Tutuklamada Düşünülen Yasa Değişikliği: Duruşmalı İnceleme

Abone Ol

1- CMK m.108 uyarınca, soruşturma ve kovuşturma evrelerinde tutukluluğun gözden geçirilmesi ile yapılacak ara incelemelerin murafaalı olarak, yani duruşma açılıp tarafların katılımı ilk bakışta isabetli gözükmektedir. Bu yolla, şüpheli veya sanık ile müdafiin tutukluluğa neden son verilmesi gerektiğine ilişkin beyan ve savunmalarını doğrudan doğruya ve sözlü olarak ortaya koyabilmeleri, yargılama aşamasında kişi hürriyetini kısıtlayan bir tedbirin, hakim veya mahkeme ile dosya üzerinden yapılan incelemenin ötesinde bağlantı kurup incelenmesini sağlamaları mümkün olabilecektir. Mevcut CMK m.108’e göre, tutukluluğun ara incelemesinin ne şekilde, yani murafaalı yapılıp yapılmayacağına dair bir hüküm bulunmamakla birlikte, uygulamada gerek bu incelemeler ve gerekse bu inceleme sonuçlarına yapılan itirazlar CMK m.271/1’den hareketle dosya üzerinden yapılmaktadır. Bu hükme göre, “Kanunda yazılı haller saklı kalmak üzere, itiraz hakkında duruşma yapılmaksızın karar verilir. Ancak, gerekli görüldüğünde cumhuriyet savcısı ve sonra müdafi veya vekili dinlenir”.

Uygulamada, tutuklama tedbirine yapılan itirazlar ile tutukluluğun ara incelemelerinin duruşmalı yapıldığı görülmemektedir. Kanun koyucu, bu noktada ortaya çıkan rahatsızlığı ve özellikle ara incelemeler sonucunda tahliye kararlarının çıkmaması nedeniyle, tutukluluk incelemesinin duruşmalı yapılmasına dair yasal bir düzenleme getirmeyi düşünmektedir. Bu tür bir düzenlemeye gidilmesine itiraz edilmektedir. Çünkü hakim veya mahkemelerin, tahliye taleplerini, tutukluluk itirazlarını ve tutukluluk ara incelemelerini isabetli şekilde yaptığı, değişen durum tahliyelerini verdikleri, bu incelemelerin dosya üzerinden değil de tarafların katılımı ile duruşmalı yapılmasının fayda sağlamayacağı ileri sürülmektedir. Ayrıca, tutukluluk incelemelerinin duruşmalı yapılmasının yargılama sürecini uzatacağı, hakim, mahkeme ve savcıları meşgul edeceği, zaten geciken adalette daha fazla gecikmelere yol açacağı, yani CMK m.108 uyarınca en geç otuzar günlük süreler itibariyle tutukluluk halinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda şüpheli veya sanığın sürekli hakim veya mahkeme huzuruna çıkarılmasının, hem emek ve hem de yargılama sürecinin uzaması bakımından ciddi sorunlara yol açacağı da ifade edilmektedir. Bir adliye çatısı altında yüzlerce tutuklunun olduğu ve bu tutuklularla ilgili tahliye talebi ve red kararlarına itirazları bir kenara bırakalım, sadece CMK m.108 uyarınca yapılacak aylık incelemelerin murafaalı/duruşmalı yapılacağı düşünüldüğünde, hakim ve özellikle kovuşturma aşamasında mahkemeler bakımından ciddi bir iş yükü oluşturacağı ve zaman sorununa yol açacağı tartışmasızdır. Ayrıca, tutukluluk sürecini etkileyen durum değişikliklerinin re’sen dahi dikkate alındığını söyleyen yargıçların bu düşüncelerini ve çekincelerini dikkate almak gerekir. Bununla birlikte, kişi hürriyetinin öneminin bu iş yüküne ve zaman harcanmasına değeceği ileri sürülebilir. Buna karşılık da, tutukluluk incelemesinin duruşmalı veya dosya üzerinden yapılmasının sonucu değiştirmeyip, varsa tahliye sebebinin hakim veya mahkeme tarafından, tutukluluk incelemesi ister duruşmalı, isterse dosya üzerinden yapılsın dikkate alınacağı, incelemenin duruşmalı yapılmasının sadece şüpheli veya sanık ile avukatına kendilerini huzurda sözlü olarak ifade etme hakkı tanıyacağı düşünülebilir.

Belirtmeliyiz ki kanun koyucu, tutuklama kararı sonrasında yaşanan süreçteki gecikmeleri, özellikle tutuklu soruşturmasının çok uzaması, kovuşturma aşamasında celse aralarının çok uzun tutulup, yargılama sürecinin aşırı uzaması ve dolayısıyla makul sürede yargılamanın tartışılır hale gelmesi, en önemlisi adalette gecikme yaşanması ve yargılamanın süratli hale gelememesi gibi nedenleri ve bu konuda yapılan eleştirileri bertaraf etmek amacıyla bu tür maksadını aşan ve sonucu belki de fayda yerine zarar getirecek yasal düzenlemeleri yapma gereği duyabilmektedir.

Kanun koyucu, tutuklulukta yeknesak, tutarlı, ortak bir uygulamaya geçilmediğini düşünerek, özellikle kalabalık şüpheli, sanık ve olaylardan müteşekkil soruşturma ve özellikle kovuşturmada yaşanan ayırım güçlüğü, yani yargıçların tutuklama tedbirinin devamı ve somut olayın esası ile ilgili yaşadığı güçlükleri de dikkate almaya çalıştığı görülmektedir. Ancak bu konuda yaşanan sorunların çözümü bu tür yasal müdahaleler olmayıp, savcılığa bağlı adli kolluk teşkilatının kurulmak suretiyle soruşturmaların daha iyi yapılmasını, zorunlu olmadıkça kişi ve olay sayısı itibariyle kalabalık davalardan kaçınılması ile sağlanabilir. Çünkü kişi ve olay itibariyle kalabalık davalar, hem tutuklama tedbirinin ve hem de davanın çok uzun sürmesine, bu nedenle de masumiyet/suçsuzluk karinesinin zedelenmesine ve adalette gecikmeye yol açmaktadır.

Kişi hürriyetini korumak adına yapılan yasal düzenlemeler anlık değil, uygulamacı ve akademik çevrelerin görüşleri de alınarak, neden olacakları fayda kadar zararları da gözönünde bulundurulmak suretiyle gerçekleştirilmelidir. Ayrıca bugüne kadar yargı makamlarınca, tutuklulukta ara incelemelerin tümünün dosya üzerinden yapılması yerine, uzayan soruşturma ve kovuşturmalarda bazılarının murafaalı yapılması tercih edilse idi, belki bu tür yasal düzenleme değişikliğine gerek duyulmayabilirdi. Örneğin Manisa Salihli Ağır Ceza Mahkemesi’nin, tutukluluk incelemelerini duruşmalı olarak yaptığını ve tarafların katılımı ile yaptığını söylemeliyiz. Bu örneklerin artması elbette yararlı olacaktır. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararlarında da, itirazın ve tutukluluk incelemelerinin duruşmalı yapılması, yargı yolunun ve hukukilik denetiminin etkinliğinin bir gereği ve göstergesi olarak kabul edilmektedir.

Bu tür bir düzenlemeye gidilecek olmasının bir sebebi de, ara incelemelerin bugüne kadar duruşmalı yapılmaması değil, kanun koyucunun Türk Hukuku’nda tutuklama tedbirine sık ve uzun süreli başvurulduğuna dair gelen yoğun eleştirilere cevap vermek isteğinden kaynaklanmaktadır.

Bununla birlikte, sürekli kanun değiştirmenin herkes için yorucu olup çözüm de getirmediği ve bazı durumlarda düşünülen faydadan çok soruna yol açtığı görülmektedir. Bir sorunu çözmeye yönelik olmakla birlikte, gerek hukukun evrensel ilke ve esaslarından ve gerekse hukuk siyasetindeki istikrardan tavizler verildiği, bunun da hukuk kuralı ve uygulamalarında inanç ve istek kaybına yol açtığı, “kuvvetler ayrılığı” ilkesi çerçevesinde erklerin birbirine müdahalesi olarak algılandığı da bir gerçektir. Kanaatimizce, hukukun evrensel ilke ve esaslarına bağlı hukuk kurallarının kabulü, bunların uzun süreli, istikrarlı ve eşit uygulanması adalet ve düzen adına en doğru olandır.

2- Tutuklama kararına itirazı incelemekle yetkili merciin, karara yapılan itirazı reddederken, tutuklama kararını veren hakim veya mahkeme tarafından gösterilen gerekçeyi değiştirmesi isabetli değildir. Örneğin, tutuklama kararını veren mahkemece delillerin karartılması şüphesi dayanak alındığı halde, bu karara yapılan itirazı inceleyen merci tarafından bu sebebin iptali ile birlikte, adaletten kaçma şüphesi olduğundan bahisle tutuklama gerekçesini değiştirmesi, hem itiraz merciinin yetkisini kişi hürriyeti aleyhine genişletir ve hem de tutuklama sebebi ile gerekçesi bakımından kazanılmış hak elde eden şüpheli veya sanığın aleyhine sonuç doğurur.

Bu nedenle itiraz mercii, tutuklama kararını veren hakim veya mahkemenin sebebini iptal etmek suretiyle tutuklamaya son vermeli, ancak bir başka tutuklama sebebinin bulunduğunu tespit etmişse, bu hususu kararına yazmakla yetinmelidir. Savcılık makamı, tutuklama tedbiri ile ilgili yeni başvuru yapabilir. Bu durumda, tutuklama tedbirine dayanak gösterdiği sebep itiraz mercii tarafından reddedilen ve diğer sebep de kendisi tarafından kabul edilmeyen hakim veya mahkeme, tutuklama talebini reddedip, savcılık makamının yapacağı itiraz üzerine meselenin takdir ve değerlendirmesi itiraz merciine bırakılmalıdır. Bu düşünceye katılmanın isabetli olmayacağı, gerek süreci uzatması ve gerekse itiraz merciinin inceleme sırasında sebeple bağlı olmadığını, bir kanun yolu olarak itiraz üzerine hukukilik denetimi yapan itiraz merciinin tutuklama tedbirinin uygulanmasını hukuka uygun kabul edip, pekala bu tedbirle ilgili sebep değiştirebileceğini karşı fikir olarak ileri sürmek de mümkündür.

3- Tutuklama tedbirinin tatbiki talebi üzerine, hakim veya mahkeme tarafından adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar verilmişse, bu karara savcının itiraz etme yetkisinin olmadığını söylemek gerekir.  Çünkü CMK m.109/1’e göre, “Bir suç sebebi ile yürütülen soruşturmada, 100. maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adli kontrol altına alınmasına karar verilebilir”. Görüleceği üzere adli kontrol tedbiri, kişi hürriyetini kısıtlayan tutuklama tedbirinin şartlarının varlığı halinde, bunu uygulamak istemeyen, takdiri ve değerlendirmeyi hakime bırakan kanun koyucunun, ceza yargılaması için öngördüğü bir yöntemdir. Hakim veya mahkeme, somut olayda şüpheli veya sanığın tutuklanması için şartların varlığını tespit etmekle birlikte, bu tedbirin yerine adli kontrolü tatbik edebilir. Bir başka ifadeyle, şüpheli veya sanığın adaletten kaçma veya delil karartma ihtimalini gören yargı makamı, bu riskleri ortadan kaldırmak noktasında adli kontrol uygulamayı yeterli görebilir. Tutuklama tedbiri yerine adli kontrolün tatbik edilmesi halinde bu karara, CMK m.98/1, 101/5, 105/1 ve 109/1 uyarınca itiraz edilememelidir. Bir diğer düşünceye göre, savcılık makamının tutuklama talebinin yerine adli kontrol kararı veren hakim veya mahkemenin bu kararına savcılık makamı tarafından itiraz edilebilmelidir, çünkü savcılık makamı, her ne kadar şartları aynı olsa da somut olayda tutuklama tedbirinin uygulanmasının gerektiğine inanabilir.

4- Ceza soruşturması basit şüphe ile başlar ve yeterli şüpheye ulaşıldığından iddianame düzenlenir. Soruşturma aşamasında şüpheli yönünden kuvvetli suç şüphesini gösteren olgulara ulaşıldığında, tutuklama tedbirine başvurulur. Kanaatimizce, soruşturma aşamasında tutuklanmak suretiyle hakkında kuvvetli suç şüphesine ulaşılan şüphelinin, daha fazla bekletilmeden soruşturmasının tamamlanıp kamu davasına dayanak olacak iddianamesinin düzenlenmesi gerekir. Aksi halde, bir yandan hakkında kuvvetli suç şüphesi bulunduğundan bahisle tutuklanan ve diğer yandan da şüpheli ve olay sayısının çok olduğu gerekçesiyle, kamu davası açmak için hazırlanacak iddianamede yeterli şüpheyi netleştirmek uğruna soruşturmaya devam edilmesi, tutuklu şüpheli bakımından ciddi bir çelişkiyi ortaya koyacaktır. Bu noktada, her bir şüpheli bakımından bireysel düşünmek, kişi ve olay bakımından soruşturmanın kalabalık olduğuna dayanmak isabetli olmayacaktır.


(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan Şen tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)