TÜZEL KİŞİLERİN HAKARET SUÇUNUN MAĞDURU OLUP OLAMAYACAĞI SORUNU

Abone Ol

Hakaret suçunun tüzel kişilere yönelik olarak işlenmesi halinde, tüzel kişilerin hakaret suçunun mağduru olup olmayacakları hususu tartışmalara neden olmaktadır.

Bu sorunun yanıtlanması açısından hem tüzel kişi kavramının hem de konu ile ilgili yasal düzenlemelerin değerlendirilmesi gerekmektedir.

Tüzel Kişi Kavramı ve İçeriği

Mağdur, sözlük anlamı olarak haksızlığa uğramış (kimse), kıygın şeklinde tanımlanmaktadır.[1]

Tüzel kişi kavramı ise, ortak bir amacın sürekli olarak gerçekleşmesini sağlayacak örgütlenmeye sahip kişi veya mal topluluklarına, birleşen kişilerden veya malı tahsis eden kişiden, bağımsız bir kişilik tanınması halinde gündeme gelen bir kavramdır. Yapılan bu tanımda belirtilen bu tür kişi veya mal toplulukları "tüzel kişiler" (hükmü şahsılar) olarak vasıflandırılmaktadır.[2]

Tüzel kişiler, sosyal yaşamda kişilerin dağınık güçlerini bir araya toplayan, onları koruyan, faaliyet alanlarını genişleten ve insanların tek başlarına gerçekleştiremeyecekleri kişisel üstü amaçları gerçekleştiren amaç birlikleri olarak da tanımlanmaktadır.[3]

Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere tüzel kişiler bağımsız varlığa ve iradeye sahiptir ve tüzel kişi iradesini organları aracılığıyla kullanır. Yani tüzel kişiler hak ve borçlara ehil hukuki varlıklardır.

Bu yüzden kişi olma yönünden, kural olarak gerçek kişilerle tüzel kişiler arasında fark gözetilmemiştir. Haklara ve borçlara ehil varlıklar olma açısından eşit konumdadırlar.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)'nun tüzel kişilerde "hak ehliyeti" başlıklı 48. maddesinde tüzel kişilerin hak ehliyetinin içeriği açık bir şekilde belirtilmiştir.

Yasal düzenlemeye göre tüzel kişiler; cins, yaş, hısımlık gibi yaradılış gereği insana özgü niteliklere bağlı olanlar dışındaki bütün haklara ve borçlara ehildirler.

Medeni Kanundaki bu ayrık durum dışında kişi sayılma bakımından gerçek ve tüzel kişiler arasında fark gözetilmemiştir.

Belirtmek gerekir ki, kişi kavramı, hem gerçek kişileri (insanları) hem de tüzel kişileri (dernek, köy, belediye, şirket vb,) kapsamaktadır.[4]

Tüzel Kişinin Kişilik Hakkı ve Kapsamı

Kişilik hakkı, bir şahsın kişiliğine bağlı, fiziki, manevi ve fikri varlığı üzerinde kişi olma sıfatıyla sahip bulunduğu kişisel değerler üzerindeki mutlak hak olarak tanımlanabilir.

Bu tanımdan hareketle, kişilik kavramının en geniş anlamda kişiyi ve onun kişilik haklarını içerdiğini söyleyebiliriz.

Kişilik hakkı bakımından gerçek ve tüzel kişiler arasında bir ayrım yapılamaz. Fakat Türk Medeni Kanunu'nun 48. maddesinde doğal olarak belirtildiği şekliyle yalnızca gerçek kişilere ait olan cins, yaş, hısımlık gibi haklar, tüzel kişilere özgü hakların dışında mütalaa edilmek zorundadır.

Kişilik hakkı çeşitli kişisel değerlerden ibarettir. Bu değerler hepsi bir bütün içinde değerlendirilmelidir.

Kişilik hakkı, bir şahsın kişiliğini oluşturan maddi ve manevi değerlerin tümünü kuşatır. Kişinin özel yaşamı, beden bütünlüğü, şeref, haysiyeti, onuru, saygınlığı, sağlığı, özel yaşamının gizliliği, resmi adı, eseri, sözü, ekonomik hareket serbestliği ve özgür olma hakkı bu değerlerden bazılarıdır.

Yasal düzenleme kişilik haklarını oluşturan değerlerin sürekli değişen ve gelişen bir kavram olarak ele almaktadır. Kanun koyucu, bu düşünceden hareketle kişilik haklarını sınırlandırma yoluna gitmemiştir. Hukuk sistemimiz, kişilik hakkının kişisel değerlerden oluşması nedeni ile yasal düzenlemelerde konuyu esnek bir şekilde değerlendirmiştir.

Türk Medeni Kanunu’nda,[5] tüzel kişiler cins, yaş, hısımlık gibi yaradılış gereği olarak ancak insanlara özgü olanlardan başka bütün hakları edinebilecekleri ve borç altına girebilecekleri esası kabul edilmiştir.

Türk Medeni Kanunu’nda medeni haklardan yararlanma ve medeni hakları kullanma ehliyeti ile kişilik haklarına sahip olma açısından gerçek kişilerle tüzel kişiler arasında bir fark olduğu gözetilmiştir.

Yasa koyucu, gerçek ve tüzel kişilerin kendi yapılarına uygun kişilik değerlerinin bazı konularda farklı olması nedeniyle, gerçek kişilerle tüzel kişiler arasında bu konuda ayrım yapmıştır.

Tüzel kişiler yapıları ve özellikleri itibariyle gerçek kişilerin kişilik değerlerinin tamamına sahip olamazlar. Çünkü tüzel kişiler, gerçek kişiler gibi maddi (nesnel) bir varlığa sahip değillerdir.

Bu nedenle tüzel kişilerin, gerçek kişiler gibi sağlık, hayat, vücut bütünlüğü gibi maddi, bedensel değerlere sahip olmaları söz konusu olamaz.

Sağlık, hayat ve vücut bütünlüğüne yönelik kişilik hakları ve bu hakların korunması ile ilgili anayasal ve yasal hükümler bu bakımdan tüzel kişiler için geçerli değildir. Bu hakların tüzel kişilere ait olmadığını söyleyebiliriz. Bu husus tüzel kişilerin insanlar gibi canlı varlıklar olmadıklarından kaynaklanmaktadır.

Tüzel kişilere hukuk sistemi tarafından kişi olma özelliği, bazı sosyal ve ekonomik ihtiyaçlar gözetilerek ve bu ihtiyacın ortaya çıkardığı zorunluluk nedeniyle verilmiştir.

Tüzel kişiler yaradılış gereği insana has olan kişisel değerler dışında düşünülmeli ve gerçek kişiler gibi kişilik hakkına sahip olduğu gerçeği dikkate alınmalıdır.

Tüzel kişilerin de gerçek kişiler gibi şeref ve haysiyeti gibi kişisel değerleri ve bunlardan oluşan kişilik hakları bulunduğu hukuk sistemimizde kabul edilmektedir.

Şeref, haysiyet ve özel yaşam hakları Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesinde[6] düzenlenen şahsiyet hakları arasında yer almaktadır. Bu nedenle söz konusu haklar mutlak haklardan olduğundan herkese karşı koruma olanağı sağlamaktadır.

Tüzel kişiler insanlar gibi maddi- organik bir yapıya sahip değillerdir. Bu yüzden tüzel kişilerin bedensel bütünlüğü, yaşamı, sağlığı gibi, maddi bedensel değerler üzerinde kişilik haklarının varlığı söz konusu olamayacaktır.

Bununla birlikte tüzel kişilerin de, saygınlık, onur, sır çevresi gibi manevi nitelikteki bazı kişisel değerlerle, mesleki ve ekonomik kişisel değerlere gerçek kişiler gibi sahip olduğu kabul edilmelidir.

Bu sebepten ötürü, tüzel kişilerin kişisel değerler üzerindeki kişilik haklarının korunma altına alınması şarttır.[7]

Tüzel kişinin ekonomik faaliyetini yürütürken kazandığı saygınlık, onun kişisel değerleri kapsamında değerlendirilmelidir. Ticari şeref ve haysiyetin çiğnenmesi, onun ekonomik yaşam içindeki yerini ve durumunu sarsabilir ve tüzel kişinin kişilik haklarını ihlal edebilir.

Tüzel kişi için ekonomik itibar, tüzel kişinin şeref ve haysiyetinin bir parçasıdır. Tüzel kişi ekonomik faaliyetlerde bulunması nedeniyle, sürekli olarak toplum tarafından değerlendirilmeye tabi tutulmaktadır.

Örneğin, tüzel kişiliğe sahip bir şirketin ödeme gücü, ekonomik yapısı, işletme düzeni ve benzeri konular ile ilgili değerlendirmeler, o tüzel kişinin toplumsal şeref ve haysiyeti ile yakından ilgilidir.

Bir şirketin kredisi, toplum tarafından o şirketin ödeme gücü ile ile ilgili değerlendirmelerini içerir. Şirketin kredi değerini azaltan veya ortadan kaldıran kişiliği ihlale yönelik bütün açıklamalar veya benzeri davranışlar, o şirketin şeref ve haysiyetine saldırı niteliği taşır.

Tüzel kişinin kişilik haklarından olan onur ve saygınlığı onun korunan değerlerinin başında gelir. Bu nedenle tüzel kişi onur ve saygınlığından vazgeçemeyeceği gibi, bu değerlerini hukuka ve ahlaka aykırı olarak da sınırlayamaz.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun[8] “Haksız rekabet” başlıklı 57. Maddesinin birinci fıkrasına göre, gerçek olmayan haberlerin yayılması veya bu tür ilanların yapılması ya da dürüstlük kurallarına aykırı diğer davranışlarda bulunulması yüzünden müşterileri azalan veya onları kaybetme tehlikesiyle karşılaşan kişi, bu davranışlara son verilmesini ve kusurun varlığı hâlinde zararının giderilmesini isteyebilir.[9]

Bu yasal düzenlemenin ikinci fıkrası ise ticari işlere ait haksız rekabet hakkındaki Türk Ticaret Kanunu hükümlerini saklı tutmuştur.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Kişilik hakkının zedelenmesi” başlıklı 58. Maddesinin birinci fıkrasına göre, kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini talep edebilir.[10]

Aynı yasal düzenlemenin ikinci fıkrasına göre ise; Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.[11]

Hukuk sistemimiz, tüzel kişileri hukuk sujesi olarak tanımaktadır. Tüzel kişilere ad, şeref ve itibar gibi kişisel varlıklar bahşedilmiş olduğuna göre, kişisel varlıklara yapılan saldırı nedeniyle hukuk sistemi tarafından korunmaları gerekmektedir.

Bu nedenle hukuk sistemimiz sadece gerçek kişilerin değil, aynı zamanda tüzel kişilerin de kişisel haklarını korumaktadır.

Bu nedenle yukarıda ifade edilen yasal düzenlemeler gözetildiğinde, tüzel kişilerin de nitelikçe gerçek kişilere özgü olanların dışında kalan, kişisel haklarına saldırı halinde manevi tazminat adı altında özel bir giderim talep edebilmeleri hukuk sistemimizde mümkündür.[12]

Ceza Kanunu Açısından Tüzel Kişilerin Hakaret Suçunun Mağduru Olup Olamayacağı Sorunu

Ceza hukuku uygulamasında mağdur kavramı, suçun konusunun ait olduğu kişi veya kişileri kapsamaktadır.

Mağdur kavramı, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’muzda esas alınan suç teorisinde suçun maddi unsurları arasında yer almaktadır.

Kanun uygulamasında mağdur ancak gerçek bir kişi olabilir. Bu anlamda tüzel kişilerin suçtan zarar görmeleri mümkündür, fakat bunlar mağdur konumunda bulunamazlar.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’muzda suçtan zarar gören ile mağdur kavramları da aynı içeriği sahip değildir.

Yani hakaret suçunda davaya katılma ile mağdur olma aynı anlama gelmez.

Yargıtay bir kararında, hakaret suçunun mağdurunun ancak gerçek kişiler olabileceğini, tüzel kişinin davaya katılmasına karar verilemeyeceğini, şayet kamu davasına katılan olarak kabul edilmiş ise, tüzel kişiliğe bu niteliği ve dolayısıyla Kanun yoluna başvurmak hak ve yetkisini kazandırdığını ifade etmiştir.[13]

Mağdur suçun işlenmesiyle her zaman zarar görebilir, ancak suçtan zarar gören kişi her zaman suçun mağduru olmayabilir. Bazı suçlarda ise, mağdur belirli bir kişi değildir. Bazı suçlar toplumu oluşturan herkese yönelik olarak işlenebilir ve bu durumda geniş anlamda mağdur kavramı gündeme gelir.[14]

Hakaret suçunun mağduru, ancak gerçek kişi olmasının gerekmesi nedeniyle Yargıtay, müşteki konumundaki tüzel kişiliğin kanun yoluna başvurmak hak ve yetkisi olmadığını düşünmektedir.[15]

Yargıtay, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 125. maddesine göre hakaret suçunda şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte sözlerin gerçek kişilere yöneltildiğinde hakaret suçunu oluşturabileceğini, herhangi bir gerçek kişiyle arasında aidiyet ilişkisi kurulmadan tüzel kişiye söylenen sözlerin bu kapsamda değerlendirilemeyeceğini düşünmekte ve bu durumda fail hakkında mahkûmiyet kararı verilmesini hukuka aykırı bulmaktadır.[16]

Tüzel kişilerin hakaret suçunun mağduru olup olmayacakları yönünde öğreti tartışmalar bulunmaktadır.

Öğretide; hakaret eylemlerinin yalnızca tüzel kişiliği meydana getiren gerçek kişilere karşı işlendiğinde cezalandırılabileceği, tüzel kişilerin kendisini oluşturan gerçek kişilerden ayrı bir şeref bütünlüğünün olmadığı, şeref bütünlüğünün manevi kişiliğin ayrılmaz bir parçası olduğu, manevi kişiliğin de yalnızca “gerçek kişi” ile anlam bulduğu gerekçesiyle tüzel kişilerin suçun mağduru değil de suçtan zarar gören olabileceği yönünde görüşler bulunmaktadır.[17]

Buna karşın öğretide, ticari şirketler gibi tüzel kişilerin ekonomik alanda da toplum içinde de isimleri, kişilikleri, medeni ve mal varlığı hakları; kendilerine münhasır hukuken korunmaya değer şeref ve saygınlık alanları olduğu ifade edilmektedir.[18]

5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu uygulamasında tüzel kişilerin fail olamayacağı kuralının geçerli olduğu, fail olamama durumunun mağdur olmayı engellemediği yönünde, yine öğretide dile getirilmiş görüşler bulunmaktadır.[19]

Yargıtay ise, hakaret suçunun mağdurunun ancak gerçek kişiler olabileceğini, tüzel kişilerin hakaret suçunun mağduru olamayacağını düşünmekte ve bu düşüncesini kararlarına yansıtmaktadır.[20]

Kanaatimizce, Yargıtay uygulaması yerindedir. Tüzel kişilere yönelik kişilik haklarını ihlal eden saldırılara karşı hukuk sistemimizde (Borçlar Kanunu, Medeni Kanun vb) koruma yöntemleri bulunmaktadır. Bu nedenle, tüzel kişilerin kişilik haklarına yönelik saldırılara karşı korunmasız olduğu söylenemez.

Tüzel Kişiliğe Sahip Olmayan Kişi Toplulukları

Hakaret suçunun mağdurunun, belirli veya belirlenebilir kişi olması zorunluluğu bulunmaktadır. Belirli ve sınırlandırılmamış kişi topluluğuna karşı söylenen sözler hakaret suçu kapsamında değerlendirilemez.[21]

5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu uygulamasında, tüzel kişiliğe sahip olmayan kişi topluluklarının hakaret suçunun mağduru olabilmeleri için, bu kişi topluluklarının belirlenebilir durumda olmaları gerekmektedir.

Örneğin; bir takımın teknik heyeti, okuldaki bir sınıf, bir okulun öğretmenleri gibi tüzel kişiliğe sahip olmayan kişi toplulukları belirlenebilir ve sınırlı bir topluluk olmaları ve belirlenebilir bir konumda bulunmaları halinde hakaret suçu gerçekleşmiş olacaktır.[22]

Hakaret suçu, belirli veya belirlenebilir bir kişi topluluğuna yönelik olarak gerçekleştirilmiş ise, kişi topluluğunu oluşturan bütün kişilere karşı işlenmiş sayılır ve bu halde ortaya tek bir suç vardır. Hakaret oluşturan davranışa maruz kalan her kişinin şikâyet hakkı söz konusu olur. Böyle bir durumda 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 43/2 maddesi uyarınca fail hakkında zincirleme suç hükümleri tatbik edilerek temel ceza artırılır.

Kişi topluluğu çok geniş ve kişisel olarak belirlenemez durumda ise, artık burada hakaret suçunun varlığından söz edilemez.

Örneğin; failin, aynı apartmanda oturan ve uzun süredir aralarında husumet bulunan katılanı kast ederek, “çingene süprüntü atmış” şeklindeki ifadelerinde geçen “Çingene” sözü, Türk Dil Kurumunun Güncel Sözlüğünde “Hindistan'dan çıktıkları söylenen, dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan bir topluluk” olarak tarif edilmiş olup, sanığın “çingene” ifadesi ile halen ülkemizde kendilerini “roman” olarak nitelendiren ve Avrupa'dan Türkiye'ye göç etmiş vatandaşlarımızı kast etmesi karşısında; bu sözlerin katılanın onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmaması nedeniyle, hakaret suçunun unsurları oluşmayacaktır.[23]

Örneğin somut olarak bir avukatı veya avukatları hedef alarak söylenen “avukatlar sahtekârdır” söylemi hakaret kabul edilebilir.[24]

Fakat belirli bir meslek grubu için genel biçimde ve belli bir hedefi olmayan aynı ifade hakaret suçunu oluşturmaz.[25]

Örneğimizde olduğu gibi belirli bir kimseyi hedef olmadan genel olarak kullanılan aynı sözler avukatların bağlı bulunduğu meslek kuruluşunu da mağdur etmez.[26]

Örneğin; failin emniyetin internet adresine yazdığı “ya sizin bu polis memurlarınız ne kadar şerefsiz rüşvet yiyorlar yazık ya, sonrada tertemizsiniz, devlet vatandaşın hakkını yemezse terör falan olmaz size hayırlı mesailer” biçimindeki sözleri sınırlandırılmamış ve belirlenmemiş kişi topluluğuna yönelik olduğu için hakaret suçunu oluşturmayacaktır.[27]

Örneğin, bir futbol maçında taraftarlara yönelik hakaret eylemi, mağdurlar kişi olarak belirlenebilir olmadığından yine hakaret suçunu oluşturmayacaktır.

Burada önemli olan şudur: Hakaretin yöneldiği tüzel kişiliği olmayan topluluklar ne kadar belirsiz ve genişse mağdurun belirlenmesi de mümkün olmayacağından hakaret suçunun varlığından bahsedilemeyecektir.

-----------------------------

[1] http://sozluk.gov.tr/, ET: 07.08.2019.

[2] M. Kemal OĞUZMAN- Özer SELİÇİ, Kişiler Hukuku, 5. baskı, İstanbul 1993, s. 111.

[3] Ergün ÖZSUNAY, Medeni Hukukumuzda Tüzel Kişiler, 5. baskı, İstanbul 1982, s. 3.

[4] YHGK, E: 2011/4-687, K: 2012/26, T: 01.02.2012.

[5] Türk Medeni Kanunu, Kanun Numarası: 4721, Kabul Tarihi: 22.11.2001, RG: T. 8.12.2001, S. 24607, Yayımlandığı Düstur: Tertip: 5, Cilt: 41.

[6] Madde 24- Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir. Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.

[7] Alim TAŞKIN, "Tüzel Kişilerin Kişilik Haklarının Korunması", AÜHFD., 1991, C. 42, s. 1- 4, s. 208- 230.

[8] Kanun Numarası : 6098, Kabul Tarihi : 11/1/2011, Yayımlandığı Resmî Gazete : Tarih : 4/2/2011, Sayı: 27836, Yayımlandığı Düstur : Tertip : 5, Cilt : 50.

[9]Madde gerekçesinde şu hususlar ifade edilmiştir: “818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 48 inci maddesinin birinci fıkrasında kullanılan "yanlış ilânlar" şeklindeki ibare, iletişim teknolojisinde "meydana gelen gelişmeler göz önünde tutularak, Tasarıda "gerçek olmayan haberlerin yayılması veya bu tür ilânların yapılması" şekline dönüştürülerek, hükmün kapsamı genişletilmiştir.”

[10] 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 49. maddesinde tanzim edilen manevi zarar, kişinin kişisel çıkarlarında (haklarında) uğradığı bir eksilmedir. Değişik bir ifade ile, bu zarar çeşidi maddi değerler yönünden değil, manevi değerler yönünden bir eksilmeyi anlatır. Bir tüzel kişinin kişisel haklarından olan (adı, şerefi, onuru ve itibarı gibi) varlıklarına yapılan saldırının; bu manevi değerlerinde bir eksilmeye (manevi zarara) neden olacağı gerçeği ise ortadadır.

[11] Madde gerekçesinde şu hususlar ifade edilmiştir: “818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 49 uncu maddesini kısmen karşılamaktadır. Tasarının iki fıkradan oluşan 57 nci maddesinde, kişilik hakkının zedelenmesinde manevî tazminat düzenlenmekledir. 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 49 uncu maddesinin kenar başlığında kullanılan "3. Şahsî menfaatlerin haleldar olması" şeklindeki ibare, Tasarının 57 nci maddesinde, "3. Kişilik hakkının zedelenmesi hâlinde" şeklinde değiştirilmiştir. 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 49 uncu maddesine, 4/5/1988 tarih ve 3444 sayılı Kanunla eklenen ikinci fıkrası gereksiz görülerek, Tasarının 57 nci maddesine alınmamıştır. Gerçekten, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 43 üncü ve Tasarının 51 inci maddeleri uyarınca, hâkim tazminat miktarını belirlerken, "hâl ve mevkiin icabını / durumun gereğini", yani saldırının kişilik hakkı zedelenen kişinin manevî kişilik değerlerinde sebep olduğu eksilmeyi göz önünde tutmalıdır. Bu eksilmenin ise, sıfatı ve makamı daha yüksek ve ekonomik durumu daha iyi olan taraf bakımından çok, diğer taraf için az olduğu şeklinde bir kurala bağlanması yanlış olur. Bu nedenle, Tasarının 57 nci maddesinde, hâkimin manevî tazminat miktarını belirlerken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumları da dikkate alması gerektiğinin belirtilmesinde bir zorunluluk yoktur. Ayrıca, bunların maddede gereksiz yere tekrar edilmesi, herkesin kanun önünde eşit olduğu ilkesine de aykırı görülmüştür.”

[12] Mustafa Reşit KARAHASAN, Tazminat Hukuku, 1996, s. 967-68; Kemal Tahir GÜRSOY, "Manevi Zarar ve Tazmini", AÜHFD., C. 30, S. 1- 4, s. 12. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 15.12.2004 gün ve 2004/4-709 E-2004/720 K.; 31.05.2000 gün ve 2000/4-900 E- 2000/935 K. sayılı ilamlarında tüzel kişilerin de kişilik haklarına saldırıdan dolayı manevi tazminat davası açabileceklerini kabul etmiştir.

[13] Y.4.CD, E: 2013/1411, K: 2014/4724, T: 14.02.2014.

[14] İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 11. Baskı, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2015, s. 214-217; Osman Yaşar/Hasan Tahsin Gökcan/Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu, Ankara, 2010, 6. cilt, s.7702-7703; Mahmut Koca/İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. Baskı, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2015, s.106 - 107; Mehmet Emin Artuk/Ahmet Gökcen/A. Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 9. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara, 2015, s.289.

[15] Y.18.CD, E: 2015/28109, K: 2016/14882, KT: 26.09.2016

[16] Y.18.CD, E: 2016/18978, K: 2017/1193, KT: 06.02.2017. Benzer bir olaya ilişkin Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 01.12.2014 tarihli ve 2013/38862 esas, 2014/34608 sayılı ilamında yer alan, “TCK'nın 125. maddesine göre hakaret suçunda şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte sözlerin gerçek kişilere yöneltildiğinde hakaret suçunu oluşturabileceği, herhangi bir gerçek kişiyle arasında aidiyet ilişkisi kurulmadan tüzel kişiye söylenen sözlerin bu kapsamda değerlendirilemeyeceği gözetilmeden, sanığın mahkûmiyetine karar verilmesi... Hükmün bozulmasına” şeklindeki açıklamalar karşısında, somut olayda anılan kararın gerekçe kısmında hakaret fiilinin müşteki kuruma karşı işlendiğinin kabul edildiği nazara alındığında, şüphelinin icra takibine karşı verdiği itiraz dilekçesinde müşteki şirket aleyhine hakaret içeren ifadeler kullanması şeklindeki eylemi nedeniyle mahkûmiyetine karar verilemeyeceği gözetilmeden yazılı şekilde verilmesinde isabet görülmemiştir.” denilmektedir.

[17] Yenidünya/Alşahin, s.49; Toroslu, Ceza Hukuku Özel Kısım, s.107; Üzülmez, s.44; Soyaslan, Ceza Hukuku Özel Hükümler, s.234.

[18] Toroslu, Ceza Hukuku Özel Kısım, s.112,Tarhan, s.294.

[19] Özbek ve Diğerleri, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, s.484.

[20] Y.4.CD, E: 2013/1411, K: 2014/4724, T: 14.02.2014.

[21] Y.18.CD, E: 2015/7996, K: 2015/12719, T: 02.12.2015: “…Hakaret suçunun mağdurunun, belirli veya belirlenebilir kişi olması zorunluluğunun bulunması, belirli ve sınırlandırılmamış kişi topluluğuna karşı söylenen sözlerin bu suç kapsamında değerlendirilemeyecek olması karşısında,'böyle adaletin a. Koyayım, böyle adaleti sinkaf edeyim'' biçimindeki sözlerin sınırlandırılmamış ve belirlenmemiş kişi topluluğuna yönelik olduğundan hakaret suçunu oluşturmayacağı gözetilmeden, kanuni olmayan gerekçeyle hükümlülük kararı verilmesi,

[22] Özbek ve Diğerleri, Türk Ceza Kanunu Özel Hükümler, s.484; Çalışır, Ayfer Akdemir/ Çalışır, Kurtuluş Tayanç, Teoride ve Pratikte Hakaret Suçları, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, s.25; Yenidünya/Alşahin, s.48; Arısoy, s.159; Tarhan, s.296; Bayındır/Apiş, s.30;

[23] Y.4.CD, E: 2012/30384, K: 2014/574, T: 15.01.2014.

[24] YENİDÜNYA, Ahmet Caner, ALŞAHİN, Mehmet Emin, “Bireyin Şerefine Karşı Suçlar”, TBBD, S:68, 2007 s.43-93, s.49.

[25] ÜZÜLMEZ, İlhan, “Hakaret Suçu”, CHD, Y: 5, S: 12, Ankara 2010, s. 41-71, s.45.

[26] ARISOY, Mine, “Hakaret”, TBBD, S: 72, Y:2007, s. 152-205, s.159.

[27] Y.4.CD, E: 2012/31757, K: 2014/1432, T: 21.01.2014.