. Dosya içinde bulunan ve idarece sunulan belgelere bakıldığında idarenin somut olayda böyle bir alternatif çözüm önerdiği ve/veya pasif bir tutum sergilemediği söylenemez.

64. Bu hâle göre başvurucu lehine verilen kesinleşmiş bir iptal kararının var olduğu ve uygulanamadığı, bu uygulanamama hâline net/açık olarak herhangi bir kamusal müdahalenin tek başına sebep olmadığı, başvurucudan kaynaklanmayan farklı etkenlerin bir araya gelmesi ile kararın uygulanamaz hâle geldiği ve fakat bununla beraber herhangi bir ihlale vücut verilmeden uygulamayı imkânsız kılan(ölüm, statü değişikliği) bir durumun da söz konusu olmadığı, ayrıca idarenin de iptal hükmünün uygulanmasını sağlamak adına eski hâle getirme ilkesine göre en uygun alternatif çözümü önermek noktasında bir girişimde bulunmadığı anlaşıldığından başvurucunun kararın icrası hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.

65. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında kararın icrası hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

66. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

67. Başvurucu, ihlalin tespiti talebinde bulunmuştur, tazminat istemi söz konusu değildir.

68. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmenin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018§ 55).

69. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).

70. İhlalin idari eylem ve işlemden kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesi her somut olayın koşullarını dikkate alarak yapılması gerekenlere hükmeder (Ali Kayan, B. No: 2015/9814, 20/3/2019, § 86).

71. İlgili mahkemenin tespit edilen ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırma imkânının bulunmadığı durumlarda ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için kararın bir örneğinin ilgili idareye gönderilmesi gerekebilir. Bu bağlamda idarece öncelikle yapılması gereken iş, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı doğrultusunda bir temel hak ve hürriyetin ihlaline yol açan idari eylem veya işlemin ortadan kaldırılarak tespit edilen ihlalin sonuçlarını gidermek için gereken işlemlerin yapılmasıdır. Bu çerçevede ihlal, yerine getirilmeyen usule ilişkin bir eksiklikten kaynaklanıyorsa söz konusu işlemin hak ihlaline yol açmayacak şekilde yeniden (veya daha önce hiç yapılmamışsa ilk defa) yapılması icap etmektedir (Ali Kayan, § 87).

72. Anayasa Mahkemesi kesinleşmiş yargı kararının uygulanamaması nedeniyle başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Somut başvuruda ihlal sonucuna ulaşılmış ise de iptal kararının fiilen ve hukuken uygulanamayacak durumda olması nedeniyle eski hâle getirme kuralına göre kararın idareye gönderilmesinde hukuki yarar bulunmamaktadır. Başvurucunun tazminat talebinin de olmadığı dikkate alındığında ihlalin tespitiyle yetinilmesine karar verilmesi gerektiği kanaatine ulaşılmıştır.

73. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harcın başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde hüküm altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında kararın icrası hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin bilgi için Millî Eğitim Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,

D. 226,90 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 3/12/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ESAT AKKOYUN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/26625)

 

Karar Tarihi: 13/4/2021

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

M.Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

M. Emin ŞAHİNER

Başvurucu

:

Esat AKKOYUN

Vekili

:

Av. Muhsin DOĞAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; bir kamu kurumu aleyhine verilmiş, ekonomik değere ilişkin ve icra edilebilir bir yargı kararının uzun süre icra edilmemesi ve kurum aleyhine başlatılan icra takibinin de sonuçsuz kalması nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 6/8/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

A. Uyuşmazlığın Arka Planı

8. Başvurucu 1958 doğumlu olup Aydın'ın Sultanhisar ilçesinde ikamet etmektedir.

9. Başvurucu 15/7/1997 tarihinde Atça Çiftçi Malları Koruma Başkanlığında çalışmaya başlamış ve daha sonra 12/11/2012 tarihli ve 6360 sayılı On Dört İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Yedi İlçe Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un ilgili maddeleri uyarınca işyeri devri nedeniyle Sultanhisar Çiftçi Koruma Başkanlığına iş sözleşmesi devredilmiştir.

10. Başvurucu 25/9/2016 tarihinde emeklilik nedeniyle iş sözleşmesini tek taraflı olarak feshetmiştir.

B. İcra Takibi ve Şikâyet Davası Süreci

11. Başvurucu tarafından 25/8/1971 tarihli ve 1475 sayılı mülga İş Kanunu'nun 14. maddesi uyarınca ödenmesi gereken kıdem tazminatının tahsili istemiyle Nazilli 2. İcra Müdürlüğünde (İcra Müdürlüğü) Sultanhisar Çiftçi Koruma Başkanlığı (Koruma Başkanlığı) aleyhine ilamsız icra takibi başlatılmıştır.

12. Takibe itiraz edilmesi üzerine başvurucu tarafından Nazilli 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) itirazın iptali ve takibin devamı istemiyle Koruma Başkanlığı aleyhine 17/1/2017 tarihinde dava açılmıştır. Mahkemenin 26/10/2017 tarihli kararında davanın kısmen kabulü ile 30.964,06 TL asıl alacak, 1.073,66 TL faiz yönünden itirazın iptaline ve takibin devamına hükmedilmiştir. Mahkeme kararının gerekçesinde, başvurucunun 1475 sayılı mülga Kanun'un 14. maddesi uyarınca emeklilik nedeniyle iş sözleşmesini feshettiği ve yaşlılık aylığı almaya hak kazandığı, anılan madde gereğince işçinin kıdem tazminatına hak kazandığı hukuki gerçeğine işaret edilmiştir.

13. İtirazın iptali kararı icrai işleme konu edilmek için kesinleşmesi gereken kararlardan olmadığından başvurucu tarafından 21/12/2017 tarihinde bahse konu işçilik alacağının tahsili amacıyla haciz işlemi başlatılmış ancak Koruma Başkanlığının ödeme gücünün olmaması nedeniyle söz konusu alacak tahsil edilememiştir.

14. Taraflar, itirazın iptali kararına karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 28/6/2018 tarihli kararıyla tarafların istinaf istemlerini reddetmiştir.

15. Nihai karar başvurucu vekiline 9/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.

16. Başvurucu 6/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

17. İcra Müdürlüğü tarafından 5/8/2019 tarihinde borçlu Koruma Başkanlığına muhtıra gönderilerek borç miktarı olan 52.071,02 TL'nin muhtıranın tebliğinden itibaren yedi gün içinde ödenmesi, aksi hâlde cebri icra yoluna başvurulacağı hususu açıkça bildirilmiş olmasına rağmen belirtilen sürede Koruma Başkanlığınca herhangi bir ödeme yapılmamıştır. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre de yedi günlük sürenin sona ermesinin ardından arada geçen süre zarfında da Koruma Başkanlığı tarafından başvurucunun takibe konu alacağına ilişkin herhangi bir ödeme yapılmadığı anlaşılmıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

18. 2/7/1941 tarihli ve 4081 sayılı Çiftçi Mallarının Korunması Hakkında Kanun'un 1. maddesi şöyledir:

"Bu kanuna göre korunacak çiftçi malları aşağıda yazılıdır:

I - Ekili, dikili veya kendiliğinden yetişen bütün nebatlarla Orman Kanununun şumulüne girmeyen ağaçlar ve ağaçlıklar,

II - Ziraatte kullanılan veya ziraatle alakalı olan her nevi menkul ve gayrimenkul mallar,

III - Su arkları, set ve bentlerle hendek, çit, duvar ve emsali manialar, tarla ve bahçe yolları.''

19. 4081 sayılı Kanun'un 7. maddesi şöyledir:

"Koruma ve ihtiyar meclislerinin, çiftçi mallarını koruma bakımından, vazife ve salahiyetleri şunlardır:

I - Koruma kadro ve bütçesini ve senelik koruma ücreti tarifelerini tesbit ve her iki hususu murakabe heyetinin tetkik ve tasdikına sevketmek.

II - Koruculuk için Köy Kanununda yazılı hükümlere göre bekçiliğe ehil gördüklerini seçerek tayinlerini vali veya kaymakamın tasdikına arzetmek, bekçilerin adedlerini ve çalışma müddet ve şartlarını tesbit eylemek, vazife görecekleri mıntakaları ayırmak ve bunlara para veya mal olarak verilecek aylık veya yıllığı kararlaştırmak ve vazifelerini iyi görmeleri için lüzumlu tedbirleri almak, hayvanlar için müşterek çoban tutmak,

III - Suların mezruat ve yollara yapacağı tahribatı önlemek ve su arkları ve hendeklerle tarla ve bahçe yollarını tamir ettirmek ve bu yüzden doğacak masrafları bütçe harici olarak alakalılar arasında istifadeleri nispetinde taksim ve tahsil etmek (Alakalılardan fiilen çalışmak isteyenler çalışabilirler),

IV - Suların sivrisinek yetişmesine müsait birikintiler yapmasına mani olmak ve bu maksat için açılan kanallar ve mecraları ve kurutulmuş olan toprakları muhafaza etmek,

V - Elli liraya kadar olan zarar ve ziyan işlerine 26 ncı maddede yazılı hükümler dairesinde bakmak,

VI - Ondördüncü maddede gösterilen inzibat cezalarını vermek ve bu kanunda yazılı diğer vazifeleri görmek.''

20. 4081 sayılı Kanun'un 16. maddesi şöyledir:

"Köy sınırları veya ikinci maddenin ikinci fıkrasında yazılı saha içindeki ekilmiş arazi ile bağ, bahçe veya ağaçlıklara fiilen tasarruf etmekte olanlardan ve gelip geçici olmayan ve kendi hayvanlarını idare edecek kadar şahsına ait veya icarla merası bulunmayan sürü sahiplerinden 15 inci maddede gösterilen tarifede yazılı senelik koruma parası veya bunun mukabili olan mahsul veya mal alınır. Koruma parasına tabi olanların bunun miktarı hakkında kendilerine veya ikametgahlarına yapılacak tebliğden itibaren on gün zarfında murakabe heyetine itiraz hakları vardır.''

21. 4081 sayılı Kanun'un 18. maddesi şöyledir:

"Her koruma ve ihtiyar meclisi nezdinde 16 ve 17 nci maddelerde yazılı gelirlerden bir koruma sandığı teşkil olunur. Bekçi ücretlerinden başka zarar ve ziyan mukabili olarak tahsil edilmiş olan miktar, peşin olarak ödenen zararlar dolayısiyle tükendiği veya zararın ödenmesine kafi gelmediği takdirde sandık mevcudu tarifede yazılı esaslar dairesinde mükelleflerden yapılacak tahsilatla tamamlanır. Bu suretle yapılacak tahsilatta zarar ve ziyan karşılığı olarak 15 inci maddenin son fıkrasına göre tesbit edilmiş olan nisbet daima muhafaza olunur.''

22. 4081 sayılı Kanun'un 21. maddesi şöyledir:

"Koruma sandığındaki paraların sarfedilebileceği yerler şunlardır:

I - Bekçilerin ücretleri,

II - 29 uncu maddeye göre ödenecek zararlar,

III -Her mahallin hususiyet ve ihtiyaçlarına göre koruma ve ihtiyar meclisleri tarafından bu kanunun tesbit ettiği hizmetlerin ifası için yapılacak zaruri masraflar. Bu masrafların senelik yekünu hiç bir halde bekçi ücretleri yekünunun yüzde onunu tecavüz edemez.''

23. 4081 sayılı Kanun'un 22. maddesi şöyledir:

"Korunma sandığının mevcudu Devlet malı hükmündedir. Korunma gelirleri ve korunma sandığındaki paraya haciz konamaz. Korunma sandığı gelirinin cibayet ve sandık mevcudunun sarf sureti ve her sene sonunda hesabların nasıl kapatılacağı Ziraat Vekaletince tesbit olunur.''

24. 4081 sayılı Kanun'un 23. maddesi şöyledir:

"Bu Kanun ile vazifedar olanların vazifeleri dolayısıyla işledikleri suçlarla ilgili olarak Türk Ceza Kanununun kamu görevlilerine ilişkin hükümleri tatbik olunur.

Bu gibilerin ifa ettikleri vazifeden dolayı kendilerine karşı görevleriyle bağlantılı olarak işlenen suçlar kamu görevlileri aleyhine işlenmiş sayılır''

25. 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun "Haczi caiz olmıyan mallar ve haklar" kenar başlıklı 82. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Aşağıdaki şeyler haczolunamaz:

1. Devlet malları ile mahsus kanunlarında haczi caiz olmadığı gösterilen mallar,

...''

V. İNCELEME VE GEREKÇE

26. Mahkemenin 13/4/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

27. Başvurucu; işçilik alacağının ödenmesi talebiyle başlatılan icra takibine rağmen kesinleşmiş olan alacağının ödenek yokluğu gerekçe gösterilerek ödenmediğini, 4081 sayılı Kanun'un 22. maddesi uyarınca koruma sandığına dâhil para ve diğer mal varlığının devlet malı olarak kabul edilmesi nedeniyle icra takibinden bir sonuç alınmasının da imkân dâhilinde olmadığını belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

28. Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

29. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

30. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir." denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikri hakların yanı sıra, icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60). Somut başvuru yönünden başvurucunun alacağının varlığı idare tarafından kabul edildiğine göre icra edilebilir nitelikteki söz konusu alacağın mülk teşkil ettiğinde kuşku bulunmamaktadır.

31. Bir alacağın mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilmesi için mahkeme hükmüne dayanması şart olmayıp belirli, kesin ve icra edilebilir mahiyette olması gerekli ve yeterlidir. Nitekim somut olayda başvurucu, iş sözleşmesinin feshinden sonra işçilik alacağının tahsilini teminen ilamsız icra takibi başlatmış, borçlu Koruma Başkanlığı tarafından söz konusu takibe yönelik yapılan itiraz da yine başvurucunun açmış olduğu itirazın iptali davası ile iptal edilmiş, karar Bölge Adliye Mahkemesince onaylanmış ve takip bu şekilde kesinleşmiştir. Dosya kapsamında, borcun olmadığına dair Koruma Başkanlığı tarafından açılan bir davanın bulunduğuna ilişkin bilgi de yer almamaktadır. İcra Müdürlüğü tarafından 5/8/2019 tarihinde yapılan dosya hesabında 52.071,02 TL tutarında bakiye borcun bulunduğu görülmektedir. Dolayısıyla alacağın belirli, kesin ve icra edilebilir mahiyette olduğu dikkate alındığında başvurucunun mülkiyet hakkının varlığı konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Ancak İcra Müdürlüğü tarafından 5/8/2019 tarihinde borçlu Koruma Başkanlığına gönderilen muhtıranın içeriğine rağmen başvurucunun alacağı ödenmemiş durumdadır.

32. Anayasa Mahkemesi Metin Baysal ve diğerleri (B. No: 2014/13202, 20/7/2017) kararında, 4081 sayılı Kanun uyarınca kamusal görev ve yetkiler ile donatılan Aydın Çiftçi Malları Koruma Başkanlığı aleyhine işçi ve işveren ilişkisinden kaynaklanan alacak davaları açıldığını ve yapılan yargılamalar sonucunda başvurucular lehine alacaklara hükmedildiğini belirtmiş ancak nihai kararların kesinleşmesinden itibaren 4 yıl 1 aylık süre geçtiği hâlde alacakların ödenmemesi nedeniyle başvurucuların mahkemeye erişim hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Metin Baysal ve diğerleri, §§ 9-18).

33. Anayasa Mahkemesi Halil Çağatay (B. No: 2014/20389, 13/4/2017) başvurusunda mülkiyet hakkı kapsamında korunan ve mahkeme kararına dayanan icra edilebilir bir alacağın yargı kararından yaklaşık on ay geçtikten sonra icra edilmiş olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine, Mehmet Hocaoğlu (B. No: 2013/3207, 15/10/2015) başvurusunda Bulgaristan’da öğretmen olarak görev yapmakta iken zorunlu göç kapsamında Türkiye’ye gelip Türk vatandaşlığına geçen ve 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na tabi öğretmen kadrosunda görev yapan başvurucunun Bulgaristan’da öğretmen olarak geçen hizmet sürelerinin emeklilik intibakında değerlendirilmesi gerektiğine ilişkin mahkeme kararının Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından Anayasa Mahkemesi kararının verildiği 15/10/2015 tarihine kadar 2 yıl 7 aydır uygulanmamasının mülkiyet hakkını ihlal ettiğine, Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım (B. No: 2013/711, 3/4/2014) kararında kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılan tazminat davaları kabul edildiği ve tapu kaydı Belediye adına tescil edildiği hâlde tespit edilen bedelin gerekçe gösterilmeksizin dört yılı aşkın süredir ödenmemesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğine, Global Yapı Elemanları Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi (B. No: 2014/17557, 8/11/2017) başvurusunda başvurucunun icra edilebilir nitelikteki kesinleşmiş alacağının idare tarafından borcun varlığının da kabul edilmesine rağmen yaklaşık 4 yıl 5 ay geçtiği hâlde tamamıyla ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ve son olarak S.S. Yeni Foça Asmadere Konut Yapı Kooperatifi (B. No: 2015/14525, 10/10/2019) kararında tazminata ilişkin yargı kararının kesinleştiği 12/11/2007 tarihinden bu yana yaklaşık 11 yıl 7 ay boyunca uygulanmamasının Anayasa Mahkemesince yargı kararlarının uygulanması çerçevesinde daha önce ortaya konulan ilkelere göre mahkemeye erişim ve kanunilik ölçütü yönünden mülkiyet hakkının ihlaline yol açtığına karar vermiştir.

34. Diğer yandan Anayasa Mahkemesinin daha önceki kararlarında icra edilebilir bir alacağın da mülkiyet hakkı kapsamında korunan ekonomik bir değer ifade ettiği kabul edilmiştir. Ayrıca kamu kurum ve kuruluşlarınca böyle bir alacağın ödenmemesi ya da ödenmesinin uzun sürmesinin mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına müdahale teşkil ettiği ve bu müdahale nedeniyle oluşan belirsizliğin ise mülkiyet hakkının ihlaline neden olduğu sonucuna varılmıştır (Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, §§ 55-75; Şenal Haylaz, B. No: 2013/3457, 25/2/2015, §§ 60-79).

35. Somut olayda bu ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Buna göre Metin Baysal ve diğerleri kararında da bahsedildiği üzere 4081 sayılı Kanun uyarınca kamusal görev ve yetkiler ile donatılan Koruma Başkanlığı aleyhine 28/6/2018 tarihinde kesinleşen işçilik alacağının inceleme tarihine göre iki yılı aşkın zamandır ödenmediği anlaşılmaktadır. Bu durumda başvurucunun icra edilebilir nitelikteki kesinleşmiş alacağının Koruma Başkanlığı tarafından söz konusu süre zarfında hâlâ ödenmemiş olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmak gerekir.

36. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Kararın İcrası Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

37. Başvurucu, lehine olan kesinleşmiş yargı kararının uygulanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

38. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

39. Anayasa’nın ''Mahkemelerin bağımsızlığı'' kenar başlıklı 138. maddesinin son fıkrası şöyledir:

"Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

40. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kararın icrası hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

41. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında; herkesin yargı organlarına davacı veya davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan adil yargılanma hakkı, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasa'nın yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarına uyma zorunluluğunu ve mahkeme kararlarının değiştirilemeyeceği ile uygulanmasının geciktirilemeyeceğini ifade eden 138. maddesinin de adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Arman Mazman, B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 57).

42. Anayasa’nın 36. maddesinde ifade edilen hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, sadece yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunmada bulunma hakkını değil yargılama sonunda hakkı olanı elde etmeyi de kapsayan bir haktır (AYM, E.2009/27, K.2010/9, 14/1/2010).

43. Kararın icrası hakkı, mahkemeye erişim hakkı ve karar hakkı ile birlikte adil yargılanma hakkının güvencelerinden olan mahkeme hakkının bir unsurunu oluşturmaktadır (Filiz Fırat, B. No: 2014/10305, 5/12/2017, § 29). Mahkeme kararlarının uygulanması yargılamanın dışında olmakla birlikte onu tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır. Bu nedenle yargı kararlarının uygulanması mahkeme hakkı kapsamında değerlendirilmektedir. Buna göre yargılama sonucunda mahkemenin bir karar vermiş olması yeterli değildir, ayrıca bu kararın etkili bir şekilde uygulanması da gerekir. Hukuk sisteminde, nihai mahkeme kararlarını taraflardan birinin aleyhine sonuç doğuracak şekilde uygulanamaz hâle getiren düzenlemeler bulunması veya mahkeme kararlarının icrasının herhangi bir şekilde engellenmesi hâllerinde mahkeme hakkı da anlamını yitirecektir (benzer yönde değerlendirmeler için Ahmet Yıldırım, B. No: 2012/144, 2/10/2013, § 28).

44. Somut olayda da bu ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılan kısımda yapılan değerlendirmeler esas alındığında başvurucu lehine olan nihai ve kesinleşmiş nitelikteki yargı kararının uygulanmaması nedeniyle aynı zamanda kararın icrası hakkının da ihlaline yol açılmıştır.

45. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan kararın icrası hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

46. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

47. Başvurucu ihlalin tespit edilmesi, dava konusu kıdem tazminatı miktarının yasal faiz işletilerek tarafına verilmesi ve 10.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

48. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

49. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

50. Başvurucu lehine işçilik alacağına ilişkin yapılan icra takibi kesinleşmiş olmasına rağmen Koruma Başkanlığı tarafından işçilik alacağıyla ilgili olarak ödeme gerçekleştirilmemiştir. Dolayısıyla somut başvuruda mülkiyet ve kararın icrası haklarının ihlalinin idari bir işlemden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

51. Bu nedenle yalnızca ihlal tespitiyle ve kararın Koruma Başkanlığına gönderilmesi suretiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucunun talebiyle bağlı kalınarak başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

52. İhlalin sonuçlarının giderilmesi çerçevesinde başvuruya konu yargı kararını uygulanma görev ve sorumluluğu somut olayda Koruma Başkanlığına düşmektedir. Yargı kararının uygulanmaması hâlinin devamı veya uygulama biçiminin giderimi sağlayıp sağlamadığı hususunun yeni bir bireysel başvuru kapsamında denetlenebileceği hatırlatılmalıdır (bkz. Aligül Alkaya ve diğerleri (2)). Dolayısıyla kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının belirtilen şekilde giderilmesi için Koruma Başkanlığına gönderilmesine karar verilmesi gerekeceğinden başvurucunun işçilik alacağının ödenmesine hükmedilmesi talebinin reddedilmesi gerekir.

53. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Kararın icrası hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki kararın icrası hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Yargı kararının en kısa sürede icra edilmesi için kararın bir örneğinin Sultanhisar Çiftçi Malları Koruma Başkanlığına GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 13/4/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ALAEDDİN BAYRAM BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/25857)

 

Karar Tarihi: 31/3/2022

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucu

:

Alaeddin BAYRAM

Vekili

:

Av. Burcu OCAK ÖĞÜTCÜ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, mahkeme kararının icra edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ve kararın icrası hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 18/7/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

5. Başvurucu 1971 doğumlu olup İzmir'de ikamet etmektedir.

6. Başvurucu Giresun'un Doğankent Belediyesinde (Belediye) sözleşmeli veteriner hekim olarak görev yapmakta iken 31/12/2010 tarihinde sözleşme süresinin dolması üzerine başvurucunun sözleşmesi yenilenmemiştir.

7. Başvurucu, Belediye meclisinin sözleşmeli veteriner hekim çalıştırılmamasına ilişkin 11/2/2011 tarihli işlem ile 2011 yılı Ocak ve Şubat aylarına ait ücretin ödenmesi isteminin reddine ilişkin 1/3/2011 tarihli işlemin iptali istemiyle Ordu İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır.

8. İdare Mahkemesi, Belediyenin mezbahanın açılmamış olması sebebiyle veteriner ihtiyacı bulunmadığına dair açıklamalarını yeterli bularak 9/3/2012 tarihli kararla davayı reddetmiştir. Kararın temyizi üzerine Danıştay Onikinci Dairesi (Danıştay) 27/5/2013 tarihinde İdare Mahkemesi kararını onamıştır. Ancak Danıştay karar düzeltme aşamasında verdiği 16/5/2017 tarihli kararla onama kararını kaldırarak İdare Mahkemesi kararını bozmuştur. Bozma kararında, başvurucunun mezbahayı kurmak için görevlendirildiğine ve mezbahanın kuruluşunun da başvurucunun sözleşmesinin bitiminden dört gün önce -27/12/2010 tarihinde- tamamlandığına işaret edilmiş, belediyelerin veteriner hekim çalışmasının zorunlu olduğuna da vurgu yapılarak davalı idarenin açıklamalarına itibar edilmediği belirtilmiştir. Kararda, Belediyenin sözleşmenin yenilenmemesi konusunda takdir yetkisi bulunsa da başvurucunun hizmetine ihtiyaç bulunmadığı ve hizmetinde başarılı olmadığı yolunda bir tespitin mevcut olmadığına, ayrıca kadro sorunun da bulunmadığına dikkat çekilerek idari işlemin hukuka aykırı olduğu tespiti yapılmıştır.

9. Bozma kararına uyan İdare Mahkemesi 4/1/2018 tarihinde idari işlemlerin iptaline, başvurucunun idari işlemler sebebiyle yoksun kaldığı maaş farklarının -başka bir yerde çalışmışsa aradaki maaş farkı tutarı da gözönünde bulundurularak- başvurucuya ödenmesine karar vermiştir.

10. İdare Mahkemesinin kararı 30/1/2018 tarihinde Belediyeye tebliğ edilmiştir. Karara karşı kanun yollarına başvurulmaması üzerine karar 2/3/2018 tarihinde kesinleşmiştir.

11. Belediye İdare Mahkemesi kararını uygulamak amacıyla herhangi bir işlem tesis etmemiştir.

12. Başvurucu, 11/7/2018 tarihinde Belediyeye müracaat ederek mahkeme kararının icra edilmesini istemiştir. Belediye 4/2/2019 tarihli yazıyla başvurucunun alacağının miktarının hesaplanmasının detaylı inceleme ve araştırma gerektirdiği, konuyla ilgili çalışmaların devam ettiği bildirilmiştir.

13. Başvurucu 16/4/2019 tarihinde bir kez daha Belediyeye müracaat ederek 11/7/2018 tarihindeki talebinin yerine getirilmesini istemiştir. Başvurucunun bu talebi Belediye Meclisinin 11/6/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde, Belediyenin faaliyete geçmiş bir mezbahanın bulunmadığı belirtilmiş; başvurucunun nitelikleri dikkate alındığında başka bir hizmette çalıştırılmasının da mümkün olmadığı, bu koşullarda başvurucunun kamu hizmetinde çalıştırılmasının kamu zararına yol açacağı ifade edilmiştir. Kararda; işe iade talebinin bu nedenle parasal haklarının ödenmesi talebinin ise maddi kayıplara ilişkin olarak hesaba elverişli bilgi verilmemesi ve maddi kayıpların miktarının açıkça belirtilmemesi sebebiyle reddedildiği vurgulanmıştır. Belediye Meclisi kararı 20/6/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

14. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 28. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"1. Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez ...

2. (Değişik: 2/7/2012-6352/58 md.) Konusu belli bir miktar paranın ödenmesini gerekti-ren davalarda hükmedilen miktar ile her türlü davalarda hükmedilen vekalet ücreti ve yargılama giderleri, davacının veya vekilinin davalı idareye yazılı şekilde bildireceği banka hesap numarasına, bu bildirim tarihinden itibaren, birinci fıkrada belirtilen usul ve esaslar çerçevesinde yatırılır. Birinci fıkrada belirtilen süreler içinde ödeme yapılmaması halinde, genel hükümler dairesinde infaz ve icra olunur.

3. Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemeleri kararlarına göre işlem te-sis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay ve ilgili idari mahkeme-de maddi ve manevi tazminat davası açılabilir.

4. (Değişik: 21/2/2014-6526/18 md.) Mahkeme kararlarının süresi içinde kamu görevlilerince yerine getirilmemesi hâlinde tazminat davası ancak ilgili idare aleyhine açılabilir."

B. Uluslararası Hukuk

15. İlgili uluslararası hukuk için bkz. Nebi Seyhan, [GK], B. No: 2018/27882, 27/10/2021, §§ 30-34.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

16. Anayasa Mahkemesinin 31/3/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

17. Başvurucu; İdare Mahkemesinin 4/1/2018 tarihli kararının icra edilmemesi nedeniyle ücret kayıplarının telafi edilmediğini, emeklilik hakkından bile mahrum kaldığını belirtmiş, bu durumun mülkiyet hakkının ihlaline sebebiyet verdiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca 1993/Nisan ile 2018/Ocak dönemine ilişkin Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) kayıtlarını da ibraz etmiştir.

2. Değerlendirme

18. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

19. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Mülkün Varlığı

20. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ile fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60). Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak zorundadır (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26).

21. Somut olayda sözleşmesinin yenilenmemesi sebebiyle mahrum kaldığı ücretlerin başvurucuya ödenmesi gerektiği İdare Mahkemesi kararıyla tespit edilmiştir. Bu durumda başvurucunun sözleşmesinin yenilenmediği 31/12/2010 tarihinden sonraki dönemdeki sözleşme ücretlerinin başvurucu yönünden mülk teşkil ettiği sonucuna ulaşılmıştır.

ii. Genel İlkeler

22. Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuki güvenliği sağlayan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuk kurallarıyla kendini bağlı sayan ve yargı denetimine açık olan devlettir (AYM, E.2017/16, K.2019/64, 24/7/2019, § 43).

23. Bu noktada hukuk devletinin gereklerinden birini de hukuk güvenliği ilkesi oluşturmaktadır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi; hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013; AYM, E.2020/80, K.2021/34, 29/4/2021, § 25).

24. Hukuk güvenliği ve hukukun üstünlüğünün sağlanabilmesi için ise devletin her türlü işlem ve eyleminin yargı denetimine açık olması gerekir. Nitekim Anayasa’nın 125. maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesinde "İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır." denilmek suretiyle bu husus anayasal güvenceye kavuşturulmuştur. Ancak hukuk güvenliğinin ve hukukun üstünlüğünün sağlanması için devletin işlem ve eylemlerine karşı yargı yolunun açık tutulması yeterli olmayıp yargı mercileri tarafından verilen kararların gecikmeksizin uygulanması da gerekir. Yapılan yargısal denetim neticesinde bir işlemin hukuka aykırı olduğu tespit edilmesine rağmen işlemin iptali yönündeki kararın uygulanmaması, devletin işlem ve eylemlerine karşı yargı yolunun açık tutulmasını anlamsız hâle getirir. Zira hukuk güvenliği ve hukukun üstünlüğü sadece hukuka aykırılıkların tespit edilmesiyle değil bunların tüm sonuçlarıyla ortadan kaldırılmasıyla sağlanabilir (AYM, E.2012/73, K.2013/107, 3/10/2013).

25. Anayasa'nın 138. maddesinin dördüncü fıkrasına göre yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır. Bu hükümde mahkeme kararlarına uyma ve bu kararları değiştirmeksizin yerine getirme hususunda yasama ve yürütme organları ile idare lehine herhangi bir istisnaya yer verilmemiştir. Yargı kararlarının ilgili kamu makamlarınca zamanında yerine getirilmediği bir devlette, bireylerin yargı kararıyla kendilerine sağlanan hak ve özgürlükleri tam anlamıyla kullanabilmeleri mümkün olmaz. Dolayısıyla devlet, yargı kararlarının zamanında icra edilmesini sağlayarak bireyler aleyhine oluşabilecek hak kayıplarını engellemekle ve bu yolla bireylerin kamu otoritelerine ve hukuk sistemine olan güven ve saygılarını korumakla yükümlüdür. Bu sebeple Anayasa'nın 2. maddesinde öngörülen hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak bireylerin kamu otoritesi ve hukuk sistemine olan güven ve saygılarını koruma adına vazgeçilemez bir görev ifa eden yargı kararlarının zamanında icra edilmeyerek sonuçsuz bırakılması kabul edilemez (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Arman Mazman, B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 61).

26. Mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından Anayasa'nın 35. maddesi -Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere- mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır (Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017, § 36; Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, § 71). Mülkiyet hakkı kapsamında nihai ve icrai nitelikteki bir yargı kararının uygulanmaması Anayasa'nın 35. maddesinde öngörülen hakkın korunmasına ilişkin söz konusu güvenceleri de ortadan kaldırmaktadır (Erol Aksoy (2) [GK], B. No: 2016/11026, 12/12/2019, § 71).

27. Anayasa Mahkemesi mülkiyet hakkına yönelik nihai bir yargı kararının uygulanmamasının ihlale yol açtığını daha önce çeşitli kararlarında kabul etmiş ve ilgili mahkeme kararını uygulamakla görevli kamu makamlarının kararın uygulanmasını engellemesinin veya kararın uygulanması için gerekli özeni göstermemesinin Anayasa'nın 35. maddesinin ihlali anlamına geldiğini vurgulamıştır (Erol Aksoy (2) §§ 75-84; Nebi Seyhan, §§ 50-66; Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, §§ 55-75; Mehmet Hocaoğlu, B. No: 2013/3207, 15/10/2015, §§ 59-74; Necdet Çetinkaya, B. No: 2013/7725, 24/3/2016, §§ 64-73; Ali Kayan, B. No: 2015/9814, 20/3/2019, §§ 69-75).

iii. İlkelerin Olaya Uygulanması

28. Somut olayda sözleşmeli veteriner hekim olarak Belediyede görev yapan başvurucunun sözleşmesi 31/12/2010 tarihinde sona ermiş ve bundan sonraki dönemde başvurucunun sözleşmesi yenilenmemiştir. Başvurucunun açtığı davada Danıştayın bozma kararını da gözeten İdare Mahkemesi 4/1/2018 tarihli kararla başvurucunun sözleşmesinin yenilenmemesine ilişkin işlemi iptal etmiş, yoksun kaldığı sözleşme ücretlerinin - başka bir yerde çalışmışsa aradaki maaş farkı tutarı da gözönünde bulundurularak- ödenmesine hükmetmiştir. Başvurucu, Belediyenin kararı icra etmediğinden şikâyet etmiştir.

29. İdari mahkemelerce iptal kararı verilmesi, idari işlemin hukuksal varlığını sona erdirir. Bununla birlikte idarenin, iptal edilen işlemin etkilerini gidermek için -gerekirse yeni bir işlem tesis etmek de dâhil olmak üzere- her türlü tedbiri alma yükümlülüğü doğar. Belediyenin bu yükümlüğünün dayanağı kuşkusuz Anayasa'nın emredici nitelikteki 138. maddesinin dördüncü fıkrası hükmüdür. Nitekim 2577 sayılı Kanun'un 28. maddesinin (1) numaralı fıkrasında da işlemi tesis eden idarenin iptal kararının gereğini gecikmeksizin ve herhâlde kararın kendisine ulaştığı tarihten itibaren otuz gün içinde yerine getirmesi gerektiği hükme bağlanmaktadır. Dolayısıyla Belediye aleyhine verilmiş, ekonomik değere ilişkin ve icra edilebilir bir yargı kararının bulunduğu açıktır (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Nebi Seyhan, § 51).

30. İptal kararının uygulanmasının anayasal olarak zorunlu olduğu hususunda duraksama bulunmamakla birlikte bazı hâllerde kararın ne şekilde uygulanacağı açık olmayabilir. Bu gibi hâllerde idarenin mahkeme kararının nasıl uygulanacağını belirleme hususunda belli ölçüde takdir yetkisine sahip olduğunun kabulü gerekir. Bununla birlikte idarenin haiz olduğu bu takdir yetkisi hiçbir zaman işlemin uygulanmasından kaçınılacak bir yöntemin tercih edilmesini içermemektedir (Şeyhmus Altuğrul, B. No: 2017/38317, 13/1/2021, § 60).

31. İdare Mahkemesi kararının uygulanıp uygulanmadığının incelenmesinde davanın konusunun ve iptal kararının gerekçesinin tespiti önem taşımaktadır (Nebi Seyhan, § 54). Somut olayda İdare Mahkemesinin 4/1/2018 tarihli kararıyla, sözleşme süresinin 31/12/2010 tarihinde dolması nedeniyle Belediye bünyesinde yeniden veteriner hekim çalıştırılmamasına dair idari işlem iptal edilmiş, buna bağlı olarak da mahrum kaldığı ücretlerin hesaplanarak başvurucuya ödenmesine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinde başvurucunun sözleşmesinin yenilenmemesinin hukuka aykırı olduğu açıkça belirtilmiştir.

32. Buna göre İdare Mahkemesi kararının uygulanması, başvurucunun sözleşmesinin 1/1/2011 tarihi itibarıyla yenilenmesini, sözleşme ücretinin de söz konusu tarihten itibaren hesaplanmasını ve bu dönemde başka bir yerde çalışmışsa buradan elde ettiği gelirler mahsup edilerek başvurucuya ödenmesini gerektirmektedir. Ancak Belediye, mezbahanın faaliyete geçmemesi sebebiyle veteriner ihtiyacının bulunmadığı ve başvurucunun nitelikleri itibarıyla başka bir hizmette çalıştırılmasının da mümkün olmadığı gerekçesiyle başvurucunun sözleşmesinin 1/1/2011 tarihi itibarıyla yenilenmesi yolunda bir işlem tesis etmemiştir. Belediye ayrıca sözleşme ücretlerinin ödenmesine ilişkin hüküm fıkrasını da maddi kayıplara ilişkin olarak hesaba elverişli bilgi verilmediği ve maddi kayıpların miktarının açıkça belirtilmediği gerekçesiyle icra etmemiştir.

33. Mahkeme kararının aynen ifasının hukuki ve fiilî imkânsızlıklar sebebiyle mümkün olmadığı hâllerde aynen ifanın yerine ikame edilmek üzere farklı alternatiflerin geliştirilmesinin önünde anayasal bir engelin bulunmadığı belirtilmelidir. Ancak bir iptal kararını icra etmenin fiilen veya hukuken imkânsız olduğu olağanüstü koşullarda dahi idarenin söz konusu yükümlülüğü ortadan kalkmamaktadır. Aynen icranın önünde bu gibi engellerin mevcut olduğu durumlarda icra biçiminde değişikliğe gidilmesi mümkün olsa da bunun, ilgilinin yeniden yargıya başvurmasına gerek kalmayacak şekilde yapılmasına ve alternatif tedbirin kişiye sağlayacağı tatminin aynen icraya nazaran bariz bir nispetsizlik içinde olmamasına özen gösterilmelidir. İdare, hukuki veya fiilî imkânsızlıklar olsa dahi her durumda kararı uygulamak için elinden gelen tüm gayreti gösterdiğini ve kararı uygulama önündeki engellerin aşılamaz olduğunu ispatlamak zorundadır. İdare, bunun ardından ilgiliye eski hâle getirme (restitutio in integrum) ilkesine göre en uygun alternatif çözümü önererek söz konusu karara uyma iradesinde olduğunu açıkça ortaya koymalıdır (bazı farklarla birlikte bkz. Erol Aksoy (2), § 53; Nebi Seyhan, § 56).

34. Belediye Meclisinin veteriner ihtiyacının bulunmaması sebebiyle başvurucunun sözleşmesinin yenilenemeyeceği biçimindeki gerekçesinin hukuki ve fiilî imkânsızlık hâline değil mevzuatın yorumlanmasına dayandığı not edilmelidir. Belediyeye göre mezbahanın faaliyete geçmemiş olması sebebiyle veteriner çalıştırılması zorunluluğu bulunmamaktadır. Belediye benzer gerekçeleri yargılama sırasında da ileri sürmüş, ancak Belediyenin bu gerekçeleri yargı mercilerince itibar edilebilir nitelikte bulunmamıştır. İdare Mahkemesi kararında Danıştayın bozma kararına atıfta bulunularak Belediyenin bu iddiaları reddedilmiş ve idari işlem iptal edilmiştir. Bu koşullarda Belediyenin İdare Mahkemesi kararında ulaşılan bu sonuçla çelişecek bir değerlendirme yapması mahkeme kararlarının bağlayıcılığı ilkesiyle bağdaşmamaktadır. Mahkeme kararındaki yorumun yanlış olduğunun düşünülmesi o kararın gereğinin yerine getirilmemesini meşrulaştırmadığı gibi hukuksal yorum farklılıkları da hukuki ve fiilî imkânsızlık sebebi olarak da sunulamaz (benzer yönde değerlendirme için bkz. Nebi Seyhan, § 57).

35. İdare Mahkemesi kararında parasal hakların başvurucunun başka bir yerde çalışmış olması hâlinde bu çalışmasından elde ettiği tutarın mahsup edilerek ödenmesine hükmedilmiştir. Bu durumda, kararın parasal haklara ilişkin hüküm fıkrasının icra edilebilmesi için öncelikle başvurucunun 1/1/2011 tarihinden sonra başka bir işte çalışıp çalışmadığının araştırılması ve çalışmışsa ne kadar gelir elde ettiğinin tespit edilmesi gerekmektedir. Parasal hakların ödenmesine ilişkin hüküm fıkrasının kesin bir tutar içermemesi ve idarenin sadece kendi elindeki bilgi ve belgeleri esas alarak hesaplanabilir nitelikte de olmaması sebebiyle uygulanma şekliyle ilgili olarak tereddüt oluşması makul karşılanabilir. Başvurucuya ödenmesi gereken parasal haklar konusunda kesin bir tutar belirlenmemiş olması eleştiri konusu edilebilse de bu durum kararın icrasını imkânsız kılmadığı sürece Belediyeye kararın icrasından kaçınma hakkı tanımaz.

36. Başvurucunun başka bir işte çalışıp çalışmadığı ve belirtilen dönemde ne kadar gelir elde ettiği SGK ve Vergi İdaresi kayıtlarından araştırılarak tespit edilebilir. Nitekim başvurucu 1993/Nisan ile 2018/Ocak dönemine ilişkin SGK kayıtlarını bireysel başvuru formuna eklemiştir. Başvurucunun bu kayıtları Belediyeye ibraz edip etmediği dosyadan anlaşılamamakla birlikte Belediyenin ilgili idarelerden veya ilgili idarelerden temin etmek üzere başvurucudan bunları istemesinin önünde bir engel bulunmamaktadır. Dahası, kararı icra etme yükümlülüğü altında bulunan Belediyenin bu yönde araştırma yapması anayasal bir yükümlülüktür. Anayasa'nın 138. maddesi, İdare Mahkemesinin iptal kararının gereğinin Belediye tarafından kendiliğinden yerine getirmesini zorunlu kılmaktadır. Bu anlamda Belediyenin iptal kararının icrası için harekete geçmemiş olması Anayasa'nın 138. maddesini açıkça ihlal etmiştir.

37. Tüm bu koşullar gözetildiğinde mahkeme kararının icra edilmediği, dolayısıyla mülkiyet hakkının ihlal edildiği kanaatine varılmıştır.

38. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Kararın İcrası Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

39. Başvurucu, İdare Mahkemesinin 4/1/2018 tarihli kararının icra edilmemesi nedeniyle hukuk devleti ilkesinin ve Anayasa'nın ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

40. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

41. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyeti İdare Mahkemesi kararının icra edilmemesine yönelik olduğundan iddianın adil yargılanma hakkının güvenceleri arasında yer alan kararın icrası hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

42. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kararın icrası hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

43. Anayasa’nın 36. maddesinde ifade edilen hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, sadece yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunmada bulunma hakkını değil yargılama sonunda hakkı olanı elde etmeyi de kapsayan bir haktır (AYM, E.2009/27, K.2010/9, 14/1/2010).

44. Kararın icrası hakkı, mahkemeye erişim hakkı ve karar hakkı ile birlikte adil yargılanma hakkının güvencelerinden olan mahkeme hakkının bir unsurunu oluşturmaktadır (Filiz Fırat, B. No: 2014/10305, 5/12/2017, § 29). Mahkeme kararlarının uygulanması yargılamanın dışında olmakla birlikte onu tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır. Bu nedenle yargı kararlarının uygulanması mahkeme hakkı kapsamında değerlendirilmektedir. Buna göre yargılama sonucunda mahkemenin bir karar vermiş olması yeterli değildir, ayrıca bu kararın etkili bir şekilde uygulanması da gerekir. Hukuk sisteminde, nihai mahkeme kararlarını taraflardan birinin aleyhine sonuç doğuracak şekilde uygulanamaz hâle getiren düzenleme ve uygulamalar bulunması veya mahkeme kararlarının icrasının herhangi bir şekilde engellenmesi hâllerinde mahkeme hakkı da anlamını yitirecektir (Mustafa Ekşi, B. No: 2014/7711, 24/1/2018, § 27).

45. Kesin hükme saygı, uluslararası hukuk düzenine özgü hukukun genel ilkelerinden biri olarak kabul görmektedir. Anayasa'nın 138. maddesinin son fıkrasında düzenlenen yargı kararlarının geciktirilmeksizin uygulanması yükümlülüğü, hukukun genel ilkelerinden biri olarak da kabul edilen kesin hükme saygı ilkesinin de bir gereğidir. Çünkü bir hukuk sisteminde yargının verdiği ve bağlayıcı olan kesin hüküm zarar gören taraflardan biri açısından işlevsiz duruma getirilmişse adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerin bir anlamı kalmayacaktır (Arman Mazman, § 65).

46. Somut olayda İdare Mahkemesinin başvurucunun sözleşmesinin yenilenmemesine ilişkin işlemin iptali ile yoksun kaldığı sözleşme ücretlerinin ödenmesine hükmeden kararının uygulanmadığı yukarıda tespit edilmiştir (bkz. §§ 28-37). Kararın uygulanmamasının aynı zamanda başvurucunun kararın icrası hakkını da ihlal ettiği sonucuna ulaşılmıştır.

47. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında kararın icrası hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. Giderim Yönünden

48. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesini ve 500.000 TL maddi ve 500.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

49. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin usul ve esaslar 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinde yer almaktadır.

50. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

51. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

52. İncelenen başvuruda, mahkeme kararının icra edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ve kararın icrası hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlal idarenin eylemsizliğinden kaynaklanmıştır.

53. Bu durumda kararın bir örneğinin ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için Giresun Doğankent Belediyesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

54. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin ve ihlalin giderilmesi için kararın bir örneğinin idareye gönderilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için mülkiyet hakkının ve kararın icrası hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya 54.000 TL manevi tazminat ödenmesi hükmedilmesi gerekmiştir. Hak ihlalinin bir sonucu olarak hükmedilen bu tutar İdare Mahkemesi kararı gereğince başvurucuya ödenmesi gereken tazminat tutarından mahsup edilemez.

55. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için kararın ilgili idareye gönderilmesinin yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun maddi tazminat talebi reddedilmiştir.

56. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.864,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDELEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Kararın icrası hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki kararın icrası hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ve kararın icrası hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için Giresun Doğankent Belediyesine GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 54.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.864,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 31/3/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.