TÜRK CEZA YARGISINDA KİŞİNİN HUKUK KARŞISINDAKİ KONUMUNA BAKIŞ

Abone Ol

Türk Ceza Yargısına kılavuz olan Türk Ceza Kanunu amaçsal olarak kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzen ve güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevreyi, toplum barışını korumayı ve suç işlenmesini önlemeyi hedeflemektedir. Zaten modern devletlerin suç politikası gereğince esas gayesi olan suç işlenmesinin önlenmesi hususu da Türk Ceza Yargısı'nın temel hedeflerinden biridir. Türk Ceza Hukuku'nda ceza sorumluluğu şahsi olarak düzenlenmiş olup, kimsenin başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamayacağı da güvence altına alınmıştır. Öte yandan kanunun bağlayıcılığı hususu olarak belki de vatandaşları en çok ilgilendiren bir konu olarak ''Ceza Kanunlarını bilmemek mazeret sayılmaz.'' hükmü hukuk sistemi karşısında bireyin konumu anlamında çok önemli bir hükümdür. Bu hüküm öyle önemlidir ki, bir kimse kanunun suç saydığı bir eylemi gerçekleştirdiğinde, ''Ben bu eylemin suç teşkil etmediğini bilmiyordum.'' diyerek ceza sorumluluğundan kurtulamamaktadır. İşte bu yüzden bir kimsenin vatandaşı olduğu ülke hukukuna tabi ceza yargısında olası bir eyleminin suç teşkil etmesi karşısında hukuki durumunun ne olacağını bilmesi son derece önemlidir. Her ne kadar ceza kanunlarını bilmemenin mazeret sayılamaması hususu ceza felsefesi açısından akademik açıdan tartışıladursa da yürürlükte bulunan bu kanun hükmü gereğince pratikte kişilerin kanunda suç olarak düzenlenen bu tarz eylemler nedeniyle cezalandırılabilmesi mümkündür.

Türk Ceza Kanunu sistematik açıdan korunan hukuki değere göre suç tiplerini çeşitli kategorilere ayırmıştır. Bunlar uluslararası suçlar, kişilere karşı suçlar, cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar, mal varlığına karşı suçlar, anayasal düzene karşı suçlar kapsamında gibi çeşitli bölümlere ayrılarak düzenlenmiştir. Belli eylemler bakımından, kişinin doğup büyüdüğü kültürel ve sosyolojik çevrenin bireyde yarattığı ahlaki değerler o hareketin haksızlık teşkil ettiği konusunda kişide o eylemden kaçınma dürtüsünü yaratmaya elverişlidir. Gerçekten de kişi o hususun ceza kanununda suç olarak düzenlendiğini bilmese dahi, haksızlık teşkil eden bu eylemi icra etmekten kaçınmaya çalışır. Örneğin insan öldürme suçu ve ya hırsızlık suçu böyledir. Ahlaki yargı değerlerine ters olan, yapıldığı takdirde kişinin kınanmasına yol açacak bu eylemin  toplumsal sonuçlarını da bilen ortalama zekaya sahip bir kişi bu eylemleri gerçekleştirmekten kaçınır. Ancak kanunlarda düzenlenen öyle suç tipleri vardır ki, o eylemin suç teşkil ettiğinin anlaşılması için bireyin özel olarak gerçekleştirdiği eyleminin suç teşkil ettiğini bilebilmesi hayatın olağan akışı içerisinde pek de mümkün olamamaktadır. Örneğin bazı ekonomi, sanayi ve ticarete ilişkin suçlar ile, bilişim alanındaki suç tipleri böyle olup, bazen kişi kanunda söz edilen tipik eylemi gerçekleştirmek suretiyle atılı suçu işlemiş olur ancak böyle bir suçu işlediğinden kollukta veya savcılıkta alınan ifadesi ile haberdar olabilmektedir. İşlenen bu suçlar dolayısıyla kişinin ceza kanununda tipik olarak tanımlanan bu eylemi bilmediği nedeniyle mazeretli sayılması ne yazık ki sorumluluktan kurtulmaya da yetmemektedir. İşte bazı suçlar bakımından kanun maddesinde düzenlenen etkin pişmanlık hükümleri belki kanunun bu dar ve katı tutumu karşısında kişinin cezai sorumluluğunu hafifletmekte ve cezanın infazı açısından seçenek yaptırımlara çevrilmesine olanak tanısa da, kişi üzerindeki cezai sorumluluğu tümden kaldırmaya elvermemektedir.

Türk ceza muhakemesinde soruşturma evresi CMK madde 160 ile düzenlenmiş olup; Cumhuriyet Savcısı, ihbar ve ya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hali öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar demektedir. Savcının görevi hakkında soruşturma yapılan şüphelinin lehine ve aleyhine olan tüm delilleri toplamak ve kamu davası açılması yönünde yeterli şüpheye ulaşılması halinde kamu davasını açmaktır. İşte bu süreçte kişi yargı sistemi karşısında ''şüpheli'' sıfatını almakta, hakkında kamu davası açılması halinde  ''sanık''  sıfatıyla yargılanmaktadır. Kişi hakkında yürütülen tüm soruşturma ve kovuşturma sürecinde yapılan işlemler yazılı olarak bir tutanağa bağlanır, mahkemede yapılan sözlü sorgular ve istenen talepler tutanağa geçirilmek suretiyle saklanmaktadır. İşte ceza yargısında kişi tüm bu sıfatları alırken, haklarını bilmeli ve hukuki yardımdan yararlanmalıdır. Örneğin kişi kollukta ifadesine başvurulurken çoğu zaman susma hakkının olduğunu, kendisine müdafii tayin edilmesi hakkının bulunduğunu bilmemektedir. Yine kişi şüpheden kurtulması için somut delillerin toplanmasını isteyebilme ve bunun yerine getirilmesini isteme hakkına sahip olduğunu bilememekte ve çoğu zaman ne yazık ki kendisine bu hakları da hatırlatılmamakta, salt bu nedenle kişi hakkında yürütülen soruşturma neticesinde takipsizlik kararı verilmesi gerekirken,  kamu davası açılabilmektedir. Bu nedenle yazıdaki asıl amacımız da sanık sandalyesine oturmanın herkes için bir ihtimal olarak yer aldığı gerçeği karşısında kişinin kanuni haklarına sahip olduğu bilincinin verilmesine dikkat çekmektir. Çünkü ceza kanunlarını bilmemenin mazeret sayılmayacağı gibi hukukun keskin kılıcını gösteren bir amir hüküm karşısında, eyleminden dolayı yargılanan bir kimseye hakları hatırlatılmadan cezai yaptırım uygulamanın ne kadar adaletli olacağının da tartışılacağı açıktır. Kaldı ki  bazen hukuk uygulayıcıları da bazı kanunlarda suç teşkil eden eylemlerin varlığından bihaber olabilmektedirler. Bu konuyla bağlantılı olarak Kafka, Ceza Sömürgesi adlı eserinde bir işkence aygıtından söz eder. Bu aygıt geçmişten kalan, işlevini yitirmiş bir görünüm sergiliyorsa bunun nedeni yeni ve modern bir yasanın onu arkaikleştirmesi değildir, bu görünüm, aygıt tıpkı temsil ettiği yasa gibi, somut bir içerikten yoksun olup tarihin dışına düştüğü ve kendi kendisini yıkıma uğratmaya yazgılı olduğu içindir ve böyle bakıldığında yasa aşkın olmaktan çok anlamsızdır der ve ekler: ''Çoğu zaman uygulayıcılar da yasayı bilmezler.'' Gerçekten eserde resmedilen hukuk bürokrasisinde, belgeler asla okunmaz, memurlar asla konunun ne olduğunu bilmezler, hiç kimse bir üstünün ne yorum yapacağından başkasıyla ilgili değildir. Tüm süreç önceden kurulmuş bir düzenek gibi ilerler, kişi giderek evraka dönüşür. Evraka verilen bir numaraya indirgenir ve ölü bir nesne olarak algılanmaya başlar. Türk Ceza Hukuku sistemi içerisinde de kişinin  suç teşkil eden eylemleri dolayısıyla yargılanırken haklarının hatırlatılması ve yürütülen muhakemenin hukuki zeminin sağlam olarak düzenlenmesi şarttır. Yoksa yasaya karşı çabalayan kişilerin fiilini '' adalet'' aramak olarak sunmak zorunda kalmadan hukuk mesleğini icra edenlerin ''adalete'' ulaşmaya engel olmamasının gerektiği ortadadır, neticede yargılanan bir kağıt sürüsü dosyadan çok bir insan, bir hayattır.