TOPLANTI VE GÖSTERİ YÜRÜYÜŞÜ HAKKI

Abone Ol

GİRİŞ

Kendini ifade etmeye çalışan kimseler kadar önemli olduğu gibi toplum açısından da önemli olan ifade özgürlüğü önemlidir. Bu özgürlük ile birlikte yeni fikirler meydana gelir. Toplumun bu fikirleri değerlendirme imkanı bularak fikirlerin değerlendirilmesi ve eleştirisinde, kabulünde ya da reddine ilişkin karşı fikirlerin ileri sürülmesi ile birlikte değişim ve ilerleme sağlanmaktadır. Toplumlarda yeni fikirlerin ve düşüncelerin ortaya çıkması ile birlikte toplumdaki olağan ve mevcut durağan durumlara ilişkin değişiklikler olacaktır. Düşüncenin önemli yolu ise insanın iç dünyasındaki düşüncelerinin açığa çıkarak yeni fikirlerin oluşmasına imkan verilmesidir. Toplumlardaki değişimler de buna bağlı olarak kendini göstermektedir. Toplumsal yaşamda insanların maddi ve manevi ihtiyaçlarını gidererek birleşmesi önemli olması nedeniyle birleşmenin devamında da iletişim ve etkileşim de aynı şekilde önem arz eder.

İletişim ve etkileşimde insanların duygu ve düşüncelerini birbirleri söz, yazı ve görüntü ile aktarılması veya kişisel görünüm, toplantı dernek kurma gibi biçimlerde ifade etmesi de mümkündür. Bu etkileşim yollarıyla birlikte toplumu meydana getiren kimselerin içsel ve ruhsal durumunu daha iyi yansıtarak eksik yönlerini bu biçimde meydana çıkararak sorunların bu şekilde aşılması da olası bir hal alacaktır. Hukukun toplumsal yaşamın düzenleyici, koruyucusu ve uygulayıcısı olması nedeniyle özgürlüğün kullanılması bakımından engel teşkil etmemeli ve bununla birlikte keyfi uygulamaların da önüne geçilmesi gerekir. Bu bağlamda devletin özgürlüğün kullanılmasına engel olamayacağı gibi bununla birlikte hukuk devleti olarak bireylerin sahip olduğu hakların koruma altına alınması ve bu bağlamda devletin saygı göstermesi gerekir. Söz konusu özgürlüğün bireyler tarafından münferit şekilde kullanılması mümkün olmakla birlikte toplu şekilde kullanılması da mümkündür.

I. TOPLANTI VE YÜRÜYÜŞ HAKKI

1. Toplantı Kavramı

Birden fazla kişinin türlü amaçlar ile bir araya gelmesi toplantı şeklinde ifade edilebilir[1]. Farklı ülke mevzuatlarında toplantının hukuki tanımına yer verilmemesi nedeniyle meydana gelen boşluğun doktrin ve içtihatlarla doldurulmaya çalışıldığı görülmektedir. AİHS Komisyonu tarafından toplantı, kişilerin fikir veya amacı açıklamak için kapalı ya da halka açık yerlerde bir araya gelmeleri şeklinde ifade edilmiştir[2]. 2911 Sayılı Kanun hazırlanana dek toplantı ve gösteri yürüyüşüne ilişkin tanım mevzuatımızda yer almamıştır. Kanunun 2. maddesinin a bendinde ifade edildiği üzere belli konulara ilişkin halkı aydınlatmak ve kamuoyu oluşturmak amacıyla o konuyu benimsemek amacıyla gerçek ve tüzel kişilerce kanun çerçevesinde düzenlenen açık ve kapalı yer toplantılarını ifade etmekteydi. Bu bakımdan verilen tanıma bakıldığında, toplantının aynı amacı taşıyan kimselerin bir araya gelerek fikirlerini beyan etmesi ve bunu yayma amacı gütmeleridir.

Toplantının çerçevesini meydana getiren ve toplantıyı sınırlandıran şeylerin neler olduğuna ilişkin öğretide toplantının birçok kimsenin ortak menfaatini koruma ya da belli görüş ve fikirleri yayma amacıyla geçici süreliğine bir araya gelerek toplanmaları ve düşünce değişiminde bulunma ya da ortak çıkarları savunmak için geçici şekilde bir araya gelen kimselerin gruplaşması ya da düşünce değişiminde bulunma ya da belli ortak çıkarları savunmak için bir arayan gelerek belirli fikirler ve kanaatler uyarınca kamuoyu oluşturma veya siyasal karar organlarını etkileşime yönlendiren topluluktur. Yapılan tanımdan da hareket edileceği üzere, toplantı özgürlüğü bulunmaktadır ve devlet tarafından koruma altındadır. Ancak her şeyin sınırları ve etki edicileri olmakla birlikte söz konusu hakkı meydana getiren ve çerçeve noktasını etkisi altına alan bazı etkenler, maddeler ve unsurlar yer alır[3].

Toplantının amacı, alelade toplantılardan farklı olarak temel karakteristik yönü ile ortaya çıkmaktadır. Bu bakımdan, toplantıdan söz edebilmek için sadece aynı amacın taşınması yeterli olmamakla birlikte bunun yanı sıra fikri bir yönünün olması da gerekir. Entellektüel amaçtan söz edebilmek için fikri boyutundan da söz edilmesi gerekir. Entelektüel amacın ortak çıkarları koruması bakımından fikir alışverişi yönünden etkisi olması gerekir. Bu durumun aksinin kabul edilmesi halinde aynı amacı taşıması sebebiyle diğer toplantılarda olduğu gibi tesadüfi değil, belirli bir örgütlenme amacının da varlığı aranır. Bu bakımdan toplantıdan bahsedebilmek için belli kişilerce bir amaç etrafında yeterli sayıda kişiyle oluşturulması yeterli olmayarak bu kimselerin amaçlarının entellektüel olması gerekir. Bu durum da toplantıyı sınırlandıran diğer unsurların da göz önünde bulundurulmasını gerektirir[4].

171 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Hürriyeti Hakkında Kanundaki genel gerekçeye bakıldığında, toplanma ve hak özgürlüğünün belli meselelere ilişkin müzakere, icra ve karar oluşturmak amacıyla kamuya açık ve herkesin gidebileceği yerlerde geçici toplantılar yapılmasına teşebbüs ve temin hakkının olduğu göstermektedir. Fikir ve söz özgürlüğünün gerçekleşmesi bakımından toplantı özgürlüğü, toplantı düzenleme ve ona katılma ve toplantıda düşünce ve görüşleri serbest şekilde ifade edebilme ögelerini de kapsamaktadır. Toplantı hakkı kapalı yerlerde gerçekleştirilen toplantıların yanında gösteri ve yürüyüşleri de kapsamaktadır. Bununla birlikte toplantı ve gösteri yürüyüşleri de içerir. Bunun yanı sıra toplantı ve gösteri yürüyüşü birbirlerini tamamlayan kavramlar olduğu görülmektedir. Toplantı özgürlüğü, demokratik toplumlarda vazgeçilmez önemde olduğu kabul edilmekle birlikte söz konusu hakkın kullanılması, diğer hak ve özgürlüklere nazaran daha etkin sınırlamalara bağlanmaktadır[5].

2. Gösteri Yürüyüşü

Bir istek ya da karşı görüşün haklın ilgisini çekecek şekilde topluca ve açık bir şekilde yapılması gösteri şeklinde tanımlanır. Yürütüş ise bir olayı protesto etmek veya bir konuya dikkat çekmek için topluca yürümedir. Gösteri ve yürüyüşlerin siyasi, sosyal, kültürel mesleki ya da ekonomik konular açısından bir isteği dile getirme ya da herhangi bir kararı düzenleme ya da uygulamayı protesto etmek amacıyla ya da bir tavır koymak için gerçekleştirilmektedir. Gösteri ve yürüyüş her ne kadar iki farklı hareket olarak değerlendirilse de genellikle bir arada gerçekleşir. Bir grup insanın genel yollara ilişkin fikirlerini açığa vurmalarıdır. Gösterinin hareketsizlik şekilde yapılmasına karşın, yürüyüşte yer değiştirme ve hareketi gerektirmektedir[6].

3. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Özgürlüğü

Toplanma kavramı ile gerçek kimselerin bir araya geldiği ifade edilmektedir. Bu nedenle internet platformunda, sosyal medyada ya da diğer sanal şekillerdeki toplanma bu kapsamda değerlendirilmez. Bunun gibi eylemlerin özel yaşamın dokunulmazlığı, ifade ve basın özgürlüğü hükümlerinin güvencesindedir. Toplantı ve gösteri yürüyüş hakkının kullanıılması için kaç kişinin bir arada bulunması gerektiği tartışmalı bir konudur. AİHM tarafından bu duruma ilişkin tek bir kimse ile de bu hakkın kullanılabileceği ifade edilse de Avrupa’nın çoğu ülkesinde en az iki ya da üç kişinin olması gerektiği ifade edilmektedir. Ülkemize bakıldığında ise bu konuya ilişkin net bir açıklama bulunmamaktadır. Doktrinde ise bu hakkın kullanımına ilişkin bireysel çabalar ile başarılamayan amaçların gerçekleştirilmesi dikkat çeker[7].

Sayı bakımından değerlendirme yapıldığında ise toplantı kelimesinin anlamına bakıldığında birden çok sayıdaki kimsenin bir araya gelmesini gerektirmektedir. 171 Sayılı Kanuna bakıldığında ise asgari sayının üç olarak belirtildiği görülmektedir. 2911 Sayılı Kanun bakımından ise bu sayının yedi olarak belirtilmiştir. İşgören’e göre Anayasada asgari sayının belirtilmemiş olması nedeniyle kanunda yer verilen sayının yedi olmasına karşın bir toplantının gerçekleşmesi için yedi kişiden az kimsenin toplanması da bu anlamda toplantı ve gösteri hakkının kullanıldığını gösterir niteliktedir. Atalay’a göre ise yalnızca iki kişinin bir araya gelmesi halinde Anayasada yer verilen durumu karşılamayacağı ifade edilmektedir[8].

Toplantı ve gösteri yürüyüş hakkı negatif statü haklarından olup, bireylerin devletçe aşılamayan ve dokunulmayan özel alanının sınırlarını belirleyen hak ve hürriyetlerdir. Bu haklar, bireyleri belirli saldırıdan koruyan haklardır. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına ilişkin Anayasa madde 34’te yer verilmiştir. Negatif statü hakları, bireylerin içinde devlet olmadan bireysel sorunlarını çözmesi ve devlet olmaksızın toplumsal yaşamın düzenlenmesi ve özgür kalındığı hallerdir. Söz konusu bu durum, belirli özgürlük haklarını, serbest alanları ya da devletin saldırı ve sınırlamalarına karşı bireylerin serbest kullanımına bırakılan ve hukuksal değerlerini koruma halinde ve korudukları müddetçe temel haklar ile biçimlenmekle birlikte garanti edilmektedir[9].

Negatif statü haklarına bakıldığında bireylerin devlet tarafından aşılmayan ve dokunulamayacak özel alanlarının sınırlarını belirleyen hürriyetlerdir. Bu tutum ile birlikte yalnızca karışmama ve gölge etmeme ödevleri yüklemektedir. Pozitif statü hakları bakımından ise vatandaşa devletten olumlu davranış, hizmet ve yardım isteme imkanı tanınmaktadır. Aktif statü haklarına bakıldığında ise siyasi görüş ve tutumları açıklama, örgütlenme, oy kullanımı, seçme seçilme yolları ile vatandaşa toplum yönetiminde söz sahibi olunması ve kararlara katılma yetkisi vermektedir[10].

Negatif statü hakları, bireylerin özel alanına ilişkin ve devlet tarafından korunması gerekli haklardandır. Devletin bu haklara gerekmediği sürece müdahale etmemesi gerekir ve bu hakların kullanılması için devletçe üzerine düşenin yapılması gerekir. Pozitif statü hakları, kişilerin kendilerine ilişkin devletin farklı imkanlarından faydalandıkları haklardır. Aktif statü haklarına bakıldığında ise hürriyetin birbiri ile sıkı sıkıya bağlı olduğu yönlerini oluşturmaktadır. Bunlardan her birinin diğeriyle tamamlanmadığı zaman hürriyetin tam olduğu söylenemez. Negatif haklar, pozitif statü hakları tanınmadığı müddetçe kendi başına hürriyeti sağlama açısından yeterli olmaz[11].

Yalnızca pozitif statü haklarının tanınması halinde geniş ölçüde sosyal güvenliği sağlaması mümkündür, ancak her durumda kişinin hür kılındığı anlamına gelmez. Bununla birlikte bu iki kategorideki haklar bakımından siyasal katılma haklarının olmaması halinde iktidarca geri alınabilecek bağış niteliğinde kalır. Bir kimsenin hak ve hürriyetlerini siyasal iktidarın sataşmasına karşı korumanın etkili yolu ise kişinin iktidarın kuruluşuna katılmaya çağırma ve kullanımını denetleme imkanını kendisine sağlamaktır. Fakat belirtmek gerekir ki siyasal haklar, diğer hak ve hürriyetler tarafından desteklenmemesi halinde etkin konumda yer almaz. Kullanım şekillerine göre hak ve özgürlüklerin ferdi ve kolektif hak ve özgürlükler şeklinde gruplandırıldığı görülmektedir. Ferdi hakların bireylerin tek başına kullanılabilirken kolektif haklar sadece grup halinde kullanılmaktadır[12].

4. İfade Özgürlüğünün Sınırı

Düşünce özgürlüğünde aslolan, bilgilenme hakkından faydalanan kimsenin serbest şekilde oluşturmuş olduğu fikir, kanaat ve görüşlerini açıklaması, anlatması ve yayabilmesidir. Fakat AİHM başta olmak üzere tüm insan haklarına ilişkin belgelerde ifade özgürlüğü sınırlı hak şeklinde görülür. Toplumun olduğu yerlerden birden fazla kimsenin haklarından söz edilecek ve sosyalliğin oluşturmuş olduğu haklar ve çerçeveler de belirlenecektir. Bütün bunların yaşanırken ve birçok sınırın olması halinde hak ve özgürlüklerin sınırından da bahsetmek gerekir. İfade özgürlüğüne ilişkin temel sorun, sınırların tespitine ilişkin meydana gelir. Özgürlüklerin sınırsız olmadığına ilişkin fikirlerin genel kabulüne ilişkin, özgürlükler arasında ayrı bir konumda bulunan ifade özgürlüğünde bu ilkenin uygulanması noktasında gerekli değerlendirmenin yapılması gerekir[13].

İfade özgürlüğü sınırlamalardan muaf tutulan bir kavram değildir. Anayasa ve sözleşmenin bir kimseye istediği fikri açıklama ve yayma hakkını mutlak biçimde vermemesi, bu duruma ilişkin sınırlandırmanın ne şekilde olacağına yöneliktir. Bu bağlamda sınırlandırmanın mahiyeti ve kapsamı açısından demokratik toplumlardaki ifade özgürlüğü, yalnızca genel olarak kabul gören fikirler açısından sağlanmamakta ve bununla birlikte yöneticilerin ya da kamu makamlarınca beğenilmeyen fikirler bakımından da yeterince güvencelere bağlanır. Fkilrleri zararlı ve zararsız olacak şekilde bölümlendirerek sınırsız özgürlük alanı sağlayarak zararlı kabul edilen fikirler bakımından da sınırların çizilmesi çoğulculuk ve uygun tartışma ortamının ortadan kaldırılmasına sebebiyet verir[14].

Düşüncenin subjektif olması, kişiden kişiye göre değişiklik göstermesi nedeniyle bu durumun tespitine ilişkin kullanılacak ölçü, meşru hukuk kuralları olması gerekir ve hukuk dışı fiillerle ilgisi olmadıkça cezalandırılmaması gerekir. Çünkü farklılıklar düşünce farklılığını oluşturur. Liberal demokraside siyasi ve ekonomik söylemler ile eksiksiz ve çelişkisiz siyasi felsefedir. Temel amaç, istisnasız bütün bireylerin toplum içinde mutlu ve özgür şekilde yaşaması amacıyla devletin görev ve yetkilerinin ne olduğunun belirlenmesi ve ortaya konulmasıdır. Liberal demokrat toplumların vazgeçilmez, asli değer olarak değerlendirilen ifade özgürlüğünün kapsamı ve sınırlarına ilişkin farklı görüşler olsa da farklı düşünceler karşısında yansız olunması ve onlara eşdeğer sayılması da siyasi sistemlerin düşünce özgürlüğünü sağlaması için vazgeçilmezdir[15].

Devletin ve siyasi sistemlerin kendini koruma hakkıyla bireylerin düşüncelerini açıklama hakkı arasında dengenin kurulması liberal bir toplum için şarttır. Bireylerin hak ve özgürlükleri, zorunlu olmayan hallerin dışında sınırlandırılmaması gerekir. Bireylerin ve toplumun menfaatleri arasındadeki dengenin korunarak hakkın diğerine karşı dengelenerek ağırlığın nereye verilmesi gerektiği belirlenmelidir. Düşüncenin, ulaştığı muhataplarda olumlu ya da olumsuz etki oluşturması, onların düşünce ve davranışlarından farklı olması ve onları değiştirme amacı taşıması, korunamayacağı anlamına gelmemektedir. Kişilerin içinde yer aldığı toplumun egemen düşüncelerinden farklı, düşünülebilir ve bunlara karşı fikirlerin beyan edilmesi gerekir. Söz konusu aykırı fikir sahiplerinin korunması da bu anlamda ifade özgürlüğünün güvencesi kapsamında değerlendirilebilir[16].

Demokraside kişilerin, meşru anayasal düzene uygun şekilde düşünmek zorunda değildirler. Fakat ona uygun biçimde davranma zorunluluğu bulunmaktadır. Bu nedenle insanların, hukuka uygun yöntemler ile siyasi ve ideolojik yapının değiştirilmesine ilişkin düşüncelerini açıklama hürriyetine sahip olup bu düşünce etrafında örgütlenmeleri mümkündür. Hukuka aykırı durumlarda ise hukuki olmayan yollar ile değişikliğin gerçekleştirilmeye çalışıldığı görülmektedir. Yöntem olarak şiddet kullanılarak amaca ulaşılmaya çalışıldığında hukuk sisteminin kullanılamayacağı görülür. Özgürlük anlayışı ile birlikte sınırı aşan zarar fikrinde bulunularak zarar keyfiyetini de sadece kanun tayin etmektedir[17].

5. 1982 Anayasası Kapsamında Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü

1980 darbesinden sonraki süreçte birey değil, devlet, özgürlük ve demokrasinin korunması veya güçlendirilmesi değil, devletin otoriyesinin arttırılmasına ilişkin 1982 Anayasası hazırlanmıştır. Bu düzenleme ile birlikte önemli dönüşümler yaşanarak toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin özgürlüğüne ilişkin ayrıntılı şekilde düzenlemeler getirilen ve en çok sınırlamanın ve yasaklamanın gerçekleştirildiği anayasa olmuştur. Yapılan düzenleme sonrasında md. 34 uyarınca toplanma ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanılması bakımından yasaklayıcı rejim öngörülmekteydi. Toplantı gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına ilişkin düzenlemelere ayrıntılı şekilde tek maddeyle yer verilmiş, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin ertelenmesine ilişkin durumlar da muğlak ifadelere bırakılmıştır[18].

Anayasa md. 34’te düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına ilişkin uygulanacak şartlar, şekiller, usuller, yasaklar ve cezaların düzenlenmesi için 2911 sayılı kanun düzenlenmiştir. Yapılan bu düzenlemeyle birlikte 171 Sayılı kanun yürürlükten kaldırılmıştır. Anayasa md. 34’te yer verilen toplantı ve gösteri yürüyüşlerine ilişkin getirilen sınırlamalar da başta olmak üzere birçok sınırlandırma getirilmiş ceza miktarlarına ilişkin de arttırılan miktarlar hesaplanmıştır. Kanun incelendiğinde görülmektedir ki toplantı ve gösteri yürüyüşlerine ilişkin idareye olağan ve olağanüstü dönemler bakımından yetkilerin verildiği görülmektedir[19].

Toplantı ve gösteri yürüyüşleri özgürlüğünün sınırlandırılması anlamına gelir. Uygulamaya bakıldığında ise söz konusu durumun katlanarak arttığı görülmektedir. Yapılan değişikliklerle birlikte şehir düzeninin bozulmasının önlenmesi için yürüyüşün yapılacağı yerin ve güzergahın belirlenmesi, ertelenmesi ve yasaklama yetkileriyle birlikte toplulukların amaçları dışında toplantı ve gösteri yapamayacağı ifadeleri çıkarılmıştır[20]. Yapılan yeni düzenlemeyle birlikte Anayasanın, AİHS md. 11 uyarınca uyumlu hal almıştır. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının önündeki sınırlardan bazıları kaldırılarak yerine başkaları konulmuştur.

6. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının Sınırlandırılması

Anayasa md. 34/1 uyarınca, herkesin önceden izin almaksızın silahsız ve saldırısız şekilde toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahip olduğu ifade edilmektedir. Maddede yer alan silahsız ve saldırısız olmanın ististasının dışında herkesin tek başına ya da topluluk olarak önceden izin almadan bu hakkı kullanmasının mümkün olduğu ifade edilmektedir. Anayasada yer verilen düzenleme uyarınca toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı harhangi bir izne bağlı değildir. Söz konusu hakkın kullanımına ilişkin bildirim usulü belirlenmiştir. Bu düzenlemenin amacı, özgürlüğün sınırsız olmadığı, mutlak özgürlüğün toplum ve devlet yaşamı için zorluklar oluşturma ihtimali ve toplumdaki düzeninin korunmasıdır. Bu nedenle devletin ve toplumun sürekliliğinin sağlanması için zorunludur. Özgürlüklerinin sınırlandırılmasındaki temel neden, toplumdaki düzeni kurmak, korumak ve toplumun sürekliliğini sağlamaktır. Fakat bu durumun sonucu olarak kamu düzeninin sağlakarak kişilerin özgürlüklerinin birbirleri ile çatışan kavramlar şeklinde değerlendirilmemesi gerekir[21].

7. Sınırlamanın Sınırları

Sınırsız özgürlüğün olması anarşiyi meydana getirir. Ancak iktidarın sınırlandırılmadığı yerde de özgürlükten söz edilmesi söz konusu değildir. Siyasal iktidara karşı özgürlüklerin korunması amacıyla özgürlüklere anayasada yer verilmesi yalnızca kanunla sınırlandırılabileceğini kabul etmek, kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetiminin sağlanması gibi hukuki önlemlerin alınması gerekir. İnsan hakları belgeleri ile çağdaş anayasaların THÖ’lerin korunmasına yönelik getirilen düzenlemler, birbirleri ile büyük benzerlikler taşımaktadır. 1982 Anayasasında da THÖ’lerin korunması için AHİS’teki sisteme benzer sistem oluşturulmuştur. AİHS’te THÖ’lere yönelik sınırlandırmanın kanun ile, ilgili maddede belirtilmiş olan meşru amaçlar dayanak olarak ve demokratik toplumda gerekli ölçüde yapılabileceği düzenlenmiştir. 1982 Anayasası md. 13’te ise THÖ’lerin özlerine dokunulmaksızın yalnızca anayasada ilgili maddelerde ifade edilen sebeplere bağlı olarak kanun ile Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun ve demokratik toplum düzeninde laik cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkelerine aykırı olmayacak biçimde sınırlandırmanın yapılabileceği belirtilmektedir[22].

1982 Anayasasında THÖ’lerin sadece anayasada belirtilen şartlar ile sınırlandırılabileceği hükme bağlanmış ve böylece sınırlandırmalara sınırlandırma getirilerek THÖ’ler güvence altına alınmak istenmiştir. Bu açıdan sınırlamanın kanuniliğine bakıldığında ise özgürlüklerin korunması aşamasında ilk yol olarak onlara, anayasada yer verilerek sınırlamanın kanun ile yapılabileceğini kabul etmek gerekir. Bu bakımdan sınırlandırma yetkileri halkın temsilcilerinden oluşmuş olan parlamentolara bırakılması gerekir. Demokratik hukuk devletlerinde yerleşen temel kural uyarınca özgürlüklerin sınırlandırılması, yasama organınca sadece kanun ile yapılması mümkündür. 1982 Anayasası uyarınca THÖ’lere yönelik sınırlamaların sadece kanun ile yapılması mümkündür. Kanunda sınırlandırma yetkileri, halkın temsilcilerinden meydana gelen parlamentolara bırakılmaktadır[23].

Demokratik hukuk devletlerinde yerleşen temel kural uyarınca özgürlüklerin sınırlandırılması, yasama organınca sadece kanun ile yapılması mümkündür. 1982 Anayasası uyarınca temel hak ve özgürlüklere yönelik sınırlamalar sadece kanun ile yapılması mümkündür. Kanunda anlamı bakımından hem şekli hem de maddi olarak iki biçimde açıklanması mümkündür. Şekli kanun, yasama organı uyarınca kabul edilen ve usullere uyularak gerçekleştirilen işlemdir. Kanunun içeirği değil, yapan organ önem arz eder. Maddi kanun anlayışı uyarınca kanunu yapan organının önemi bulunmamakla birlikte kanunun içeriğine bakılarak genel, soyut ve kişilik dışı özellikler taşıması aranır. Bu durumda içerik bakımından genel ve soyut nitelikteki KHK, tüzük ve yönetmeliklerle özgürlüklerin sınırlandırılması mümkündür. Anayasada yer verilen kanun ifadesinin şekli anlamda kanun anlaşılması gerekir. Anayasanın gerekçesinde de yürütme organının düzenleyici işlemleri ile sınırlama yapılmayacağı belirtilir. Anayasanın bu anlayışının siyasi iktidara karşı güven yokluğundan kaynaklanır[24].

AİHS’te sınırlandırmaların kanun ile yapılacağı ve bunun maddi kanun ile yapılacağı belirtilmiştir. Gerekçe olarak da sözleşmeye taraf olan devletlerin hukuk sistemlerinin birbirinden farklı olmasıdır. Sınırlamaların ne tarz işlemler ile yapılacağı, taraf olan devletlerin iç hukuk sorunu olup, bu konuya ilişkin değerlendirme devletlere bırakılmıştır. Sebebe bağlılık ilkesi uyarınca sınırlamalar sadece amacına uygun ve sınırlı sayıda belirlenen sebepler ile gerçekleştirilmesi mümkündür. Sınırlamanın kanunniliği ilkesinin yanı sıra sebebe bağlılık ilkesinin de getirilmesi halinde ilgili özgürlük, tek maddede ya da ilgili maddede yer verilen sebeplerin dışında sebep ile sınırlandırılamaz. Sınırlamdırma sebepleri, tüm haklar için geçerlidir ve tek bir maddede gösterilmesi, hakların niteliğine ilişkin olarak ayrı ayrı gösterilmesi de mümkündür[25].

II. TOPLANTI VE YÜRÜYÜŞ HAKKINA İLİŞKİN ÖRNEK KARARLAR

1. Madde 11 ve Pozitif Yükümlülükler

Pozitif yükümlülükleri, negatif yükümlülüklerden ayıran nokta, pozitif yükümlülüklerde devletin pozitif müdahalesi gerekirken negatif yükümlülükler bakımından bu şekilde bir müdahalenin olmaması gerekir. Sözleşmenin ihlal edilmesi halinde devletin bu alandaki eylemsizliği nedeniyle sorumluluğu söz konusu olacaktır. Bu bakımdan bir hakkın kullanılmasında devletin müdahalede bulunmaması ve gerekli tedbirleri yerine getirmemesi nedeniyle sorumluluğu doğacaktır.

Avrupa İnsan Hakları sözleşmesi md. 11’e bakıldığında da özgürlüklerin kullanımının sınırlandırılmasında dikkat edilen kriter demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olmamasıdır. Bu durumda, maddelerdeki özgürlüklere müdahalenin haklı kılınmasındaki gereklilik, demokratik toplumdan kaynaklı gereklilikler olması mümkündür. Sözleşmede değerlendirilen siyasi model bulunmaktadır, bu da demokrasidir. Bu sebeple sınırlamaların demokratik toplum düzeni ile uyumlu olması gerekmektedir. Demokratik toplumun gereklilikleri, sınırlandırmanın kabul edilebilirliğine ilişkin önemli kriterlerden biridir. Demokratik toplum kriteri, sözleşmenin önsözünde yer almakla birlikte sözleşmenin önemli yapısını oluşturmaktadır[26].

Sözleşmeci devletlerce kısıtlamaların getirilirken sınırsız olmayan ve belli takdir alanında kullanılması söz konusudur. Kısıtlamaların sözleşmeyle bağdaşır olup olmadığına ilişkin son sözün söylenmesi ise mahkemenin görevleri arasında yer alır. Demokratik toplumda toplumun gerekliliklerinin sözleşmeye uygun olması için, toplumsal ihtiyaçları karşılayabilmesi ve işlenen meşru amaç ile orantılı olması gerekir. Sözleşme ile birlikte güvence altına alınan hakka istisna getiren hükümlerin dar yorumlanması gerekir. Sınırlandırmaya ilişkin meşru amaçlar yalnızca ifade özgürlüğüne yönelik md. 11’de de yer verilmiştir[27].

Devletin pozitif yükümlülükleri bakımından sözleşme kapsamında tanınan hak ve özgürlüğün doğası ve niteliği göz önünde bulundurularak değerlendirme yapılmıştır. Bu anlamda toplumun ortak amaçları bakımından yapılan değerlendirme uyarınca başkalarının hak ve özgürlüklerinin de korunarak gerekli değerlendirmeler yapılmıştır. Bu durumda ulusal güvenlik ve suçların önlenmesi nedeniyle meşru niteliği sağlamanın önemi de bu şekilde ortaya çıkar. Md. 11 kapsamında toplantı ve dernek kurma özgürlüğü hakkının korunması devletin pozitif yükümlülükleri arasında yer alır. Bu anlamda ifade özgürlüğünün sağlanması ve kişilerin sahip olduğu toplantı ve dernek kurma özgürlüğünün koruma altına alınması da bu anlamda önem arz eder[28].

Hukuksal korumanın gerçekleştirilmesi devletin elindedir. Bu bakımdan düşüncenin açıklanmasına ilişkin gerekli değerlendirmelerde devletin etkin şekilde işlevi bulunmaktadır. Bununla birlikte devletin çoğulcu demokratik ilkeler uyarınca kendisine koymuş olduğu normlara uygun düşünmemeyi de güvence altına alması gerekir. Bu bakımdan bireylerin düşüncelerinin oluşum evrelerinin gerekli düzenlemeleri yapmasının yanı sıra devletin, düşüncesinden ötürü kınamaması ve düşüncesini açıklama ve yaymakla birlikte nihai olarak meşru sınırlara göre belirlemesi gerekir. Düşüncelere uygun davranışlarda bulunulacağı ortamların devlet tarafından bireylere sunulması gerekir. Bu nedenle devletin bu anlamda negatif ve pozitif etkinliği bulunmaktadır. Pozitif yükümlülük uyarınca iki çeşit yükümlülüğün olduğu görülmektedir[29].

Devletin pozitif yükümlülüğü uyarınca devletin söz konusu özgürlüğün yaşanabileceği ortamı hazırlaması, negatif yükümlülüğü uyarın da kabul göre sınırlar çerçevesinde özgürlüğün kullanılmasına müdahale etmemesi gerekir. Sınırsız özgürlük anlayışı görüşü uyarınca siyasal toplumlarda geçerliliğinden bahsedilemez. Bu sebeple demokratik rejimlerde çoğulculuk ilkesine uygun, tek ve doğru anlayıştan uzak, takdir alanının sınırlar çizilen devletin, nesnel ölçü ve nedenlere dayanarak düşünce özgürlüğünü sınırlandırması mümkündür. Fakat bu sınırlamada dikkat edilmesi gereken diğer bir unsur da uluslararası sözleşmelerde çerçevesi çizilen meşru sınırların aşılmamasıdır[30].

2. Demir ve Baykara v. Türkiye Davası

Demir ve Baykara v. Türkiye davasına bakıldığında, belediye memurlarının AİHS md. 11 kapsamındaki güvencelerde yararlanma hakkının olup olmadığı değerlendirilmiştir. Maddedeki istisnaların dar yorumlanması gerektiği ve bununla birlikte kamu görevlilerinin sendikalara katılma hakkının tüm sözleşmeci devletlerde tanındığı, sınırlandırmalarınsa yalnızca bazı hizmet gruplarına ilişkin olduğu belirtilmiştir. Devletin idari görevlilerinin md. 11 kapsamı dışında değerlendirilemeyeceği ifade edilmiştir. Bu kapsamda sözleşmenin yorumlanırken nelere dikkat edilmesi gerektiği de belirtilmiştir. Yapılan bu değerlendirmeler uyarınca sözleşmede yer verilmeyen yükümlülüklerin yorum yoluyla ihdas edilemeyeceği aktarılmıştır[31].

Başvuranlar bakımından belirtilen hükümlerin uygulanmadığı, sözleşme md. 11 kapsamında yorumun şartın denetim organının örgütlenme ve toplu pazarlık hakkına ilişkin bağlantıyla görüşün dikkate alınması gerekir. Bu bağlamda karar veren AİHM, kullanılan karşılaştırmalı yorum araçlarından daha da ayrıntılı açıklamalarda bulunmuştur. Geleneksel yorum araçlarının, sözleşme hükmü kapsamında yeterli şekilde açıklık kazanılamayacağına imkan verilmediği durumlarda devletlerin çoğunluğunca kabul edilen kural ve ilkelerden meydana gelen uluslararası hukukun ya da Avrupa devletlerinin ulusal hukuklarının ortak standarlarının mahkemenin göz ardı edemeceği bir durumu yansıttığı ifade edilmiştir[32].

Sözleşmenin ve sözleşmeci devletlere yüklenen yükümlülükler yorumlanırken muhtelif anlaşmaların da göz önünde bulundurulması gerektiği, hukukun genel ilkeleri uyarınca taraflar arasındaki ilişkilere uygulanabilir uluslararası hukuk kuralları arasında görüldüğü ve Avrupa Konseyi organları açısından tavsiye niteliğindeki kararları da dikkate alındığı ifade edilmiştir. Mahkemece, sözleşmede yer verilen terim ve kavramları tanımlarken sözleşme dışındaki uluslararası hukuk belgelerini, yetkili organların bu belgeler ile yorumlarını ve Avrupa devletlerince ortak değerleri gözeten uygulamaları dikkate alabilir ve alması gerektiğini ifade etmektedir. Sözleşme hükümlerinin yorumlanırken mahkeme için etken olabileceği, davalı devletin davanın konusu açısından uygulanabilir belgeleri tamamı için onaylanması da şart değildir. Mahkemece ilgili uluslararası belgelerin uluslararası hukukta ya da Avrupa Konseyü ülkelerinin hukukunda yer verilen norm ve ilkelerde devam eden gelişimi açısından uygulanabilir genel ilkeleri içeriğini ifade etmiştir[33].

Memurların toplu sözleşme yapma hakkına yönelik, mahkemenin Türk hukukunda bu konuya ilişkin boşluk olmasına karşın ihtilafın iletildiği mahkemenin Türk Medeni Kanunu md. 1 uyarınca, bu boşluğun doldurulması ve davanın karara bağlanması yükümlülüğünün olduğu kanısına varmıştır. Ayıca mahkeme, bu yükümlülüğün Anayasa tarafından herkese mahkemeye erişim imkanı tanındığı md. 36’dan kaynaklandığını ifade etmektedir. Bu bakımdan spesifik ulusal kanunların yasama tarafından yürürlüğe konulmasına karşın, Türkiye tarafından imzalanan ILO uluslararası iş sözleşmesi ilgili hükümlerinin söz konusu davaya uygulanması gerekirdi. Türkiye tarafından imzalanan uluslarası belgelerin ilgili hükümlerini doğrudan uygulamak suretiyle mahkemenin, başvuran sendikanın bunun gibi toplu sözleşmelere girme hakkı olduğunu ifade etmiştir[34].

AİHS’in dışında ve daha çok Türkiye’nin onaylamamış olduğu uluslararası anlaşmaların kendisine uygulanamayacağına ilişkin değerlendirmede başvuranın devlet memuru olması sebebiyle AİHS md. 11’in uygulanmasına yer olmadığı yerel mahkemece ileri sürülmüştür. Bununla birlikte hükümet, AİHM’in AİHS’i yorumlarken sözleşmeci devletlere, AİHS’te öngörülmeyen yeni yükümlülükleri getiremeyeceğini ifade etmiştir. Daha çok dairenin Avrupa Sosyal Şartı’na ve kontrol mekanizmasının içtihadına önem verdiğini atfettiğini belirterek Türkiye’nin taraf olmadığı uluslararası belgelerin Türkiye açısından bağlayıcı olmaması nedeniyle kabul edilemezlik talebinde bulunulmuştur. Diğer bir itiraz konusu olarak AİHS md. 11 son cümlede söz konusu maddenin, devletin idare mekanizmasında görevli olan memurlara uygulanmasına ilişkin bölüme atıfta bulunularak belediye memurları da dahil olarak devlet memurlarının DMK kapsamında spesifik ve ayrıntılı hukuki kurala tabi olduğu bu şekilde diğer çalışan kişilerden farklı oldukları ifade edilmiştir[35].

AİHS md. 1’in ihlal edildiği iddiasına bakıldığında, başvuranların yerel mahkemenin kendilerini sendika kurma ve toplu sözleşme yapma hakkından mahrum bırakıldığı ileri sürülerek şikayetçi olunmasına ilişkin AİHS md. 11 kpasamında yapılan değerlendirmede, herkesin asayişi bozmadan toplantı yapma, dernek kurma ve bunun yanı sıra çıkarlarını korumak amacıyla başkaları ile birlikte sendikalar kurma ve sendikalara katılma hakkı bulunmaktadır. Söz konusu hakların kullanımı, demokratik toplumda zorunlu tedbirler niteliğine sahip olması nedeniyle ulusal güvenliğin, kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve bununla birlikte suç işlenmesinin önlenmesi ya da başkalarına hak ve özgürlüklerin korunması için sadece yasayla sınırlandırılmasının mümkün olduğunu belirten AİHM uyarınca, bahsi geçen hakkın kullanımında silahlı kuvvetler ya da devletin idare mekanizmasında görevli olanlara ilişkin meşru sınırlamalar konmasına engel olmaz[36].

AİHM, başvuru kapsamında AİHS dışındaki uluslararası belgelerden taraf olunmayanlar bakımından kendisine ileri sürülemeyeceğine yönelik itirazı ve esasa yönelik değerlendirme aşamasında incelemeye karar verdiğini hatırlatır. AİHS md. 11 kapsamında şikayetlerin esaslarının incelenmesinde uygulanacak yöntemle bağlantılı olması nedeniyle AİHM, diğer unsurları değerlendirmeye başlamadan önce bu duruma ilişkin açıklık getirilmesi gerektiğini düşünmektedir. AİHM, devlet görevlilerinin sendika kurma haklarının, uluslararası düzeyde teminat altına alan temel belgenin, ILO sözleşmesi olduğuna değinmiştir. Bu sözleşme kapsamında md. 2 uyarınca ayrım yapılmadan tüm çalışanların kendi seçtiği örgütleri kurma ve bunlara katılma hakları söz konusudur. AİHM, devlet görevlilerinin sendikalara katılma hakkının, sözleşmelerin ve tavsiyelerinin uygunlanmasına yönelik katılım imkanları da vardır. AİHM’in, devlet görevlilerinin sendikalara katılma hakkının sözleşmenin ve tavsiyelerin uygulanmasına yönelik bu durumun Sözleşmelerin ve Tavisyelerin Uygulanmasına İlişkin Uzmanlar Komitesince teyit edildiğini ifade eder[37].

Avrupa Birliği Temel Haklar Sözleşmesinin, örgütlenme hakkına yönelik açık bir yaklaşım benimsediği, diğer maddelerin yanı sıra md. 12/1 uyarınca herkesin çıkarlarını korumak için sendika kurma ve bunlara katılma hakkı olduğunu ifade etmektedir. Söz konusu uygulamaya bakıldığında AİHM, devlet görevlilerinin sendikaya katılım hakkının artık bütün sözleşmeci devletlerce tanındığını ifade eder. Söz konusu hakkın kadrolu ya da sözleşmeci devlet memurlarına ve ulusal ya da belediyedeki çalışanlar için geçerli olduğunu ifade eder. Merkezi yönetim veya yerel yönetim bakımından çalışan memurların, daha çok kendi seçtikleri sendikaya katılım hakkı bulunmaktadır[38].

AİHM’in kamu sektöründe, özel sektördekinden fazla sendika olduğunu ifade etmekle birlikte bu durumda üye devletlerin yaratmış olduğu olumlu hukuki ve idari durumun açık bir göstergesi olduğunu ifade eder. Üye devletlerin birçoğunda olan ve az sayıdaki sınırlandırmanın sendika üyeliğinin yasak olmasına dek giden silahlı kuvvetler mensupların yönelik olanlardır. Ulusal makamların en fazla yasal sınırlandırmalar getirmesinin mümkün olduğu ve devletin idare mekanizmasında görevli olan memurlar için de aynı durumdan söz edilebileceğini söylemenin mümkün olduğu söylenmektedir. Bu nedenle başvuranların meşru şekilde AİHS md. 11’i dayanak olarak kullanması ve bu bağlamda itirazın da reddedilmesi gerektiği ifade edilir[39].

Mahkeme tarafından ayrıca md. 11’in asıl amacının kamu mercilerinin, korunan hakların kullanımına yapılan keyfi müdahalesine karşı bireyi korumak olmakla birlikte kişilerin bu haklardan etkin biçimde yararlanmasını sağlamak amacıyla devlete pozitif yükümlülük getirme olduğunu ifade eder. Bu davanın kendine özgü kapsamında başvuranın şikayetçi olduğu olgulardan başvurucuların AİHS md. 11’de haklarının koruma altına alınması ve söz konusu haklardan iç hukuktan yararlanmalarına imkan sağlamakta eksiklikten kaynaklanması halinde Türkiye’nin sorumlu olacağı ifade edilmektedir. AHİM ve AİHS md. 8 kapsamında davanın ister devletin bu madde uyarınca başvuranın haklarını teminat almaya ilişkin makul ve uygun önlemler alarak müteşekkil pozitif sorumluluğu açısından incelense de uygulanabilir ölçülerin büyük ölçüde benzer olduğunu ifade etmektedir[40].

Mahkeme tarafından yapılan inceleme kapsamında Viyana Sözleşmesi yorum kurallarının rehber niteliğinde olduğunu, insan haklarının korunmasına yönelik sistematik yapısı olan sözleşme haklarının etkin şekilde yorumlanması gerektiği, Viyana Sözleşmesi’ne atıfta bulunarak sözleşme hükümlerinin yorumlanırken yalnızca sözleşme hükümlerinin referans alınmadığı ve sözleşmeci devletler arasındaki ilişkilere uygulanabilir hukuk kural ve ilkeleri de dikkate alması ve bunun yanı sıra sözleşmenin yaşayan belge olması nedeniyle günün koşullarına göre yorumlanması gerektiğini ifade etmiştir. Bununla birlikte mahkemenin karşılaştırmalı şekilde gelişmeci yorum ilkesine dayandırıldığı da ortaya konulmaktadır. AİHM’in gerekli hallerde taraflar arasındaki ilişkiye uygulanabilir kuralları dikkate aldığı ve Viyana Sözleşmesi md. 31/3’te yer verilen kriterlere uyulması halinde ilgili devletin bağlı olduğu anlaşmaların dikkate alındığında meşru olacağı ifade edilmektedir[41].

Sonuç olarak AİHM, uluslararası ve ulusal alanda yaptığı çalışmalarında, kanundaki gelişmeleri ve sözleşmeci devletlerin bu konuya ilişkin uygulamalarını dikkate alarak işverenle toplu görüşme yapma hakkının md. 11’de ortaya konulan çıkarları koruma amacıyla sendikalar kurma ve sendikalara katılma hakkının temel unsurlarından biri haline geldiğini ve bunun yanı sıra devletlerin sisteminde gerekli görülmesi halinde temsilciye özel statü tanınacak biçimde düzenlemekte serbest olunduğu ifade edilmiştir. Söz konusu hakların kullanılması bakımından AİHS md. 11/2 kapsamında devletin idari mekanizmasında görevli olanların yalnızca somut davada başvuranların bu sınıflandırmaya dahil olmadığı belirtilmiştir.

3. Disk ve Kesk v. Türkiye Davası

Disk ve Kesk’in ortak çağrı yaparak üyelerini ve emekçileri 1 Mayısı kutlama için Taksim Meydanı’na davet etmiştir. Bunun için İstanbul’dan ve farklı yerlerden katılım sağlamak için Disk genel merkezi önünde toplanıldığı sırada polisler tarafından barikatla yol kesilmiş, katılımcılara tazyikli su sıkılmış ve göstericilere ve Disk binasının içine gaz bombası atılmış ve Taksim Meydanı birçok yönüyle abluka altına alınmıştır. Bununla birlikte Taksim’e ulaşım sağlayan toplu ulaşım araçları seferleri durdurulmuş ve katılımcıların Taksim’e girişi engellenmiştir. Hükümet yetkililerince yapılan açıklamaya göre Taksim Meydanı’nda yapılacak olan gösterinin İstanbul için risk oluşturduğunu ve miting esnasında yasadışı örgütlerin yer aldığını, bu nedenle Disk ve Kesk yöneticilerinin toplanmaya ilişkin verdiği kararla suç işlediklerini ifade etmiştir[42].

Disk ve Kesk, 1 Mayıs’ta Taksim’de kutlama haklarının engellenmesi ve miting için çağrıda bulunan kitlelere saldırıda bulunulması ve sendikal hakların ve görevlerin engellenmesi nedeniyle toplu ifade ve gösteri hakkının ihlal edilmesi sebebiyle AİHM’e başvurmuşlardır. Örgütlenme haklarıyla üyelerin toplu gösteri yapma haklarının ihlal edildiği, bu durumda AİHM md. 11’in ihlal edilmesi nedeniyle ve daha önceden yapılan başvurulan da reddedilmesi nedeniyle etkin iç hukuk yolunun olmaması, bu nedenle AİHS md. 13 uyarınca ihlalde bulunulduğu ileri sürülerek doğrudan AİHM’e başvuruda bulunulmuştur. Başvurucuların bu haklar ile birlikte AİHS md. 8, 10 ve 14’ün de ihlal edildiği tespit edilerek maddi ve manevi tazminata hükmedilmesini de AİHM’den istemişlerdir. Başvurucuların başvurunun konusu 1 Mayıs kutlamalarını her sene gündem olan, yenilenen bir talep olduğu, konunun toplumsal yönü ve etkilediği kitlenin büyüklüğü ve ihlalin ağırlığı da göz önüne alınarak yapılan başvuru maddeleri üzerinden değerlendirme yapılması istenmiştir[43].

AİHM tarafından yapılan değerlendirme uyarınca AİHS md. 11’in ihlal edildiği, başvuruda yer verilen diğer ihlal konularının da kabul edilebilir olduğuna karar vermiştir. Başvurucuların barışçıl toplanma haklarının ihlal edilmesine yönelik toplantının engellenmesinin iç hukukta ve uluslararası hukukta açık ve ağır ihlale sebebiyet verdiği, hükümetin iç hukuk yollarının tüketilmemesi itirazının ise iç hukuk yollarının etkin olmaması sebebiyle reddedilmiş ve başvurunun esastan incelenerek sonuçlandırılmasına karar vermiştir. Taksim meydanında kitlesel başkaca etkinliklerin düzenlenmesi için izin verilmesine karşın bu toplantının kamu düzeni gerekçesi ile reddedilmesi sebebiyle md. 11’le bağlantılı şekilde sözleşme md. 14 uyarınca toplanma özgürlüğünü kullanma bakımından ayrımcılığa uğradığını ileri sürmüşlerdir. Mahkeme tarafından söz konusu şikayetlerin incelenenler ile bağlantılı olduğu ve bununla birlikte kabul edilebilir olduğunun ilan edilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Gösteri yapma özgürlüğü ve gösterinin yapılacak yerin belirlenmesi özgürlüğünü de kapsadığı belirtilmiştir[44].

AİHM tarafından başvuranların şikayetlerinin md. 11 kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Aynı zamanda, bir müdahalenin kanun ile öngörülmedikçe sözleşme md. 11/2 uyarınca bir veya daha fazla meşru hedefi yerine getirmedikçe bu hedeflere ulaşılmasını demokratik toplum açısından gerekli olmadıkça gerçekleştirilen müdahalelerin sözleşme md. 11 uyarınca ihlali söz konusu olur. Bu bakımdan bu dava kapsamında davadaki müdahalenin yasal dayanağı, toplantı ve gösteri yürüyüş kanunu md. 22 ve 24’tür. Bu sebeple sözleşme md. 11/2’de belirtilen müdahalenin, kamu düzeninin bozulmasının engellenmesine yönelik meşru hedefi gözettiği ifade edilir. Mahkemenin bu görüşten ayrılmak amacıyla herhangi bir neden olmadığını belirtir[45].

Gerçekleştirilen müdahalenin demokratik toplumda gerekli olmadığı sorusu bağlamında AİHM md. 11 uyarınca kararların temel ilkelerine atfıta bulunur. Bu bağlamda devletlerin yalnızca barışçıl amaçlarla toplantı düzenleme ve toplantıya katılma özgürlüğünü korunmasının yanı sıra söz konusu hakların kullanımının engellenmesini makul olmayan şekilde sınırlamalar koymamaları gerektiğine işaret eder. Bu bakımdan md. 11’in temel amacına bakıldığında, kişilerin haklarına, yetkililerin keyfi müdahalesini engellemek olmakla birlikte söz konusu hakkın etkin kullanılması amacıyla devletin pozitif yükümlülükleri olabilir, bu nedenle devletlerce bu yükümlülüklerin yerine getirilmesi gerekir[46].

Göstericilerin şiddete başvurmadığı hallerde kamu yetkilerinin sözleşme md. 11 uyarınca teminat altına alınan barışçıl toplantı hakkının özünde zarar görmesini engellemek amacıyla barışçıl toplantı hakkının özünün zarar görmesini engellemek amacıyla barışçıl toplantılara bir miktar hoşgörü gösterilmesi gerektiği kanaatindedir. Bu bağlamda mahkemece yapılan değerlendirme uyarınca söz konusu dava kapsamında polis memurlarınca güç kullanılarak gerçekleştirilen müdahalenin orantısız olduğu ve kamu düzeninin bozulmasına engel olmak için gerekli olmadığı düşüncesindedir. Bu bakımdan hükümetin md. 11’i ihlal etttiğine karar verilmiştir[47].

AİHM tarafından verilen bu kararla birlikte ifade özgürlüğünün kapsamı genişletilmiş ve söz konusu hakkın kullanımı bakımından önemli bir kriter oluşturulmuştur. Bu meydanda üyelerin yapacakları toplantı hakları sendikal haklarından olduğu, bunun için görev ve yetkilerinin bulunduğu ve toplumsal akılda bu şekilde yer edindiği ifade edilmiştir. Toplanma özgürlüğünün ihlal edilme gerekçesi olmayacağı, barışçıl gösteri hakkının kullanılmasında kamu otoritesinin toleranslı olması gerektiği ifade edilmiştir. AİHM kararında açık bir şekilde ifadenin kullanılacağı yerin belirlenmesi özgürlüğü, ifade özgürlüğünün parçası olduğu ifade edilmiştir. Bununla birlikte mekan seçiminin her türlü kabul edilir sınırlamaya tabi olmasına karşın gösteri hakkının parçası olduğu hükmedilmiştir[48].

4. Oya Ataman v. Türkiye Davası

Başvuranın yasa dışı yürüyüş düzenlediği iddia edilmiştir. Ancak başvuranın trafiği engelleme sebebiyle kamu düzenine karşı tehlike oluşturduğuna ilişkin herhangi bir kanıt bulunmamıştır. Mahkeme tarafından polisin güç kullanakra biber gazıyla gerçekleştirdiği müdahalede güvenliğin sağlanması amacıyla orantısız ve gereksiz olduğuna yönelik değerlendirme yapılmıştır. Mahkeme tarafından yapılan değerlendirme uyarınca göstericilerin şiddet içeren fiiler gerçekleştirmemesi halinde kamu yetkililerince barışçıl toplantılara karşı belirli derecede hoşgörü içinde olması gerektiğine ilişkin karar verilmiştir. Polis tarafından biber gazının kullanılması, AİHM tarafından md. 3’ün ihlaline sebebiyet verdiği kabul edilmiştir[49].

Başvuran lise öğretmeni olmakla birlikte aynı zamanda da Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikasının üyesidir. Başvuran ve gösteri yapan diğer öğretmenlerin basın açıklamalarını okumalarının ardından polis memurları kendilerinin dağılmasını istemiş, dağılmanın reddedilmesinin ardından polisler tarafıdan gözaltına alınacakları uyarılmıştır. Grubun dağılmayı reddetmesi üzerine oturarak eylem yapmaya devam etmişler, diğer bölgelerde yaklanan arkadaşları serbest kalıncaya dek protestolara devam edecelerini bildirmişlerdir. Bunun ardından polisin kötü muamelede bulunmuş olması, AİHM tarafından öncelikle başvuranın kötü muameleye yönelik şikayetlerinden başvuranın polis memurunun kendisini yakalamasının ardından göz yaşartıcı gaz sıktığına yönelik şikayeti değerlendirmiştir. Başvuranın mahkemeye ulusal gazetede yayınlanmış fotoğrafını ibraz etmiş ve gözlerinin gazdan etkilendiğini gösteren deliller ortaya koymuştur[50].

AİHM tarafından yapılan değerlendirme uyarınca devletin toplantı ve yürüyüş hakkına ilişkin pozitif yükümlülüklerinin bulunduğunu ifade etmiştir. Söz konusu hakların etkin şekilde kullanılmasını güvence altına alan bu yükümlülkler kapsamında hareket edilmesi gerekmektedir. Yetkili makamlarca yasal gösterilere ilişkin, gösterilen barışçıl şekilde yürütülmesi ve bütün yurttaşların güvenliğinin sağlanması amacıyla uygun tedbirler alma görevi bulunmaktadır. Mahkemece yapılan incelemede kültürel veya başka türden etkinlik, toplantı veya buluşmanın sorunsuz gerçekleşmesini güvence altına almak amacıyla gösterilerin gerçekleştiği yerlerde ilkyardım hizmetlerinin yer alması gibi önleyici güvenlik tedbirleri almanın öneminden bahsedilmiştir[51].

Gösteriler yapılırken bildirim şartı yerine getirilmeksizin gerçekleştirilir. Göstericilerin toplanmasından kısa bir süre sonra kolluk kuvvetlerinin göstericilerin yanına gelerek bildirim şartının yerine getirilmeden yapıldığını ve bu nedenle dağılmaları gerekltiğini bildirir. Göstericilerin bu ihtara uymamaları nedeniyle göstericiler dağıtılı ve bazıları ise gözaltına alınır. Bu esnada göstericilerin herhangi bir şekilde şiddete meyil göstermemelerine karşın bu durum söz konusu olmuştur. AİHM tarafından yapılan incelemeye göre önceden izin alınmasa dahi barışçıl biçimde gerçekleştirilen gösterilerde kolluğun belli olranda tolerans göstermesi gerekir. Mahkemeye göre somut olayda polisin sabırsız davranması ve göstericilerin kamu düzeni bakımından ciddi tehlike oluşturmamaları ve şiddeye başvurmamalarına karşın kolluk kuvvetlerince dağıtılmışlardır. İzin alınmasa dahi barışçıl şekilde yapılna gösteriye bu biçimde kolluğun göstereceği hoşgörünün şeklinin ne olması gerektiği de düşündürücü bir meseledir[52].

AİHM’e göre söz konusu şartlar altında güvenlik güçlerinin daha yumuşak tedbirler ile akademik merasimin düzgün biçimde yapılmasını sağlamaları beklenir. Bu durumda öğrencilerin göz altına alınmaları ve darp edilmeleri, toplantı ve gösteri yürüyüş hakkını ihlal edici, orantsızı önlemler olduğuna karar verilmiştir. Mahkeme tarafınadan yapılan değerlendirme uyarınca, güvenlik kuvvetlerince daha yumuşak tedbirler ile akademik merasimin daha düzgün biçimde yapılmasını sağlamaları beklenmektedir. Öğrencilerin gözaltına alınmaları ve darp edilmeleri, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını ihlal eden kimselere karşı orantısız önlemler olduğuna karar verilmiştir. Korunmak istenen amaçla kullanılan araç arasında dengesizlik bulunmaktadır. Kolluğun barışçıl devam eden gösteriye kuvvet kullanarak müdahalede bulunması buradaki başlıca sorunlardan biridir[53].

Bu tarz davalarda kolluğun, göstericilere gösterinin bildirim şartına uymamaları nedeniyle yasal olmadığını ihtar etmektedir. Göstericilerin dağılmaması nedeniyle de gösterinin barışçıl olup olmadığına bakılmadan güç kullanılarak gösteri sonlandırılır. Bunun gibi davalarda mahkemenin, gösterinin barışçıl karakterini ve kamu düzeninin de ciddi biçimde bozulmadığını tespit ederek güç kullanma hakkının ihlali olduğuna ilişkin karar vermektedir. Önceden haber verme gerekliliği yerine getirilmese de toplantının barışçıl biçimde yapılması halinde kolluğun kuvvet kullanma hakkının ihlali söz konusu olur. Bununla birlikte toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kolektif niteliği sebebiyle güçlü etkisi ve hakkın kullanılmasının kimi hallerinde toplumsal hayatı olumsuz biçimde etkileyen ve diğer haklar ile kolay şekilde çatışmaya girebilmesi, kimi sözleşmeci devletlerin iç hukuklarında öngörmüş olduğu izin ya da bildirim sistemlerinin mahkeme tarafından sözleşmeye uygun olması sonucunu ortaya koymuştur[54].

AİHM içtihadında belli gelişmeden bahsetmek mümkün olabilir. AİHM’in özellikle de bu davada göstermiş olduğu prensibe bakıldığında, bildirimin yapılmadığı ve bu nedenle toplantıyı/gösterinin kanuna aykırı olduğu hallerde bile eğer ki söz konusu gösterinin kamu düzenini ciddi biçimde bozmuyor ve şiddet içermemesi halinde otoritelerin gösteriye belli hoşgörü göstermesi gerektiği belirtmektedir. Kanuni gereklilikleri yerine getirmeye falan şiddete de başvurmayan grubun kollukça güç kullanmak suretiyle dağıtılması ya da kolluğun orantısız güç kullanımı nedeniyle gösterileri dağıtması, sorunun iç hukuk düzenlemesinden değil, idari pratik sorunu olduğunu göstermektedir[55].

5. Ataykaya v. Türkiye Davası

2006’da gerçekleşen silahlı çatışmanın ardından yapılan yasa dışı gösterilerde birçok kişi hayatını kaybetmiştir. Hükümet tarafından, çok sayıda kişinin bu gösterilerde yer aldığı, göstericilerin İl Emniyet Müdürlüğünün binasına araçlarına saldırdıkları tespit edilmiştir. Bu olayların yaşanırken dokuz kişi yaşamını kaybetmiş ve yüzlerce kişi de yaralanmıştır. Bununla birlikte birçok kamu binası da söz konusu gösteriler nedeniyle tahrip olmuştur. Bu olaylar yaşanırken başvuranın oğlunun, kolluk kuvvetlerinin atmış olduğu gaz bombasının kafasını isabet etmesi nedeniyle yaşamını yitirmiştir[56].

İdari soruşturma kapsamında on dört polis memurunun olayın oluşmasında sorumluluğun olup olmadığının belirlenmesi için soruşturmanın açılması talebinde bulunulmuştur. Yapılan soruşturma ile birlikte göz yaşartıcı gaz kullanan polislere ceza verilmesine yer olmadığına ilişkin karar verilmiştir. Başvuranın oğlunun ölümüne sebeiyet veren durumun aşırı güç kullanımı sebebiyle oluştuğu ileri sürülmektedir. Başvuranca yapılan değerlendirmede, iç hukukta, devlet memurlarınca ateşli sihal kullanımı, sözleşmeyle uyum sağlayacak biçimde düzenlenmesi gerekir. Devlet görevlilerince mutlak zorunluluk olmadan oğluna karşı ölümcül güç kullanılmasına izin vermilmiştir. Başvuranın aynı zamanda da yetkililerin ölümüne yönelik etkin soruşturma yürütmemelerinden de şikayet edilmektedir. Bu açıdan sözleşmenin ikinci maddesi ileri sürülmektedir. Bu madde uyarınca, herkesin yaşam hakkının yasa ile korunduğu, kanunun ölüm cezasıyla cezalandırıldığı suç nedeniyle hakkında mahkeme tarafından hükmedilen cezanın infaz edilmesinin dışında kimsenin yaşamına kasten son verilmeyeceği, mutlak zorunlu olanı aşmayacak şekilde güç kullanımının sonucunda ölümün meydana gelmesi halinde söz konusu maddenin ihlaline neden olunmayacağı ifade edilmiştir[57].

Ayrıca söz konusu dava kapsamında hükümetin, sözleşmenin otuz beşinci maddesindeki altı aylık süreye başvuranca riayet edilmediği, başvuranın iç hukuk yollarının etkin olmadığının anlaşıldığı tarih itibariyle altı aylık başvuru süresi içinde yapıladığı ileri sürülmektedir. Bu nedenle başvurunun geç sunulması ve reddine karar verilmesi gerektiği ifade edilmektedir. Başvuran, oğlunun gösterilere katılmadığını ve tesadüfen olayların gerçekleştiği yerde bulunduğunu ve zorunlu olmamasına karşın açık bir şekilde keyfi ve orantısız güç kullanan güvenlik güçlerince kasten öldürüldüğünü ileri sürer. Bunun yanı sıra iç hukukta, devlet görevlilerince yapılan ateşli silah kullanımı, sözleşmeyle uyum sağlayacak biçimde düzenlenmediği, devlet görevlilerince mutlak zorunlu olmadan açık bir şekilde uygun olmayan ölümcül güç kullanımına izin verilmesi nedeniyle sözleşmenin ikinci maddesindeki usuli gerekliliklere uygun şekilde yürütülmediği ileri sürülmüştür[58].

Hükümetin, başvuranın oğlunun söz konusu gösterilerde yer almadığı ve göstericilerler güvenlik güçlerinin arasında tesadüfen bulunduğuna ilişkin iddiayı kabul eder. Ayrıca güvenlik güçlerince kullanılan göz yaşartıcı kapsülün başvuranın oğluna isabet ettiği de kabul edilmiştir. Buna karşın hükümetin, somut olaydaki güç kullanımının kanuna uygun olduğu ve ölüme sebebiyet veren olayın öngörülemez olduğu ileri sürülmektedir. Mahkeme tarafından yapılan değerlendirme uyarınca sözleşmenin ikinci maddesinin lafzının, tamamıyla değerlendirilmesi halinde bir kimsenin kasten öldürülmesine izin verilen hallerin belirtilmediği, fakat taksirle ölüme sebebiyet verecek biçimde güç kullanımın söz konusu olduğu koşulların tarih edildiğine işaret ettiği hatırlatırlmaktadır. Bunun yanı sıra güç kullanımının mutlak zorunlu olması gerekir[59].

Mahkemenin, mutlak zorunlu ifadelerinin kullanılarak devlet müdahalesinin sözleşmenin 8-11 maddelerinin ikinci fıkrası açısından demokratik toplumda gerekli olup olmadığının belirlenmesi için kullanılan kriterden dah katı ve zorlayıcı gereklilik kriterinin uygulanması gerektiğinin belirtiğini ifade etmektedir. Kullanılan gücün, özellikle de sözleşmenin ikinci maddesinde yer verilen bentlerdeki amaçlar ile sıkı sıkıya orantılı olması gerekir. Demokratik toplumda söz konusu hükmün önemini vurgulayan mahkemenin, özellikle de kasten ölümcül güç kullanılaması halinde yalnızca güce başvuran devlet görevlilerinin fiilerini değil, bununla birlikte dava koşullarının tümünün eylemlerin hazırlanması ve denetiminin de göz önünde bulundurulması gerektiğini ifade etmektedir[60].

Mahkemece yapılan değerlendirme uyarınca, taraflar arasındaki tartışma konusu yapılmayan olaylar nedeniyle incelenmesine başlamasının uygun olacağı düşüncesindedir. Bununla birlikte, başvuranın oğlunun güvenlik güçlerince öldürüldüğüne ilişkin itiraz bulunmamaktadır. İlgilinin, saldırgan göstericilerden olmadığı ve göstericilerle güvenlik güçlerinin arasında tesadüfen bulunduğuna da karşı çıkılmamaktadır. Mahkemece yapılan değerlendirmede, başvuranın oğlunun güvenlik güçlerince öldürüldüğüne ilişkin soru işareti olmadığı değerlendirilmiştir. Bu nedenle her türlü makul şüphenin ötesinde, güvenlik gücü mensuplarınca ilgilinin başından yararlanan ölümüne sebebiyet verdiği tespit edilmiştir. İspat yükü bakımından ölümcü gücün mutlak zorunlu kullanıldığı ve sözleşmenin ikinci maddesinin ikinci fıkrası bağlamında aşırı ve haksız olmadığını kanıtlaması gerekli mercilere ait olduğuna ilişkin sonuca varılır[61].

Gücün aşırı ve haksız olmadığını kanıtlaması gerekli mercilere ait olduğu sonucuna varılır. Bu bakımından mahkemenin somut olayda sadece ilgiliye karşı ölümcül güç kullanmanın yasal olup olmadığı değil, bununla birlikte yapılan operasyonda mümkün olduğu kadara bu şekilde güç kullanımını azaltacak biçimde düzenlenip düzenlenmediğinin de araştırılması gerekir. Mahkemenin aynı zamanda mercilerin almış olduğu tedbirlerin seçimi açısından ihmalkarlık gösterip göstermediğinin de incelenmesi gerekir. Bu bakımdan mahkemenin ikincil niteliğinin bilincinde olarak davaya yönelik koşulların kaçınılmaz kılmadığı hallerde haklı nedenler olmaksızın ilk derece mahkemesinin hakimin görevini üstlenemeyeceğini ifade eder[62].

Mahkemenin yerel yargılamalar devam ederken olaylara yönelik değerlendirmesini, toplamış olduğu delillere dayanarak olayları tespit etmekle yükümlü olduğu ulusal mahkemenin değerlendirmesinin yerine koyma yükümlülüğü bulunmamaktadır. Ulusal mahkemenin bulguları, elindeki bilgi ve belgeler kapsamında mahkemenin sadece bu duruma ilişkin ikna edici verilere sahip olması halinde ulusal hakimler tarafından olgusal tepkileri reddeder. İspat yükünün hükümete ait olduğunu belirten mahkemeye göre ulusal düzeyde yürütülen soruşturmanın etkin olup olmadığı, mahkeme tarafından ulusal çapta yürütülen soruşturmanın kullanılan gücün koşullarında haklı gösterilip gösterilmeyeceğine ilişkin soruya cevap verilmesine imkan sağlayıp sağlamadığının değerlendirilmesi gerekir[63].

Mahkeme tarafından yapılan değerlendirme uyarınca, sorumlu kimselerin başvuracağı güç bakımından ateşli silahları kullanabilme koşullarının belirlenmesine imkan tanıyan hukuki ve idari çerçevenin olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir. Mahkemenin, göstericilere karşı müdahale edilmesinde görevlendirilen güvenlik gücü mensuplarınca yapılan davranışların değerlendirilmesi düşüncesindedir. Fakat mevcut davada bu şekilde bir uygulamanın doğrudan sonucu olarak sorumlulara karşı yargı dokunulmazlığının sağlandığı görülmektedir. Ayrıca etkin soruşturma kapsamında yapılması gerekli değerlendirmenin eksik şekilde yapıldığı, görgü tanıklarının ilgiliye ateş ederken teşhis imkanının olup olmadığı değerlendirilmemiştir. Mahkeme, söz konusu koşulun takılan kar maskesi kullanmaları sebebiyle teşhis etme imkanından yoksun olmalarının kaygılandırıcı olması dikkate alınır. Bu bakımdan mahkemenin, sözleşmenin üçüncü maddesi bakımından sözleşmeyle bağdaşmayan fiilerin iddia edilen failleri olan güvenlik güçlerinin kimliğini belirleme imkanın olması sözleşmeye aykırı olduğu kanaatine varlığını hatırlatır. Ayrıca mahkemenin yetkili ulusal makamlarca maskeli polislerin kamu düzenini koruma veya yakalama işlemlerini gerçekleştirmek için görevlendirmesi halinde bu görevlilerin üzerinde ayırt edilmelerini sağlayıcı işaret olması gerekmekte ve kimliklerinin tespit edilmesine olanak sağlandığı ifade edilmektedir[64].

Mahkemenin hakkında yerel mercilerde hakkında gaz fişeklerini uygun olmayan şekilde attıklarına ilişkin şüphenilen memurların teşhis edilmesi ve üst düzey memurların sorumluluğunun tespit edilmesiyle etkin soruşturma yürütülmesini imkansız kılan cezalandırılmama hali bilinçli olarak oluşturduğu sonucuna varmıştır. Bununla birlikte güvenlik güçlerinin kayıtlarında söz verilmemiş olması kaygı verici olduğu ifade edilmektedir. Olayın ardından geçen bir sene boyunca soruşturmanın uygulamada ilerlemediği görülmektedir. Mahkemenin başvurunun talebine karşın atışın etkisinde ve sebebiyet verdiği yaralanmalar dikkate alındığı durumda görgü tanığının ileri sürdüğü şekilde polislerin bağımsız şekilde hareket edebildiği ve tutarsız şekilde davranışlar gösterebildiği ve polislerin uygun eğitim ve talimatlardan yararlanmalarına karşın somut olayda uygun şekilde hareket etmedikleri görülmektedir[65].

Mahkemenin değerlendirmesi uyarınca Avrupa’daki çağdaş ve demokratik toplumlarda gerektiği şekilde yaşama hakkının kanun tarafından korunmasının sağlanmasına imkan vermez. İlgiliye karşı ölümcül güç kullanılmasına karşın yetkili makamlarca gerekli araştırmanın ve değerlendirmenin yapılmaması, yasal ve idari bakımdan uygun bir çerçeve oluşturma pozitif yükümlülüğü ile ilgili şekilde makamların kendilerinden makul şekilde beklenecek tüm tedbirleri almadıkları görülmektedir. Somut olayda olduğu şekilde vatandaşlara gereken şekilde koruma düzeyini sağlamadığı ve saldırgan gösterilerin bastırılmasında gerçekleşen operasyonlar esnasında oluşan, hayatı tehdit eden olası ve aniden doğacak tehlikeleri ortadan kaldıramadıkları düşüncesindedir[66].

6. Agit Demir v. Türkiye Davası

Olayın gerçekleştiği esnada on üç yaşında olan başvurucunun, 2009’da düzenlenen Abdullah Öcalan’ın tutukluluk koşullarına ilişkin protesto yapmak amacıyla gösteriye katıldığı esnada güvenlik güçlerine taş attığı gerekçesi ile 2010’da tutuklanmış ve serbest bırakılmıştır. Başvurucu aleyhine yapılan ceza yargılamasının sonrasında terör örgütü adına propaganda gerçekleştirdiği ve şiddet içerikli gösteriye katılması nedeniyle bir yıl on beş gün hapis cezasına çarptırılmış fakat cezası ertelenmiştir. Başvurucunun gözaltına alınması, gözaltı süresinin uzunluğu ve etkin başvuru yolunun olmaması nedeniyle AİHM’e başvuruda bulunmuştur[67].

AİHM tarafından yapılan değerlendirme uyarınca, 5395 Sayılı Kanunun çocuk hakkında özgürlüğü sınırlandıran tedbirlerin alınmasına ilişkin son çare olarak başvuruda bulunabileceği ifade edilmiştir. Mahkeme, tutuklama kararının verilmesine ilişkin gösterilen gerekçelerde başvurucunun yaşı da dikkate alınmış olduğunda başvuranın yaşı da dikkate alınmış olduğunda başvurulan son çareye ilişkin herhangi bir emarenin olmadığı gözlemlenmiştir. Bu açıdan mahkemenin, on üç yaşında bir çocuğa ilişkin özgürlüğü sınırlandıran tedbirin Sözleşmenin md. 5/1 düzenlemesi uyarınca hukuka uygun olmadığına karar vererek bu düzenlemeye aykırı davranıldığı ileri sürülmüştür[68].

Başvuranın mahkumiyet kararına ilişkin, gösteride Abdullah Öcalan’ın portresinin dalgalandırılmasının başlı başına şiddet veya silahlı saldırı ya da direniş çağrısı şeklinde değerlendirilemesinin mümkün olmadığını ifade etmiştir. Taş atma eylemi bakımından yapılan değerlendirmeye göre kamusal alanda söz konusu olan siyasi siyasi tartışma sınırlarının ötesine geçmekte ve eyleme karşı yanıt niteliğinde olduğu ifade edilmiştir. Ancak alınan tedbirin orantılılığına ilişkin olarak, Mahkemenin benzer olaylara ilişkin yaptığı değerlendirmeleri göz önünde bulundurarak başvurana yönelik gözaltına alma, tutuklama gibi tedbirlerin son çare olarak uygulanması ve bu tedbirlere başvurulması halinde de en kısa süre içinde sonlandırılması gerektiğini ifade etmiştir. Somut olay bakımından yerel mahkemece başvuranın yaşının küçüklüğü yeterince dikkate alınmamış olup, başvuranın tutuklanması bakımından diğer tedbirlerin değerlendirilmesinin ardından son çare olarak karar vermemiştir. Mahkeme tarafından yapılan değerlendirmede, yapılan müdahalenin kanun tarafından öngörülüp öngörülmediğine ilişkin taraflar arasında uyuşmalığa konu olmadığı dikkat çekmiştir. Somut olaydaki uyuşmazlık bakımından yapılan müdahalenin meşru amaç taşıyıp taşımadığı ve demokratik toplumda gerekli olup olmadığı konuları da değerlendirilmiştir[69].

SONUÇ

İfade özgürlüğü, düşünce, tutum, inanç ya da duygunun barışçıl biçimde açığa vurulmasının ya da dış dünyada ifade edimesi, serbest olmasıdır. İnsanın serbest düşünce ve bilgilere ulaşması, edinmiş olduğu düşünce ve kanaatleri nedeniyle kınanmaması ve bunların teker teker ya da başkları ile birilikte çeşitli yollar ile serbest şekilde açıklanması, savunulması, başkalarına aktarılması ve yayılmasıdır. Bu halde ifade özgürlüğü unsurlarından yola çıkılarak bütün halde kişilerin bilgi ve kanaatlere serbest şekilde ulaşarak bilgi edinmesi, edinmiş olduğu bilgi ve kanatleri kendi iç dünyasında değerlendirerek kanaate ulaşması ve ulaşmış olduğu kanaati herhangi iletişim vasıtasından yararlanarak sadece ya da toplu şekilde dış dünyayla paylaşması ya da bu durumdan kaçınması şeklinde ifade edilmesi mümkündür.

Toplantı ve gösteri yürüyüşleri özgürlüğünün, örgütlenmeden ifadeye yönelik birçok özgürlük ile temas içinde olan, kişilerin ortak çıkarlarını koruması, fikirlerini toplu şekilde beyan etmesi ve paylaşmasını sağlayan özgürlüktür. Olması gerekenle olan arasında büyük fark bulunur. Türkiye ve dünyadaki tarihsel gelişime ve bugünkü duruma bakıldığında ise toplantı ve gösteri yürüyüşleri, özgürlüğünün genel itibariyle kişilerin haklarından ziyade, devlet otoritesinin ihtiyaçlarına göre şekillendiği gerçeği ile karşılaşır. Bu özgürlüğün, teoriden ziyade eyleme ilişlin olması nedeniyle devlet iktidarı bakımından sürekli değişikliklere uğrar ve nesnelliğe göre sınırları değişmektedir. Bu sebeple temel insan haklarının göz önünde bulundurulmasıyla toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin özgürlüğün sınırlarının dönemden döneme göre değiştiğini söylemek mümkündür.

KAYNAKÇA

Agit Demir / Türkiye, no. 36475/10, § 73, 27 Şubat, 2018.

AİHM 27.11.2012 tarih – 38676 / 08 başvuru no. DISK - KESK / Türkiye kararı

Alacakaptan, Uğur: Fikir ve Düşünce Özgürlüğü ve Tehlike Suçları, Çağdaş Batı Hukukunda Bu Konudaki Düşünce ve Uygulamalar-Türk Uygulaması ve Değerlendirmesi, Hukuk Kurultayı, C. 2, Ankara, 2000.

Alpkaya, Gökçen: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde ve Uygulamasında Toplanma Özgürlüğüne Hak, AÜSBF Dergisi, C. 56, S. 3, 2001.

Anayurt, Ömer: Toplanma Hürriyeti Kavramı ve Türk Anayasa Hukukunda Toplanma Hürriyeti, Kazancı Yayınları, İstanbul, 1998.

Ataykaya/Türkiye Davası: Başvuru no: 50275/08, 2014.

Bal, Ali: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Avrupa Konsensüsüne Başvurması, C. 21, S. 1, 2019.

Case of Demir and Baykara v. Turkey, ECHR (Grand Chamber), Judgment of 12.11.2008.

http://www.cocukgozlemevi.org/storage/app/uploads/public/5ac/df7/42b/5acdf742b82b4012269168.pdf

Çözeli, Yusuf: Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Özgürlüğü ve Türkiye Örneği, Adalet Yayınları, Ankara, 2016.

Erdoğan, Mustafa: Türkiye’de Anayasalar ve Siyaset, Liberte Yayınları, Ankara, 2003.

Gölcüklü, Feyyaz, Gözübüyük, A. Şeref: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması, Turhan Kitabevi, Ankara, 2003.

Gözübüyük, Şeref, Gölcüklü, Feyyaz: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması, 4. Bası, Turhan Kitabevi, Ankara, 2003.

Kaboğlu, İbrahim Özden: Özgürlükler Hukuku, Afa Yayınları, İstanbul, 1998.

Korkmaz, Ömer: Düşünce Özgürlüğü ve Sınırları, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir, 2004.

Kuzu, Burhan: Anayasamızda Düşünce ve Düşünceyi Açıklama Özgürlüğü, Yeni Türkiye Dergisi, İnsan Hakları Özel Sayısı, S. 21, 1998.

İnce, Hüseyin: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihatları Altında Barışçıl Gösterilerde Orantısız Güç Kullanılması, Uyuşmazlık Mahkemesi Dergisi, S. 5, 2015.

İşgören, Ali: Avrupa Birliği Sürecinde Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Özgürlüğü, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2005.

Oya Ataman/Türkiye, Başvuru No: 74552/01, s. 17-18, http://www.inhak.adalet.gov.tr/ara/ karar

Özbey, Özcan: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Işığında İfade Özgürlüğü Kısıtlamaları, TBB Dergisi, S. 106, 2013.

Özbudun, Ergun: Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara, 1995.

Selçuk, Sami: Bağımsız Yargı Özgür Düşünce, İmge Kitabevi, Ankara, 2007.

Sun Becerik, Arzu: İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, Emsal bir Kararla Taksim Meydanı’nın 1 Mayıs Alanı Olduğuna Hükmetti, Anayasa Hukuku Dergisi, C. 2, S. 3, 2013.

Şirin, Tolga: Toplantı ve Gösteri Yürüyüş Hakkı, 12 Levha Yayınları, İstanbul, 2013.

Tanyar, Ziya Çağa: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadında Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Hakkı, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi C. 60 S. 3, 2011.

Turhan, Mehmet: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Siyasal Parti Kapatma Davaları, http://www.abchukuk.com/makale/makale39.html, E. T. 23.10.2021.

Yapar, Alp Giray: Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkı, Kırıkkale Üniversitesi, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2018.

Yüzbaşıoğlu, Necmi: Dernek, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Hak ve Özgürlüklerine İlişkin Anayasa ve Yasalarda Yapılan Son Değişiklikler Üzerine Bir Değerlendirme, MÜHFD, S. 1, 2003.

------------------------

[1] Yapar, Alp Giray: Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkı, Kırıkkale Üniversitesi, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2018, s. 4

[2] Gölcüklü, Feyyaz, Gözübüyük, A. Şeref: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması, Turhan Kitabevi, Ankara, 2003, s. 337.

[3] Kaboğlu, İbrahim Özden: Özgürlükler Hukuku, Afa Yayınları, İstanbul, 1998, s. 223

[4] İşgören, Ali: Avrupa Birliği Sürecinde Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Özgürlüğü, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2005, s. 64.

[5] Alpkaya, Gökçen: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde ve Uygulamasında Toplanma Özgürlüğüne Hak, AÜSBF Dergisi, C. 56, S. 3, 2001, s. 17.

[6] Kaboğlu., s. 82.

[7] Şirin, Tolga: Toplantı ve Gösteri Yürüyüş Hakkı, 12 Levha Yayınları, İstanbul, 2013, s. 18.

[8] Çözeli, Yusuf: Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Özgürlüğü ve Türkiye Örneği, Adalet Yayınları, Ankara, 2016, s. 38.

[9] İşgören, s. 62.

[10] İşgören, s. 62.

[11] Anayurt, Ömer: Toplanma Hürriyeti Kavramı ve Türk Anayasa Hukukunda Toplanma Hürriyeti, Kazancı Yayınları, İstanbul, 1998, s. 1.

[12] Anayurt, s. 1.

[13] Kuzu, Burhan: Anayasamızda Düşünce ve Düşünceyi Açıklama Özgürlüğü”, Yeni Türkiye Dergisi, İnsan Hakları Özel Sayısı, S. 21, 1998, s. 785.

[14] Erdoğan, Mustafa: Türkiye’de Anayasalar ve Siyaset, Liberte Yayınları, Ankara 2003, s. 187.

[15] Erdoğan, s. 188.

[16] Selçuk, Sami: Bağımsız Yargı Özgür Düşünce, İmge Kitabevi, Ankara 2007, s. 188.

[17] Sami, s. 189.

[18] Yüzbaşıoğlu, Necmi: Dernek, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Hak ve Özgürlüklerine İlişkin Anayasa ve Yasalarda Yapılan Son Değişiklikler Üzerine Bir Değerlendirme”, MÜHFD, S. 1, 2003, s. 122.

[19] Yapar, s. 37.

[20] Yapar, s. 38.

[21] Yüzbaşıoğlu, s. 128.

[22] Özbudun, Ergun: Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara, 1995, s. 63.

[23] Özbudun, s. 63.

[24] Anayurt, Ömer: Toplanma Hürriyeti Kavramı ve Türk Anayasa Hukukunda Toplanma Hürriyeti, Kazancı Yayınları, İstanbul, 1998, s. 161.

[25] Anayurt, s. 161.

[26] Turhan, Mehmet: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Siyasal Parti Kapatma Davaları, http://www.abchukuk.com/makale/makale39.html, E. T. 23.10.2021.

[27] Özbey, Özcan: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Işığında İfade Özgürlüğü Kısıtlamaları, TBB Dergisi, S. 106, 2013, s. 53.

[28] Gözübüyük, Şeref, Gölcüklü, Feyyaz: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması, 4. Bası, Turhan Kitabevi, Ankara, 2003.

[29] Alacakaptan, Uğur: Fikir ve Düşünce Özgürlüğü ve Tehlike Suçları, Çağdaş Batı Hukukunda Bu Konudaki Düşünce ve Uygulamalar-Türk Uygulaması ve Değerlendirmesi, Hukuk Kurultayı, C. 2, Ankara, 2000, s. 7.

[30] Korkmaz, Ömer: Düşünce Özgürlüğü ve Sınırları, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir, 2004, s. 4.

[31] Bal, Ali: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Avrupa Konsensüsüne Başvurması, C. 21, S. 1, 2019, s. 68.

[32] Case of Demir and Baykara v. Turkey, ECHR (Grand Chamber), Judgment of 12.11.2008, s. 106-107.

[33] Bal, s. 67.

[34] Demir ve Baykara/Türkiye Davası, AİHM (Büyük Daire), Başvuru No: 34503/97, 12.11.2008, s. 2.

[35] Demir ve Baykara/Türkiye Davası, AİHM (Büyük Daire), Başvuru No: 34503/97, 12.11.2008, s. 4.

[36] Demir ve Baykara/Türkiye Davası, AİHM (Büyük Daire), Başvuru No: 34503/97, 12.11.2008, s. 5.

[37] Demir ve Baykara/Türkiye Davası, AİHM (Büyük Daire), Başvuru No: 34503/97, 12.11.2008, s. 12.

[38] Demir ve Baykara/Türkiye Davası, AİHM (Büyük Daire), Başvuru No: 34503/97, 12.11.2008, s. 13.

[39] Demir ve Baykara/Türkiye Davası, AİHM (Büyük Daire), Başvuru No: 34503/97, 12.11.2008, s. 13.

[40] Demir ve Baykara/Türkiye Davası, AİHM (Büyük Daire), Başvuru No: 34503/97, 12.11.2008, s. 14.

[41] Case of Demir and Baykara v. Turkey, ECHR (Grand Chamber), Judgment of 12.11.2008, s. 106-107.

[42] Sun Becerik, Arzu: İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, Emsal bir Kararla Taksim Meydanı’nın 1 Mayıs Alanı Olduğuna Hükmetti, Anayasa Hukuku Dergisi, C. 2, S. 3 2013, s. 167.

[43] Sun Becerik, s. 168.

[44] AİHM 27.11.2012 tarih – 38676 / 08 başvuru no. DISK - KESK / Türkiye kararı, s. 5.

[45] AİHM 27.11.2012 tarih – 38676 / 08 başvuru no. DISK - KESK / Türkiye kararı, s. 7.

[46] AİHM 27.11.2012 tarih – 38676 / 08 başvuru no. DISK - KESK / Türkiye kararı, s. 8.

[47] AİHM 27.11.2012 tarih – 38676 / 08 başvuru no. DISK - KESK / Türkiye kararı, s. 10.

[48] AİHM 27.11.2012 tarih – 38676 / 08 başvuru no. DISK - KESK / Türkiye kararı, s. 10.

[49] İnce, Hüseyin: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihatları Altında Barışçıl Gösterilerde Orantısız Güç Kullanılması, Uyuşmazlık Mahkemesi Dergisi, S. 5, 2015, s. 110.

[50] İnce, s. 110.

[51] Oya Ataman/Türkiye, Başvuru No: 74552/01, s. 17-18, http://www.inhak.adalet.gov.tr/ara/ karar

[52] Tanyar, Ziya Çağa: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadında Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Hakkı, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi C. 60 S. 3, 2011, s. 621.

[53] Oya Ataman/Türkiye, Başvuru No: 74552/01, http://www.inhak.adalet.gov.tr/ara/ karar

[54] Tanyar, s. 630

[55] Tanyar, s. 632.

[56] Ataykaya/Türkiye Davası: Başvuru no: 50275/08, 2014, s. 7

[57] Ataykaya/Türkiye Davası: Başvuru no: 50275/08, 2014, s. 12.

[58] Ataykaya/Türkiye Davası: Başvuru no: 50275/08, 2014, s. 14.

[59] Ataykaya/Türkiye Davası: Başvuru no: 50275/08, 2014, s. 16.

[60] Ataykaya/Türkiye Davası: Başvuru no: 50275/08, 2014, s. 17.

[61] Ataykaya/Türkiye Davası: Başvuru no: 50275/08, 2014, s. 19.

[62] Ataykaya/Türkiye Davası: Başvuru no: 50275/08, 2014, s. 17.

[63] Ataykaya/Türkiye Davası: Başvuru no: 50275/08, 2014, s. 19.

[64] Ataykaya/Türkiye Davası: Başvuru no: 50275/08, 2014, s. 20.

[65] Ataykaya/Türkiye Davası: Başvuru no: 50275/08, 2014, s. 22.

[66] Ataykaya/Türkiye Davası: Başvuru no: 50275/08, 2014, s. 21.

[67] http://www.cocukgozlemevi.org/storage/app/uploads/public/5ac/df7/42b/5acdf742b82b4012269168.pdf

[68] Agit Demir / Türkiye, no. 36475/10, § 73, 27 Şubat, 2018.

[69] Agit Demir / Türkiye, no. 36475/10, § 73, 27 Şubat, 2018.