Uzman Erbaş, Yeniden Atanma, Hizmet Süresi şartı

Abone Ol
“Torba kanun” olarak adlandırılan, birden fazla mevzuatta bir kanunla değişiklik yapılmasını öngören düzenleme şekli maalesef alışkanlığa dönüştü.

Torba kanunlar hakkında yapılan tüm eleştirilere rağmen, bu alışkanlığın devam ettiği ve edeceği görülmektedir. Belki içinde bulunduğumuz zamanın hukuki ihtiyaçlarının bu usulü zorunlu kıldığı, yasamanın etkinliğini artırdığı, zaman bakımından tasarruf sağladığı gibi gerekçeler ileri sürülebilir. Ancak bugüne kadar çıkarılan birçok torba kanunun; üzerinde detaylı olarak düşünülmemiş, uygulanma şekli açıklanmamış ve bu nedenle kanunu uygulayacak adli ve idari makamların tereddüt yaşamasına, aleyhe yorum yapmasına ve bireylerin mağduriyetine neden olduğu bilinmektedir.

10.02.2016 tarihli ve 29620 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 6663 sayılı Gelir Vergisi ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun da torba kanunlardan birisi olarak mevzuatımızda yerini almıştır. Birbirinden farklı konularda değişiklik öngören bu Kanunun 14 ila 17. maddelerinde, 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu’nda değişiklik yapılmıştır. 6663 sayılı Kanunun 14. maddesi ile 3269 sayılı Kanunun 5. maddesine aşağıda yer alan fıkra eklenmiştir:

"Uzman erbaşların 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 92 nci maddesi hükmünden yararlanabilmeleri için en az yedi hizmet yılını tamamlamış olmaları gerekir".

Bu maddeye göre 3269 sayılı Kanuna tabi olanların; 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun “Memurluktan çekilenlerin yeniden atanmaları” başlıklı 92. maddesinden faydalanabilmeleri için asgari yedi yıl hizmet vermeleri gerekmektedir. Kendi isteği ile görevden çekilenlerin yeniden atanmaları için asgari hizmet süresi öngörülmesi elbette Kanun koyucunun takdiridir. Ancak Kanun koyucu bu takdirini kullanırken, yedi yıllık hizmet şartının hangi tarihten itibaren aranacağına, bu şartın yürürlük tarihinden önce görevinden ayrılanlar hakkında uygulanıp uygulanmayacağına dair bir düzenleme yapmamıştır. Bu husus önemli bir eksiklik olup, uygulamada birçok soruna yol açabilecek ve bireylerin mağduriyetine neden olabilecektir.

Örneğin; bu fıkranın yürürlüğe girdiği tarihten önce görevinden ayrılan uzman erbaşların, yürürlük tarihinden sonra yeniden atanma taleplerinin yedi yıllık hizmet şartı süresi getirildiğinden bahisle reddedilmesine sebep olabilecektir. Burada, ilgili uygulayıcı makamın konuya bakış açısı önem arz etmektedir. Aksi halde birey, mağduriyetinin giderilmesi için yasal yollara başvurmak zorunda kalacaktır. Oysa yeniden atanma talebinde bulunacak kişinin görevinden çekildiği tarihte asgari hizmet süresi şartı bulunmadığı bir durumda, bu kişinin herhangi bir süre şartına bağlı kalmaksızın yeniden atanabileceği inancı ile görevinden çekildiğinin gözardı edilmemesi gerektiği açıktır.

Elbette birey aleyhine uygulamaya neden olabilecek böyle bir yaklaşım hatalı ve hukuka aykırı olacaktır. Ancak kanun koyucunun öngördüğü düzenlemenin uygulanma şekli ve zamanı hakkında yasal boşluk bulunduğunda, bu boşluğun adli ve idari makamların yorumu suretiyle giderilmesi zorunluluğu doğduğu ve çoğu zaman bireyler aleyhine uygulama yapıldığı da bir gerçektir. Bunun gibi olumsuzlukların önüne geçilebilmesi için, kanun koyucunun uygulayıcı makamın keyfiyetine ve yorumuna imkan kalmayacak şekilde öngörülebilir, anlaşılabilir ve bilinebilir kanunlar çıkarması zorunludur. Bu görüşümüzün dayanağı hiç şüphesiz, "hukuk devleti" ilkesidir.

Kanun koyucu tarafından getirilen yeni düzenlemelerin uygulanma şekli ve zamanı ile ilgili hükümlere yer vermediği durumlarda, “müktesep hak” ilkesinden hareketle genel bir uygulama yapılmasının bireylerin mağduriyetlerinin önüne geçebileceği düşünülebilir. Evrensel bir ilke olan "müktesep hak" ilkesi, Anayasa metninde yazılı olmadığı için kanun koyucu, yürütme organı ve idari makamlar bu durumu birey aleyhine kullanabilmektedir. Ancak buna benzer hususlarda, Anayasa Mahkemesi tarafından isabetli kararlar verildiği de görülmektedir.

Gerek yasama organı ve gerekse yasama organı tarafından çıkarılan düzenlemeleri uygulayan adli ve idari makamlar; keyfi hareket edemez, yani kişinin müktesep hakkını, hukuk güvenliği hakkını ve özellikle de “hukuk devleti” ilkesine duyduğu güveni zedeleyemez.

Bu yazı; hem bu konuda mağduriyet yaşayanlara en azından destek olabilmek ve hem de kanun koyucuya yaptığı hatalı, yetersiz ve keyfi, yani nereye çekersen oraya giden kanunlara karşı bir mesaj niteliği taşıması amacıyla ve yapılan bu hatalardan dönülerek, kişi hak ve hürriyetlerine, Anayasanın üstünlüğüne, “hukuk devleti” ilkesine, bireylerin hukuk güvenliği hakkına, müktesep/kazanılmış hakkına saygılı ve bunları teminat altına alan nitelikte düzenlemeler yapılması temennisi ile kaleme alınmıştır ki, bugüne kadar çıkarılan kanunlar da bu hukuk mantığı ile tatbik edilmeli ve hak sahiplerinin mağdur olmalarına sebebiyet verilmemelidir. 


Kaynak: Haber7