Uygulama: İlk derece mahkemesi, yargılama sonucunda sanığın beraatine karar vermiştir. İstinaf üzerine ceza dairesi, beraat hükmünün hukuka aykırı olduğu ve mahkûmiyet kararı verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozma kararı vermiştir. İstinaf kararına direnme yetkisi olmayan ilk derece mahkemesi, bozma sonrasında sanığın cezalandırılmasına dair hüküm kurmuştur. Tekrar yapılan istinaf incelemesi sonucunda daire, cezalandırmaya dair hükmü usul ve yasaya uygun bularak istinaf başvurusunun esastan reddine (eski tabirle onanmasına) ve kesin olarak karar vermiştir. Ceza, miktar itibariyle beş yılın altındadır. Suç, doğrudan temyize tabi kararlardan değildir. Yasal tabirle temyiz edilemeyecek kararlar kapsamında olsa bile katalog olarak ismen sayılan ve temyiz edilebilen suçlardan değildir.
Böyle bir durumda, istinaf kararına karşı hangi kanun yoluna gidilmesi gerekir? İstinafın bu hükmü temyiz edilebilir mi yoksa olağanüstü itiraza mı gidilmelidir?
Öncelikle istinaf ceza dairesinin, ilk derece mahkemesi kararlarını hangi hallerde bozabileceğini kısaca belirtmek gerekir. İstinaf ceza dairesi, ancak sınırlı olarak ve sayılarak gösterilen nedenlerden en az birinin bulunması halinde ilk derece mahkemesi kararını bozabilecektir. (5271 sayılı CMK’nın 280/1-e-f, 289/1-a-b-c-d-e-f-i. maddeleri) İstinafta yasal bozma nedenleri şunlardır:
1- Mahkemenin kanuna uygun olarak teşekkül etmemesi,
2- Hâkimlik görevini yapmaktan kanun gereğince yasaklanmış hâkimin hükme katılması,
3- Geçerli şüphe nedeniyle hakkında ret istemi öne sürülmüş olup da bu istem kabul olunduğu hâlde veya bu istem kanuna aykırı olarak reddedilip hâkimin hükme katılması,
4- Mahkemenin kanuna aykırı olarak davaya bakmaya kendini görevli-yetkili görmesi,
5- Cumhuriyet savcısı veya duruşmada kanunen mutlaka hazır bulunması gereken diğer kişilerin yokluğunda duruşma yapılması,
6- Duruşmalı olarak verilen hükümde açıklık (aleniyet) kuralının ihlâl edilmesi,
7- Hükmün hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delile dayanması,
8- Soruşturma-kovuşturma şartının gerçekleşmemesi,
9- Ön ödeme-uzlaştırma usulünün uygulanmaması,
10- Davanın ilk derece mahkemesinde görülmekte olan bir başka dava ile (birleştirilerek) birlikte yürütülmesinin zorunlu olması.[1]
Öncelikle bozma kararının ancak yukarıdaki hallerde verilebileceğini kabul etmek lazımdır. Bu haller yasa maddesinde ismen ve sınırlayıcı olarak belirtildiğinden, başka suretle yapılan gerekçeler nedeniyle bozma kararı verilememesi gerekir. Uygulama ile yasal durumun ciddi farklılıklar içirdiği gözlenmektedir.
İlk derece mahkemesinin sanığın beraatine ilişkin kararının aleyhe istinaf edilmesi üzerine, istinaf ceza dairesinin, suçun yasal unsurlarının oluştuğu, başka bir deyişle, mahkûmiyet hükmü verilmesi gerektiğine dair bozma kararının yukarıdaki yasal bozma nedenlerinden birisi olmadığı açıktır. Yasaya uygun bir uygulama olsaydı, başka bir deyişle, beraat hükmünün aleyhe yapılan istinaf incelemesi sonucunda daire aksi görüşte olarak beraat hükmünün, mahkumiyet hükmüne dönüşmesi durumunda bu karar, ilk defa istinafta verilen mahkumiyet kararı niteliğinde olduğu için 286/2-d. madde gereğince tartışmasız temyize tabi olacaktı.
Bozma sonrası verilen mahkumiyet hükmü, istinafa tabi bir karar ise en azından Yargıtay kararı gerekçesi gibi temyiz edilerek yasa yolu güvencesini kısmen de olsa tolere edebilir.[2] Yargıtay’ın bir başka kararında özetle, CMK 280/1-e. maddesinde bölge adliye mahkemelerinin duruşma açmaksızın hükmün bozulmasına karar verebileceği hallerin sınırlı olarak sayıldığı, söz konusu dosya içeriğinde, ilk derece mahkemesi kararının duruşma açılmaksızın sanıklar aleyhine suç vasfı yönünden bozulmasına karar verildiği, oysa bu hususun sınırlı olarak sayılan bozma nedenleri arasında gösterilmediği, bölge adliye mahkemesi ceza dairesinin duruşma açarak karar vermek yerine bozma kararı vermesinin ve bu bozmaya dayanarak ilk derece mahkemesinin yeniden hüküm kurmasının yasal dayanağı bulunmadığından gerek anılan bozma kararının ve gerekse ilk derece mahkemesince ikinci kez verilen kararın yok hükmünde sayılması gerektiğine dair nitelendirme yapmıştır.[3]
Bir başka kararda her ne kadar ilk derece mahkemesinin sanık hakkında tayin ettiği 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasının miktarı itibarıyla temyize tabi olmadığı şeklinde tebliğnamede görüş bulunmakta ise de sanık hakkında verilen 07.03.2017 tarihli beraat kararının istinaf incelemesini yapan bölge adliye mahkemesince beraat hükmünün hukuka aykırı olarak mahkumiyet kararı verilmesi gerektiğinden bahisle bozulmasından sonra anılan karara direnme yetkisi bulunmayan ve kanunen uyma zorunluluğu bulunan ilk derece mahkemesince verilen mahkumiyet hükmünün aslında bölge adliye mahkemesince verilmiş bir karar olarak kabulünde zorunluluk bulunduğu, esas olarak bölge adliye mahkemesince beraat hükmünün mahkumiyet veya mahkumiyet hükmünün beraat olması gerektiği yönünde bozma kararı verilemeyeceği, bu tür kararların istinaf başvurusu üzerine bölge adliye mahkemesince verilmesi gereken kararlardan olduğu, bu şekilde verilen kararların ilk derece mahkemesi kararı niteliğinde bulunduğunun kabulü halinde esasen tarafların var olan temyiz haklarının ellerinden alınmış olacağının anlaşılması karşısında, mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama neticesinde kurulan yeni mahkumiyet hükmünün temyizi kabil olduğu kabul edilmiştir.[4]
Esasında Yargıtay, hem böyle durumlarda istinafın bozma kararı veremeyeceğini vurgulamış hem de istinafın yerinde olmayan bozma kararı üzerine ilk derece mahkemesinin adeta zorunlu olarak ve bozmaya uyarak verdiği kararı, yasa yolu açısından normalde temyiz edilebilen karar olmazsa bile, kararı ilk defa istinaf ceza dairesi vermiş gibi temyize tabi tutmuştur.
Bozma sonrası kararın, HAGB olduğunu ve bu kararın da itiraza tabi olduğunu düşündüğümüzde ise ilgililerin temyiz hakkı ellerinden alınmakla telafisi de çok zor olacaktır. Hele ki karar üçbin TL’nin altında ise istinaf bile edilemeyecektir. (CMK. 272/3. madde) Ancak kanun yararına bozma olağanüstü yasa yoluna gidilebilecektir. HAGB’de ise hüküm açıklanınca istinaf yolu açık olabilecektir. Halbuki istinaf incelemesi sonucunda, beraat, HAGB’ye dönüşseydi olağan itiraz olarak bir başka ceza dairesince incelenebilecekti. İleride HAGB açıklandığında ise temyize tabi olacaktır.
Başlıktaki esas soruya geçmeden önce şu hususu da belirtmekte yarar vardır. Yargıtay kararlarına göre, ilk derece mahkemesinin verdiği beraat hükmünün, istinafta mahkumiyet hükmü verilmesi gerektiğine dair bozma kararına konu edilemeyeceği vurgulanmıştır. Bunun yananda kararlarda, istinafın bozma yerine ne yapması gerektiğini tartışmamıştır. İstinaf, vermeyi düşündüğü mahkumiyet hükmünü duruşma yaparak mı yoksa dosya üzerinden mi vermelidir? Beraatin mahkumiyete veya tersi olarak mahkumiyetin beraate dönüşmesi hallerinde duruşma yapılması gerekir mi?
Bölge adliye mahkemesinde inceleme ve kovuşturmayı düzenleyen 280. maddeye göre hangi hallerde hangi karar türünün verileceği açıkça düzenlenmiştir. Buna göre beraatin mahkumiyete veya mahkumiyetin beraate dönüşmesi halleri, istinaf başvurusunun esastan reddine veya hükmün bozulmasına kararları için belirtilen yasal nedenler arasına girmez. Bu durumda geriye hukuka aykırılığın düzeltilerek istinaf başvurusunun esastan reddi kararı kalıyor. Burada da sayılan nedenlere dayanmak mümkün görünmüyor. (konunun dağılmaması adına bu karar türlerinin hangi hallerde verilebileceğine girilmemiştir.)[5]
CMK hükümlerinin tatbiki olacaksa ki yasa öyle diyor. Bu durumda, amir hüküm niteliğinde olan CMK’nın 280/1-g. maddesi uyarınca diğer hâller kapsamında, gerekli tedbirler aldıktan sonra davanın yeniden görülmesine ve duruşma hazırlığı işlemlerine başlanmasına karar verilmesi gerekir. Kısacası ceza dairesinin, istinaf başvurusunun esastan reddine, hukuka aykırılığın düzeltilerek istinaf başvurusunun esastan reddine, hükmün bozulmasına kararlarından birinin verilmesi için koşulların gerçekleşmediği ancak diğer hukuka aykırılık hallerinin varlığının tespiti durumunda, talep olmazsa bile duruşma açılması kararı vermesi gerekir.
Yargıtay tarafından benimsenen görüşle, uygulamayı etkileyecek şekilde, ilk derece mahkemesince verilen mahkûmiyet kararına konu aynı delillerin değerlendirilmesi, takdir edilmesi sonucu istinafın beraat kararı veremeyeceğine vurgu yapılmıştır. Başka bir deyişle, ilk derece mahkemesince kabul edilen, taraflar dinlenerek edinilen kanaat ve delillerle kurulan bir mahkûmiyetin, istinafta kaldırılabilmesi için, duruşma açılması ve delillerin istinafça değerlendirilmesi sonucu ancak beraat kararı verilebileceği belirtilmiştir. İlamlarında, istinafta duruşma açılmaksızın CMK'nin 280/1-a. maddesi delaletiyle aynı Kanunun 303/1-a. maddesi uyarınca beraat kararı verilmiş ise de; anılan kanun hükmünün delil değerlendirilmesi yapılmaksızın derhal beraat kararı verilebilecek hallerde uygulanabileceği, sanık hakkındaki mahkûmiyet hükmü bakımından ise CMK’nin 280/1-g. maddesi uyarınca duruşma açılarak ve taraflar da çağrılarak delillerin değerlendirilmesi sonucunda anılan kanun maddesinin ikinci fıkrasına göre yeniden hüküm kurulması gerektiği gözetilmeden, duruşma açılmaksızın dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda sanığın beraatine karar verilmesi, yani, ilk derece mahkemesince toplanan deliller takdir edilerek dosya üzerinde yapılan inceleme neticesinde istinaf dairesince beraat kararı verilemeyeceğinin gözetilmemesini vurgulayarak bozma kararları verilmiştir.[6] Buna karşılık verilen başka bir kararda, yukarıdaki görüşün aksine şu nitelendirme yapılmıştır: … başka toplanması gereken delil bulunmadığı hallerde bölge adliye mahkemesince duruşma açılmaksızın “hukuka aykırılığın düzeltilerek istinaf başvurusunun esastan reddine” şeklinde sanığın beraatine, davanın düşmesine ya da alt ve üst sınırı olmayan sabit bir cezaya hükmolunmasına karar verebileceği, CMK’nın 303/1-a. maddesinde verilen yetkinin derhal beraat kararı verilebilecek hallere münhasır olmadığı vurgulanmıştır.[7]
Bu durumda şu sorunun da tartışılması gerektiğini düşünüyoruz: İstinafta duruşma açılması yerine bozma kararı verilmesinin olası sonuçları neler olabilir?
Kanaatimizce yukarıda yapılan açıklamalara göre bu yöntem, başka bir deyişle ilk derece mahkemesi kararının istinaf incelenmesi sırasında, yasada tahdidi olarak ve ismen sayılan bozma nedeni olmadığının açıkça anlaşılmasına rağmen, yasal zorunluluk olarak istinaf ceza dairesinin duruşma açması ve sonucuna göre karar vermesi gerekirken bunun yerine bozma kararı verip dosyayı ilk derece mahkemesine yeniden incelemek ve karar vermek üzere iade etmesinin aşağıdaki sonuçları doğurabileceği kuvvetle muhtemeldir.
1- Kararın kesinleşme sürecini ciddi olarak ve süreyi uzatma yönünden etkileyebilecektir. İlk derece mahkemesinin hızlı olsa bile dosyayı tekrar incelemesi ve karar vermesinden sonra bu dosyanın istinafa gelerek (tekrar) inceleme sırasını alması ortalama olarak, özellikle büyük şehirlerde, aylarca ve hatta bir yıldan fazla bir süreyi alabilecektir.
2- Daha önce elde edilen-kazanılan yasa yolu kapsamındaki üst yargı merciine (Yargıtay’a-temyize) başvurabilme güvence-teminat imkânını etkileyebilecektir. Başka bir anlatımla, bozma sonrasında verilen karar, daha öncekinden farklı bir yasa yoluna tabi olabilecektir. Örneğin, sıklıkla rastlanan, daha önce istinaf karar vermiş olsaydı temyiz edilebilecek iken, ilk derece mahkemesince bozma sonrasında verilen HAGB kararı olağan itiraza tabi olacaktır. Hatta ilk derece mahkemesinin kararı yasal kesinlik sınırında verilirse itiraza bile tabi olmayacak ve kesin karar niteliğinde olacaktır
3- Leh veya aleyhe sonuç doğurabilecektir.
4- Fiili olarak verilmek zorunda kalınan ilk derece mahkemesinin bozma sonrası kararının, CMK’nın 2, 3, 7, 280/1-e, 289/1-d. maddeleri uyarınca görevsizlik-açık hukuka aykırılık yönünden tartışmaya neden olabilecektir. Hatta bölge adliye mahkemesince verilmesi gereken bir kararın, ilk derece mahkemesince verilmesinin yok hükmünde olabileceği bile ileri sürülebilecektir. Zira istinaf ceza dairesinin görevine giren ve dairece verilmesi gereken bir karar ilk derece mahkemesince verilmesi sonucu ortaya çıkıyor.
5- Bozma kararı sonrasında ilk derece mahkemesinde yapılacak kovuşturma sırasında gerçekleşebilecek kamu davasına katılmalar tartışmalı olabilecektir. Çünkü CMK’nın 237. maddesine göre, katılma ancak ilk derece mahkemesindeki kovuşturma sonuna kadar mümkün olup kanun yolunda katılma mümkün değil iken dosya tekrar ilk derece mahkemesine yasaya aykırı olarak gelmesinden sonra katılma gerçekleşmiş ise bunun geçerli olup olmayacağına dair tartışma çıkabilecektir.
6- Yargıtay bozması sonrasında dosyanın gönderileceği mahkemenin farklı olmasına neden olabilecektir: Bilindiği gibi Yargıtay bozması sonrasında, bozma kararının içeriğine göre Yargıtay, dosyayı ya istinaf ceza dairesine veya ilk derece mahkemesine gönderecektir. İstinaf ceza dairesi duruşma sonucunda bir karar vermiş ve bu karar temyizde bozulmuş ise dosya bozma sonrasında kuvvetle muhtemel tekrar kararı veren ceza dairesine gelecektir. Duruşma yerine istinaf bozmasından sonra ilk derece mahkemesi karar vermişse Yargıtay bozmasından sonra kuvvetle muhtemel dosya hükmü veren ilk derece mahkemesine gönderilecektir.
7- Anayasa veya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuruya neden olabilecektir: Yukarıdaki ve benzeri tüm hususlar, Anayasa’nın hak arama hürriyetini düzenleyen 36. maddesindeki “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.” hükmünün ihlali olduğu öne sürülebilecek ve bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesi’ne gidilebilecektir. Yine ülkemiz iç hukuku haline gelen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinin ihlal edildiği tartışılabilecektir.[8]
Bu açıklamalardan sonra başlıktaki soruya gelelim. Başlığın hemen altında kısaca belirtilen bir uygulama olduğunda, istinaf kararına karşı hangi kanun yoluna gidilmesi, başka bir deyişle istinafın bu hükmü temyiz mi edilmeli yoksa olağanüstü itiraza mı gidilmelidir?
Şahsi kanaatim aşağıdaki gerekçelerle temyiz kanun yoluna gidilmesi gerektiğidir.
1- Öncelikle belirtmek gerekir ki temyiz kanun yolu, genel olarak vatandaşlar ve özelinde taraflar için daha güvenceli ve teminatlıdır. Nitekim Yargıtay da her ne kadar kesin olarak karar verilmiş ise de bu kararın temyizi kabil kararlardan olduğunu belirtmiştir. Temyizin, yani olağan kanun yolunun, olağan üstü itiraza göre çok daha teminat sağladığı da açıktır. Bu yönden, yani hızlı ve etkili olarak kanun yoluna gidilebilmesine imkan tanınması gerektiğine ilişkin Anayasa Mahkemesi’nin kararları da mevcuttur. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesinin birinci fıkrası “Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir” hükmünü içermektedir. Anılan hükme göre kişilerin yargı makamları ile idari makamlar önünde haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanması anayasal bir zorunluluktur. Bu zorunluluk, temel hak ve özgürlüğü ihlal edilen ya da ihlal edildiğini iddia eden kişilerin ilgili yargı veya idari merciler nezdinde şikâyetlerini dile getirmesi hususunda devlete gerekli ve yeterli mekanizmaları oluşturarak uygun koşulları sağlama yükümlülüğü getirmektedir.[9] Bu çerçevede Anayasa’nın anılan maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkı; anayasal bir hakkının ihlal edildiğini ileri süren herkese hakkın niteliğine uygun olarak iddialarını inceletebileceği makul, erişilebilir, etkili, ihlalin gerçekleşmesini veya sürmesini engellemeye ya da sonuçlarını ortadan kaldırmaya elverişli idari ve yargısal yollara başvuruda bulunabilme imkânının sağlanmasını teminat altına almaktadır.[10]
2- Olağan üstü itiraz olarak 308/A. maddesinin koşulları bulunmamaktadır. Bu yola gidilebilmesi için bölge adliye mahkemesi ceza dairesinin istinaf üzerine işin esasına girerek verdiği yasal olarak kesin nitelikteki bir kararın olması gerekir. Burada ise esasında ceza dairesinin karar vermesi gereken ama karar vermeyip yasaya aykırı yaptığı bir bozma sonrasındaki mahkumiyet ve tekrar istinaf edilmesi üzerine “temyiz yolu açık” verilmesi gerekirken “kesin” olarak verilen bir hüküm söz konusudur. Başka bir tabirle yasa yolunu yanlış gösterme, temyiz hakkı olanların yanıltılması durumu vardır.
3- İstinaf cezada bir kararın temyize tabi olup olmadığına ilişkin bir tereddüt olursa ne yapılması gerektiği hususunda şunu söylemek mümkündür. Yargıtay kararlarında geçtiği şekilde genel kural, istinaf mahkemelerinin verdiği bozma dışındaki bütün kararlarının temyize tâbi olmasıdır. Bu kuralın istisnaları; CMK’nın 286. maddesinin ikinci (dokuz bent) ve üçüncü fıkralarında düzenlenmiştir. Ceza muhakemesine egemen olan önemli ilkelerden birisi de istisnaların sanık aleyhine genişletici yoruma tabi tutulamamasıdır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nda benimsenen içtihat uyarınca, tür ve miktarı itibarıyla kesin olan kararların suç vasfına yönelik temyizi mümkündür. Öncelikle belirtmek gerekirse, CMK'nın 286. maddesine eklenen üçüncü fıkradaki istisnalar suç tipine göre istisnalardır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun benimsenen içtihadı uyarınca, tür ve miktarı itibarıyla kesin olan kararların dahi suç vasfına yönelik temyizi mümkündür. Buna göre, söz gelimi basit yaralama suçundan kesin nitelikte bir adli para cezasına hükmedilmişse, katılan ya da Cumhuriyet savcısı bu hükmü, fiilin öldürmeye teşebbüs suçunu oluşturduğu gerekçesiyle temyiz edebilir. Daireler de bu içtihadın istinaf sonrası temyizde de uygulanması gerektiği görüşündedir.[11] Buna göre de kararın temyize tabi olup olmadığı hususundaki bir tereddüt sanık aleyhine yorumlanmayarak daha lehine ve daha güvence sağlayan temyiz imkanı verilmesi düşünülebilir.
4- Burada kanun yolunun yanlış gösterildiği bir usul yanlışlığı hali mevcut olduğundan meselenin yanlış gösterilen kanun yolunun çözülmesi uygulaması içinde ele almak gerekir. CMK'nın 264. maddesine göre, sadece istinaf için değil tüm kanun yolları yönünden ve genel olarak kabul edilebilir bir başvuruda kanun yolunun veya merciin belirlenmesinde yanılma, başvuranın haklarını ortadan kaldırmaz. Anayasası'nın 40/2, CMK'nın 34/2, 231/3, 232/6. maddelerine göre, hüküm ve kararlarda, başvurulacak yasa yolu, süresi, başvuru yapılacak merci ile başvuru şeklinin anlaşılabilir nitelikte açıkça gösterilmesi zorunludur. Yasa yolunun yanlış gösterilmesi, kararın yanlış gösterilen yasa yoluna tabi olacağı sonucunu çıkarmaz ama yanlış yasa yolu gösterilmesi halinde yanlış gösterilen yol içinde yapılan başvuru süresinde kabul edilmiştir. Başka bir deyişle kanun yolunun belirlenmesinde ilk derece mahkemesi veya istinaf ceza dairesinin yanılması kişinin aleyhine sonuç doğurmaz. Nitekim Yargıtay kararında, mahkemece 5271 sayılı CMK'nin 232/6. maddesi uyarınca başvurulması olanaklı yasa yolunun, süresinin, başvuru yapılacak merci ile başvuru şeklinin hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesinin zorunlu olduğu belirtilmiştir.[12] Bir başka kararda, sanığın yokluğunda verilen söz konusu kararda, başvurulacak kanun yolunun, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı yönünden itiraz yerine, istinaf olarak gösterilmesinin, başvuranın hakkını ortadan kaldırmayacağı nitelendirilmiştir.[13] Yargıtay kararında hüküm açıklanırken temyiz yasa yolu ihtarının anılan usule uyulmadan yapıldığının anlaşılması karşısında, temyiz isteminin süresinde olduğunu kabul etmiştir.[14] Yine Yargıtay kararında bu durumdaki kararın kesinleştirilemeyeceğini bile vurgulamıştır.[15] Yerleşik Yargıtay uygulamaları bu yöndedir.[16]’[17]
------------
[1] Asım EKREN, Uygulamada İstinaf Ceza El Kitabı, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2021, s.129-151, 185
[2] Yargıtay 9.CD, 10.05.2022, E.2021/13673, K.2022/4236: …ilk derece mahkemesinin mağdurelere yönelik kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan dolayı sanık hakkında mağdure sayısınca tayin ettiği 3’er yıl hapis cezalarının esastan reddine dair karar yönünden, adı geçen mağdurelerle ilgili sanık hakkında verilen 25.07.2018 tarihli beraat kararının istinaf incelemesini yapan bölge adliye mahkemesince beraat hükümlerinin hukuka aykırı olarak mahkumiyet kararı verilmesi gerektiğinden bahisle bozulmasından sonra anılan karara direnme yetkisi bulunmayan ve kanunen uyma zorunluluğu bulunan ilk derece mahkemesince verilen mahkumiyet hükmünün aslında bölge adliye mahkemesince verilmiş bir karar olarak kabulünde zorunluluk bulunduğu, esas olarak bölge adliye mahkemesince beraat hükmünün mahkumiyet veya mahkumiyet hükmünün beraat olması gerektiği yönünde bozma kararı verilemeyeceği, bu tür kararların istinaf başvurusu üzerine bölge adliye mahkemesince verilmesi gereken kararlardan olduğu, bu şekilde verilen kararların ilk derece mahkemesi kararı niteliğinde bulunduğunun kabulü halinde esasen tarafların var olan temyiz haklarının ellerinden alınmış olacağının anlaşılması karşısında, mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama neticesinde kurulan yeni mahkumiyet hükmünün de temyizi kabil olduğu kabul edilerek gereği görüşüldü.
[3] Yargıtay 1.CD, 10.03.2021, E.2020/3670, K.2021/3758
[4] Yargıtay 14.CD, 04.03.2021, E.2018/6371 K.2021/1851
[5] İstinafta hangi hallerde hangi karar türünün verilmesi gerektiğine ilişkin ayrıntılı bilgi için: Asım EKREN, Uygulamada İstinaf Ceza El Kitabı, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2021, s.99-182, 183-186 tablo halinde de gösterilmiştir.
[6] Yargıtay 15.CD, 25.06.2020, E.2020/2538, K.2020/6767; 4.CD, 06.10.2021, E.2021/29654, K.2022/23605
[7] Yargıtay 7. CD. 24.11.2021, E 2021/22263, K.2021/15527.
[8] Kürsü, Türkiye Adalet Akademisi Dergisi, Bölge Adliye Mahkemeleri Ceza Daireleri Bozma Kararları, Ocak 2022, sayı 11, s.75-80
[9] AYM, E.2019/102, K.2019/99, 25/12/2019, § 16
[10] AYM, E.2019/102, K.2019/99, 25/12/2019, § 17
[11] 15.CD, 24.06.2020, E.2020/2977, K 2020/6640; 10.CD, 05.03.2019, E.2019/673, K.2019/1400; 6.CD, 20.04.2021, E.2021/11450, K.2021/7569; CGK, 04.10.1993, 2-187/222 esas ve karar sayılı içtihadı
[12] Yargıtay 11.CD, 02.06.2021, E.2020/5904, K.2021/4733
[13] Yargıtay 6.CD, 11.03.2021, E.2020/6726, K.2021/4656
[14] Yargıtay 1.CD, 17.06.2021. E.2021/3530, K.2021/10786; 1.CD, 27.05.2021, E.2021/7146, K.2021/9171, 6.CD, 08.03.2021,
E.2020/6135, K.2021/4112; 3.CD, 11.01.2021, E.2020/19485, K.2021/770; 2.CD, 19.02.2020, E.2020/17586, K.2020/8618:
Anayasa'nın 40/2, 5271 sayılı CMK'nın 34/2, 231/2 ve 232/6. maddeleri uyarınca, mahkeme kararlarında başvurulacak kanun yolu,
mercii, başvuru şekli, süresi ve bu sürenin başlangıcının açıkça ve ilgiliyi yanıltmayacak biçimde gösterilmesi gerektiği halde, yanıltma
yapıldığı anlaşılmakla, sanığın temyiz talebinin süresinde olduğunun kabulü gerektiği, temyiz talebinin süresinde olduğu…
[15] 8.CD, 17.02.2021, E.2020/1334, K.2021/2391: ... mahkeme kararlarında başvurulacak kanun yolu, mercii, başvuru şekli, süresi ve bu
sürenin başlangıcının açıkça ve ilgiliyi yanıltmayacak biçimde gösterilmesi gerektiği halde, sanığın yüzüne karşı verilen 31.10.2019
günlü kararda başvurulacak kanun yolu süresi başlangıcının açıkça gösterilmediği anlaşılmakla hükmün usulüne uygun kesinleşmediği
ve kesinleşmemiş kararlara karşı kanun yararına bozma isteminde bulunulamayacağı…
[16] Yargıtay CGK, 30.01.2007, E.2007/3-9, K.2007/1820; 30.11.2010, E.5-237, K.2010/242; 13.CD, 27.11.2019, E.2019/6384, K.2019/17172; 12.CD, 15.05.2019, E.2019/1268, K.2019/6197; 8.CD, 05.02.2019, E.2018/12135, K.2019/1372
[17] İstanbul BAM, 31.CD, 16.06.2022, E.2022/1006, K.2022/4012: Müşteki vekilinin yüzüne karşı 22/09/2020 tarihinde tefhim edilen hükmün, 7 günlük yasal süre geçtikten sonra 02/10/2020 tarihinde istinaf edilmesi nedeniyle, yerel mahkeme tarafından şikayetçi vekilinin istinaf talebinin yasal sürede yapılmadığından istinaf başvurusu talebinin reddine karar verilmiş ise de, CMK.nun 273/1. maddesi gereğince hükmün tefhimden itibaren 7 gün içerisinde kararın istinaf edilebileceğinin belirtilmesi yerine 10 gün içinde kararın istinaf edilebileceğinin yazılması suretiyle şikayetçi vekili yanıltıldığından, yasa yoluna başvuru süresinde şikayetçi vekilinin yanıltılmış olduğu gözetilerek müşteki vekilinin 02/10/2020 tarihli istinaf talebinin yasal süresinde olduğu kabul edilerek istinaf isteminin reddine ilişkin 18/02/2022 tarihli ek kararın kaldırılmasına…