11 Şubat 2017 tarihli ve 29976 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan ve toplam 18 maddeden oluşan 6771 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan referandumla kabul edildi.
Referandumun geçerliliği ile ilgili birçok tartışma yapıldı. Yüksek Seçim Kurulu’nun kullanılan oylara ve zarflarına yapılan itirazlarla ilgili red kararları, bu kararların seçim mevzuatına aykırılığı tartışıldı, YSK’nın kararlarına karşı Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvuru, YSK kararlarına karşı yargı yolunun kapalı olduğu gerekçesi ile reddedildi. Bunun üzerine İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapıldı, hatta bu Mahkemenin konuyu esastan inceleyeceği, Anayasa Mahkemesi gibi konu yönünden yetkisizlik kararı vermeyeceği, buradan çıkacak ihlal kararı ile birlikte referandumun iptali prosedürünün YSK tarafından gündeme alınacağı, ihlale bağlı iptal kararına kimsenin karşı koyamayacağı fikri de, İHAM anayasa değişikliği ile ilgili referandum konusunda yetkili olmamasına, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 1. Ek Protokolü’nün “Serbest seçim hakkı” başlıklı 3. maddesinde güvence altına alınanın sadece yasama organının, yani milletvekili seçimi ile sınırlı olmasına rağmen, bu sınır da gözardı edilerek İHAM’ın ihlal kararı vereceği, hatta meselenin İHAS m.6’nın güvencesinde bulunan “dürüst yargılanma hakkı” kapsamında da inceleneceği gibi bir düşünce ileri sürüldü. Bu düşünce de doğru değildi; çünkü İHAM, anayasa değişiklikleri ile ilgili halkoylamaları hakkında konu bakımından yetkili değildir.
İHAM’ın konu bakımından yetkisizlik gerekçesi ile verdiği kabul edilemezlik kararı ile birlikte, artık tartışmanın bu kısmı bitmiştir. Anayasa değişikliklerinin ne şekilde yürürlüğe gireceği, kabul edilen yeni yönetim sistemine göre yasal düzenlemelerin ne zaman yapılacağı ve birlikte yapılacak milletvekili genel seçimi ve Cumhurbaşkanlığı seçimine nasıl hazırlanılacağı, adaylık sürecinin, seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının ne şekilde düzenleneceği ise henüz konuşulmaya başlanmadı. İç ve dış politik tartışmalar karşısında, 16 Nisan 2017 referandumu ile kabul edilen Anayasa değişikliklerinin hayata geçirilmesi konusunda henüz ciddi bir adım atılmadığı, en azından yasal düzenlemelerin gerçekleştirilmediği görülmektedir. Oysa 6771 sayılı Kanunun 17. maddesi ile Anayasaya eklenen geçici 21. maddenin (B) fıkrasına göre; “Bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren en geç altı ay içinde Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu Kanunla yapılan değişikliklerin gerektirdiği Meclis İçtüzüğü değişikliği ile diğer kanuni düzenlemeleri yapar. Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenleneceği belirtilen değişiklikler ise Cumhurbaşkanının göreve başlama tarihinden itibaren en geç altı ay içinde Cumhurbaşkanı tarafından düzenlenir”.
Hükümde; “Bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren en geç altı ay içinde” ibaresine yer verildiğinden ve 6771 sayılı Kanun da 11 Şubat 2017 Cumartesi günü yayımlandığından, buna göre 11 Ağustos 2017 tarihinde “uyum yasaları” adı ile bilinen yasal düzenlemelerin yapılması gerekmekte idi. Bir an için bu değişikliklerin yürürlüğe girmesinin halkoylamasına bağlandığı düşünüldüğünde, uyum yasalarının çıkarılması için belirlenen nihai altı aylık sürenin başlangıcının halkoylamasının yapıldığı veya YSK tarafından referandum sonuçlarının ilan edildiği gün olması gerektiği ileri sürülebilir. YSK’nın kesin sonuçları 28 Nisan 2017 tarihinde ilan ettiği dikkate alındığında, geçici 21. maddenin (B) fıkrasında geçen altı aylık sürenin 28 Ekim 2017 günü dolduğu, buna göre 11 Şubat 2017 veya 28 Nisan 2017, hatta 16 Nisan 2017 tarihleri esas alındığında altı aylık sürenin dolduğu, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bu sürede Anayasa değişiklikleri çerçevesinde gerekli olan yasal düzenlemeleri çıkarmadığı ve yasalaştırma faaliyetinde bulunmadığı görülmektedir.
Referanduma giden süreçte parlamenter ve başkanlık sistemlerinin karşılaştırması yapıldı, her iki sistemin yararları ve sakıncaları tartışıldı. Gündeme gelen değişikliğin rejime değil, yönetim sistemine ilişkin olduğu anlatılmaya çalışıldı, sonuçta Anayasa değişikliği yapıldı. Milletvekili seçim barajının ne olacağı, milletvekili ve Cumhurbaşkanı adaylığı usulünün ayrıntıları, yeni sisteme göre Cumhurbaşkanı ile siyasi parti ilişkisinin devam edip etmeyeceği, edecekse de ne şekilde devam edeceği, “kuvvetler ayrılığı” ve “hukukun üstünlüğü/hukuk devleti” ilkelerinin ne şekilde korunacağı, demokratik toplum düzeni ile kişi hak ve hürriyetlerinin nasıl geliştirilebileceği konuşulmalı, mevcut şartlar da dikkate alınmak suretiyle gerekli yasal düzenlemeler, birlikte yapılacak milletvekili ve Cumhurbaşkanı seçimlerinin son tarihi olan 3 Kasım 2019 da gözetilerek bir an önce çıkarılmalıdır. Bunun yeri ise, net bir şekilde Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin içinde bulunduğu bu olağanüstü hal döneminde, geçici m.21’in (B) fıkrasında belirtilen değişikliklerin Meclis tarafından değil de çıkarılacak kanun hükmünde kararnamelerle Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanacak Bakanlar Kurulu tarafından yapılabileceği fikri ileri sürülmekte ise de, bu düşüncenin iki nedenle kabulü mümkün değildir. İlki, Anayasa m.121/3’de öngörüldüğü üzere olağanüstü halin gerekli kıldığı konulara ilişkin çıkarılacak kanun hükmünde kararname şartının gerçekleşmediği ve ikincisi de, geçici 21. maddenin (B) fıkrasında uyum yasalarını çıkarma yetkisinin net bir şekilde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne verildiği, gerek bu yetkinin Anayasa ile verilmesi ve gerekse de yasalaştırma yetkisinin Meclise ait olduğu, bu konuda yürütme organının yetkili kabul edilemediğidir.
Bu açıklama tespitler ışığında, 6771 sayılı Kanunla yapılan Anayasa değişikliğine ilişkin “uyum yasaları” adı verilen kanunlar nerededir? Normlar hiyerarşisinin tepesinde olan Anayasanın bu amir ve herkesi bağlayan hükmünün gereğinin yerine getirilmesi için ne beklenmektedir?
Kanunların çıkarılması için öngörülen altı aylık sürenin uzatılması da Anayasa değişikliği olmadan mümkün olamayacağına göre, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin konu ile ilgili gecikmesinin Anayasa’ya aykırı olduğu tartışmasızdır. Bu durum hukuk devletinde anlaşılabilecek ve açıklanabilecek nitelikte değildir ki, Anayasanın bu derece açık hükmünün gereği mutlaka yerine getirilmelidir. Toplumun her kesiminden hukuka uygunluğun beklendiği bir noktada, evleviyetle yasama organı yasalaştırma görevini ifa etmelidir. Ülkenin karşı karşıya olduğu veya olabileceği iç veya dış sorunlar ne olursa olsun, hayatın ve hukukun devam ettiği bir durumda hiçbir gerekçe bu yasalaştırma gecikmesini haklı kılamaz.
Son söz;
İç hukukta fiili durumlar üzerinden devam edilemez, mutlaka faaliyetlere ve tasarruflara hukuki dayanak olabilecek, hukukun evrensel ilke ve esaslarını dikkate alarak çıkarılmış yasalara ihtiyaç vardır. Ayrıca, bir toplumda hukuk düzenin varlığı, sürdürülebilirliği ve korunması kanunlarla sağlanabilir. De facto denilen fiili durumlar üzerinden hukukilik tesis etmek mümkün değildir. Devlet yönetimi boşluk kaldırmaz. Hukuk düzenine göre hareket eden her devlet; normlar hiyerarşisinin bir gereği olarak yasal düzenlemeler yapar, neyin nerede, görev ve yetkilerin neler olduğunu, kimler tarafından kullanılacağını belirler, kendi işleyişi konusunda hiçbir boşluğa, eksikliğe ve karmaşaya sebebiyet vermez.
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)