Hemen her gün Avukatlık Yasası’nda değişiklik çalışmaları ile ilgili yeni haberler geliyorken, bunun yanında “barolarda basit çoğunluğa dayalı bir sistemin olduğu, temsilde adaletin olmadığı, baroların bir grup azınlıkça yönetildiği, bunlara karşı çoğulcu ve demokratik bir yapının amaçlandığı” şeklinde kulağa hoş gelen bir söylem yayıldığını da görmekteyiz.
Öncelikle, garabet bir durumdan da bahsetmek gerekir ki; o da yasa taslağının hazırlanırken yapılması gerekenlerin hiçbirinin yapılmıyor oluşudur. Hiçbir çalışma yokken, Adalet Bakanlığı ile Türkiye Barolar Birliği bir yasa taslağı hazırlığı olmadığını beyan etmişken, milletvekillerin de ifade ettiği üzere komisyonda bekleyen bir taslak dahi bulunmuyorken, Cumhurbaşkanı talimatıyla; parti toplantısında görüşülerek bir grup milletvekilinin kendi arasında hazırlamaya başladığı bir “hayalet taslak”tan bahsediyoruz. Şu günlerde meclis pandemi nedeniyle kapalı ve yasama faaliyet yapılmıyor ancak birkaç milletvekili bir araya gelip bir taslak hazırlamaya çalışıyorlar. İşin daha da acısı; bu durum bir hukuk örgütünün başkanı tarafından itiraf gibi ikrar ediliyor ve “yoğun çabalar” neticesinde hayalet taslakla ilgili şifahi bilgi sahibi olduğu kamuoyuna açıklanıyor.
Çağdaş ülkelerde yasa yapma teknikleri bellidir. Öncelikle meslek örgütlerinin çalışma ve fikirleri alınır. En acil ve önemli konular başta olmak üzere değiştirilmesi istenen konular listelendikten sonra sivil toplum kuruluşları ile akademi dünyasından da katılım sağlanarak farklı görüş ve düşüncelerin bir araya gelmesi sağlanır. Tüm bu çalışmalarla birlikte geniş katılımlı çalıştaylar, çeşitli defalar düzenlenir ve bu aşamalar tamamlandıktan sonra yasama organında komisyon çalışmalarının başlatılmasına geçilir. Böylelikle çok sesli, tüm tarafların fikirlerinin yer bulduğu ve ihtiyaçlara cevap veren bir metnin ortaya çıkmasından bahsedebiliriz. Son günlerde yaşanan gelişmeleri değerlendirdiğimizde bu hususlardan herhangi birinin bile yapıldığını söyleyebilir miyiz? Köşe yazarlarından alınan bilgilerle, parti temsilcilerinin attıkları tweetler ile kamuoyunun ancak bilgi sahibi olduğu bir durumda, sağlıklı bir yasama faaliyetinden de söz edilemeyeceği düşüncesindeyim.
Bu açıklama akabinde, yukarıda bahsedilen “çoğulcu ve temsilde adaletin olmadığı” yönündeki iddiaları yasal dayanakları ve örneklerle irdelemek gerekmektedir. Mevcut Avukatlık Kanunu 90. Maddesi baroların seçimi ile 119. Maddesi Türkiye Barolar Birliği yönetim kurulunun seçimlerini düzenlemektedir. Her iki seçimde basit çoğunluk yerine adaylar arasında en çok oy alan 10 adayın seçilmesi şeklinde düzenleme yapılmıştır. Sıkça verilen İstanbul Barosu seçimleri örneğinden gidecek olursak seçilen başkan, verilen oyların yaklaşık %30’unu alarak seçilmiştir. Seçime giren 10’dan fazla aday olduğu dikkate alındığında alınan oy oranın azınlığın değil; seçime katılan avukat sayısına göre büyük bir çoğunluğun takdiri olduğu ortadadır. Bu husus, demokratik bir seçim sisteminin de gereğidir. Buna karşılık, 80 baroyu genel olarak değerlendirdiğimizde birçok baroda seçim neticesinde farklı görüşlerden ve ekiplerinden adayların seçildiği ve yönetim kurulunda dahi homojen bir yapının oluştuğunu görmekteyiz. Çoğulculuk anlayışı, çeşitli eğilimlerin, düşüncelerin, yönetimde etkisini kabul eden siyasi yöntem olarak kabul edildiğinde barolarda çoğulculuğun olmadığını iddia etmek baroların yapısını hiç bilmemektir. Birçok defa, liste ile girilen baroların seçimlerinde dahi liste dışı ya da diğer listelerdeki adayların yönetim kurulu üyesi olarak seçildiği örnekler bulunmaktadır.
Peki, baroların yönetim kurulu için düşünülen bu değişiklik Türkiye Barolar Birliği yönetim kurulu için de düşünülüyor mu? Zira birlik yönetim kurulu üyeliğine de en çok oyu alan 10 adayın seçilmesi öngörüldüğünden; anti demokratik olduğu iddia edilen bu seçim sisteminin; birlik yönetimi için de değiştirilmesi bu mantık uyarınca gerekmektedir ancak yazılı ve görsel basında buna dair herhangi bir çalışmanın olmadığı da dikkat çekmektedir. Birlik yönetimini barolardan ayırmak, sadece baroları hizaya getirme düşüncesinin hakim olmasından ibarettir.
Yine kamuoyunda sıkça tartışılan bir diğer husus ise, temsilde adaletin baro delegeleri arasında sağlanmadığı yönündedir. Hatırlatmak gerekirse, kayıtlı avukat sayısı çok olan barolardan avukat sayısı oranında delege sayısı belirlenmektedir. Kayıtlı avukat sayısı az olan barolar bu oranda temsil edilmekle beraber en az 2 delege her baronun minimum delege sayısı olarak belirlenmiştir. Mevcut durum 3 büyük ilin barosunun Türkiye Barolar Birliği Delege yapısında %40’lık bir temsilini sağlamakta olup; asıl rahatsızlık da gerçekte bu husustur.
Avukatlık Kanunu’nda yer alan seçime dair düzenlemelerle birlikte ülkemizdeki diğer seçim usulleri ve seçim örneklendirmelerini; karşılaştırmak gerekmektedir. 1994 yılında İstanbul’da yapılan mahalli idareler seçimlerinde, Başkan, verilen oylarında %25,2’sini almış ve seçilmiştir. Buna karşın, il belediye meclisi ile baro ve barolar birliği yönetim kurullarını da aynı şekilde görmemek gerekmektedir. İl genel meclislerindeki partilerin aldıkları oy oranındaki temsil, Türkiye Barolar Birliği delegasyonu ile benzerlik göstermektedir ki; delege sayıları da yukarıda ifade ettiğimiz üzere nispi olarak barolardaki avukat sayısı ile orantılı olarak düzenlenmiştir.
Aynı şekilde, milletvekilleri sayısı da iller açısından nüfus oranında belirlenmektedir. 3 büyük şehrin milletvekilleri sayısının; yapılan son Anayasa değişikliği sonrasında toplam milletvekillerinin %35’ini oluşturduğuna dikkat etmek gerekmektedir. Temsilde adaletin bir gereği olarak o seçim çevresindeki nüfusla orantılı şekilde milletvekili sayısının da belirlenmesi gerekmektedir. Ayrıca bilindiği üzere ülkemizde %10 seçim barajı da halen uygulanmaktadır. Seçim barajının yönetimde istikrar gerekçesiyle kaldırılmadığı bir sistemde, en çok oyu alan avukatın yönetim kurulu üyesi seçilmesinin anti-demokratik olduğu iddiası ise, hukuken dayanaksız ve mesnetsiz siyasi iddialardır.
Bunun yanında, herkesin malumu olduğu üzere 53 baro bir açıklama yayınlayarak söz konusu taslakla ilgili fikirleri kamuoyuyla paylaşmışlardır. 31.12.2019 tarihi itibariyle bu barolara kayıtlı avukat sayısının, Türkiye’deki avukat sayısının %88,8’ine tekabül ettiği görülmektedir. Bu kadar yüksek bir oranda avukatın temsilcisi konumundaki baroların talep ve fikirlerini önemsememek, demokrasi ve hukukun üstünlüğünün de önemsenmemesi anlamına gelmektedir.
Sonuç olarak, barolar ile Türkiye Barolar Birliği delegasyonu konularında sıkışıp kalan, kamuoyunun yanlış bilgilendirilmesi neticesinde demokratik bir düzenleme yapıldığı algısı yaratılan bu çalışmaya acilen bir son verilmelidir. Gereken düzenlemeler, kişilerden tamamen bağımsız ve ayrık şekilde, çağın gereklerine uygun şekilde yapılmadır ancak şayet bir değişiklik yapılacaksa sadece baroların yönetimi açısından değil, barolar birliği açısından da bu düzenlemeler değerlendirilmeli ve tartışılmalıdır.
Başta siyasal iktidar olmak üzere herkesin, avukatların ve stajyer avukatların ekonomik, vergisel, sosyal konulardaki elzem sorunlarını çözmek yerine vatandaşın da haklarını elinden alan bu düzenlemelerle vakit kaybetmekten vazgeçmesi gerekmektedir. Bugün kendi çıkar ve taleplerine uygun olduğu düşüncesiyle sesini çıkartmayanların, bu meslek adına hiçbir zaman söyleyecek bir sözü olmadığının da bilinmelidir. İktidarı, muhalefeti, meslek örgütleri, akademik çevreler bir araya gelerek daralan iş alanları, avukat sayısının hızla artması, mali zorluklar, pandemi nedeniyle yaşanılan sıkıntılar başta olmak üzere yeni bir yasa taslağını hazırlamalıdır.