TIBBİ UYGULAMA HATASI (MEDİKAL MALPRAKTİS) (Danıştay Kararları Çerçevesinde)

Abone Ol

Sağlık ve sağlık sorunları insanları yakından ilgilendiren hususların başındadır. Kişilerin faaliyetleri, sağlıklı olmak yahut sağlıkta yaşanan bozulma sonrası sağlığa yeniden kavuşmak gibi hayati nitelik arz eden bu önemli görevi yerine getirmeye yetmeyeceği için, devletin bu duruma müdahil olması zorunluluk içermektedir.[1]

Anayasa’nın 56. maddesi devlete şu görev ve yetkileri vermiştir; “ Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini planlar. Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir.”

Dünya Sağlık Örgütüne göre sağlık, “ ruhsal, bedensel ve sosyal açıdan iyi olma durumu “ olarak tanımlanmaktadır. 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun, sağlığı; “ yalnız hastalık ve maluliyetin yokluğu olmayıp bedenen, ruhen ve sosyal bakımdan tam bir iyilik halidir.” şeklinde tanımlamaktadır.

Bireylerin hayatlarını sağlıklı şekilde sürdürübilmeleri için sunulacak sağlık hizmeti kesintisiz olarak devam etmelidir. Sağlık hizmetlerinin maliyetin artması, kazanç sağlanamama gibi gerekçelerle ertelenmesi insan hakları bağlamında hukuka uygun bir yaklaşım olmayacaktır. Çünkü, sağlık hakkının(yahut tıbbi bakıma erişim hakkı olarak da ifade edebiliriz.) yokluğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde yahut Anayasamızda düzenlenen hakları kullanabilme adına da sağlık hakkının kullanılabilmesi önceliklidir. Anayasa Mahkemesinin tabiriyle; sağlık hizmetinin temel hedefi olan insan sağlığı sorunu, ertelenemez ve ikame edilemez niteliğe sahiptir.[2]

Dünya Tabipler Birliği hatalı tıbbi uygulamayı şöyle tanımlamaktadır; “ hekimin tedavi sırasında standart uygulamayı yapmaması, beceri eksikliği veya hastaya tedavi vermemesidir.[3]

Türk Tabipleri Birliği Hekimlik Meslek Etiği Kuralları'nın 13. Maddesine göre; tıp biliminin standartlarına ve tecrübelere göre gerekli olan özenin bulunmadığı ve olaya uygun gözükmeyen her türlü hekim müdahalesi tıbbi uygulama hatası(malpraktis) olarak adlandırılmaktadır. Diğer bir ifadeyle, hastanın tanı ve tedavisinde standart uygulamadan sapılması, mesleki bilgi ve beceri eksikliği, hastanın içinde bulunduğu klinik tabloya uygun tedavinin sunulmaması tıbbi hatadır.

Danıştay 15. Daire tarafından verilen 10.03.2016 tarih ve E:2015/8936, K:2016/1604 sayılı kararda yer alan tanıma göre komplikasyon ise; tıbbi girişim sırasında öngörülmeyen, öngörülse bile önlenemeyen durum, istenmeyen sonuçtur; ancak bunun bilgi ve beceri eksikliği sonucu olmaması gerekir. Hastada oluşan zararlı sonuç öngörülemiyor ve önlenemiyorsa veya öngörülebilse bile (hastanın yeterince aydınlatılmış, onayı alınmış ve tıbbi uygulamada kusur olmaması şartı ile) önlenemiyorsa bu durum bir komplikasyondur. Danıştay’ın tanımına göre, hekimin tıbben kabul ettiği normal risk ve sapmalar çerçevesinde davranarak gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen ortaya çıkan istenmeyen sonuçlardan yasal olarak sorumlu olmayacağı belirtilmektedir.

Örneğin Danıştay tarafından verilen bir kararda; “… Adli Tıp Bilirkişi Raporuna göre, … Eğitim ve Araştırma Hastanesinde yapılan enjeksiyon sonrasında davacının sağ bacağında meydana gelen hasarın enjeksiyon nöropatisi ile uyumlu olduğu, nöropatinin enjeksiyon uygulamalarının beklenebilir komplikasyonu olduğu değerlendirilmiştir.[4]                                                                       

Danıştay tarafından verilen bir kararda; ” … Bu noktada oluşan durum bir komplikasyon olarak ifade edilmiş olsa da asıl olan olası komplikasyonların önüne geçme adına ameliyatın tıbbi standartlara uygun yapılıp yapılmadığının incelenmesidir. Durum böyle olunca komplikasyon - kusur ayrımı noktasında hastada meydana gelen fonksiyon bozukluğuna, hastanın opere edilmesi esnasında sebebiyet verilip verilmediği, bu noktada eksik ya da yanlış bir uygulama olup olmadığı, yahut hekimin bilgisizlik veya tecrübesizlik ile bu duruma neden olup olmayacağı tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek yeniden irdelenmelidir.” denilmek suretiyle davanın reddi yolunda verilen İdare Mahkemesi kararı bozulmuştur.[5]

Tıbbi uygulama sonucu ortaya çıkan sonucun “tıbbi hata” yahut “komplikasyon” olup olmadığını kim tespit edecektir?

Hastada bir zarar ortaya çıktığında, bunun tıbbi uygulamadan kaynaklanıp kaynaklanmadığını, hekim yahut diğer sağlık personeli tarafından sunulan sağlık hizmetinin tıp kurallarına, tıbbi standartlara yahut tıp pratiğine uygun olup olmadığını belirleme görevi, tıbbi bilirkişilerindir. Uygulamada bu görev Adli Tıp Kurumu veya Tıp Fakülteleri nezdinde görev yapan hekimlerden oluşturulan bilirkişi heyetince yerine getirilmektedir.

Bilirkişi raporunda eksiklik tespit edildiğinde aynı bilirkişi heyetinden yeniden bilirkişi raporu alınabileceği gibi başka bir heyet oluşturularak da yeni bir bilirkişi raporu alınabilecektir. Nitekim Danıştay tarafından verilen bir kararda; “ …  bilirkişiye başvurulmasındaki amacın, hukuka uygun karar verebilmek için gerekli verilere ulaşmak olduğu göz önünde tutulduğunda, bilirkişilerin uyuşmazlık konusunda özel ve teknik bilgiye sahip olan kişiler arasından seçilmesi gerektiği kuşkusuz olduğundan, dava konusu olayı çözümleme adına bilirkişi heyetinde ilgisi bakımından üroloji ve çocuk cerrahisi uzmanının bulunmaması önemli bir eksiklik olarak tespit edilmiştir. “ denilmek suretiyle davanın reddi yolunda verilen İdare Mahkemesi kararının bozulmasına karar verilmiştir.[6] 

Hekimin teşhiste başarılı olma gibi bir yükümlülüğü bulunmasa da, doğru teşhiste bulunma adına tıp biliminin gereklerini yerine getirme yükümlülüğü vardır.

Bu noktada doğru teşhis için hekim tarafından öncelikle anamnez(hastanın öyküsü) alınmalıdır.

Öykü alma yükümlülüğünün gereği gibi yerine getirilmemesi nedeniyle tıbbi uygulama hatasının varlığını tespit eden Danıştay’ın bir kararı şöyledir; “ Somut olayda, hastaların dil problemi olmasına karşın öyküsünün(anamnez) daha iyi alınması(yapılan iş, kalınan ortam ilgili bilgiler) halinde karbonmonoksit zehirlenmesinden şüphelenebileceği anlaşılmaktadır. … Söz konusu hususların yapılmaması hasta için gereken özenin gösterilmediğini ortaya koymakta ve davalı idare bünyesinde faaliyet gösteren sağlık kuruluşunda sunulan sağlık hizmetinin bariz fonksiyon bozukluğu içermesi ve organizasyon eksikliğini de bünyesinde barındırması karşısında, ölen kişilerin uygun tıbbi bakıma erişim hakkından mahrum bırakılması nedeniyle " Yaşam Haklarının ihlal edildiği “

Yine doğru teşhise yönelik gerekli tetkiklerin yapılmaması tıbbi uygulama hatası teşkil edecektir. Nitekim Danıştay tarafından verilen bir kararda; “ … ilçede yer alan Sağlık Bakanlığına bağlı en büyük kuruluşta kan tahlilinin yapılamıyor olması başlı başına hizmet kusurudur. …  Belirtilen duruma göre, davacının yakınlarının başvurduğu …'daki sağlık kuruluşunda rahatsızlıklarının tanı ve teşhisine yönelik gerekli işlemlerin yapılamamasından dolayı sağlık hizmetlerinin gereği gibi yürütülmediği ve hizmetteki söz konusu aksamadan dolayı davalı idarenin kusurunun bulunduğu… “ ifade edilmiştir.[7]                               

Danıştay tarafından verilen bir kararda; “ … müteveffanın rahatsızlandığı gün olan 14.02.2002 tarihinde öğle saatlerinde müteveffa bahçede çamaşır yıkamakta iken evin içine girdiği, uzandığı, titremeye başladığı; saat 13:45 sularında bilinci kapalı bir şekilde … Devlet Hastanesi'ne getirildiği, hastanede acil polikliniğine alındığı ve yakınları tarafından sağlık personeline “kızın fare zehiri içtiği” beyanında bulunulduğu; bunun üzerine hemen müteveffanın midesinin yıkandığı ve bu esnada vücutta kasılmaların devam ediyor olması nedeniyle, kasılmayı önlemek maksadı ile “diazem” uygulandığı; diazem uygulaması sonucunda kasılmaların devam etmesi nedeniyle müteveffanın … Devlet Hastanesi'ne sevkinin yapıldığı ve müteveffanın 14.02.2002 tarihinde ambulans içerisinde, … Devlet Hastanesi'ne sevk esnasında hayatını kaybettiği … 30.12.2002 tarihli Adlî Tıp Kurumu raporunda, “fare zehiri içtiği belirtilen ve tonik-klonik kasılmalar nedeniyle toplam 186 ampul Diazem yapılan ve ardından … Devlet Hastanesi'ne sevk edilen ve ambulansta vefat eden ve otopsisinde kanda 45214 ng/ml benzodiazepin türevi oksazepam tespit edilen kişinin, nedeni belirlenemeyen şüpheli ve konvulsiyonlara yol açan zehirlenme sırasında aşırı dozda yapılmış Diazemin de etkisinin olabileceğinin mütalaa edildiği … 6-7.01.2005 tarihli Yüksek Sağlık Şurası raporunda ise, “Diazemin dozunun normalden yüksek olduğu ve hekimin 1/8 oranında kusurlu olduğu, hemşirelerin kusurlarının bulunmadığı, 'geri kalan kusurların ise tıbbî hizmetlerin işleyişi dışındaki diğer faktörlere bağlı' olduğunun” mütalaa edildiği … Söz konusu bilirkişi raporları ile Ceza Mahkemesi kararı bir arada ele alındığında, müdahalede bulunan hekimin, anılan cezaya istinaden olayda kusurlu bulunduğu “ şeklindeki İdare Mahkemesi kararının onanmasına karar verilmiştir.[8]

Yine Danıştay tarafından verilen başka bir kararda; “…01.01.2005 tarihinde doğan davacıların çocuğu Z..'in, 03.02.2005 tarihinde saat 09:00-10:00 sularında "karında şişlik, öksürük ve yüksek ateş" şikayeti ile … Devlet Hastanesi acil kliniğine götürüldüğü, burada Doktor B… (Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı) tarafından muayene edildiği, adı geçen doktor tarafından hastaya "üst solunum yolu enfeksiyonu" teşhisi konularak hastanın ağabeyinin karnesi üzerine gerekli ilaçların (sef süsp. 3x1, hydrlin süsp. 3x1, paranox supp., metsil damla) yazıldığı, ilaçların hastaya tatbikinden 2-3 saat sonra evde hastanın burnundan kan geldiğinin görülmesi üzerine hastanın saat 14:20'de tekrar … Devlet Hastanesi acil kliniğine ex-duhul halde götürüldüğü, hastanın damar yolu açılarak entübe edildiği, gerekli canlandırma işlemi resisütasyon (1/2 antropin, 1/2 adrenalin, 0,5 mg aritmal) uygulanmasına rağmen hastanın döndürülememesi üzerine exitus kabul edilerek yaklaşık 40 dakika sonra hastanın vefat ettiğinin davacılara söylendiği, … Devlet Hastanesi idaresince ölüm olayı ile ilgili olarak adli makamlara gerekli bildirimin yapıldığı, yapılan ölü muayene ve otopsi işlemi sonucunda, ölümün "bronşitis, bronşiolitis ve buna bağlı gelişen solunum yetmezliği" nedeniyle meydana geldiğinin belirlendiği… Yüksek Sağlık Şurasının 12-13-14 Aralık 2007 tarihlerinde yapılan 265 sayılı toplantısında alınan 11679 sayılı kararında; Doktor B…'in teşhisinin hatalı olduğu ve yatırılarak tedavi edilmesi gereken hastayı yatırmadan reçete vererek gönderdiği için 4/8 oranında kusurlu olduğuna karar verildiği, Adli Tıp Kurumu 3. Adli Tıp İhtisas Kurulunun 23.12.2009 tarih ve 10902 sayılı kararında ise; Doktor B…'in hastayı yatırarak tedavi etmesi gerekirken reçete vererek gönderdiği için muayene ile ölüm arasında geçen süre dikkate alınarak 2/8 oranında kusurlu olduğuna karar verildiği… bu sebeple dava konusu olayda hizmet kusuru bulunduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle maddi ve manevi tazminatın kabulüne “ şeklinde verilen karar Danıştay tarafından onanmıştır.[9]

Yine Danıştay tarafından verilen bir kararda; “ Hekimlik sözleşmesi, hekime teşhis koyma yükümlülüğü yüklemektedir. Bundan dolayıdır ki; seçilecek tedavi yönteminin isabetliliği iyi ve doğru bir teşhise bağlıdır. Teşhis için gerekli muayeneyi yapan, tetkikleri yaptıran ve elde edilen bulguları özenle değerlendiren hekim bakımından teşhiste yanılma halinde sorumluluk doğrudan gündeme gelmeyecektir. Ancak bakmakta olduğumuz olayda olduğu gibi, 4 defa aynı şikayetlerle müracaat edilmiş olmasına ve aynı tedavi yönteminin uygulanmasına rağmen olumlu sonuç alınamamış olması halinde, hasta şikayetlerinin altında yatan asıl patolojinin araştırılması, bu kapsamada kapsamlı tetkiklerin yapılması, cihaz eksikliği nedeniyle bunun yapılamaması halinde ise, ileri tetkik ve tedavi için hastanın üst merkeze sevki gerekecektir….  Durum böyle olunca yukarıda açıklaması yapılan " Tıbbi Uygulama Hatası " kavramı dikkate alınarak hastada meydana gelen görme kaybına eksik ya da yanlış bir uygulama ile sebebiyet verildiği anlaşıldığından sunulan sağlık hizmetinin kusurlu yürütülmesi nedeniyle davacıda oluştuğu ileri sürülen maddi kaybın aktüerya hesabı yapılmak suretiyle karşılanması gerekecektir.“[10]

Hasta planlanan tedavi hakkında yeterince aydınlatılmalıdır.[11] Hastanın tıbbi müdahaleye rıza göstermesi için yahut gösterdiği rızanın geçerli olabilmesi için, hastanın neye rıza gösterdiğini bilmesi gerekir. Bunun sağlanabilmesinin yolu ise hastanın aydınlatılmasıdır.

Danıştay tarafından verilen bir kararda yer alan karşı oyda aydınlatma yükümlülüğü ile ilgili görüşe yer verilmiştir. Buna göre; “ … dava konusu uyuşmazlık, davacının 15.07.2005 tarihinde saç, kaş, sakal ve vücut tüylerinin dökülmesi şikayeti ile … Üniversitesi Hastanesi'ne başvurması akabinde, davacıya yapılan tetkikler sonrasında hastaya şiddetli Alopesi Areata (Kemik hastalığı) tanısının konulduğu, davacının tedavisine 19.07.2005 tarihinde başlanıldığı, davacının tedavisine 01.05.2006 tarihine kadar devam ettiği ancak davacının şiddetli ağrılarının başladığı, bu ağrılar nedeniyle … Kemik Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesine başvurduğu, yapılan incelemeler neticesinde davacıya nekroz (kemik çürümesi) teşhisi konulduğu ve tedavisine başlanıldığı, davacının, davalı idare bünyesinde görmüş olduğu tedavi neticesinde tarafına kortizonlu ilaçlar verilmesi nedeniyle sonuçları ağır olan başka bir hastalığa tutulduğu, kendisinin doktorlar tarafından bilgilendirilmediği, bu nedenle uğradığı 40.000 TL maddi ve 20.000 TL manevi tazminatın 19.07.2005 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tarafına ödenmesi isteminden kaynaklanmaktadır… Adli Tıp Kurumunda yapılan inceleme neticesinde dosyasına sunulan bilirkişi raporundan; "  Alopesi Areatanın saç ve vücut kıllarda yol açan otomimin bir deri hastalığının olduğunun bilindiği, tedavisinde lokal ve sistemik steroidlerin kullanıldığı, kişinin alopesik lezyonların şiddetli ve yaygın olması nedeniyle sistemik steroid tedavisi uygulanmasının uygun olduğu, sistemik steroid tedavisinin sık görülen komplikasyonlar açısından kan tetkiklerinin kontrolleri sırasında yapıldığı, nadir ve ciddi  komplikasyonlardan biri olan avasküler femur başı nekrozunun kortikosteroid kullanımında 6 ay - 1 yıl sonra ortaya çıktığının ve verilen doz veya süre ile ilişkili olmadığının bilindiği, bu durumun tedavi sırasında fark edilmesi için rutin olarak uygulanan bir tarama olmadığı ancak kişinin şikayetleri doğrultusunda şüphelenilip gerekli tanı yöntemlerinin uygulanabileceği, femur başı nekrozunun bir komplikasyon olarak kabul edildiği, davalı idarenin eylemlerinin tıp kurallarına uygun olduğu" belirtilmektedir. Dava konusu olayda, uygulanan teşhis ve tedavilerde davalı idareye kusur atfedilmemiş olsa da, hastanın tedavi öncesi, tedavinin sakıncaları ve komplikasyonları hakkında yeterince bilgilendirilmediği anlaşılmaktadır. Bu durumun göz önüne alınması suretiyle Mahkeme tarafından yeniden araştırma yapılması gerekmektedir. Bu nedenle eksik inceleme ve araştırmaya dayalı, olayda hizmet kusuru bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddi yolunda verilen Mahkeme kararının bozulması gerektiği düşüncesiyle aksi yöndeki çoğunluk kararına katılmıyorum.” denilmiştir[12].

Hastane ortamında hastaya hastane enfeksiyonu olarak ifade edilen dirençli bir enfeksiyon bulaşması da tıbbi uygulama hatasıdır.

Bu hususta Danıştay tarafından verilen bir karara şöyle yansımıştır; “Adli Tıp Kurumu tarafından hazırlanan bilirkişi raporu hükme esas alınmak suretiyle olayda hizmet kusuru bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de; Aynı olaya ilişkin başlatılan soruşturma sonucu düzenlenen inceleme raporunda özetle: " … Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde 28.07.2004 tarihinde 2 numaralı ameliyathanede opere edilen toplam yedi hastanın beşinde FAKO ameliyatı sonrası Endoftalmi komplikasyonu gelişmiştir. ... Endoftalmi saptanması üzerine ameliyathane kapatılarak terminal dezenfeksiyon yapılmış, daha önce sterilize edilmiş olan ve kullanılmış olan tubing sistem kasetlerinden ve endoftalmi gelişen hastaların göz içi materyallerinden kültürler alınmıştır. Kültür sonucu; hastalarda ve iki numaralı ameliyathanedeki cihaza özgü kullanılmış kasetin birinde Pseudomanas spp. üremiştir..... Ameliyatları yapan cerrahların beyanına göre 28.07.2004 tarihinde ameliyat edilen hiç bir hastada ameliyat öncesi enfeksiyon bulgusu yoktur. Fako ameliyatlarında disposable(Tek kullanımlık) kaset kullanımını maliyetlerde artışa sebep olsa da daha güvenilir olacağı aşikardır." denilmektedir ve 3 öneride bulunulmuştur: 1- Ameliyathanelerde sterilizasyon kontrol sistemlerinin titizlikle kurulup denetlenmesi, 2- Hastane enfeksiyon kontrol komitesinin kurulması, 3- FAKO cihazlarında kullanılan tubing sistem kasetlerinin disposable(tek kullanım) kullanılmasıdır…Adli Tıp Kurumu raporunda;"...yapılan mikrobiyolojik incelemede hastane enfeksiyonlarının en sık nedenlerinden biri olan pseudomanas bakterisi üretildiği, bu durum üzerine aynı gün ameliyat edilen hastaların telefonla aranarak kontrollere çağrıldığı, meydana gelen durumun hastane enfeksiyonu olduğunun kabulü gerektiği " ifade edilmektedir…Bakmakta olduğumuz davada ise oluşan durum hizmet kusuru kavramının niteliği dikkate alındığında komplikasyondan öte, gerekli dikkat ve özenin gösterilmemesi ve meslekte acemilikten doğmuştur. Nitekim aynı gün ameliyat olan yedi hastanın beşinde hastane enfeksiyonuna bağlı gelişen endoftalmi vakası ve aynı gün ameliyathanenin karantinaya alınması ve inceleme raporundaki hususlar, olayın bir komplikasyondan çok daha öte olduğunu göstermektedir.”[13]

Hasta vücudunda yabancı madde unutulması da tıbbi uygulama hatalarındadır.

Danıştay tarafından onanan İdare Mahkemesi kararında; “ … davacının 17.12.2006 tarihinde boyun ve kol ağrısı şikayetiyle başvurduğu … Üniversitesi Hastanesinde 18.12.2006 tarihinde boyun fıtığı ameliyatı geçirdiği, 19.12.2006 tarihinde hastaneden taburcu edilen davacının yaklaşık on gün sonra ameliyat yerinin akıntı yapması üzerine hastaneye tekrar başvurduğu, hastanın revizyon amaçlı yatırıldığı ve 1.2.2007 tarihinde lokal anestezi altında apse boşaltımının yapıldığı, bir hafta sonra tekrar akıntı şikayetiyle hastanın başvurması üzerine bu defa hastanın apse boşaltımından sonra 12 gün hastanede tedavi edildiği, davacının akıntısının devam etmesi üzerine 28.2.2007 tarihinde bu defa .. ilinde bulunan Özel … Tıp Merkezine başvurduğu, yapılan tetkikler sonucu 12.3.2007 tarihinde hastaneye yatışı yapılan davacıya uygulanan operasyon sırasında ameliyat bölgesinde gazlı bez unutulduğunun tespit edilerek bu cismin çıkarıldığı… yabancı cismin gözden kaçmasının eksik girişim niteliğinde olduğu, bu nedenle uygulamanın tıp kurallarına aykırı olduğu, 18.12.2006 tarihli ameliyatta scrup hemşiresinin isminin …, sirculer hemşiresinin isminin … olduğunun saptandığı ve her iki hemşirenin de gazlı bez sayımından sorumlu olduğu, gazlı bez sayımını dikkatli ve özenli yapmayan personelin uygulamasının tıp kurallarına aykırılık oluşturduğunun belirtildiği görülmektedir… Davacının uğradığı maddi tazminat kalemlerinden hizmet kusuru ile arasında nedensellik bağı bulunan  davacının 328,20 TL yol gideri, 120,00 TL apse temizleme ücreti ve 110,47 TL noter ücreti olmak üzere toplam 558,67 TL gerçek ve geçerli zararın davalı idare tarafından davacıya ödenmesinin gerekeceği kuşkusuzdur…idare tarafından gösterilen tutum ve davranışların birlikte gözetilmesi suretiyle mahkememizce takdiren hükmedilen  20.000,00 TL manevi tazminatın davacıya ödenmesi gerekmektedir…[14] 

-------------------

[1]  AKYILDIZ, Sunay / KÖK, Ahmet Nezih / YILDIRIM, Turan: “ Tıp Hukuku Atölyesi  II “ Seçkin Yayınları,  İstanbul,  2014, s. 159. 

[2]   Anayasa Mahkemesi’nin 22.11.2007 tarih ve E:2004/114 , K:2007/85 sayılı kararı

[3] Dünya Tabipler Birliği’nin 1992 yılındaki 44. Genel Kurulunda yayınlanan “Tıpta Yanlış Uygulama” konulu tebliğde yapılan tanımdır.

[4] Danıştay 15. Dairesi’nin 03.10.2013 tarih ve E:2013/3754 , K:2013/6698 sayılı kararı

[5]   Danıştay 15. Dairesi’nin 11.03.2015 tarih ve E:2013/4509 , K:2015/1398 sayılı kararı

[6]   Danıştay 15. Dairesi’nin 11.03.2015 tarih ve E:2013/4509 , K:2015/1398 sayılı kararı

[7]  Danıştay 10. Dairesi’nin 07.04.2012 tarih ve E:2008/7080 , K: 2012/1888 sayılı kararı

[8]  Danıştay 15. Dairesi’nin 19.06.2014 tarih ve E:2013/4239 , K:2014/5572 sayılı kararı

[9]   Danıştay 15. Dairesi’nin 24.09.2014 tarih ve E: 2013/5232 K:2014/6479 sayılı kararı

[10]   Danıştay 15. Daire Başkanlığı’nın 11.03.2015 tarih ve E:2013/7669,  K:2015/1396 sayılı kararı

[11]   POLAT, Oğuz; “ Tıbbi Uygulama Hataları “, Seçkin Yay. 2. Baskı, İstanbul, 2014, s.24.

[12] Danıştay 15. Daire Başkanlığının, 07.05.2015 tarih ve E:2014/9800, K:2015/2673 sayılı kararında yer alan karşıoy.

[13]   Danıştay 15. Dairesi’nin 21.05.2014 tarih ve E:2013/10448 , K:2014/3951 sayılı kararı

[14]   Danıştay 15. Dairesi’nin 29.05.2014 tarih ve E: 2013/4197 , K: 2014/4563 sayılı kararı