MAKALE

TOPLUMUN VE DEVLETİN DİNAMİK AYAĞI HUKUK

Abone Ol

Özet

Hukuk kimin? Hukukun temel amacı toplumda adalet ve düzeni sağlamaktır ve bununla beraber toplum-devlet, birey-devlet ve birey ile birey arasındaki ilişkilerde adaletin güvenini ve muhafazasını korumaktır. Ancak hukukun bu amaca ulaşabilmesi için bireyler hukuk bilincinin önemine sahip olmalı ve ülkedeki yargı kolunun ve bununla da beraber yasama ve yürütme kollarının hukuku adalet ve hak için yani hukuku hukukun özüne ruhuna ve amacına uygun kullanması mühim bir gerekliliktir. Hukuk kendisini yenileyen dinamik yapıda ve bu dinamik yapısı devlet ile toplum/birey arasındaki güven-sadakat ilişkisini güçlendiren bir yapıdır. Ancak önemli olan şu ki toplumlar değişiyor yenileniyor ve gelişiyor, devlet keza politikalarıyla sistemleriyle yenilenen bir kurumdur bu yüzden hukuku da kendisini yenileyebilen ve ön görebilen bir yapıda olmalıdır. Hukukun bu yenilenen ve öngörebilen yönü bireylerin yargıya ve bu vesile ile devletle arasındaki ilişkiyi ve bağlılığı güçlendiren diğer bir unsurdur. Hukuk, salt devlet otoritesinin bir aracı olamayacağı gibi sadece bireyin şahsi menfaati içinde kullanılacak bir yapıda değildir. Adalet ve düzen ilişkisini koruyan mekanizmayla örgütlenen, birey devlet ve birey ile birey arasındaki ilişkide hak ve adalet düzenini sağlayan, birin değil bütünün menfaatlerini gözeten ve bunun yanında devlet ile birey arasındaki güven sadakat ilişkisini oluşturan kurallar bütünüdür. Bu sayede hukuk devleti ve demokratik toplum düzeni varlığını sürdürebilir. İşte hukuk ne otoritelerin bir silahı ne de sadece bireyin koruma mekanizmasıdır. Hukuk toplumun ve devlet/toplum yapısının işleyişini sağlayan bir kurumdur.

Giriş

Devlet ile birey arasındaki ilişki siyaset bilimi hukuk ve felsefenin ortak inceleme alanlarından birini teşkil etmektedir. Tarih boyunca devletin meşruiyeti bireyin hakları ve özgürlükleri, bu özgürlüklerin çerçevesini belirlemede merkezi bir role sahiptir. Bireylerin hakları ile devletin yetkiler arasında dengelenebilmiş bir ilişki kurulması hukuk devleti ilkesinin temelini oluşturur. Devlet bireyin haklarını kısıtlarken bunu hukuksal zemine dayatmasının gerekliliği yanında bir zorunluluk ve ölçülülük temel kriter olmalıdır. Toplumsal yaşamda bireyin özgürlük alanı ile devletin otorite alanı arasında kurulan denge hukuk normları aracılığıyla belirlenmekte ve korunmaktadır. Kelsen’in belirttiği üzere,” Devlet, hukuk düzeninin somut biçimde ortaya çıkmış şeklidir.” Hukukla var olan devlet hukuk yoluyla düzeni sağlamalıdır. Hukuk düzeni, toplumsal yaşamın temel normatif çerçevesini sınırlandırma ölçütleri ve bunların sonucunda devlet ile birey arasındaki ilişkinin niteliği tartışma konusu olmuş ve bu unsurlar modern hukuk sistemlerinin temelini oluşturmuştur. Hukuk toplum düzeninin sağlanmasında ve birey ile devlet arasındaki ilişkilerin belirleyen yapıdır.

Ne devletin otoritesi sınırsızdır ne de birey/toplumun özgürlük alanı sınırsızdır. Hukuk bir yandan bireyin veya toplumun hak ve özgürlüklerini güvence altına alırken diğer yandan devletin meşru müdahale sınırlarını çizmektedir ve böylece hukukun bir yönü de devletin kurumsal otoritesine dayanak oluşturmasıdır. Modern hukuk sistemlerinde bu ilişkinin en

somut yansıması anayasa, insan hakları belgeleri ve yargısal denetim mekanizmaları üzerinden

gözlemlenmektedir. Devlet birey ilişkisinde hukukun rolünü anlamak için yalnızca normatif çerçeve yeterli değildir aynı zamanda tarihsel deneyimler ve teorik yaklaşımlarda dikkate alınmalıdır. Bu makalede hukukun dinamik yapısı, kamu düzeninde hukukun rolü ve önemi, devlet ile birey arasındaki ilişkinin niteliği, bu ilişkide hukukun rolü, devletin yetkileri bireyin hak ve özgürlükleri ve kamu düzeni arasındaki denge, teorik yaklaşımlar ve günümüz uygulamaları ışığında incelenecektir.

Hukukun Dinamik yönü

Hukuk kendisini var eden kurumların kendisine yüklediği görevleri yapmakla sorumlu ve hatta en eskiye baktığımızda insanların sözleşmelerle oluşturduğu, yönetim denetim uygulama yetkisini devlete verdiği sosyal bir yapıdır. Hukuk bu sosyal yapının içerisinde barındırdığı ve kendisine atfedilen görevleri insanların, toplumların ve hatta devletin ihtiyaçları doğrultusunda yerine getirmelidir. Ancak hukuk sadece mevcut ihtiyaçları karşılamakla kalmaz; toplumsal değişimlere ve yeni doğan ihtiyaçlara da uyum sağlayarak gelişmesi gereken sosyal bir yapıdır. Aslında bu cümleye baktığımızda karşımıza şu soru çıkmaktadır; ihtiyacı devlet mi karşılar hukuk mu? Basit bir şekilde cevaplayabileceğimiz böyle bir soruda elbette devlettir ihtiyaçları karşılayan veya karşılaması gereken. Çünkü devlet bir ihtiyaç sonucu toplumsal bir sözleşmeden meydana getirilmiş bir kurumdur. Devletin en önemli görevlerinden biriside toplumda ortaya çıkan veya çıkabilecek çatışma ve ihtilafları, uyuşmazlığın taraflarını şiddete başvurmasına gerek kalmadan çözüme kavuşturmasıdır yani toplumsal barışı sağlamaktır. Ve elbette devlet bunu önceden konulmuş soyut ve genel kurallara bağlı bağımsız ve tarafsız yargı erkini kullanarak yapacaktır. Hukuk devleti dediğimizde budur. Hans Kelsen’in de yaklaşımına baktığımızda aslında Hukuksuz devlet devletsiz hukuk olmaz düşüncesi yatmaktadır. Böylece devlet hem kendi ihtiyaçlarını hem de toplumun ihtiyaçlarını karşılama içerisinde olacaktır. İnsanlar değişir gelişir ve devletlerde bu vesile ile gelişir kendisini yeniler, tüm bu değişim ve gelişimler olurken hukukunda statik yapıda kalması ihtiyaçlara cevap vermesini zorlaştırır ve kendisine atfedilen görevlerin aksamasına sebep olur. İşte biz burada diyoruz ki hukuk statik değil dinamik yapıda olmalı ve bu yapısını idame ettirecek unsurları içinde barındırmalıdır. Hukuk sosyal bir bilim dalıdır bu yüzden sosyolojik gelişmelerin gerisinde kalmamalı ve bu gelişmeler karşısında kendisini yenilemelidir; eksikliklerini geciktirmeden gidermelidir. Zira toplumun ve bunun yanında devletin ihtiyaçlarını karşılayabilmesi hukukun doğası gereğidir. Ancak şu tartışma karşımıza çıkabiliyor hukukun değişimi kendisini yenilemesi noktasında; Hukuk toplumsal değişimi takip eden ve buna göre şekillenen mi yoksa değişime öncülük eden mi? Tarihe yani hukukun şekillenmeye başladığı dönemlere baktığımızda farklı yorumlar yapılmıştır. Eugen Ehrlich’e göre “Yaşayan hukuk” (LEBENDES RECHT) kavramıyla hukukun toplumsal ilişkilerden doğduğunu ve bu yüzden devletin yasalarının çoğu zaman geriden geldiğini belirtir. Keza Roscoe Pound’a göre de hukuk sosyal gerçekliği kabul etmektedir. Proaktif hukuk düşüncesine baktığımızda ise hukukun sadece toplumsal düzeni takip etmez aynı zamanda gelecekte meydana gelebilecek olguları öngörerek bu olgulara göre kendisini şekillendirerek normlar ve politikalar üretir böylece topluma yön verir yani hukuk bu yönüyle toplumun değişimine de şekil verir. Aslında bu iki görüş bir yönüyle hukukun statik olmamasını aksine dinamik yapısını koruması gerektiğini savunmaktadır.

Ancak hukuk hızla değişen toplumsal gerçeklikler karşısında topluma yön vermekten ziyade toplumun değişen ihtiyaçlarına cevap verebilme eğilimi içerisinde olmalıdır. Hukukun topluma doğrudan yön vermesi hukukun normatif yapısı ile gerçeklik arasında gerilim oluşturur ve teorik düzenlemeler ile fiili uygulamalar karşısında boşluklar oluşturur. Prof. Dr. Sami Selçuk’un hukukun dinamik yapısına ilişkin yaklaşımının gayet yerinde olduğunu düşünmekteyim. Sami Selçuk’a göre hukuk toplumla birlikte değişen, gelişen ve dönüşen dinamik bir düzendir. Hukuku sadece yazılı kurallar bütünü gibi durağan görmek yanlıştır ve hukuk toplumun değerleri, ihtiyaçları, ahlak anlayışı, özgürlük talepleriyle iç içe gelişir bu nedenle hukuk her yorumlanmaya değişmeye muhtaçtır. Yani hukuk tek başına topluma yön veren bir otorite değil, toplumla birlikte gelişen bir kurumdur. Teknolojik gelişmeler küreselleşme bireylerin ve toplumların değer yargılarının değişime uğraması, devletlerin otoritelerini korumak adına politikalarında değişimlere yenilenmelere başvurması, uluslararası ilişkiler, ticaret hayatındaki gelişmeler; hukukun bu değişim ve gelişmelere doğrudan yön vermeye çalışması amaca aykırılık oluşturur. Çünkü hukuk olan veya olabilecek ihtiyaçları karşılamaya yönelik toplumsal bir olgudur bir yönüyle. Şunu söyleyebiliriz ancak, hukuk bu değişimler karşısında öngörebilen dinamik yapısıyla değişim ve gelişmeler karşısında gecikmeksizin kendisini hazır edebilen fonksiyona sahip olmalı ve uygulamada fiili boşlukların önüne gecikmeden geçebilmelidir. Aksi halde devletler zümreler hukuk yoluyla bireyleri toplumları ve sosyolojik unsurları kendi amaçları doğrultusunda yön vermesinin önü açılmış olur.

Kamu Düzeni Ve Hukuk

Kamu düzeni bireylerin özel menfaatlerini aşan, toplumun ortak yaşamını sürdürmesi için zorunlu görülen, kişilerin kendi şahsi iradesiyle ve şahsi menfaatleri için bertaraf edemeyeceği, devlet otoritesinin koruması altında olan toplum düzeni için siyasi ekonomik ve sosyal anlamda değişen düzenin kamuya yararlı şekilde olacak yapılanmayı ifade eder. İşte gerek bu yapılanma gerekse devletin bu yapılanmayı idame ettirecek şekilde korumaya çalışması devlet ile beraber bireylerin veya toplumun karşısına hukuku getiriyor. Kamu düzeninin tesisi Devlet otoritesine aittir. Zaten devlet kurumunu ortaya çıkaran zorunlu ihtiyaç sebebi de toplumun düzen ve dirlik içerisinde idamesidir. Aksi halde devletin asli görevlerinden olan toplumsal düzenin sağlanması ve idamesini toplumun veya zümrelerin tekeline bırakılması veya devletin kamu düzeninin tesisinde toplum menfaatlerini görmezden gelmesi çatışma ve ihtilafların çözümünü bireysel/kitlesel şiddet boyutlarına ulaştırır ve iç kaoslara açık bir sebebiyet verir. Devlet kendisine atfedilen bu görevi hukuk yoluyla koruma altına alır, şekillendirir ve toplum menfaatlerini karşılamaya çalışır. Burada bireylerin veya devletin menfaati değil toplumun yani kamunun menfaati ön planda olmalıdır. Elbette toplumun menfaati bireylerin hatta devletinde menfaatine olan bir durum yaratır. Hem devletin varlığını sürdürmesi hem de toplum hayatının düzenlenmesi açısından vazgeçilmez bir yapılanma hareketidir kamu düzeni. Devlet otoritesi kamu düzenini önceden konulmuş ve değişimlere gelişmelere uyum sağlayacak şekilde genel ve soyut hukuk kuralları aracılığıyla tesis eder. Toplumu oluşturan her birey kamu düzenine uymakla yükümlüdür ve demokratik hukuk devletinde de kamu düzeni düzenlemeleri hukuka uygun ve bireylerin hak ve özgürlükleri karşısında ölçülü olmalıdır. Yani demokratik sistem içerisinde hak ve özgürlük kullanımı ile toplumsal düzen ve bununla birlikte kamu düzeni için yapılacak düzenlemeler arasında makul bir denge gözetilmelidir. Hukuk bireysel özgürlüklerle toplumsal yarar arasında denge kurar, kamu düzenini bozan fiillere karşı yaptırımlar öngörür ve bireyler ile devlet arasındaki ilişkileri kurallara bağlayarak toplumsal düzeni ve devlete güveni sağlar. Ayrıca kamu gücünün kullanılması ancak hukuka dayanıyorsa meşru kabul edilir; hukuk sayesinde otoritenin müdahalesi keyfilikten uzaklaşır, kamu düzeni adil bir zeminde tesis edilir. İşte kamu düzeni hukukla tesis edilir ve bu da hukuk devletinin gereklerinden olan bir durumdur.

Devletin yetkileri karşısında bireylerin hak ve özgürlükleri kamu düzeni

Toplumsal bir sözleşme olan devlet kurumu hemen yukarıda değindiğimiz kamu düzeninin tesisi noktasında kendisine yükletilmiş olan görevlerin yanında yetkileri de elinde bulunduran bir erk olarak karşımıza çıkar. Bu yetkiler, toplumsal sözleşme ile toplumun düzeni ve refahının toplumun faydası ve ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde tesisi insanlar tarafından devlete verilmiştir. Devlet elinde bulundurduğu yetkileri kullanarak toplum yaşamını dizayn eder dirlik ve esenlik sağlar yani kamu düzenini tesis eder. Devlet kamu düzenini tesis ederken bazen bireylerin hak ve özgürlüklerine müdahalesi ise kaçınılmaz olur. Yapılan müdahale bireyin ve devlet otoritesinin şahsi menfaatinin üzerinde olan toplum menfaatlerine yönelik bir müdahaledir en azından bu yönde bir müdahale olmalıdır. Kamu düzeninin tesisi noktasında bireylerin hak ve özgürlüklerine yapılacak her müdahalenin de hukuki olması hukuk devleti ilkelerinin başında gelmektedir. İnsanın hak ve özgürlükleri noktasında karşımıza doğal hukuk ve pozitif hukuk anlayışı çıkmaktadır. Aristoteles’e göre hukuk; doğal hukuk ve pozitif hukuk olarak ikiye ayrılır. Doğal hukuk; insanın doğasından kaynaklı, evrensel ve değişmez, adalet ve erdeme dayalıdır ve hukukun amacınında insanın erdemli iyi bir yaşam sürmesini sağlamaktır. Pozitif hukuk ise insanların toplum içinde koruduğu yazılı kurallardır. Amaç toplumsal düzeni sağlamak bireylerin hak ve özgürlüklerini korumak ve erdemli davranışı teşvik etmek. Yani hukuk hem insan doğasına uygun olmalı hem de toplumsal düzeni sağlayacak şekilde evrensel adalet ilkeleriyle uyumlu olması gerektiğini savunmuştur. Şunu net bir şekilde ifade edebiliriz ki Yasalarla düzenleme altına alınan hak ve özgürlükler yani pozitif hukuk metinleri doğal hukukun somutlaşmış hali olmalı toplumun ihtiyaçlarına göre değişebilmeli, amaç toplumda adalet ve erdem çerçevesinde birlikte yaşamın gerektirdiği düzeni sağlayacak bir yapıda olmalıdır.

Aristoteles insanın insan olmasından kaynaklanan hak ve özgürlüklerinin devletin salt bir kural çerçevesinde düzenlenmesini eleştirerek insan doğasından hareketle özellikle toplum hareketine (polis içinde yurttaşlık) uygun olan hak ve özgürlükler yasalarla düzenlenmeli ve koruma altına alınması gerektiğini savunur. Ve aynı zamanda ne tek kişinin( monarşi) ne de halkın sınırsız gücünün mutlak hakimiyetini savunur; bu ilişkide denge olması gerektiğini savunmuştur. Aslında hukuk ne için var devlet kurumu neden oluşturuldu sorularının cevabı bizlere hem hukuk düzenlemelerinin ne şekilde yapılması gerektiğini hem de devletin hak ve özgürlüklere müdahalesini gerektirecek sebepleri ve ölçülüğü hakkında amaç ve yöntem metodunu karşımıza çıkarır.

Devletin yetkileri karşısında bireylerin hak ve özgürlükler ve kamu düzeninin tesisi arasındaki dengeyi gözetmek toplumun bir yükümlülüğü olmakla beraber devletin bir görevidir. 1982 Türkiye Cumhuriyeti Anayasası madde 13 “ Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” Bu madde hükmü aslında bizlere doğrudan hemen yukarıda bahsettiğimiz müdahalede dengenin sebep ve sınırını ve ayrıca hukuk yoluyla yapılması gerektiğini belirtmektedir. Devlet yetkilerini kullanırken otoritesinin menfaati doğrultusunda hareket etmekten kaçınmalı ve elinde bulundurduğu kamu gücünü bir şiddet aracı olarak kullanmamalıdır. En iyi devlet, hukuku kamu düzeni ve toplum menfaati için en iyi kullanan devlettir. Devlet aynı zamanda elinde bulundurduğu kamu gücünü salt bir baskı aracı olarak kullanmamalı, kamu düzeni adı altında hak ve özgürlüklere müdahalede bulunurken ciddiyetli bir durum ve bu durumun hukuki bir gerekçesi mutlaka olmalıdır. Aksi halde kamu düzeni adı altında devlet otoritesinin keyfi müdahaleleri maalesef artabilmekte ve hak ve özgürlükler sınırlanabilmektedir. Modern hukuk sistemlerinde hukuk bir baskı ve şiddet aracına dönüşerek amacından sapmıştır. Hukuk yoluyla yapılan her şeye hukuki demek hukukun doğasıyla tamamen örtüşebilen bir durum olamaz. Hukukun amacına uygun yapılacak hukuki müdahaledir önemli olan. Hukukun bir özü bir varoluş amacı vardır. Bu amaçla hareket edersek ancak tam anlamıyla hukuktan bahsedebiliriz ve hukuk devletinden demokratik toplum düzeninden bahsedebiliriz. Diğer yandan bazı hak ve özgürlüklere ne surette olursa olsun devletin müdahale veya sınırlaması kabul edilemezdir. Yaşama hakkı bunların başında gelen bir haktır, işkence ve insanlık dışı müdahale yasağı, kölelik ve zorla çalıştırma yasağı Anayasa güvence altına alınmış mutlak haklardır. Bu haklara devlet yetkilerini kullanarak kamu düzeni adı altında dahi müdahalede sınırlamalarda bulunmasının önü kapalıdır. Kaldı ki pozitif hukuk metinlerine yazılmamış olsa dahi bu haklara müdahale kabul edilemez bir durumdur. Ancak ne olursa olsun hukuk devleti bunları güvence altına alması gerekli ve önemlidir. Örnek verecek olursak bireyin sırf insan olmasından kaynaklı ifade özgürlüğü vardır ve ayrıca bu özgürlüğü pozitif hukuk metinleriyle de güvence altına alınmıştır. Anayasa metninde 26. Madde “Herkes düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla açıklama ve yayma özgürlüğüne sahiptir.” Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 9. Maddesinin 1. Fıkrası ile de bu özgürlük güvence altına alınmıştır. Buradan hareketle şunu söyleyebiliyoruz ve soruyoruz, bireyin ifade özgürlüğü vardır ve güvence altına alınmıştır. Bir kimse ifade özgürlüğünü kullanması kamu düzeni gerekçe gösterilerek sınırlanabilir mi engellenebilir mi? Gerek günümüzde gerek geçmişte bir çok sözde hukuk ülkelerinde ifade özgürlüğü kamu düzeni gerekçesiyle engelleniyor sınırlamalar getiriliyor. Avrupa insan hakları mahkemesinin bu konuda bir çok ihlal kararı verdiğini görüyoruz. 15 Ekim 2015 yılında AİHM bir kararında başvurucunun 1915 Ermeni olaylarının soykırım olarak nitelendirilmesini reddeden açıklamalarda bulunması, ifade özgürlüğü sınırları içerisinde kaldığına; salt bu görüşün nefret söylemi ya da kamu düzenini bozucu bir propaganda olarak nitelendirilmeyeceğine karar vererek ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine hükmetti. Keza Anayasa Mahkemesinin de bu yönde kararları vardır ve kamu düzeni gerekçesiyle bireyin hak ve özgürlüğüne yapılacak müdahale veya sınırlama, müdahalenin demokratik toplum düzeninde gerekli ve ölçülü olması gerektiğini bir çok kararında görmek mümkündür. ( örnek için; kararlarbigibankası.anayasa.gov.tr ). Devlet yetkisi sınırsız değildir ve devlet yetkilerini sadece şahsi menfaatinin amacına göre kullanmaktan kaçınmalıdır ve devlet yapacağı herhangi bir müdahalede hukuki yoldan sapmadan hareket ederek gerçek bir hukuk devleti, hukukun özü ve ruhu yani hukuku var eden amaç için kullanabilen bir hukuk devletidir. Bir baskı aracı olarak kullanılan hukuk ise sadece devletin otoritesini koruyan yapıdan başka bir şey değildir. Devleti yönetenler gider toplumu oluşturan bireyler gider ve bunların yerine yenilerinin gelmesi yaşam kavramının doğasında olan bir durumdur. Her otoritenin kendi hukukunu yaratması, kendi otoritesine göre hukuku kullanması, toplumun ve toplumu

oluşturan bireylerin hak ve özgürlüklerini, kendi otoritesinin amacına uygun şekillendirmeye çalışması bir sopa misali hak ve hukuk arayışında olan toplumun kamu düzeni gerekçe gösterilerek susturulmaya çalışılması hukuki istikrarsızlıktan başka bir şey yaratmaz ve hukuki istikrarsızlık bireylerin devlete olan güvenini en temelden sarsan önemli bir unsurdur. Hukuku istikrarsız olan devletlerde toplum barışı zayıf ve bireysel şiddet olayları yoğun, iç kaosun kapısı her daim açıktır. Hukuk barışı sağlayan yegane kurumdur. Hukuk devlet ile toplumu birbirine ait hissettiren kuralların tümüdür, hukuk emir ve yasakların değil insan onurunu koruyan gelişmeye açık bir sistemdir. Hukuk yoksa güvenlik yoktur, hukuk yoksa liyakat yoktur, hukuk yoksa toplum düzeni dirlik ve esenliği yoktur. Bu bilince sahip, hukukun özünü ve ruhunu benimsemiş devletler işte gerçek hukuk devletidir. Yetki kullanımı hukuki olmalı hukukun amacına ve hukuk ilkelerine uygun olmalı ve bu yetki kişisel menfaatler değil devlet-toplum-bireyin bir bütün olarak yaşamın idamesini kolaylaştırma, düzenin aksamasını önleme arzusuyla kullanılmalıdır.

Devlet ve Birey İlişkisinin Nitelendirilmesinde Hukuk

Hukuk, devlet ile birey arasındaki ilişkilerin çerçevesini çizen normatif bir sistemdir. Bu ilişkide görevler vardır yükümlülükler vardır. Demokratik toplum düzeninde görev ve yükümlülükler hukukun belirlediği kurallar çerçevesinde yerine getirilmeye çalışılır. Devlet hukuk normlarını uygulayan örgütlü güç, bireyler ise bu normların muhatabı olmakla beraber kendisine yükletilen yükümlülüklerin sahibidir. Bu bağlamda Devlet hukuk yoluyla bireyle arasındaki ilişkiyi yetki hak ve yükümlülükler üzerinden düzenler. Yani bir karşılıklı hak ve yükümlülük ilişkisine dayanan bir bağ olarak ifade edebiliriz. Diğer yandan bu bağın güçlü olması ve bireyin devlete karşı aidiyet hissin sosyal yaşamda güçlü ve güvenli hissetmesi hukuk uygulamalarına bakılarak anlaşılır

Hukuk bilinciyle yetiştirilen toplumu oluşturan her birey hukukun vazgeçilmez bir kurum olduğunun farkında olacaktır ve böylece devlet ve birey ilişkisinde hukukun üstünlüğünün en önemli bir kabul olarak görmekten kaçınmayacaktır.

Sonuç

Devlet ile birey arasındaki ilişkinin düzenlenmesinde hukuk, yalnızca çatışmaları önleyen bir araç değil aynı zamanda özgürlüklerin güvence altına alınmasını sağlayan temel bir unsurdur. Çalışmada ortaya konulduğu üzere hukukun varlığı devletin keyfiliğini sınırlandırmakta ,bireylerin hak ve özgürlüklerini korumakta ve toplumsal düzenin sürekliliğini sağlamaktadır. Modern hukuk anlayışı, devlet otoritesi ile bireysel özgürlükler arasında bir denge kurmayı hedeflerken, bu dengenin bozulması hukuk devletinin zayıflamasına yol açar ve böylece toplumun devlete olan güveni ve sadakati zedelemiş olur ve bu durumda bireylerin çözüm yolunu hukuk dışına taşınmasına sebebiyet verir. Değişime yenilenmeye kendisini geliştirmeye kapalı hukuk sistemleri ihtiyaçların gerisinde kalarak işlevselliğini de yitirmeye mahkum olur. Toplumun, devletin ve kamu düzeninin ihtiyaçlarına göre şekillenmesi gelişmesi ve gelişmelere açık olması hukukun özünden gelen bir durumdur. Hukuk bir düzenin zorunlu kurumudur ve aidiyeti bir bütün olarak devlete bireye topluma aittir. Devlet ise hukuka işlevsellik kazandıracak kurumdur.

Sonuç olarak, birey toplum ve devlet ilişkisinde hukukun rolü yalnızca bir normatif düzenleme işleviyle sınırlı olmayıp aynı zamanda demokratik toplum düzeninin devamlılığının da teminatıdır. Bu bağlamda, hukukun üstünlüğünün sağlanması, hem bireyin haklarının korunması hem de devlet otoritesinin meşruiyet kazanması açısından vazgeçilmezdir.

Nezif Gülmezyüz

Kaynakça

Aristoteles. (1995). Politika (Çev. Ahmet Cevizci). İstanbul; Kabalcı Yayınları

Aral, vecdi. Hukuk Felsefesi. Ankara; Siyasal Kitabevi, 2011

Adnan Güriz-Hukuk Felsefesi(2018) Googlekitaplar-H. Felsefesi

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası. (1982) Anayasa. Resmi Gazete, 7 Kasım 1982, sayı 17863. Madde 13 ve Madde 26

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi(2015) Perinçek­\İsviçre – 27510\08

Avrupa Konseyi. (1950). Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS). 4 Kasım 1950, Roma. Madde 9.

Kelsen, Hans. Saf Hukuk Kuramı. (Çev. F. Sayman). Ankara; Adalet Yayınevi, 1987

Gitmez,E. (2023) Hukuk Tasarımı: Visualizing The Law. Marmara Üniversitesi H. Fakültesi Dergisi (Proaktif yaklaşım)

Selçuk, Sami. Demokrasiyle Hukuka Bakmak, İmge Kitabevi, Ankara 2002.