Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Adli kontrol” başlıklı 109. maddesinin 1. fıkrasına göre, “Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adli kontrol altına alınmasına karar verilebilir.” Aynı maddenin 3. fıkrasının (f) bendinde ise, “Adli kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir: … f) Şüphelinin parasal durumu göz önünde bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok taksitlerle ödeme süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hakimce belirlenecek bir güvence miktarını yatırmak.” hükmüne yer verilmiştir.
5402 sayılı Denetimli Serbestlik ve Yardım Merkezleri ile Koruma Kurulları Kanunu’nun 27. maddesi dayanak alınarak, Adalet Bakanlığı tarafından çıkarılan Denetimli Serbestlik ve Yardım Merkezleri ile Koruma Kurulları Yönetmeliği’nin 26. maddesinin 4. fıkrasının (a) ve (b) bentlerine göre, “(4) Şüpheli veya sanığın süresinde başvurması halinde, denetim görevlisi veya denetleme memuru tarafından denetleme planı hazırlanır.
a) Şüphelinin veya sanığın güvence yükümlülüğü karşılığında adli kontrol altına alınmasına karar verilmesi halinde; şube müdürlüğü veya büro tarafından şüpheli veya sanığa on gün içinde güvence miktarının tamamını, taksitli ise ilk taksitini maliye veznesine yatırması için bildirim yapılır. Şüpheli veya sanık, belirlenen güvenceyi maliye veznesine yatırdıktan sonra beş gün içinde makbuzu şube müdürlüğü veya büroya ibraz eder ve şube müdürlüğü veya büro, makbuzu mahkemeye gönderilmek üzere Cumhuriyet başsavcılığına iletir. Güvence miktarının veya taksitlerin tamamının ödenmesinden sonra defterdeki kaydını kapatarak mahkemeye iletilmek üzere Cumhuriyet başsavcılığına gönderir.
b) Güvence yükümlülüğüne dair karar, tutukluyken verilmesi ve şüpheli veya sanığın serbest bırakılmasının güvence miktarının tamamının veya ilk taksidinin yatırılması koşuluna bağlanması halinde; güvence miktarının tamamı veya ilk taksidi maliye veznesine şüpheli veya sanık adına yatırılıp makbuz Cumhuriyet başsavcılığına ibraz edilir. Güvence miktarının tamamının yatırılması durumunda evrak, şube müdürlüğü veya büroya gönderilmez. Ancak güvence miktarının takside bağlanması ve ilk taksidinin yatırılması halinde evrak, şube müdürlüğü veya büroya gönderilerek (a) bendi gereğince işlem yapılır”.
Ceza Muhakemesi Kanunun 109. maddesi net bir şekilde, eski adı ile kefalet, yani şüphelinin teminat karşılığında serbest bırakılmasını cumhuriyet savcısının isteğine bağlı tutmuştur.
Hakim, şüphelinin parasal durumunu gözönünde bulundurarak, tutuksuz yargılanmanın teminatı olan güvence bedelinin miktarı ile bir defada mı yoksa birden çok taksitlerle mi ödeneceğini belirleme yetkisine sahiptir. Ancak kanun koyucu, güvence bedeli karşılığında şüphelinin salıverilmesini cumhuriyet savcısının isteğine bağlı tutmuştur. CMK m.110/3’e göre mahkeme, kovuşturma aşamasında sanık hakkında bu yetkiye aynı yetkiye sahip kılınmıştır.
Kefaletle ilgili hüküm bu kadar net olduğu halde, uygulamada bu hükmün dikkate alınmadığı, özellikle 101 ve 109. maddelerin 1.fıkraları dayanak alınmak suretiyle hakim veya mahkeme tarafından güvence bedeli karşılığında şüpheli veya sanığın salıverilmesinin doğrudan doğruya uygulandığı görülmektedir. Amaç, masumiyet/suçsuzluk karinesi altında bulunan bireyi hürriyetinden mahrum bırakmamaktır. Bu anlayış son derece de doğrudur, ancak Anayasa m.138/1 karşısında 109. maddenin 3. fıkrasının (f) bendinde yer alan “cumhuriyet savcısının isteği üzerine” ibaresi yürürlükten kaldırılmadığı müddetçe de, bu uygulamanın Kanunun açık hükmüne rağmen fiilen tatbik edildiği bir gerçektir.
Denetimli Serbestlik ve Yardım Merkezleri ile Koruma Kurulları Yönetmeliği’nin 26. maddesinin 4. fıkrası, bu uygulamanın dayanağı olarak gösterilebilir ki, esas itibariyle bunun da kabulü mümkün değildir. Çünkü bu Yönetmelik, metninde “kefalet”, “teminat” veya “güvence bedeli” ibarelerini barındırmayan 5402 sayılı Kanun uyarınca çıkarılmıştır. Bu Yönetmeliğin dayanağı, Ceza Muhakemesi Kanunu da değildir. Normlar hiyerarşisinde yönetmelikler, yasal dayanaktan yoksun olmayacakları gibi, kanunlara aykırı hükümleri de öngöremezler.
Denetimli Serbestlik Yönetmeliğinin 26. maddesinin 4. fıkrası incelendiğinde, gerçekten de cumhuriyet savcısının isteğinden bahsedilmediği, ilk defa tutuklanma durumu ile karşı karşıya kalanlar yönünden adli kontrol tedbiri olarak güvence bedeli yatırması karşılığında salıverilmesinde on günlük makul bir sürenin öngörüldüğü, fakat aynı usulün tutuklu iken salıverilmede uygulanmadığı, tutuklu iken güvence bedeli kararı verilmesi halinde, hakim tarafından tümünün peşin yatırılmasına karar verilmesi halinde bu bedelin tamamının, taksitle yatırılmasına karar verilmesi durumunda da ilk taksitinin maliye veznesine yatırılmasının ön şart olarak kabul edildiği anlaşılmaktadır.
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 109. maddesinin hatalı ve yetersiz düzenlemesi karşısında, uygulamanın bulduğu, yasal dayanaktan yoksun pratik çözümün ve buna dayanak olarak gösterilen Yönetmelik hükmünün, cumhuriyet savcısının isteği dışında güvence bedeli usulünün izlenmesini, şüpheli veya sanığın güvence bedelinin ödenmesinden önce mi veya sonra mı bırakılacağı konusunda izlenen yöntemi hukuka uygun kılmayacağı ifade etmek isteriz. Aynı sorun, 109. maddenin 3. fıkrasının (h) bendi yönünden de geçerlidir.
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan Şen tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)