Bu karar, hukuka aykırı delillerin yargılamada kullanılma yasağını tartışmasız ortaya koyan Anayasa ve kanunların açık hükümlerine rağmen, uygulamada gösterilen aksi direnci kırmaya faydalı olumlu bir gelişme olarak dikkate alınmalıdır. “Hukuk devleti” ilkesine uygun düşen ve keyfiliğe izin vermeyen bu tür tespit ve kararların daha fazla ve güçlü şekilde ortaya çıkacağına inanmaktayız.
1- Başvuru Konusu Olay
Başvurucunun, avlanması yasaklanan ve özel hükümler gereğince koruma altına alınan av hayvanları ile tahnit (boynuz, deri ve sair) bulundurduğu gerekçesiyle, Tuzla Sulh Ceza Mahkemesince verilen 22.01.2003 tarihli arama kararı uyarınca evi, müştemilatı ve arazisi aranmıştır. Başvurucunun taşınmazında, bir kısmı Türkiye’de yaşamayan yaban hayvanlarına ait post, trofe ve boynuzların bulunduğu anlaşılmış, bu husus Jandarma görevlileri ve Milli Parklar orman mühendisleri tarafından imzalanan tutanakla tespit edilmiştir. Arama sırasında ihtiyar heyetinden veya komşulardan hiç kimse bulunmamıştır.
Başvurucunun, mera vasfındaki araziyi tel çitlerle çevirerek işgal ettiği iddiasıyla, Tuzla Cumhuriyet Başsavcılığı’nca soruşturma başlatılmıştır. Arazinin belediye sınırları içinde olduğu gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.
Orman Bakanlığı Marmara Bölge Müdürlüğü Av – Yaban Hayatı Başmüdürlüğü adına İstanbul Muhakemat Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilen tespitler uyarınca, başvurucunun mülga Kara Avcılığı Kanunu’na aykırı şekilde zarara sebebiyet verdiği gerekçesiyle tazminat davası açılmıştır. Tuzla Asliye Hukuk Mahkemesi, tazminat alacağının idari yargının görev alanında olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, görevsizlik kararına ilişkin Yerel Mahkeme hükmünü bozmuştur. Yerel Mahkeme, “Arama sırasında ele geçirilen post, boynuz ve trofelerin başvurucuya ait olduğunu, ancak başvurucu tarafından herhangi bir işlem yapılmadığından davalı sıfatının olmadığı” gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Davacı idare tarafından temyiz edilen karar Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nce, “Tutanağın resmi evrak niteliğinde olduğu, aksinin geçerli delillerle ispatlanamadığı, bu durumda davanın hasım yokluğu nedeniyle reddinin usul ve Yasaya aykırı olduğu” gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma kararına uyan Yerel Mahkeme, “Tutanakta belirtilen post, boynuz ve trofelerin, başvurucunun köy merasında bulunan evinde yapılan aramada bulunduğu, bu belgenin resmi evrak niteliğinde olduğu ve dolayısıyla Hazine tarafından talep edilen tazminatın merkez av komisyonu kararlarına uygun olduğu” gerekçesiyle davanın kabulüne karar vermiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen Yerel Mahkeme hükmü, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nce onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi reddedilmiştir.
2- Başvurucunun İddiaları
Başvurucu, Yerel Mahkeme hükmünde esas alınan 23.01.2003 tarihli tutanakta belirtilen taşınmazın kendisine ait olmadığını ve bu taşınmazı kullanmadığını, bu hususu ispatlayan delilleri Mahkemeye sunduğunu, ancak bu delillerin dikkate alınmadığını, açıkça adres belirtmeyen arama kararının usule uygun olmadığını, arama sırasında kendisinin bulunmadığını, o mahalde bulunan ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişinin aramaya katılmadığını, arama tutanağı ile sonradan hazırlanan rapor arasında farklılıklar olduğunu, tüm bu sebeplerle aramanın hukuka aykırı olduğunu ve hukuka aykırı şekilde elde edilen delillerin hükme esas alınamayacağını ileri sürmüştür. Ayrıca, bilirkişilerin tarafsız olmadığı gerekçesiyle yeni bilirkişi atanması talebinin reddedildiği, masrafları ödenmesine rağmen red kararının Mahkemece temyize gönderilmediği iddiası ile mahkemeye erişim hakkının engellendiğini belirtmiştir.
Başvurucu, Anayasa m.20’de düzenlenen “özel hayatın gizliliği”, Anayasa m.21’de düzenlenen “konut dokunulmazlığı”, Anayasa m.36’da düzenlenen “adil yargılanma hakkı” ve Anayasa m.38’de düzenlenen “kanuna aykırı şekilde elde edilmiş bulguların delil olarak kullanılamayacağı” ilkelerinin ihlal edildiğinin tespiti ve ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılması ve tedbir kararı verilerek icra işlemlerinin durdurulması talebinde bulunmuştur.
3- Kabul Edilebilirlik İncelemesi
a- Mahkemeye Erişim Hakkı Yönünden
Başvurucunun yeni bilirkişi atanmasına yönelik talebinin reddine ilişkin kararın temyize gönderilmemesini mahkemeye erişim hakkı kapsamında değerlendiren Mahkeme, “bilirkişi atanmasının reddi” kararının ara karar niteliğinde olduğu, ancak esas hükümle birlikte temyiz edilebileceği, her ne kadar ara kararda temyiz kanun yolunun açık olduğunun belirtilmesinin, başvurucuya ara kararı temyiz etme hakkı tanımadığı, ara kararın nihai karar beklenmeksizin temyiz incelemesi için Yargıtay’a gönderilmemesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal etmediği kabul edilmiştir. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın “açıkça dayanaktan yoksun olduğu” gerekçesiyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir.
b- Diğer İhlal İddiaları Yönünden
Arama sırasında ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişinin bulunmadığı, aramanın hukuka aykırı olduğu, hukuka aykırı şekilde elde edilen delillerin hükme esas alınamayacağı, bu sebeplerle adil/dürüst yargılama hakkının ihlal edildiği iddiasının kabul edilebilir olduğuna karar verilmiştir.
4- Esas Hakkında İnceleme
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesine göre, “Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir”. Anayasa m.36/1’e göre hak arama özgürlüğü, ancak meşru vasıtalardan yararlanılmak suretiyle kullanılabilir. Anayasa m.38/6’ya göre, “Kanuna aykırı olarak elde edilen bulgular, delil olarak değerlendirilemez”.
5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun m.217/2’ye göre; “Yüklenen suç, hukuka uygun şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir”. CMK m.206/2’nin (a) bendine göre, kanuna aykırı şekilde elde edilen deliller reddedilir. CMK m.230/1’in (b) bendine göre, hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin hüküm gerekçesinde ayrıca ve açıkça gösterilmesi gerekmektedir. CMK m.289/1’in (i) bendinde belirtildiği üzere; hüküm, hukuka aykırı yöntemlerle elde edilmiş delillere dayanamaz.
Mülga 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu m.252/2’ye göre, “Soruşturma ve kovuşturma organlarının hukuka aykırı şekilde elde ettikleri deliller hükme esas alınamaz”. Bu hüküm ile yürürlükte olan Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri uyumludur.
Hukuka aykırı şekilde elde edilen delillerin ispat gücü taşımadığına işaret eden 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “ispat hakkı” başlıklı 189. maddesine göre, “Hukuka aykırı olarak elde edilmiş olan deliller mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınamaz”.
İlgili hükümlerde; hukuka aykırı şekilde elde edilen delilin, somut olayın ispatında mahkemece dikkate alınmayacağı, taraflarca sunulan delilin elde ediliş şeklinin mahkeme tarafından re’sen gözönünde bulundurulacağı ve hukuka aykırılığın tespiti halinde sözkonusu delilin değerlendirmeye alınmayacağı ifade edilmektedir.
Adil yargılanma hakkı; bireylere, dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetleme imkanı tanımaktadır. Yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamayan veya bunlara etkili şekilde itiraz etme olanağı bulamayan, delillerini ve iddialarını mahkemeye sunamayan ya da uyuşmazlığın çözüme ulaştırılmasına yönelik iddiaları mahkemece dinlenmeyen veya mahkeme kararlarına esas alınabilecek unsurlarda eksiklik, ihmal veya keyfiliğe yol açan hususların varlığına ilişkin somut tespitleri bulunan her başvurucu, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürebilecektir.
Yargılamada sunulan delilin hukuken geçerli olup olmadığını veya delil sunma ve inceleme yöntemlerinin kanuna uygun olup olmadığını denetleme görevi ilk derece mahkemelerine aittir. Anayasa Mahkemesi’nin görevi ise, delillerin hukuka aykırı şekilde elde edilip edilmediğini tespit etmek değil; hukuka aykırılığın, Anayasada korunan hakları ihlal edip etmediği ve dolayısıyla yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığını değerlendirmektir.
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM); Sözleşmenin 6. maddesi ile güvence altına alınan adil yargılanma hakkının, taraf devletlerin iç hukukunda düzenlenmesi gereken “delillerin kabul edilebilirliği” müessesesine ilişkin genel bir kural ortaya koymadığını belirtmektedir. Ancak yargılamada kullanılan delillerin, “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri gözetilmek suretiyle, hukuka aykırılığın adil yargılamaya etkisinin tartışılması gerektiğine işaret etmektedir[1].
Anayasa Mahkemesi 12.02.2013 tarihli ve 2012/1027 başvuru numaralı kararında; başvuruya konu olayların kanıtlanmasının, hukuk kurallarının yorumlanmasının ve uygulanmasının, yargılama sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa yerel mahkemece getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmamasının bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamayacağını ifade etmektedir. Anayasada yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece, açıkça keyfilik içermeyen yerel mahkeme hükümlerinin, salt maddi ve hukuki hata sebebiyle bireysel başvuru incelemesine konu edilmesi, yerel mahkemenin takdir yetkisine müdahale teşkil edecektir. Jalloh – Almanya kararına göre İHAM; delillerin elde edilme yöntemi de dahil olmak üzere, yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığının ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nde yer alan bir hakkın ihlal edilip edilmediğinin, ihlalin tespit edilmesi halinde ise hukuki niteliğinin belirlenmesi hususunda inceleme yapmaya yetkili olduğunu belirtmiştir.
63831/00 başvuru numaralı Chalkley – Birleşik Krallık kararında İHAM; iç hukukta yeterli hukuki temeli bulunmayan veya hukuka aykırı vasıtalar kullanılarak elde edilen materyallerin, yargılamada delil olarak kullanılmasının, başvurucuya gerekli usuli güvencelerin sağlanmış olması ve materyallerin baskı, zorlama ve tuzak gibi yargılamayı lekeleyebilecek nitelikte olmaması şartıyla adil yargılanma hakkına aykırılık oluşturmayacağını kabul etmiştir.
Somut olayda, Tuzla Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talebi üzerine Tuzla Sulh Ceza Mahkemesi’nin 22.01.2003 tarihli ve 2003/16 sayılı kararı ile alınan arama kararı uyarınca başvurucunun evi, müştemilatı ve arazisi aranmıştır. Arama kararına ilişkin talep, suç delillerine ulaşılması ve bunlara elkoyulması hususuna ilişkindir.
Arama ve elkoyma tedbirleri, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Koruma tedbirleri” başlıklı dördüncü kısmının 116 ila 134. maddelerinde düzenlenmiştir. CMK m.119/1’e göre, “Hakim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde cumhuriyet savcısının, cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile kolluk görevlileri arama yapabilirler. Ancak, konutta, işyerinde ve kamuya açık olmayan kapalı alanlarda arama, hakim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde cumhuriyet savcısının yazılı emri ile yapılabilir. Kolluk amirinin yazılı emri ile yapılan arama sonuçları cumhuriyet başsavcılığına derhal bildirilir”.
CMK m.119/4 uyarınca, cumhuriyet savcısı hazır olmaksızın konut, işyeri veya diğer kapalı yerlerde arama yapabilmesi, o yer ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişinin bulunması koşuluyla mümkündür. Olay tarihinde yürürlükte bulunan 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Hakkında Kanun’un 97. maddesine göre, hakim veya cumhuriyet savcısı hazır bulunmaksızın iş görmeye mahsus yerler ile kapalı yerlerde arama yapılabilmesi, o yer ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişinin hazır bulunması şartına bağlıdır. Bu şart gerçekleştirilmeksizin yapılan aramanın hukuka aykırı olduğu nettir, ancak hukuka aykırı şekilde elde edilen delilin adil yargılanma hakkına etkisi Yüksek Mahkemece tayin edilecektir.
Arama ve arama sırasında elde edilen eşyalar üzerine inşa edilen yargılama; Jandarma ve orman mühendislerince imzalanan tutanakta yer alan post, trofe ve boynuzların başvurucuya ait taşınmazda bulunmasının tespiti ile resmi evrak niteliği taşıyan bu tutanağın, aksini ispatlayan geçerli delilin bulunup bulunmadığı hususlarına ilişkindir.
Yargılamanın esaslı ve belirleyici delili, arama sırasında ele geçirilen post, boynuz ve trofelerdir. Diğer deliller ise, aramada elde edilen eşyaların değer ve niteliğini tespit eden bilirkişi raporları ve kolluk tarafından düzenlenen tespit tutanağıdır. Hükmün esas ve belirleyici unsuru, hukuka aykırı şekilde gerçekleştirilen arama işlemi sonucunda elde edilen delillerdir. Bilirkişi raporları ise, aramada elde edilen delillerin değerlendirilmesi açısından başvurulabilecek bir araç niteliğindedir.
Delilleri değerlendirme yetkisi, kural olarak yargılamada görevli ve yetkili Yerel Mahkemeye ait olsa da, hukuka aykırı şekilde gerçekleştirilen arama sırasında elde edilen delillerin, “tek” ve “belirleyici” delil olarak kullanılmasının hakkaniyeti zedelediği gerekçesiyle, hukuka aykırı şekilde gerçekleştirilen aramanın, yargılamanın bütünü yönünden adil yargılanma hakkını ihlal ettiğine karar verilmiştir.
Anayasa m.36’da düzenlenen adil yargılanma hakkına ilişkin ihlal kararı verildiğinden, diğer ihlal iddialarına ilişkin diğer şikayetlerin incelenmesine gerek görülmemiştir.
5- Hüküm
Açıklanan gerekçelerle;
- Mahkemeye erişim hakkına ilişkin şikayetin “açıkça dayanaktan yoksun olması” sebebiyle kabul edilemez olduğuna,
- Hukuka aykırı delillerin hükme esas alındığı gerekçesiyle, adil yargılanma hakkına ilişkin şikayetin kabul edilebilir olduğuna,
- Anayasa m.36 ile güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine,
Oybirliği ile karar verilmiştir.
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)
-------
[1] 15.06.2004 tarihli ve 40847/98 başvuru numaralı Tamminen – Finlandiya kararı.