Günümüzün gelişen teknolojisi ve uzay çağında yaşıyor olmamızın bir getirisi olarak, mikro düzeyde teknolojik cihazlar hayatımızda kalıcı olarak safını tutmuş bulunmaktadır. Bu cihazların kullanımı pratik yaşamda kolaylık sağlıyor olsa da, hukuki boyut bakımından bir hayli önemli bir sorunsalla karşı karşıya kalmaktayız.
Bu sorunsallardan başlıcası olarak, izli ses ve görüntü almaya yarayan cihazların kullanımı suretiyle hukukun süjesi olan insanın manevi bütünlüğüne verilen zarar karşımıza çıkmaktadır. Türk hukuk sisteminin temel kanunlarında olan Türk Medeni Kanunu’nun 25. maddesinde bu tarz cihazların kullanımı suretiyle kişiliğine halel gelenlerin ne gibi özel hukuk davaları açabileceği ele alınmıştır. Bu minvalde saldırının devam etmesi halinde önlenmesi istenebildiği gibi, sona ermiş saldırı bakımından tespit davası açılabilmektedir. Anılan davaların yanı sıra maddi ve manevi tazminat davaları ile de uğranılan zararın tazmini sağlanabilmektedir.
İşin kamusal boyutu olarak ceza yargılaması açısından bu cihazların kullanılması suretiyle veri toplanması da suç teşkil etmektedir. Zira Türk Ceza Kanunu m.134 vd. maddeleri, kişilerin özel yaşamını koruma altına almış bulunmaktadır. Burada korunan hukuki yarar, kişilerin manevi bütünlüğüdür. Bu tarz gizli ses ve görüntü kaydeden cihazların kullanımı, başta manevi bütünlüğün zarara uğrattığı için devlet eliyle de cezalandırılmaktadır.
Bunun sıra ceza yargılanması bakımından da bu tarz cihazlarla elde edilen verilerin delil niteliği tartışmalı olmaktadır. Zira CMK m.217/2 maddesi “yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.” demektedir. Gizli kamera kaydı veya ses kaydı yapmak suretiyle kişilerin özel hayatını ihlal eden bu davranışların Türk Medeni Kanunu ve Türk Ceza Kanunu başta olmak üzere birçok kanunda korunmadığını düşünürsek, evleviyetle söyleyebiliriz ki bu yöntemlerle elde edilen deliller ceza yargılamasında delil niteliğine haiz olmayacaktır. Ancak bu durumun da istisnaları mevcuttur.
Şöyle ki önleyici kolluk faaliyetleri kapsamında PVSK ek m.7, JTGYK ek m.5 hükümlerinde görüldüğü gibi iletişimin gizli bir şekilde dinlenmesine kanunun cevaz verdiği haller mevcuttur. Ancak burada kamu yararı söz konusu olup, dinleme hususu belirli sınırlamalara ve kurallara tabi tutulmaktadır. Bu durum haricinde kişilerin tekel olarak elde ettiği gizli bir görüntü veya ses kaydını yargılamada delil olarak kullanması mümkün müdür? Kural olarak hukuka aykırı elde edilen bir delil söz konusu olduğu için Ceza Muhakemesi Hukuku sistemi bu delili kullanmaya izin vermemektedir. Ancak Yargıtay bazı durumlarda, o an başka şekilde delil etme imkânı bulunmayan kişilerin-özellikle cinsel suç vakıaları- elde ettikleri ses veya görüntü kayıtlarına delil değeri vermektedir.
Peki, bu cihazların alınması veya satılması yasal mıdır? Biliyoruz ki Türk yargı sisteminde bir şeyin suç olabilmesi için ceza normu içeren kanunlarda bu eylemin yasaklanması gerekmektedir zira Türk Ceza Hukuku sisteminin “suçta ve cezada kanunilik” ilkesi dediğimiz temel prensibi, ilke olmanın ötesinde kanunda dahi yerini almış bulunmaktadır. Bu minvalde ifade etmek gerekiyor ki; bu cihazların alınması veya satılması herhangi bir ceza normu ile yasaklanmamıştır. Dolayısıyla ticari yaşamda bu cihazların pazara sunulması pekâlâ mümkündür. Ancak bu cihazların kullanılması halinde yukarıda ifade bulan yaptırımların gündeme geleceği aşikârdır.
(Bu köşe yazısı, Avukat Maşallah MARAL tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)