KARARLAR

Tapu ve Kadastroda Maddi Hatalardan Kaynaklanan Zararların Giderilmemesi

Taşınmazlara ilişkin ayni hakların devlet tarafından tutulan tapu sicilleri ile dış dünyaya yansıtılması, hak ve işlem güvencelerinin sağlanabilmesi için öngörülmüş bir sistemdir.

Abone Ol

Ancak bu sisteminin iyi işleyebilmesi tapu siciline duyulan güvenin sürekliliğine bağlıdır. Kanun koyucu da sicilin doğru tutulduğuna güvenen üçüncü kişilerin sicilin yolsuz tutulmasından dolayı uğradığı zararların devlet tarafından ödeneceği ilkesini koyarak tapu siciline duyulan güvenin sürekliliğini sağlamayı amaçlamış, "tapu siciline güven ilkesi"ni düzenlemiştir. Tapu siciline güven ilkesi, tapu sicilinde yer alan bir kayda iyi niyetle güvenerek ayni hak kazanan kişilerin -bu kayıt gerçek hak veya işlem durumuna uygun düşmese bile- kazanımlarının korunmasına yöneliktir. Zira bu yönde bir düzenlemenin olmaması durumu devletin yetkili organlarına olan güvenilirliğini zedelemekle birlikte ekonomik hayatın ağır sarsıntılara maruz kalmasının önünü de açabilecektir.

4721 sayılı Medeni Kanun'un 1007. maddesi tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin sorumlu olduğunu, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere devletin rücu edebileceğini hüküm altına almıştır.

Anayasa Mahkemesi, ayrıca, Yargıtay içtihadına dayanarak 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde öngörülen tazminat yolunun kadastro tespiti aşamalarındaki işlemlerden doğan zararların telafisi yönünden de etkili olduğu sonucuna ulaşmıştır.

İlgili Kararlar:

♦ (Bekir Sağırdak, B. No: 2013/5669, 24/3/2016)  
♦ (Mehmet Koca, B. No: 2014/19791, 19/12/2017)  
♦ (Sefa Koşar, B. No: 2015/18352, 10/5/2018)  
♦ (Ahmet Yazı ve diğerleri, B. No: 2016/13545, 23/10/2019)  
♦ (Adile Şölen Yücel ve diğerleri, B. No: 2017/15169, 15/9/2020)  
♦ (Sabahat Günindi, B. No: 2018/15204, 9/6/2021)
♦ (Semahat Uzuner, B. No: 2018/14592, 15/6/2021)
♦ (Neziha Arıcı, B. No: 2019/10570, 23/11/2021)
♦ (Fener Maden Yapı İnşaat Otelcilik Turizm ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2019/4977, 24/11/2021)
♦ (Arzu Kocakaya ve diğerleri, B. No: 2018/34900, 13/1/2022)
♦ (Erdoğan Sönmez, B. No: 2019/38336, 1/2/2023)

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ADİLE ŞÖLEN YÜCEL VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/15169)

 

Karar Tarihi: 15/9/2020

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Mahmut ALTIN

Başvurucular

:

1. Adile Şölen YÜCEL

 

 

2. Deniz Ata MERMERCİ

 

 

3. Klara Gudrun MERMERCİ

 

 

4. Petek Feride Balkız MERMERCİ

 

 

5. Yavuz Tumanbay MERMERCİ

 

 

6. Yunus Ulucan MERMERCİ

Başvurucular Vekili

:

Av. Mehmet Özcan DİNÇER

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, taşınmazın tapu kaydının iptal edilmesine rağmen tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular 14/2/2017 ve 3/1/2018 tarihlerinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. 2018/1069 numaralı bireysel başvuru, aralarında kişi ve konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2017/15169 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık birleştirilen 2018/1069 numaralı bireysel başvuru dosyası için görüşünü bildirmiştir.

8. Başvurucu vekili, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Başvuru Konusu Olayın Arka Planı

10. Hazinenin taraf olmadığı çekişmesiz tashih davasında, Ezine Sulh Hukuk Mahkemesinin 6/2/1953 tarihli ve E.952/586, K.953/55 sayılı kararıyla kazandırıcı zamanaşımıyla kazanılan başvuru konusu taşınmazları da kapsayan yüz ölçümü 3.677 metrekare (m²) yazılı kök tapu kaydının gerçek yüz ölçümünün 390.050 m² olduğuna hükmedilmiştir. Mahkeme gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...keşifte dinlenilen hudut komşularının yeminli deyimlerine göre davacının sahasının tevsiini isteği gayrimenkulün hudutlarında hiçbir değişiklik olmadan ve başkalarının arazilerine de hiçbir suretle tecavüzde bulunmadan sahasının 39 hektar 50 metrekare olduğu anlaşılmış bulunduğundan işbu tarlanın sahasının 5520 sayılı kanun hükümlerine göre 39 hektar 50 metrekare olarak tapuya tescilinin icrasına..."

11. Tashih davası neticesinde yüz ölçümü 390.050 m² çıkarılan anılan taşınmazın 17.000 m²nin ifrazı neticesinde 373.050 m² olarak Haziran 1957 tarihli ve 52 sıra numaralı tapu kaydı oluşturulmuştur. Ardından başvuru formu ekinde sunulan 12/6/1957 tarihli ve 52 sıra numaralı tapu kaydına göre Çanakkale'nin Ezine ilçesinin Gedikli köyünde Köprübaşı mevkiinde bulunan 373.050 m² yüz ölçümlü bu taşınmaz, başvurucu tarafından 22/5/1967 tarihinde 120.000 TL'ye satın alınmıştır.

12. Anılan taşınmaz 28/5/1971 tarihinde tekrar ifraz edilerek 108, 109, 110 ve 111 sıra numaralı tapu kayıtları oluşturulmuştur.

13. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü tarafından 28/12/1984 tarihinde düzenlenen Tapulama Tutanaklarına göre anılan taşınmaz, Çanakkale'nin Ezine ilçesinin Çamoba köyü Ova mevkii 705, 706, 707, 708 parsel olarak ve sırasıyla 99.940 m², 84.940 m², 97.940 m² ve 90.230 m² ham toprak, kısmen kayalık, kumluk ve fundalık nitelikli olarak tespit edilmiştir. Öte yandan parsellerin Ahmet Suha Mermerci adına kayıtlı olduğu ancak Çanakkale Asliye Hukuk Mahkemesinin 1983/398 Esas sayılı dosyasında Çamoba köy tüzel kişiliği ile Ahmet Suha Mermerci arasında dava konusu edildiği belirtilmiş, malik hanesi açık bırakılarak Tapulama Tutanağı'nın düzenlendiği anlaşılmıştır.

B. Tapulama Tespitine İtiraz Davası Süreci

14. Başvurucu aleyhine 8/4/1971 tarihinde Ezine Kadastro Mahkemesinde tapulama tespitine itiraz davası açılmıştır. Ezine Kadastro Mahkemesince 30/12/1996 tarihinde başvuru konusu taşınmazlar yönünden davanın kabulüne karar verilerek taşınmazların tapulama dışı bırakılmasına hükmedilmiştir.

15. Kararın gerekçesinde diğer bazı parsellerle birlikte 705, 706, 707 ve 708 parsel sayılı taşınmazların tapu kayıtlarının gayrisabit sınırları göstermesi nedeniyle miktarıyla geçerli olduğu vurgulanmıştır. Bununla birlikte taşınmazların kıyı kenar ön kıyı seti içinde kaldığı açıklanarak anılan parsellerin tescil edilmesinin mümkün olmadığı belirtilmiştir. Başvuru konusu parsellere ilişkin hüküm Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 14/5/2001 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme isteğinin de aynı Daire tarafından 13/5/2002 tarihinde reddine karar verilmesiyle hüküm kesinleşmiştir.

C. Başvuruya Konu Kısmi Dava Süreci

16. Başvurucu tarafından 10/5/2010 tarihinde Ezine Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) iptal edilen tapu kayıtlarının bedellerinin ödenmesi talebiyle tazminat davası açılmıştır. Mahkemece 22/6/2011 tarihinde davanın kabulüne karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, tapu kütüğündeki tescile güvenilerek iyi niyetle satın alınan taşınmazın kıyı kenar çizgisinde kalması nedeniyle bedel ödenmeksizin tapu kaydının iptaline karar verilmişse de adil dengeyi ve hakkaniyeti sağlamak amacıyla uygun bir tazminatın ödenmesi gerektiği belirtilmiştir.

17. Davalı Hazine tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin (Daire) 3/4/2012 tarihli kararıyla bozulmuştur. Kararın gerekçesinde, başvuru konusu parsellere ilişkin kadastro tespitinin kesinleşmemesi nedeniyle tapu kaydının oluşmadığı belirtilerek 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1007. maddesine göre tapu sicilinin tutulmamasından kaynaklanan bir zararın oluştuğunun söylenemeyeceği ifade edilmiştir. Öte yandan başvuru konusu taşınmazların kıyı kenar çizgisinde kalan deniz kumluğu olduğu vurgulanmıştır.

18. Mahkemece bozma kararına uyularak 20/11/2013 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, bozma kararında belirtilen gerekçeler tekrar edilmiştir.

19. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Dairenin 22/12/2016 tarihli kararıyla onanmıştır.

20. Onama kararı 23/1/2017 tarihinde tebliğ edilmiş, 14/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.

D. Birleştirilen Başvuruya Konu Ek Dava Süreci

21. Başvurucu aynı Mahkemede 26/4/2012 tarihinde ek tazminat davası açmış ve kısmi davada verilen karara karşı Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunduğunu belirterek bekletici mesele yapılmasını talep etmiştir.

22. Mahkemece 20/9/2017 tarihinde davanın usulden reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, bireysel başvurunun sonuçlanmasının bekletici mesele yapılmasının yargılama sürecini haddinden fazla uzatacağı açıklanmış ve kısmi davaya atıf yapılıp dava konusu hakkında kesinleşmiş yargı kararı bulunduğu belirtilerek dava şartı noksanlığı nedenine dayanılmıştır.

23. Mahkeme kararı 6/12/2017 tarihinde tebliğ edilmiş ve 3/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.

24. Başvurucu, kısmi davada verilen ret kararına karşı temyiz yoluna gittiğini ancak aleyhine karar verildiğinden bu kez mahkeme kararına karşı temyiz kanun yoluna gitmeden bireysel başvuruda bulunduğunu ifade etmiştir.

E. Başvurudan Sonraki Süreç

25. Başvurucu Ahmet Suha Mermerci 8/4/2019 tarihinde vefat etmiştir. Ahmet Suha Mermerci'nin mirasçıları 2/7/2019 tarihinde sundukları dilekçeyle başvuruya devam etmek istediklerini belirtmişlerdir (Bununla birlikte kolaylık sağlaması bakımından kararın ilerleyen bölümlerinde başvurucu kavramı, ölen Ahmet Suha Mermerci'yi ifade etmek üzere kullanılmaya devam edilecektir.).

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Mevzuat Hükümleri ve Uluslararası Hukuk

26. İlgili mevzuat ve uluslararası hukuk için bkz. Cemile Gökhan ve diğerleri, B. No: 2015/1203, 23/5/2018, §§ 26-47.

B. Yargıtay İçtihadı

27. Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun (İBGK) 15/3/1944 tarihli ve E.1943/13, K.1944/8 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

Temyiz Mahkemesi Birinci ve Dördüncü Hukuk Daireleri arasındaki ihtilafın mevzuunu teşkil eden Medeni Kanunun 917 inci maddesinin tatbik şekli ve şümul derecesi hakkında cereyan eden müzakere ve münakaşa neticesinde aşağıda gösterilen esaslar kabul olunmuştur:

1 - 917 inci maddede mutlak surette zikrolunan tapu sicillerinden eski ve yeni bütün siciller kastolunmuştur.

2 - Medeni Kanun, tapu sicilline istinat eden iktisabı muteber addetmiştir. Binaenaleyh bu kanun yürürlüğe girdikten sonra eski sicillerden doğan zararlardan Hazine mesuldür.

Mucip sebepler:

1 - 917 inci maddede 'Hazine tapu sicillerinin tutulmasından mütevellit bütün zararlardan mesuldür.

Hazine, bu zararlar kendi kusurlarından mütevellit memurlara aledderecat rücu etmek hakkını haizdir' denilmekte ve 'tapu sicillerinden' mutlak surette bahsedilmekte olmasına göre bu maddede zikrolunan 'tapu sicilleri' Medeni Kanunun meriyetinden sonra tutulan sicillere münhasır olmayıp eski ve yeni bütün sicilleri şamildir. Ne, Medeni Kanunda, ne de Tatbik Kanununda bu maddenin ıtlakını takyit edecek sarih veya zımnî bir hüküm de mevcut değildir. Bilakis Medeni Kanunun 910 ve Tatbik Kanununun otuz yedinci maddeleri 917 inci maddenin eski ve yeni bütün sicillere şamil olduğunu teyit etmektedir. Filhakika 910 uncu maddede 'Tapu sicillinin nümunesi ve nasıl tutulacağı nizamnamei mahsus ile muayyendir' diye müstakbele muzaf olmıyan bir hüküm sevkedilmiş olduğu gibi Tatbik Kanununun otuz yedinci maddesinde de Hükümetin ilan tarikiyle halkı davet ederek veya resen eski kayıtların yeni sicillere kaydolunacağı tasrih olunmak suretiyle eski sicillerin selameti ve bu sicillere karşı halkın emniyet ve itimadı temin olunmuştur.

2 - Eski sicillerden Hazinenin mesuliyeti:

Mutlak ve doğrudan doğruya bir mesuliyet sistemi kabul etmiş olan 917 inci maddenin tatbikında başlıca üç ihtimal mevcuttur.

A- Zararı doğuran sicil yanlışlığın ve zararın Medeni Kanunun meriyetinden evvel olması,

B- Zararı doğuran yanlışlığın ve zararın Medeni Kanunun meriyeti zamanında vukubulması,

C- Zararı doğuran yanlışlığın eski kanun zamanında vuku bulması ve zarann Medeni Kanunun meriyeti zamanında hadis olması. Hazine, birinci ihtimalde zarardan mesul değilse de diğer ihtimallerde mesuldür. Birinci ve ikinci ihtimallerde daireler arasında zaten ihtilaf mevcut olmayıp yalnız üçüncü ihtimalde ihtilaf edilmiştir. Her ne kadar üçüncü ihtimalde zararı tevlit eden taapu kaydındaki yanlışlık eski kanun zamanında yapılmış ve eski kanun hükümlerine göre Hazine tapu sicillerinin tutulmasından doğan zararlardan mesul bulunmamış ise de tapu sicillindeki yanlışlık bizatihi ve tevlit edeceği neticelerden mücerret olarak tazmini müstelzim değildir. Bundan bir kimsenin menfaati haleldar olmuş, ise o zaman tazmini mucip olur. Şu halde yanlışlık başlı başına hukukî bir mevcudiyet ifade etmeyip ancak sebebiyet verdiği zarar itibariyle hukukî bir mevcudiyet ifade eder. Hadisede zarar yeni kanunun meriyeti zamanında hadis olduğu gibi bu zarar doğrudan doğruya tapu sicillindeki yanlışlıktan neşet etmiş ve yanlışlık ile zarar arasına başka bir fiil de haylulet etmemiş olduğundan Tatbik Kanununun birinci maddesi hükümlerine göre bu zarardan Hazinenin mesul olması tabiîdir. Kaldı ki, Medeni Kanunun 931 inci maddesi, tapu sicillindeki kayda hüsnüniyetle istinat ederek mülkiyet ve ya diğer bir aynî hak iktisap eden kimsenin bu iktisabını muteber addetmiştir. Müstakar mahkeme İçtihatlarına göre eski kanun zamanında tutulan tapu sicillerine hüsnüniyetle istinat eden kimsenin iktisabı hakkında da ayni hüküm tatbik olunmaktadır. İktisap gibi en mühim hukukî tasarruf ve muamelelerde medarı istinat olan eski sicillerin tevlit ettiği zararlardan Hazinenin mesuliyeti zarurî bir neticedir. Tapu sicillerinden doğan zarardan fertlerin hak ve menfaatlarını mutlak surette korumak maksadiyle yeni kanunumuzun kabul ettiği bu mesuliyet sisteminin takyit ve tahdidine hiç bir sebep yoktur. Binaenaleyh eski siciller, Medeni Kanunun meriyetinden sonra bir kimsenin zararına sebep olmuş ise bu zarardan Hazine mesul olur.

İşte bu mütalaa ve mülahazalara binaen 917 inci maddede mutlak surette zikrolunan tapu sicillerinin eski ve yeni bütün sicillere şamil ve yeni kanunun meriyetinden sonra bu sicillerden doğan zararlardan Hazinenin mesul olduğuna ilk içtimada sülüsan ekseriyet hasıl olmadığından 15/3/944 tarihinde ve ikinci içtimada mutlak ekseriyetle karar verildi

..."

28. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun (HGK) 18/11/2009 tarihli ve E.2009/4-383, K.2009/517 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

Bu aşamada, kadastro işlemlerinden doğan zararın, tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan zarar kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği hususunun açıklanmasında yarar bulunmaktadır.

...

Davaya konu somut olayda, yapılan kadastro işlemine süresi içinde Hazine adına itiraz etmekle yükümlü olan görevliler üzerlerine düşen görevlerini yapmamışlardır. Tapu işlemleri kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda yapılan hatalardan T.M.K. 1007 anlamında Devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir.

Burada Devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Kusursuz sorumluluk tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescili sonucu değişmesi yada yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür. Bu itibarla, kadastro görevlilerinin dayanaksız yada gerçek hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemelerini ve taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmalarını da aynı kapsamda düşünmek gerekir.

...

Sonuç itibariyle; davacının, Devletin kusursuz sorumluluğundan kaynaklanan bir zararının oluştuğu ve bu zararın tazminini Devletten isteyebileceği, Devletin kadastro işlemlerinden kaynaklanan sorumluluğunun da TMK’nun 1007.maddesi kapsamında olması gerektiği, bu nedenle görülmekte olan davanın adli yargıda bakılması gerektiği sonucuna varılmıştır.

..."

29. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 23/10/2007 tarihli ve E.2007/6214, K.2007/9985 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Dava, 3621 sayılı yasadan kaynaklanan tapu iptal ve sicil kaydının terkini ve elatmanın önlenmesi isteğine ilişkindir.

Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.

Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; kayden davalıya ait çekişme konusu 6 parsel sayılı taşınmazın kabul kapsamında kalan bölümünün 28.11.1997 tarih 5/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca belirlenen kıyı kenar çizgisine göre tanımı aynı yasanın 4.maddesinden yapılan kıyıda kaldığı saptanmak suretiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Hemen belirtelim ki, mülkiyet hakkı gerek Anayasa ve yasalarla iç hukuk yönünden, gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokolleri ile kabul edilmiş temel haklardandır. (Anayasa Md. 35/1, AİHS Ek Prot. 1-1). Türk Medeni Yasasının 683. maddesinde de bir şeye malik olan kimsenin hukuk düzeninin sınırları içerisinde o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisi belirtilmiş, malikin malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi her türlü haksız el atmanın önlenmesini de dava konusu edebileceği hüküm altına alınmıştır.

Öte yandan, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 28.11.1997 tarih 5/3 Sayılı Kararında da ifade edildiği gibi, kıyılar doğal nitelikleri itibariyle herkesin kullanımına açık, diğer taraftan da bu nitelikleri nedeniyle özel mülkiyet alanı dışında ve özel mülkiyete konu olamayacak yerlerdir. Kıyılar, herhangi bir tahsis işlemine gerek olmaksızın doğrudan doğruya herkesin serbestçe yararlanmasına sunulmuş sahipsiz kamu mallarıdır. Bunun sonucu; kıyının zamanaşımı yoluyla kazanılması, tapu sicili hükümlerine bağlı tutulması, haczedilmesi mümkün değildir. Kıyılar, bu özelliklerinden dolayı Anayasanın 43. maddesinde ayrı bir bölümde düzenlenmiş, düzenlemede yukarıda sayılan nitelikler vurgulanmıştır.

Bilindiği ve yukarıda sözü edilen yasa ve sözleşmelerin hakkı tanımlayan maddelerini takip eden fıkralarda ifade edildiği gibi, mülkiyet hakkı da kamu yararının bulunduğu hallerde sınırlandırılabilir veya tamamen kaldırılabilir.

Ne var ki, bu sınırlandırma veya kaldırma gerçekleştirilirken; T.C. Anayasasının 90/5. maddesi ile iç hukukun üstünde sayılan AİHS. Hükümlerince AİHM tarafından oluşturulan 30.5.2006 tarih 1262/02 sayılı kararda ifade edildiği üzere; '… bir kişiyi mülkünden yoksun bırakan bir önlemin…', “kamu yararına meşru bir amaç gütmesi gerektiği…', bu önlem alınırken '… başvurulan yollar ve gerçekleştirilmesi amaçlanan hedef arasında makul bir oransallık ilişkisi olması gerektiği…', kişinin '… kişisel ve haddinden fazla yük taşıma zorunda kalması halinde gerekli dengenin kurulamayacağı…' açıktır.

Diğer bir anlatımla, kamu yararı ile mülkiyet hakkından kısmen veya tamamen yoksun bırakılan kişinin hakkı arasında makul, kabul edilebilir, hak ve adalet dengesini sağlayacak bir oranın kurulması asıldır.

Bu arada, üzerinde durulması gereken konulardan biri de; çekişme yaratılan tapu kaydına bağlanan ve böylece kişi adına mülkiyet hakkı oluşturulan kıyı kapsamındaki yere ait tapunun niteliğinin belirlenmesidir.

Devlet tarafından verilen, doğru esasa ve geçerli kayda dayalı tapu ile sağlanan mülkiyet hakkına değer verileceği kuşkusuzdur. Böyle bir yer kıyı kapsamında kalmakla, temel vasfı yani kamu malı olma niteliği değişmemekle birlikte, kişinin söz konusu tapuya dayalı hakkının yukarıda ifade edildiği gibi korunması gerekeceği muhakkaktır.

Aksi düşünce tarzının, devletin verdiği tapunun geçersizliğini ileri sürerek, hiçbir karşılık ödemeksizin iptalini istemesi, geçerli kayda dayalı mülkiyet hakkı ile bağdaşmayacağı gibi, devletin saygınlığını zedeler nitelikte bir tutum olacaktır.

Bu durumda, kıyılar kamunun yararlanacağı yerlerden olup buralarda yukarda belirtilen nitelikte tapu kaydı oluşturulmuş ise tapunun iptalinde, Anayasanın 43., Tapu Kanununun 33., Kadastro Kanununun 16.maddesi gözönüne alınarak, kamu yararının bulunduğunun kabulü gerekir. Ancak, kişinin mülkiyet hakkı sona erdirilirken karşılıklı hak dengesinin sağlanması için mülkiyet hakkı sahibine tazmini nitelikte bir bedelin ödeneceği de kuşkusuzdur. Tazminatın nedeni yasa dışı bir işlemden değil hak dengesinin sağlanmasından kaynaklandığından, taşınmazın tam değerini karşılaması da gerekli değildir. Bu düşünce, AİHM.’sinin bir kararında '…Ulusal hukuk ihlalin yol açtığı sonuçları tam olarak gidermeye imkan tanımıyorsa 41. madde AİHM.’ni uygun gördüğü adil bir tazminata hükmetmeye yetkili kılar…' şeklinde dile getirilmiştir.

Yukarıda belirtilen ilkeler doğrultusunda somut olay incelendiğinde, kamu yararı nedeni ile davalının tapusunun iptal edilerek taşınmazın kayıt dışı bırakılmasında hukuka aykırı bir durum bulunmayıp, davalının tapu kaydının iptalinden dolayı ancak tazminat talebinde bulunabileceğinden usul ve yasaya uygun bulunan yerel mahkeme kararının ONANMASINA"

30. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 6/7/2006 tarihli ve E.2006/5764, K.2006/7970 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Davacı, kayden davalılara ait bulunan 12 parsel sayılı taşınmazın davalılara intikalini sağlayan tescil ilamının yolsuz olduğunu, taşınmazın Türk Medeni Kanununun 588. maddesi uyarınca Hazineye geçmesi gerektiğini ileri sürerek tapu iptal tescil isteğinde bulunmuştur.

 ...

Dava, tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.

Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; 12 parsel sayılı taşınmazın öncesinde Müslim Dibir ve Anna Dibir'e ait iken davalıların 3402 Sayılı Yasanın 13/B-b-c maddesine dayalı olarak açtıkları dava sonucu Türk Medeni Kanununun 713. maddesi hükmü gereğince davalılar adına 1/2'şer paylarla tescil edildiği görülmektedir. Söz konusu davada Hazinenin taraf olmadığı da anlaşılmaktadır.

Davacı Hazine, söz konusu taşınmazın kaçak ve yitik kişilerden kaldığını ileri sürerek eldeki davayı açmıştır. İddianın subutu halinde kendisinin taraf olmadığı dava sonucunda kurulan hükmün davacı Hazineyi bağlamayacağı kuşkusuzdur. Böyle bir dava açmakta Hazinenin hukuki yararı bulunduğu da tartışmasızdır.

Hal böyle olunca, davada ileri sürülen hukuki sebep ve olgular yönünden gerekli araştırma ve incelemenin yapılması gerekirken dayanağı olmayan gerekçelerle davanın reddedilmiş olması doğru değildir. Davacının temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK'nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA"

31. Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 5/10/2017 tarihli ve E.2015/3488, K.2017/6104 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

Mahkemece dava konusu taşınmazın davalı tarafın dayandığı tapu ve vergi kayıtlarının kapsamı içinde kaldığı, zilyetlikle iktisap koşullarının da gerçekleştiği kabul edilerek Hazinenin davasının reddine karar verilmiş ise de varılan sonuç dosya kapsamına uygun düşmediği gibi yapılan araştırma, inceleme ve uygulama karar vermek için yeterli değildir. Davacı Hazine tespite esas alınan tapu kayıt miktar fazlasının Hazine adına tescilini talep etmiştir. Davalı tarafın tutunduğu tespite esas tapu kayıtlarının tesisi olan Şubat 299 Y. 45 sıra numaralı tapu kaydının yüzölçümü 80 dönüm olarak belirtilmesine rağmen gittileri olan K.evvel 302 tarih ve 62, Eylül 1930 tarih ve 10 sıra numaralı tapu kayıtlarının yüzölçümü 100 dönüme çıkartıldığı halde aradaki çelişkinin neden kaynaklandığı araştırılmamıştır. Bundan ayrı tespite esas Eylül 1930 tarih ve 10 sıra numaralı kayıtta 100 dönüm olan yüzölçümünün Hazinenin taraf olmadığı Ceyhan Asliye Hukuk Mahkemesinin 11.09.1953 tarih ve 1951/1150 Esas sayılı kararı ile kayıt maliklerinden Cevdet Benker’in hasımsız açtığı dönüm tezyidi ve tashihen tescil davası ile miktarı 284 dönüme çıkartılmış olup, davalı Hazine bu davada taraf olmadığından Hazineyi bağlamayacağı kuşkusuzdur..."

32. Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 10/2/2020 tarihli ve E.2013/29, K.2020/48 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

Mahkemece, davacı Hazinenin taraf olmadığı tescil ilamıyla oluşan tespite esas davalılara ait tapu kaydının davacı Hazine'yi bağlamayacağı ve dava konusu taşınmazın tesis tarihi davalılara ait olan ve tespite esas alınan tapu kaydından daha eski tarihli olan davacı Hazine'ye ait tapu kaydı kapsamında kaldığı hususları göz önüne alınarak davanın kabulü ile çekişmeli taşınmazın Hazine adına tapuya tesciline karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile reddine karar verilmiş olması isabetsiz olup, hükmün bu nedenlerle bozulmasına karar verilmesi gerekirken onanmasına karar verilmiş olduğu anlaşılmakla, davacı Hazine vekilinin yerinde görülen karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin, 11.06.2019 tarih ve 2019/1687-2019/4320 Esas, Karar sayılı onama kararının kaldırılmasına, hükmün açıklanan nedenlerle BOZULMASINA"

V. İNCELENME VE GEREKÇE

33. Mahkemenin 15/9/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

34. Başvurucu, satın aldığı tapulu taşınmazın kıyı kenar çizgisinde kalması nedeniyle tapu kaydının iptal edilmesine rağmen tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

35. Bakanlık görüşünde; 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine istinaden başvurucunun açmış olduğu ilk/asıl/kısmi tazminat davasıyla aynı hukuki sebebe dayanan ek davanın usulden reddedildiği, bu davada verilen karara karşı süresinde bireysel başvuruda bulunulmamış ise kısmi davada verilen karar sonrasında yapılan başvurunun süreyi canlandıramayacağı belirtilmiştir.

36. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında savunma ve hak ihlallerine ilişkin iddialarını tekrar etmiştir.

B. Değerlendirme

37. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

38. Anayasa'nın "Kıyıların korunması" kenar başlıklı 43. maddesi şöyledir:

"Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır.

Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir.

Kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanılış amaçlarına göre derinliği ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkân ve şartları kanunla düzenlenir."

39. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetlerinin özü, satın aldığı tapulu taşınmazının tapu kaydının iptal edilmesine rağmen tazminat ödenmemesi olduğundan şikâyetlerin bir bütün olarak mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

40. Mahkemece bireysel başvurunun bekletici mesele yapılmasının yargılama süresini uzatacağı gerekçesiyle bekletici mesele talebi kabul edilmemiştir. Başvurucu, kısmi davada verilen ret kararına karşı temyiz yoluna gittiğini ancak aleyhine karar verildiğinden ek davanın reddine dair karara karşı temyiz kanun yoluna gitmediğini ifade etmiştir.

41. Başvuru yollarının tüketilmesi gereğinden söz edilebilmesi için öncelikle hukuk sisteminde hakkının ihlal edildiğini iddia eden kişinin başvurabileceği idari veya yargısal bir hukuki yolun öngörülmüş olması; ayrıca bu yolun iddia edilen ihlalin sonuçlarını giderici, etkili ve başvurucu açısından makul bir çabayla ulaşılabilir nitelikte olması ve sadece kâğıt üzerinde kalmayıp fiilen de işlerliğe sahip bulunması gerekmektedir. Olmayan bir hukuki yolun tüketilmesi başvurucudan beklenemeyeceği gibi hukuken veya fiilen etkili bulunmayan, ihlalin sonuçlarını düzeltici bir vasıf taşımayan veya aşırı ve olağan olmayan birtakım şeklî koşulların öngörülmesi nedeniyle fiilen erişilebilir ve kullanılabilir olmaktan uzaklaşan başvuru yollarının tüketilmesi zorunluluğu bulunmamaktadır (Fatma Yıldırım, B. No: 2014/6577, 16/2/2017, § 39).

42. Somut olayda başvurucunun teorik olarak davanın reddine karşı temyiz kanun yoluna başvurma hakkına sahip olduğunda tereddüt bulunmamaktadır. Ancak daha önce açtığı kısmi davanın temyiz incelemesi sonucunda aleyhine karar verildiğinden ek davada da aleyhine karar verileceği açıktır. Buna göre somut olayın koşullarına göre temyiz kanun yoluna gitmenin başvurucu yönünden etkili bir sonuç doğurmayacağı değerlendirilmiştir.

43. Sonuç olarak açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

44. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).

45. Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak zorundadır (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26). Somut olayda başvurucu 12/6/1957 tarihli ve 52 sıra numaralı tapu kaydına dayanmıştır. Hazinenin taraf olmadığı çekişmesiz olarak sulh hukuk mahkemesinde açılan tashih davası neticesinde başvuru konusu taşınmazı da kapsayan yüz ölçümü 3.677 m² yazılı kök tapu kaydının gerçek yüz ölçümünün 390.050 m² olarak tesciline karar verilmiştir. İfraz işlemi sonrası söz konusu taşınmaz 22/5/1967 tarihinde H.D.nin vekili tarafından Ahmet Suha Mermerci'ye satılmıştır (bkz. §§ 10-11). Yerleşik Yargıtay içtihatlarında Hazinenin taraf olmadığı yargılama üzerine yapılan tescillerin yolsuz tescil olması nedeniyle lehine tescil yapılan kişi yönünden mülk oluşturmayacağı belirtilmiştir (bkz. §§ 30-32). Bununla birlikte tescil yolsuz olsa bile sicile güvenerek taşınmazı satın alan iyi niyetli üçüncü kişinin zararının karşılanması gerektiğini vurgulamak gerekir.

46. İBGK'nın 28/6/1944 tarihli ve 5742 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 15/3/1944 tarihli ve E.1944/13, K.1944/18 sayılı kararında, tapu sicillerinden devletin 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi kapsamında sorumlu olduğu kabul edilmiştir (bkz. § 27).

47. Başvuru konusu olayda anılan taşınmazların, tapu kaydında başvurucu adına kayıtlı olduğu anlaşılmaktadır. Başvurucunun taşınmazları satın aldığı tarihte bu taşınmazların kıyı kenar çizgisi içinde kaldığını bilebileceğine dair tapuda herhangi bir şerh veya açıklayıcı bir ibare bulunmamaktadır. Bu durumda başvurucunun bu taşınmazları tapu siciline güvenerek devraldığı ve tapu siciline iç hukukta bağlanan sonuçlar dikkate alındığında Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülkiyet hakkının mevcut olduğu kanaatine ulaşılmıştır.

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

48. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı, kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, onun semerelerinden yararlanma ve ondan tasarruf etme olanağı veren bir haktır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkün semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).

49. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenmekle aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).

50. Somut olayda uyuşmazlık konusu taşınmazlar tapuda başvurucu adına kayıtlı olduğu hâlde taşınmazlara ilişkin kadastro tespitinin kesinleşmemesi ve taşınmazların kıyı kenar çizgisinde kalması gerekçesiyle tapu kayıtları iptal edilerek tescil harici bırakılmıştır. Dolayısıyla başvurucunun tapu kayıtlarının iptal edilmesine rağmen karşılığının ödenmemesi sebebiyle başvurunun mülkten yoksun bırakmaya ilişkin ikinci kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

i. Kanunilik

51. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).

52. Somut olayda başvurucunun taşınmazları 4/4/1990 tarihli ve 3621 sayılı Kıyı Kanunu'nun hükümlerine göre yapılan belirleme neticesinde kıyı kenar çizgisinin kıyıda kalan kısmında bırakılmıştır. Dolayısıyla müdahalenin kanuni bir dayanağının olduğu kuşkusuzdur.

ii. Meşru Amaç

53. Kamu yararı, doğası gereği geniş bir kavramdır. Yasama ve yürütme organları toplumun ihtiyaçlarını dikkate alarak neyin kamu yararına olduğunu belirlemede geniş bir takdir yetkisine sahiptir. Kamu yararı konusunda bir uyuşmazlığın çıkması hâlinde ise örneğin kamulaştırma gibi hususlarda uzmanlaşmış ilk derece ve temyiz yargılaması yapan mahkemelerin uyuşmazlığı çözmek konusunda daha iyi konumda oldukları açıktır. Bu nedenle müdahalenin kamu yararına uygun olmadığını ispat yükümlülüğü bunu iddia edene aittir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 35).

54. Anayasa'nın 43. maddesine göre devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kıyılar, özel mülkiyete konu olamazlar. Doğasına uygun olarak genellik, eşitlik ve serbestlik ilkeleri gereği herkesin ortak kullanımına açık bulunmalıdır ve bunlardan yararlanma, ancak kıyının herkese açık olması ile mümkün olabilir (AYM, E.1990/23, K.1991/29, 18/9/1991). 3621 sayılı Kanun'un kıyıların ortak kullanımını düzenlemek, yararlanmaya ilişkin karar ve önlemleri almak amacıyla düzenlendiği belirtilmiştir. Kanun'un amacı çerçevesinde kıyı kenar çizgisindeki taşınmazların kamu hizmetine tahsis edilmesi, bu bağlamda somut olayda olduğu gibi kıyıdan herkesin istifade edebileceği değerlendirildiğinde müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacının bulunduğu kabul edilmiştir.

iii. Ölçülülük

 (1) Genel İlkeler

55. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).

56. Ölçülülük ilkesi elverişlilikgereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).

57. Ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken Anayasa Mahkemesi bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini, diğer taraftan müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını da gözönünde tutarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60).

58. Kamu makamlarının kıyıların ortak kullanımını düzenlemek, yararlanmaya ilişkin karar ve önlemleri almak takdir yetkisinin Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkını ve Anayasa’nın 13. maddesinde yer verilen güvence ölçütlerini gözetecek şekilde kullanılıp kullanılmadığının denetlenmesi zorunludur (AYM, E.2012/100, K.2013/84, 4/7/2013).

59. Mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kamu yararı amacına dönük olması yeterli olmayıp ayrıca ölçülü olması gerekir. Özel mülkiyette bulunan taşınmazların imar uygulamasında kamu hizmeti alanı olarak ayrılmasında kamusal yarar bulunmakla birlikte bu yolla malike aşırı ve orantısız bir külfet yüklenmemelidir (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011). Kıyı kenar çizgisi tespit işlemiyle amaçlanan kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında olması gereken adil denge, ancak taşınmazların bedelinin ödenmesiyle sağlanabilir.

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

60. Somut olayda taşınmaz, ilk defa kazandırıcı zamanaşımı ve zilyetliğe dayalı olarak açılan dava sonucunda hükmen 3.677 m² olarak tapuya tescil edilmiştir. Taşınmaz bu miktar itibarıyla tapuda H.D. adına kayıtlı iken Hazinenin taraf olmadığı hasımsız olarak açılan tashih davası neticesinde Ezine Sulh Hukuk Mahkemesinin 6/2/1953 tarihli ve E.1952/586, K.1953/55 sayılı kararıyla yüz ölçümü 390.050 m² ye çıkarılmış ve 17.000 m²'nin ifrazı neticesinde 373.050 m² olarak Haziran 1957 tarih 52 sırada tescil edilmiştir. Ardından başvuru konusu 373.050 m² tapulu taşınmaz başvurucu tarafından 22/5/1967 tarihinde satın alındıktan sonra 28/5/1971 tarihinde tekrar ifraz edilerek 108, 109, 110 ve 111 sıra No.lu tapu kayıtları oluşturulmuştur. 28/12/1984 tarihinde düzenlenen tapulama tutanaklarına göre de anılan taşınmazlar 705, 706, 707, 708 parsel olarak tespit edilmiştir. Ancak Tapulama Tutanaklarında, taşınmazların Çamoba köy tüzel kişiliği ile başvurucu Ahmet Suha Mermerci arasında Çanakkale Asliye Hukuk Mahkemesinin 1983/398 esas sayılı dosyasında dava konusu edildiği belirtilerek malik hanesi açık bırakıldığı anlaşılmaktadır (bkz. §§ 10-12).

61. Ezine Kadastro Mahkemesinde açılan tespite itiraz davasında, anılan taşınmazların kıyı kenar çizgisinde kaldığı gerekçesiyle tescil harici bırakılmasına karar verildiği ve kararın 13/5/2002 tarihinde kesinleştiği anlaşılmaktadır. Bunun üzerine başvurucu, iptal edilen tapu kayıtlarının bedellerinin ödenmesi talebiyle 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine istinaden tazminat davası açmıştır. Mahkemece davanın reddine karar verilmiştir. Mahkemenin karar gerekçesinde, başvuru konusu taşınmazlara ilişkin kadastro tespitinin kesinleşmemesi nedeniyle tapu kaydının oluşmadığı belirtilerek 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine göre tapu sicilinin tutulmamasından kaynaklanan bir zararın oluştuğunun söylenemeyeceği ifade edilmiştir. Öte yandan başvuru konusu taşınmazların kıyı kenar çizgisinde kalan deniz kumluğu olduğu belirtilmiştir (bkz. §§ 13-17).

62. Başvurucunun taşınmazlarının kıyı kenarında olduğu gerekçesiyle tapu kayıtlarının iptal edilerek tescil harici bırakılması şeklinde gerçekleşen kıyıların korunması amacı bakımından müdahalenin elverişli ve gerekli olmadığı ifade edilemez.

63. Somut olaydaki müdahalenin ölçülülüğünün değerlendirilmesi bakımından asıl önem taşıyan ölçüt orantılılıktır. Öngörülen tedbirin maliki olağan dışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin orantılı ve dolayısıyla ölçülü olduğundan söz edilemez. Bu itibarla uygulanan tedbirle başvurucuya aşırı ve orantısız bir yük yüklenip yüklenmediğinin tespiti gerekmektedir.

64. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kıyı kenar çizgisi tespitiyle ilgili verdiği kararlarda, kıyı kenar çizgisi tespitinden önce özel mülk hâline gelmiş taşınmazların değeriyle orantılı tazminat ödenmeksizin tapusunun iptali nedeniyle mülkiyet hakkının ihlaline karar vermiştir. Yargıtay da 2007 yılından itibaren verdiği kararlarda, kıyıda kaldığı gerekçesiyle tapuları iptal edilen taşınmaz maliklerine tazminat verilmesine hükmetmiştir (bkz. §§ 28, 29).

65. Tespite itiraz davasında yapılan yargılama sonucunda uyuşmazlık konusu taşınmazların kıyı kenar olduğu tespit edilmiştir. Ancak söz konusu taşınmazların kamu makamları tarafından oluşturulan tapu kayıtlarına göre özel mülke konu edildiği ortadadır. Öte yandan başvurucunun satın aldığı tarihte bu taşınmazların kıyı kenar çizgisi içinde kaldığına ilişkin olarak tapu kaydında herhangi bir şerhin veya belirtinin bulunduğu kamu makamlarınca gösterilememiştir.

66. Dolayısıyla tapu kayıtlarının oluşturulması ve tutulması kamu makamlarının gözetiminde olduğuna göre kıyı kenar çizgisi içinde kalmasına rağmen hatalı olarak bu kayıtların oluşturulması hâlinde de yine devletin sorumlu olması tabiidir.

67. Hâlbuki kıyıların korunması bağlamında müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacı bulunmakta ise de devletin verdiği tapuya dayanarak mülkiyet hakkı sahibi olan başvurucunun da menfaatlerinin gözetilmesi ve bu çerçevede idarenin hatalı işleminin bütün sonuçlarının başvurucuya yüklenmemesi gerekmektedir. Bu bağlamda tapuların iptal edilmesi karşılığında tazminat ödenmesinin başvurucuya yüklenen külfeti hafifletecek ve kamu yararı ile bireysel menfaatlerin dengelenmesini sağlayacak önemli bir araç olduğu söylenebilir. Öte yandan somut olayda başvurucuya tazminat ödenmemesini makul gösterebilecek başvurucunun iyi niyetli olmadığı gibi istisnai bir durumun varlığı da söz konusu değildir.

68. Yukarıda da değinildiği üzere Türk hukukunda tapu sicilinin hatalı tutulmasından kaynaklanan zararların devlet tarafından tazmin edilmesini öngören düzenleme, 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde yer almıştır. Anılan maddede; tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin sorumlu olduğu, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere devletin rücu edebileceği hüküm altına alınmıştır (Nazmiye Akman, B. No: 2013/1012, 16/4/2013, § 22; Ahmet Hilmi Serter, B. No: 2014/10954, 17/11/2016, § 39; Hatice Avcı ve diğerleri, B. No: 2014/9788, 22/9/2016, § 72). Ayrıca Yargıtay, kadastro hataları dâhil olmak üzere tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki hatalardan da 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi uyarınca devletin sorumlu olduğunu içtihat etmiştir (bkz. §§ 27, 29). Dolayısıyla başvurucunun 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine istinaden Hazine aleyhine açtığı tazminat davasını, taşınmazlara ilişkin kadastro tespitinin kesinleşmemesi nedeniyle tapu kaydının oluşmadığı ve taşınmazların kıyı kenarında olması dolayısıyla tazminat verilemeyeceği gerekçesiyle reddeden derece mahkemelerinin yaklaşımlarının benzer nitelikteki Yargıtay içtihadı ile de çeliştiği anlaşılmaktadır.

69. Bu durumda başvurucu tarafından satın alınan tapulu taşınmazların tapu kayıtlarının iptal edilmesi kıyıların korunması bağlamında kamu yararına dayalı meşru bir amacı içerse de başvurucunun iyi niyetli olduğunun derece mahkemelerince tespiti hâlinde mülkten yoksun bırakılan başvurucuya taşınmazın satın alındığı tarihteki bedelinin güncellenmiş değerinin ödenmemesi, idarenin hatasından doğan zarara bütünüyle başvurucunun katlanması sonucunu doğurmuştur. Sonuç olarak müdahaleyle başvurucuya aşırı bir külfet yüklenmiş olup başvurucunun mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasındaki adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu anlaşıldığından mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu kanaatine varılmıştır.

70. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

71. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

72. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesi ve yeniden yargılamaya hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.

73. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

74. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

75. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).

76. İncelenen başvuruda, başvurucunun tapu kayıtlarının iptal edilmesine rağmen tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

77. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ezine Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

78. Öte yandan çok geniş bir alanı kapsayan taşınmaza ait tapu kaydının herhangi bir bedel ödenmeden iptal edilmesi nedeniyle başvurucu aleyhine bir zarar meydana geldiği tartışmasızıdır. Ancak yeniden yapılacak yargılamada tapu kaydının oluşumuna ilişkin yukarıda ayrıntısı ile açıklanan süreç ve derece mahkemelerinin taşınmazın bir kısmının eylemli olarak deniz kumluğu niteliğinde olduğuna dair belirlemeleri dikkate alınmalıdır. Buna göre idarenin hatasından kaynaklanan zarara bütünüyle başvurucunun katlanması kabul edilemez ise de başvurucu lehine karar verilmesi gereken tazminat başvurucunun uğramış olduğu zarar miktarı kadar olmalıdır. Somut olayda bu miktar, taşınmazın satın alındığı dönemde ödenen bedelin enflasyon karşısında uğramış olduğu değer kaybını da karşılayacak bir miktardan ibaret olmalıdır.

79. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 522,2 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.522,20 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ezine Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2012/82, K.2017/256 ve E.2013/82, K.2013/183) GÖNDERİLMESİNE,

D. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 522,20 TL harç ve 3.000 TL tutarındaki vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.522,20 TL yargılama giderinin başvurucuya (Ahmet Suha Mermerci mirasçıları olan başvurucular) ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 15/9/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

SABAHAT GÜNİNDİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/15204)

 

Karar Tarihi: 9/6/2021

R.G. Tarih ve Sayı: 28/7/2021-31551

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucu

:

Sabahat GÜNİNDİ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, orman sınırları içinde kaldığı tespit edilen tapulu taşınmaz için tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 16/5/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu 1937 doğumlu olup İstanbul'da ikamet etmektedir.

9. İstanbul ili Sarıyer ilçesi Bahçeköy beldesinde kâin ve 1.838 m² büyüklüğündeki taşınmaz 13/4/1945 tarihli tapuya istinaden 12 cilt 66 sayfa 120 sıra numarasıyla tapu siciline kayıtlıdır. Taşınmaz, tapuda "bayır tarla" olarak M.A. ismine tescillidir. Taşınmazın sınırları ise "Yusuf Memşo bayır ve yol" şeklinde tarif edilmiştir. Anılan taşınmaz 1924 yılında Yunanistan'dan göç eden M.A.ya 16/4/1934 tarihli ve 2510 sayılı İskân Kanunu uyarınca verilmiştir. Başvurucu, M.A.nın 1966 yılında vefat eden oğlu H.nin kızıdır.

10. 1938 yılında yapılan orman kadastrosuna göre taşınmaz Şeytandere devlet ormanlarının sınırları içinde kalmaktadır. 1940, 1979 ve 1989 yıllarında yapılan orman kadastrolarında da taşınmazın orman vasfında olduğu kabul edilmiş ve niteliğiyle ilgili olarak bir değişiklik yapılmamıştır. 1959 yılında yapılan arazi kadastrosu sırasında taşınmaz, orman vasfı nedeniyle tespit harici bırakılmış ve taşınmazın tapu kaydı revizyon görmemiştir.

11. Başvurucu 28/12/2009 tarihinde Sarıyer 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde Hazineye karşı dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 1.000 TL tazminat talebinde bulunmuştur. Başvurucu 1959 tarihli arazi kadastrosuyla taşınmazın orman olduğu gerekçesiyle revizyon görmemesiyle birlikte mülkünden yoksun kaldığını belirtmiş ve mülkiyet hakkına yönelik bu sınırlandırma nedeniyle devletin 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1007. maddesi uyarınca tazminat ödeme yükümlülüğünün doğduğunu ifade etmiştir.

12. Sarıyer 2. Asliye Hukuk Mahkemesi 7/6/2011 tarihinde davayı husumet yönünden reddetmiştir. Sarıyer 2. Asliye Hukuk Mahkemesi başvurucunun Hazine aleyhine doğrudan tazminat davası açamayacağını, öncelikle tapu iptali ve tescil davası açıp söz konusu davanın reddedilmesinden sonra tazminat davası açabileceğini belirtmiştir. Anılan karar Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 20/3/2011 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma kararında, tapu sicilinin yanlış tutulması nedeniyle doğan zararlarda 4721 sayılı Kanun uyarınca Hazine aleyhine tazminat davası açılabileceği ifade edilmiştir.

13. Bozma kararından sonra davaya bakan İstanbul 20. Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 15/11/2012 tarihinde taşınmaz mahallinde keşif yapmış ve üç mahallî bilirkişi dinlemiştir. Mahallî bilirkişilerden biri taşınmazın 1924 yılında Yunanistan'dan göç eden M. İşkodra'ya (Sonradan A. soyadını almıştır.) verildiğini, şahsın burada sebze ektiğini, M.nin ölümünden önce taşınmazın orman idaresi tarafından ondan alındığını ve bir daha M.nin taşınmaza girmesine izin verilmediğini, mirasçıların burayı kullanmadığını beyan etmiştir. Diğer iki mahallî bilirkişi, M.nin oğlu H.nin bu taşınmazı 1970 yılına kadar kullandığını ancak bundan sonra orman idaresinin kimsenin burayı kullanmasına müsaade etmediğini beyan etmiştir.

14. Keşif sonrası teknik bilirkişi heyetince hazırlanan 4/2/2013 tarihli raporda, taşınmazın dava tarihi itibarıyla rayiç değeri 2.205.600 TL olarak tespit edilmiştir. Bilirkişi raporunda taşınmazın kamulaştırma bedelinin belirlendiği ifade edilmiştir. Kadastro teknisyeni tarafından düzenlenen 7/1/2013 tarihli raporda ise 13/4/1945 tarihli tapunun dava konusu yere aynen uyduğu saptamasında bulunulmuştur.

15. Davacı, bilirkişi raporundan sonra tazminat talebini ıslah etmiştir.

16. Mahkeme 12/9/2013 tarihli kararla davayı kabul etmiş ve bilirkişi raporunda belirtilen 2.205.600 TL'nin davalı idareden alınarak davacıya ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme, başvurucunun murislerinin taşınmazı 1970 yılına kadar kullandığını ve orman idaresinin bu tarihten sonra taşınmazın orman olduğunu iddia ederek başvurucunun murislerinin taşınmazı kullanmalarına müsaade etmediğini kabul etmiştir. Mahkeme, devletin taşınmazın tapu sicilinin hatalı olmasından 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi uyarınca sorumlu olduğunu belirtmiştir. Gerekçede, başvurucunun murisine iskân yoluyla verilen taşınmazın kullanımına devlet tarafından son verildiğine işaret edilerek kamulaştırmaya esas bedelinin başvurucuya ödenmesi gerektiği ifade edilmiştir.

17. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin (Yargıtay) 25/12/2014 tarihli kararıyla mahkeme kararı bozulmuştur. Yargıtay kararında iki gerekçeye dayanılmıştır. Yargıtay ilk olarak 1938 yılında yapılan orman kadastrosunda taşınmazın orman olarak tespit edildiğini ve daha sonra 1940, 1979 ve 1989 yıllarında yapılan orman kadastrolarında da taşınmazın niteliğinde herhangi bir değişiklik yapılmadığını belirtmiştir. 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 45. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan "Orman sınırları içinde kalan ..." ibaresinin iptal edildiğine işaret eden Yargıtay, başvurucunun murisine verilen iskân kaydının kadastro tapusuna dönüşmesinin mümkün olmadığını ifade etmiştir. Yargıtay ikinci olarak aksinin kabul edilmesi hâlinde bile taşınmazın 1940 yılındaki orman kadastrosunda orman hâline dönüştürülmesi sebebiyle başvurucunun 5/1/1961 tarihli ve 221 sayılı Amme Hükmi Şahısları veya Müesseseleri Tarafından Fiilen Amme Hizmetlerine Tahsis Edilmiş Gayrimenkuller Hakkında Kanun'un 1., 2. ve 3. maddeleri uyarınca tazminat talep etme imkânının bulunmadığını vurgulamıştır.

18. Başvurucu, Mahkemeye sunduğu 13/7/2015 tarihli dilekçe ile bozma kararına uyulmamasını ve ilk kararda ısrar edilmesini talep etmiştir. Başvurucu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) bazı kararlarına atıfta bulunarak tazminat ödenmeksizin mülkiyete son verilmesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğini savunmuştur. Mahkeme 14/7/2015 tarihli kararıyla bozma kararındaki gerekçelerle davayı reddetmiştir.

19. Temyiz istemini inceleyen Yargıtay 20. Hukuk Dairesi 19/9/2017 tarihinde mahkeme kararını onamıştır. Yargıtay, başvuru konusu taşınmazın 1940 yılındaki orman kadastrosunda orman sınırları içinde kaldığını ve ayrıca 1959 yılındaki arazi kadastrosunda da orman olduğu gerekçesiyle tespit dışı bırakıldığını vurgulamış ve devletin bu tapudan dolayı tazminat ödeme sorumluluğunun bulunmadığını belirtmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi ise aynı Dairenin 29/3/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 16/4/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

20. Başvurucu 16/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Mevzuat Hükümleri

21. 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenîsi'nin 633. maddesi şöyledir:

"Gayrimenkul mülkiyetini iktisap için tapu siciline kayıt, şarttır. Bununla beraber işgal, miras, istimlak, cebri icra tarikleriyle veya mahkeme ilamı ile bir gayrimenkulü iktisabeden kimse tescilden evvel dahi ona malik olur. Fakat tescil merasimi ikmal edilmedikçe temliki tasarrufta bulunamaz."

22. 4721 sayılı Kanun’un 705. maddesi şöyledir:

"Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur.

Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır."

23. 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi şöyledir:

"Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.

Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.

Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür. "

24. 3/12/2001 tarihli ve 4722 sayılı Türk Medenî Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 18. maddesi şöyledir:

"Eski hukuka göre kurulmuş olup da, Türk Kanunu Medenîsinin yürürlükte bulunduğu zamanda varlıklarını korumuş olan aynî haklar, Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten sonra da varlıklarını sürdürürler. Bu haklardan Türk Medenî Kanunu uyarınca kurulması mümkün olmayanlar, tapu kütüğünün beyanlar sütununa yazılır."

25. 3402 sayılı Kanun'un mülga 45. maddesinin üçüncü fıkrasının ilk hâli şöyledir:

"Orman sınırları içerisinde kalan veya orman dışına çıkarılan alanlarda tapulu yerlerle iskân suretiyle veya toprak tevzii yoluyla verilen yerler (işlemleri tamamlanmamış olsa dahi) başka bir şart aranmadan hak sahipleri adına tespit ve tescil edilir."

26. 3402 sayılı Kanun'un mülga 45. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan "Orman sınırları içerisinde kalan ..." ibaresi Anayasa Mahkemesinin 13/6/1989 tarihli ve E.1989/7, K.1989/25 sayılı kararıyla iptal edilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"1- Anayasa'nın 44. Maddesi Yönünden inceleme:

Topraksız ya da yeterli toprağı bulunmayan, çiftçilikle uğraşan köylüye toprak sağlanması amacıyla gerekli önlemlerin alınacağını öngören Anayasa'nın 44. maddesi, bu görevin yerine getirilmesinin, üretimin düşürülmesi, ormanların küçülmesi, diğer toprak ve yeraltı servetlerinin azalması sonucunu doğurmayacağım da belirtmektedir, itiraz konusu ibare orman olan yerin dağıtılması durumunda da, bu işlemin ortadan kaldırılarak dağıtılan yerin yeniden orman sınırları içerisine alınmasını önlemektedir. Bu yönüyle, dolaylı da olsa, ormanların küçülmesine neden olan ibare Anayasa'ya aykırı düşmektedir.

Kaldıki, Anayasa'nın 44. maddesi devleti, toprağın erozyonla kaybedilmesini önlemek amacıyla gerekli önlemleri almakla görevlendirmiştir. Daha önce orman olan yerlerin erozyonla yitirilmesi büyük olasılık taşımaktadır. Devletin, kendi malı olmayan taşınmazlar içinde önlem alabileceği düşünülebilirse de, malikinin izni olmadan gerçek kişilerin (ve özel hukuk tüzelkişilerin) taşınmazları için önlemler uygulaması güçlükler yaratabilir, itiraz konusu ibare bu nedenle de Anayasa'nın 44, maddesine aykırıdır.

2- Anayasa'nın 169. Maddesi Yönünden inceleme:

Toprak dağıtımına konu olan yerler, 4753 sayılı Yasa'yla bu Yasa'dan önceki, aynı amaca yönelik talimatnameler uyarınca kişilere verilmişlerdir. 3402 sayılı Yasa'nın incelenmekte olan ibaresi bu tür yerleri, orman olduklarına bakılmaksızın, dağıtıldığı kişilere vermekte, onlar adına tespit ve tescili öngörmektedir.

Anayasa'nın 169. maddesinin ikinci fıkrasının ilk tümcesi, 'Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz' açıklığıyla, orman sayılan bir yerin özel mülkiyete geçirilmesini kesin olarak yasaklamaktadır. Anayasa Mahkemesi'nin 20.8.1988 günlü, 19905 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 1.6.1988 günlü, Esas 1987/31, Karar 1988/13 sayılı kararında da belirtildiği üzere orman olan yerlerin dağıtımı geçersizdir, işlemleri tamamlanmış olsa bile Anayasa'nın 169. maddesi karşısında özel mülkiyet konusu yapılması olanaksızdır.

itiraz konusu ibare, ayrıca, Anayasa'nın 169. maddesinin dördüncü fıkrasına karşın orman sınırlarında daraltmaya neden olduğu için de Anayasa'ya aykırıdır. Sözü edilen fıkradaki koşullan taşımayan yerlerin, toprak dağıtımı yoluyla, kişilere bırakılması açıkça orman sınırlarının daraltılması sonucunu doğurmaktadır.

Bu nedenlerle, 'Orman sınırları içerisinde kalan...' ibaresi iptal edilmelidir."

27. 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 1. maddesi şöyledir:

"Tabii olarak yetişen veya emekle yetiştirilen ağaç ve ağaççık toplulukları yerleriyle birlikte orman sayılır."

28. 6831 sayılı Kanun'un 2. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Bu yerler dışında orman sınırlarında hiçbir suretle daraltma yapılamaz. "

2. Yargıtay İçtihadı

29. 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesiyle tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin sorumlu olduğu, devletin zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu edebileceği hüküm altına alınmıştır. Öncesinde Yargıtay, bu maddenin sadece tapu sicilinde yapılan hataları kapsadığı ancak tapu sicili oluşturulurken yani kadastro çalışmalarından kaynaklanan hataların bu madde kapsamında değerlendirilemeyeceği yönünde kararlar vermiştir. Bununla birlikte AİHM tarafından verilen çok sayıda ihlal kararından sonra Yargıtay, içtihat değişikliğine giderek kadastro sırasında yapılan hataların da 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi kapsamında devletin sorumluluğu altında olduğuna ve tazminat ödenmesi gerektiğine dair kararlar vermiştir.

30. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ilk defa 18/11/2009 tarihli ve E.2009/4-383, K.2009/517 sayılı ilamıyla içtihat değişikliğine gitmiştir. Bu kararın ilgili kısmı şöyledir:

"Tapu işlemleri kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan bu kayıtlarda yapılan hatalardan 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine göre devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir. Burada devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Kusursuz sorumluluk tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescili sonucu değişmesi ya da yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür."

31. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16/6/2010 tarihli ve E.2010/4-349, K.2010/318 sayılı kararı da benzer yöndedir. Yargıtaya göre kadastrodan kaynaklanan hatalar nedeniyle zarar görenler, 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi gereğince zararlarının tazmini için 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Borçlar Kanunu'nun 146. maddesi gereğince on yıllık zamanaşımı süresi dolmadan Hazine aleyhine adli yargıda dava açabilirler (Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 18/12/2012 tarihli ve E.2012/7876, K.2012/14598 sayılı kararı).

B. Uluslararası Hukuk

32. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

33. AİHM, mülkün gerçek değerine göre makul kabul edilebilecek bir miktarda tazminat ödemeden mülkiyetten yoksun bırakmanın Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesi kapsamında aşırı bir yük oluşturduğunu ve hiç tazminat ödenmeden mahrum bırakmanın ancak istisnai durumlarla haklı bulunabileceğini belirtmektedir (Nastou/Yunanistan (No. 2), B. No: 16163/02, 15/7/2005, § 33; Jahn ve diğerleri/Almanya [BD], B. No: 46720/99, 72203/01, 72552/01, 30/6/2005, § 116).

34. Turgut ve diğerleri/Türkiye (B. No: 1411/03, 8/7/2008) kararına konu olayda, 1911 yılında tapuya tescil edilen taşınmazın tapu kaydında orman olması dolayısıyla özel mülkiyete konu olamayacağı gerekçesiyle yargı kararıyla iptal edilmiştir. AİHM, başvurucuların miras bırakanının 1911 yılında bu taşınmazı edindiğine ve başvurucuların tapu kayıtlarının Hazine yararına iptal edildiği tarihe kadar söz konusu taşınmazın iç hukuktaki tüm sonuçlarıyla birlikte meşru olduğuna işaret etmiştir. AİHM sonuç olarak tazminat ödenmeksizin tapu kaydının iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlaline karar vermiştir (Turgut ve diğerleri/Türkiye, §§ 86-93). Devecioğlu/Türkiye (B. No: 17203/03, 13/11/2008) kararında da AİHM, tapu siciline güven ilkesi çerçevesinde satın alınan bir taşınmazın tapu kaydının tazminat ödenmeksizin iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Devecioğlu/Türkiye, §§ 31-41).

35. Avyidi/Türkiye (B. No: 22479/05, 16/7/2019) kararına konu olayda ihtilaf konusu taşınmazın başvurucuya ait olduğunu gösteren 1954 tarihli bir tapu bulunmaktadır. 1998 yılında yapılan kadastro çalışmalarında bu tapunun kapsadığı yer Hazine adına tespit ve tescil edilmiştir (Avyidi/Türkiye, §§ 6-31). AİHM öncelikle mülkün bulunup bulunmadığını tartışmıştır. Hükûmetin tapunun geçerliliğine itiraz etmediğinin altını çizen AİHM, olaydaki tartışmanın söz konusu tapunun dava konusu taşınmazların tamamını kapsayıp kapsamadığına yönelik olduğuna işaret etmiştir. AİHM ulusal mahkemelerin mülkün bütün sınırlarının ihtilaf konusu taşınmazlara karşılık geldiğinin kesin olarak tespit edilemediği yönünde ulaştığı sonucun keyfî olmadığını vurgulamış ancak ulusal mahkemelerin yine de tapuda belirtilen mülkün sınırlarından ikisinin söz konusu mülke karşılık geldiğini kabul ettiklerini kaydetmiştir. AİHM'e göre mevcut başvuru, tapunun talep edilen mülkle ilgili olmadığı, tapuda belirtilen sınırlardan hiçbirinin mülkün sınırlarına karşılık gelmediği Dönmez ve diğerleri/Türkiye ((k.k.), B. No: 19258/07, 30/1/2018) başvurusundan farklıdır. Başvurucunun mülkünün sınırlarından ikisinin ihtilaf konusu taşınmaza karşılık geldiğinin tespit edilmesi nedeniyle tapu kaydının davaya konu parsellerin bir kısmını kapsadığı açıktır. Ulusal mahkemelerin yaptığı bu olgusal tespitler dikkate alındığında bir başka sonuca varmak açıkça mantıksız olacaktır. Bu nedenle Sözleşme’ye ek1 No.lu Protokol’ün 1. maddesi somut olayda uygulanabilir niteliktedir (Avyidi/Türkiye, §§ 87-100). AİHM esasta ise başvurucunun mülkiyetine tazminatsız bir şekilde son verilmesinin Sözleşme’ye ek1 No.lu Protokol’ün 1. maddesinin gerektirdiği adil dengenin başvurucunun aleyhine bozulduğunu belirtmiş ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Avyidi/Türkiye, §§ 104-112).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

36. Anayasa Mahkemesinin 9/6/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

37. Başvurucu, murisinin taşınmazının orman olduğu gerekçesiyle 13/4/1945 tarihli tapusunun tazminat ödenmeksizin iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu 1959 yılında yapılan arazi kadastrosunda taşınmazının revizyon görmediğini belirtmiş, buna rağmen tapunun terkin edildiğini ifade etmiştir. Mahkemenin 13/4/1945 tarihli tapuyu görmezden geldiğini ve sadece iskân tapusu üzerinden hüküm kurduğunu vurgulamıştır.

B. Değerlendirme

38. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

39. Başvurunun niteliği dikkate alındığında öncelikle zaman bakımından yetki meselesinin tartışılması gerekmektedir.

40. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasında herkesin Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden Sözleşme ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabileceği hükmüne yer verilmiştir. Anayasa'nın geçici 18. maddesinde uygulama kanununun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bireysel başvuruların kabul edileceği, 6216 sayılı Kanun'un 76. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise Kanun'un 45. ila 51. maddelerinin 23/9/2012 tarihinde yürürlüğe gireceği belirtilmiştir.

41. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisini doğru olarak belirleyebilmek için kesinleşen nihai işlem ve kararın tarihinin yanı sıra gerçekleştiği iddia olunan müdahalenin zamanını da doğru tespit etmek gerekir. Bu tespit yapılırken müdahaleyi oluşturan olaylar ve ihlal edildiği iddia olunan hakkın kapsamı birlikte değerlendirilmelidir (Zeycan Yedigöl [GK], B. No: 2013/1566, 10/12/2015, § 31).

42. Anayasa Mahkemesi ayrıca mülkiyetten yoksun bırakma şeklindeki müdahalelerin kural olarak anlık eylemler olup sürekli bir müdahale oluşturmadığını belirtmiştir (Agavni Mari Hazaryan ve diğerleri, B. No: 2014/4715, 15/6/2016, § 114). Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi, zaman bakımından yetki içinde sonuçlanmış olmak kaydıyla kamu makamlarınca müdahalenin incelenerek esası hakkında bir karar verilmesi veya müdahaleyle ilgili tanınan tazminat ve benzeri bir yolun mevcut olması durumlarını da dikkate alarak değerlendirme yapacaktır (Varvara Arnavut, B. No: 2014/7538, 13/9/2017, § 48; Agavni Mari Hazaryan ve diğerleri, §§ 111-120).

43. Somut olayda ilk olarak başvurucunun tapu kaydının hiçbir zaman iptal edilmemiş olduğu dikkate alınmalıdır. Nitekim Mahkeme -bozulan- 12/9/2013 tarihli kararında başvurucunun murislerinin taşınmazı kullanmalarının 1970 yılından sonra fiilen engellendiği gerekçesiyle tazminata hükmetmiştir. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi ve AİHM tarafından etkili bir hukuk yolu olarak görülen 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine göre tazminat davası açmıştır. Bu dava Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihten sonra kesinleşmiştir. Dolayısıyla mevcut başvuru Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin kapsamında kalmaktadır.

44. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

45. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).

46. Mülkiyet hakkı, özel hukukta veya idari yargıda kabul edilen mülkiyet hakkı kavramlarından farklı bir anlam ve kapsama sahip olup bu alanlarda kabul edilen mülkiyet hakkı, yasal düzenlemeler ile yargı içtihatlarından bağımsız olarak özerk bir yorum ile ele alınmalıdır (Hüseyin Remzi Polge, B. No: 2013/2166, 25/6/2015, § 31). Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).

47. Somut olayda başvurucu, bireysel başvuruya konu taşınmazla ilgili olarak düzenlenen 13/4/1945 tarihli tapunun maliki olan M.A.nın torunudur ve babası H.nin ölümüyle söz konusu tapuya varis olmuştur. Yargıtay ihtilaf konusu taşınmazın 1938, 1940, 1979 ve 1989 yıllarında yapılan orman kadastrolarında orman olarak tespit edilmesi ve 1959 tarihli arazi kadastrosunda da orman olduğu gerekçesiyle tespit dışı bırakılması nedenleriyle tapuya dönüştürülmesinin mümkün olmadığını belirtmiştir.

48. Başvurucunun murisi adına düzenlenen 13/4/1945 tarihli tapunun iptal edildiğine dair herhangi bir bilgi ve belgenin başvuru dosyasında bulunmadığının altı çizilmelidir. Tapunun iptal edildiğiyle ilgili olarak derece mahkemelerince de bir tespit yapılmamıştır. İlk derece mahkemesinin başvurucu lehine olan 12/9/2013 tarihli kararında bile tapunun iptal edildiğine dair bir tespit yapılmamıştır. Mahkeme başvurucunun murislerinin taşınmazı kullanmalarının 1970 yılından sonra fiilen engellendiği gerekçesiyle tazminata hükmetmiştir. Yargıtay da kararı bozarken tapunun iptal edildiği gerekçesine değil orman vasfını haiz olan bir alanın tapuya bağlanamayacağı gerekçesine dayanmıştır. Her ne kadar Yargıtay olaydaki tapunun iskân tapusu olduğunu ve söz konusu taşınmazın kadastro tapusuna bağlanamayacağını belirtmişse de mülk teşkil etme bakımından ikisi arasında ne tür bir farklılık bulunduğunu izah etmemiştir. Başvurucunun murisine verilen tapunun 743 sayılı mülga Kanun ile 4721 sayılı Kanun bakımından farklı bir statüde olduğu iddia edilmediğine göre başvurucunun dayandığı tapunun medeni hukuk anlamında mülkiyet hakkı bahşeden bir tapu olduğundan kuşkulanılmasını gerektirecek bir neden tespit edilememiştir.

49. 743 sayılı mülga Kanun'un 633. maddesi ile 4721 sayılı Kanun'un 705. maddesi uyarınca taşınmaz mülkiyeti tescille kazanılmaktadır. İdarenin taşınmazın tapu kaydının iptal edilmesi için herhangi bir girişimde bulunduğuna dair bir bilgi dosyada bulunmamaktadır. Orman niteliğinde olması sebebiyle özel mülkiyete konu olması mümkün olmayan bir arazi parçası için tapu verilmesi hâlinde -bu tapu iptal edilmedikçe- tapu sahibinin Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülkiyet hakkının devam ettiğinin kabul edilmesi gerekir.

50. Öte yandan başvurucunun Mahkemeye sunduğu tapunun ihtilaf konusu taşınmaza uyduğu Mahkemece yapılan keşif sırasında tespit edilmiştir. Şu hâlde başvurucunun tapusu iptal edilmediğine ve bu tapunun ihtilaf konusu taşınmaza uyduğu da tespit edildiğine göre Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülk teşkil eden ekonomik bir menfaatinin bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır.

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

51. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve ondan tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkün semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).

52. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).

53. Başvuru konusu taşınmaz orman olarak tespit edilmiş ve malikin burayı kullanması fiilen engellenmiştir. Dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan bir müdahalenin mevcut olduğu kuşkusuzdur. Diğer taraftan her ne kadar başvurucunun tapusu varlığını sürdürse de taşınmazın orman olarak tespit edilmiş olması ve fiilî kullanımının da engellenmiş olması karşısında müdahalenin mülkten yoksun bırakmaya ilişkin kural çerçevesinde incelenmesi uygun görülmüştür.

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

54. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

55. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

i. Kanunilik

56. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt hukuka dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin hukuka dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44).

57. Temel bir değer olarak çevrenin korunması ve herkesin çevreden eşit şekilde yararlanma hakkının bir uzantısı olarak Anayasa'nın 169. maddesinde, ormanların devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu belirtilerek bu alanlarda özel mülkiyet yasaklanmıştır. Bu nedenle belli bir sürenin geçmesiyle söz konusu alanlarda özel mülkiyet edinilmesi olanaklı değildir (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011). Bu bağlamda 6831 sayılı Kanun'un 1. maddesinde de tabii olarak yetişen veya emekle yetiştirilen ağaç ve ağaççık topluluklarının yerleriyle birlikte orman sayılacağı hüküm altına alınmış, aynı Kanun'un 2. maddesinin üçüncü fıkrasında bu yerler dışında orman sınırlarında hiçbir suretle daraltma yapılamayacağı düzenlenmiştir (bkz. §§ 27, 28). Anılan Kanun hükümlerinin ulaşılabilir, öngörülebilir ve belirli olduğunda kuşku bulunmadığından başvuruya konu müdahalenin kanuna dayalı olduğu sonucuna varılmıştır (Cemile Gökhan ve diğerleri, B. No: 2015/1203, 23/5/2018, § 70).

ii. Meşru Amaç

58. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması imkânı vermekle, bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, § 53).

59. Anayasa'nın 169. maddesinde, ormanların ülke yönünden taşıdığı büyük önem gözetilerek korunması ve geliştirilmesi konusunda ayrıntılı düzenlemelere yer verilmiştir. Bu özel ve ayrıntılı düzenlemenin ülkemizde orman örtüsünün sürekli yok edilmesi gerçeğinden kaynaklandığı kuşkusuzdur. Anayasa'nın 169. maddesinin birinci fıkrası gereğince devlet, doğal kaynaklarımızın en önemlilerinden birisi olan ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gereken tedbirleri alıp kanun koymak ve bütün ormanların gözetimi ödevini yerine getirmek durumundadır (AYM, E.2013/96, K.2014/118, 3/7/2014). Dolayısıyla ormanların korunması amacıyla mülkiyet hakkına müdahale edilmesinde kamu yararına dayalı meşru bir amacın bulunduğu tartışmasızdır (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011).

iii. Ölçülülük

 (1) Genel İlkeler

60. Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).

61. Ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken Anayasa Mahkemesi; bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini ve diğer taraftan müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını da gözönünde tutarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60).

62. Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan malların korunması amacıyla mülkiyet hakkına müdahale edilmesi meşru olmakla birlikte bu kamusal külfetin tamamının mülk sahiplerine yüklenemeyeceği ve kanun koyucunun buna uygun çözüm yolları bulması gerekeceği açıktır (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011). Kamuya ait orman ve diğer malların korunmasındaki kamu yararı amacı ile başvurucunun mülkiyet hakkı arasında makul denge, başvurucuya tazminat ödenmesi veya başvurucunun zararının başka yollarla telafi edilmesi şartıyla sağlanabilir (Hüseyin Akbulut ve Yusuf Akbulut, B. No: 2014/7643, 6/4/2017, § 32).

63. Diğer taraftan 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi; tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin sorumlu olduğunu, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere devletin rücu edebileceğini hüküm altına almıştır. Nitekim Anayasa Mahkemesi, daha önceki kararlarında Yargıtay içtihadına dayanarak 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde öngörülen tazminat yolunun kadastro tespiti aşamalarındaki işlemlerden doğan zararların telafisi yönünden de etkili olduğu sonucuna ulaşmıştır (Nazmiye Akman, B. No: 2013/1012, 16/4/2013, § 25; Ahmet Hilmi Serter, B. No: 2014/10954, 17/11/2016, §§ 41, 42; Hatice Avcı ve diğerleri, B. No: 2014/9788, 22/9/2016, §§ 74-76).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

64. Somut olayda 1945 tarihli tapuyla başvurucunun dedesine verilen uyuşmazlık konusu taşınmaz, orman olarak tespit edilmiş; başvurucunun ve murislerinin bu taşınmazı kullanmaları fiilen engellenmiştir. Başvurucunun taşınmazın orman olarak tespit edilmesine yönelik bir şikâyeti bulunmamaktadır. Başvurucu tazminat ödenmemesinden yakınmaktadır. Bu durumda müdahalenin başvurucuya aşırı ve orantısız bir yük yükleyip yüklemediği değerlendirilmelidir.

65. İhtilaf konusu taşınmaz başvurucunun murisine devlet tarafından 2510 sayılı Kanun uyarınca verilmiştir. Anayasa'nın ormanların korunması ve geliştirilmesine ilişkin 169. maddesi uyarınca ormanların özel mülkiyete konu edilmesi mümkün değildir. Bununla birlikte söz konusu taşınmazın kamu makamları tarafından oluşturulan tapu kayıtlarına göre yine kamu makamları tarafından başvurucunun murisine verilmek suretiyle özel mülke konu edildiği ortadadır. Bu taşınmazın murise verildiği tarihte orman olduğuna ilişkin olarak tapu kaydında herhangi bir şerhin veya belirtinin bulunduğu kamu makamlarınca gösterilemediği gibi dosya kapsamından başvurucunun murisinin taşınmazın orman olduğunu bilebilecek durumda olduğunu gösterir başkaca herhangi bir olgunun da mevcut olmadığı anlaşılmıştır.

66. Tapu kayıtlarının oluşturulması ve tutulması kamu makamlarının gözetiminde olduğuna göre orman olmasına rağmen hatalı olarak bu kayıtların oluşturulması hâlinde de yine devletin sorumlu olması tabiidir. Buna göre olayda idarenin hatalı kayıt oluşturmasına ve yine hatalı olarak söz konusu taşınmazı özel mülke konu olacak şekilde başvurucunun murisine vermiş olmasına rağmen malike herhangi bir tazminat ödenmeden taşınmaz, orman olarak tespit edilmiş ve taşınmazın kullanımı fiilen engellenmiştir.

67. Orman olan taşınmazların korunması bağlamında müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacı bulunmakta ise de devletin verdiği tapuya dayanarak mülkiyet hakkı sahibi olan başvurucunun da menfaatlerinin gözetilmesi ve bu çerçevede idarenin hatalı işleminin bütün sonuçlarının başvurucuya yüklenmemesi gerekmektedir. Bu bağlamda tapunun iptal edilmesi karşılığında tazminat ödenmesinin başvurucuya yüklenen külfeti hafifletecek ve kamu yararı ile bireysel menfaatlerin dengelenmesini sağlayacak önemli bir araç olduğu söylenebilir. Öte yandan somut olayda başvurucuya tazminat ödenmemesini makul gösterebilecek istisnai bir durumun varlığı da söz konusu değildir.

68. Türk hukukunda tapu sicilinin hatalı tutulmasından kaynaklanan zararların devlet tarafından tazmin edilmesini öngören düzenleme, 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde yer almıştır. Anılan maddede; tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin sorumlu olduğu, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere devletin rücu edebileceği hüküm altına alınmıştır (Nazmiye Akman, § 22; Ahmet Hilmi Serter, § 39; Hatice Avcı ve diğerleri, § 72).

69. Bu durumda orman vasfında olan taşınmazın başvurucunun murisine 2510 sayılı Kanun uyarınca verildikten sonra tekrar orman olarak tespit edilmesi ormanların korunması bağlamında kamu yararına dayalı meşru bir amacı içerse de mülkten yoksun bırakılan başvurucuya herhangi bir tazminat ödenmemesi idarenin hatasından doğan zarara bütünüyle başvurucunun katlanması sonucunu doğurmuştur. Sonuç olarak müdahaleyle başvurucuya aşırı bir külfet yüklenmiş olup başvurucunun mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasındaki adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu anlaşıldığından mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu kanaatine varılmıştır.

70. Öte yandan Yargıtay 25/12/2014 tarihli bozma kararında olaydaki taşınmazın 1940 yılındaki orman kadastrosunda orman hâline dönüştürülmesi sebebiyle başvurucunun 221 sayılı Kanun'un 1., 2. ve 3. maddeleri uyarınca tazminat talep etme imkânının bulunmadığı gerekçesine de dayanmıştır. 221 sayılı Kanun, kamulaştırma işlemine dayanmaksızın kamulaştırma kanunlarında gözönünde tutulan maksatlara fiilen tahsis edilmiş olan gayrimenkulleri konu edinmektedir. Somut olaydaki taşınmaz orman olarak tespit edilmiş olup kamulaştırma mevzuatının öngördüğü amaçlara tahsis edilmemiştir. Bu sebeple anılan gerekçenin konuyla ilgili bir gerekçe olmadığı değerlendirilmiştir.

71. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

72. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

73. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesini ve 2.205.600 TL tazminatın faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

74. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

75. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

76. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

77. İncelenen başvuruda, başvurucunun taşınmazının orman olarak tespit edilmesine rağmen başvurucuya tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

78. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 20. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

79. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

80. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 20. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2015/73, K.2015/327) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

E. 294,70 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 9/6/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

SEMAHAT UZUNER BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/14592)

 

Karar Tarihi:15/6/2021

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Mahmut ALTIN

Başvurucu

:

Semahat UZUNER

Vekili

:

Av. Ali ELBEYOĞLU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, taşınmazın dava yoluyla tapusunun iptal edilerek orman vasfıyla Hazine adına tespit ve tescilinden dolayı uğranılan zararın tazmin edilmesi istemiyle açılan davanın zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular 10/5/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu 1930 doğumlu olup İstanbul'da ikamet etmektedir.

A. Uyuşmazlığın Arka Planı

9. İstanbul'un Beykoz ilçesi Anadolu feneri köyü 180 parsel sayılı tarla vasıflı ve 6.960 m² yüz ölçümündeki taşınmaz, 1970 yılında yapılan tapulama çalışmalarında başvurucunun murisi Havva Deniz ile diğer hissedarlar adına tespit edilmiştir. Başvurucu bu tespitin Beykoz Zabıt Defterindeki Mayıs 1928 tarihli 23. cilt, 1. sayfa ve 7, 8 ve 9 sıra No.lu tapu kayıtlarına dayandığını belirtmiştir.

10. Orman İdaresi 11/5/1973 tarihinde Beykoz Tapulama Hâkimliğinde (Hâkimlik) başvurucunun murisi ile birlikte diğer paydaşlar aleyhine, taşınmazın orman tahdidi içinde kaldığı gerekçesiyle tapulama tespiti ve komisyon kararına itiraz davası açmıştır.

11. Hâkimlikçe taşınmazın orman tahdit sınırı içinde kaldığı gerekçesiyle 26/8/1987 tarihinde davanın kabulüyle taşınmazın orman tahdidinin müseccel bulunduğu birliğin tapu kütüğüne aktarılmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde ayrıca taşınmazın eski tapulu yer olmasına rağmen orman tahdidine alınmakla tapuların hükmünü yitirdiği belirtilmiştir. Başvuru formunda ve ekinde bu karara karşı kanun yoluna gidildiğine ilişkin bir beyan veya delile rastlanmamıştır. Ancak başvuruya konu tazminat davasının gerekçeli kararında söz konusu 26/8/1987 tarihli Hâkimlik kararının 5/7/2012 tarihinde kesinleştiği ifade edilmiştir.

12. Başvuru konusu taşınmaza ait 19/2/2013 tarihli tapu kaydının malik hanesinin boş olduğu ve beyanlar hanesinde ''taşınmazın 6831 sayılı Kanun'un 2/B gereğince 24/5/1995 tarihinde orman dışına çıkarıldığı, 12/9/1995 ve 13/3/2006 tarihlerinde 2. derecede kara askeri yasak saha içerisinde kaldığı ve en son 9/11/2012 tarihinde tescile yönelik kesinleşmiş mahkeme kararı vardır'' şerhlerinin düşüldüğü görülmüştür.

B. Başvuru Konusu Tazminat Davası Süreci

13. Başvurucu ve diğer mirasçılar, Beykoz 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) taşınmaza ait tapu kaydının hiçbir bedel ödenmeksizin iptal edilmiş olması nedenine dayanarak 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1007. maddesi uyarınca 31/1/2013 tarihinde tazminat davası açmıştır.

14. Mahkemece 24/3/2014 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Tüm dosya kapsamından davacı TMK'nun 1027. ve 1023. maddelerine göre dava konusu taşınmazda herhangi satın alma işlemi olmadığı, taşınmazın Beykoz Kadastro Hakimliğinin 1986/14 Esas 1987/28 sayılı kararı ve 05/07/2012 kesinleşme tarihli kararına göre 'Orman' olarak hükmen tesciline karar verilmiş olduğu, korunabilecek bir iyiniyetinin olmadığı gibi hüküm tarihleri göz önüne alındığında tazminat taleplerinin zamanaşımına uğradığı anlaşıldığından, orman olan dava konusu yerin evveliyatının murislerine ait olduğu iddiası ile davacıların açtığı Tazminat taleplerinin reddine karar vermek gerekmiştir."

15. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay 20. Hukuk Dairesince (Daire) 11/5/2017 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi Dairece 22/3/2018 tarihinde reddedilmiştir.

16. Nihai karar başvurucu vekiline 13/4/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.

17. Başvurucu 10/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Mevzuat Hükümleri

18. 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenîsi'nin 633. maddesi şöyledir:

"Gayrimenkul mülkiyetini iktisap için tapu siciline kayıt, şarttır. Bununla beraber işgal, miras, istimlak, cebri icra tarikleriyle veya mahkeme ilamı ile bir gayrimenkulü iktisabeden kimse tescilden evvel dahi ona malik olur. Fakat tescil merasimi ikmal edilmedikçe temliki tasarrufta bulunamaz."

19. 4721 sayılı Kanun’un 705. maddesi şöyledir:

"Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur.

Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır."

20. 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi şöyledir:

"Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.

Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.

Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür. "

21. 3/12/2001 tarihli ve 4722 sayılı Türk Medenî Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 18. maddesi şöyledir:

"Eski hukuka göre kurulmuş olup da, Türk Kanunu Medenîsinin yürürlükte bulunduğu zamanda varlıklarını korumuş olan aynî haklar, Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten sonra da varlıklarını sürdürürler. Bu haklardan Türk Medenî Kanunu uyarınca kurulması mümkün olmayanlar, tapu kütüğünün beyanlar sütununa yazılır."

22. 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun mülga 45. maddesinin üçüncü fıkrasının ilk hâli şöyledir:

"Orman sınırları içerisinde kalan veya orman dışına çıkarılan alanlarda tapulu yerlerle iskân suretiyle veya toprak tevzii yoluyla verilen yerler (işlemleri tamamlanmamış olsa dahi) başka bir şart aranmadan hak sahipleri adına tespit ve tescil edilir."

23. 3402 sayılı Kanun'un mülga 45. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan "Orman sınırları içerisinde kalan ..." ibaresi Anayasa Mahkemesinin 13/6/1989 tarihli ve E.1989/7, K.1989/25 sayılı kararıyla iptal edilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"1- Anayasa'nın 44. Maddesi Yönünden inceleme:

Topraksız ya da yeterli toprağı bulunmayan, çiftçilikle uğraşan köylüye toprak sağlanması amacıyla gerekli önlemlerin alınacağını öngören Anayasa'nın 44. maddesi, bu görevin yerine getirilmesinin, üretimin düşürülmesi, ormanların küçülmesi, diğer toprak ve yeraltı servetlerinin azalması sonucunu doğurmayacağım da belirtmektedir, itiraz konusu ibare orman olan yerin dağıtılması durumunda da, bu işlemin ortadan kaldırılarak dağıtılan yerin yeniden orman sınırları içerisine alınmasını önlemektedir. Bu yönüyle, dolaylı da olsa, ormanların küçülmesine neden olan ibare Anayasa'ya aykırı düşmektedir.

Kaldı ki, Anayasa'nın 44. maddesi devleti, toprağın erozyonla kaybedilmesini önlemek amacıyla gerekli önlemleri almakla görevlendirmiştir. Daha önce orman olan yerlerin erozyonla yitirilmesi büyük olasılık taşımaktadır. Devletin, kendi malı olmayan taşınmazlar içinde önlem alabileceği düşünülebilirse de, malikinin izni olmadan gerçek kişilerin (ve özel hukuk tüzelkişilerin) taşınmazları için önlemler uygulaması güçlükler yaratabilir, itiraz konusu ibare bu nedenle de Anayasa'nın 44, maddesine aykırıdır.

2- Anayasa'nın 169. Maddesi Yönünden inceleme:

Toprak dağıtımına konu olan yerler, 4753 sayılı Yasa'yla bu Yasa'dan önceki, aynı amaca yönelik talimatnameler uyarınca kişilere verilmişlerdir. 3402 sayılı Yasa'nın incelenmekte olan ibaresi bu tür yerleri, orman olduklarına bakılmaksızın, dağıtıldığı kişilere vermekte, onlar adına tespit ve tescili öngörmektedir.

Anayasa'nın 169. maddesinin ikinci fıkrasının ilk tümcesi, 'Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz' açıklığıyla, orman sayılan bir yerin özel mülkiyete geçirilmesini kesin olarak yasaklamaktadır. Anayasa Mahkemesi'nin 20.8.1988 günlü, 19905 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 1.6.1988 günlü, Esas 1987/31, Karar 1988/13 sayılı kararında da belirtildiği üzere orman olan yerlerin dağıtımı geçersizdir, işlemleri tamamlanmış olsa bile Anayasa'nın 169. maddesi karşısında özel mülkiyet konusu yapılması olanaksızdır.

itiraz konusu ibare, ayrıca, Anayasa'nın 169. maddesinin dördüncü fıkrasına karşın orman sınırlarında daraltmaya neden olduğu için de Anayasa'ya aykırıdır. Sözü edilen fıkradaki koşullan taşımayan yerlerin, toprak dağıtımı yoluyla, kişilere bırakılması açıkça orman sınırlarının daraltılması sonucunu doğurmaktadır.

Bu nedenlerle, 'Orman sınırları içerisinde kalan...' ibaresi iptal edilmelidir."

24. 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 1. maddesi şöyledir:

"Tabii olarak yetişen veya emekle yetiştirilen ağaç ve ağaççık toplulukları yerleriyle birlikte orman sayılır."

25. 6831 sayılı Kanun'un 2. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Bu yerler dışında orman sınırlarında hiçbir suretle daraltma yapılamaz. "

2. Yargıtay İçtihadı

26. 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesiyle tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin sorumlu olduğu, devletin zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu edebileceği hüküm altına alınmıştır. Öncesinde Yargıtay, bu maddenin sadece tapu sicilinde yapılan hataları kapsadığı ancak tapu sicili oluşturulurken yani kadastro çalışmalarından kaynaklanan hataların bu madde kapsamında değerlendirilemeyeceği yönünde kararlar vermiştir. Bununla birlikte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından verilen çok sayıda ihlal kararından sonra Yargıtay, içtihat değişikliğine giderek kadastro sırasında yapılan hataların da 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi kapsamında devletin sorumluluğu altında olduğuna ve tazminat ödenmesi gerektiğine dair kararlar vermiştir.

27. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ilk defa 18/11/2009 tarihli ve E.2009/4-383, K.2009/517 sayılı ilamıyla içtihat değişikliğine gitmiştir. Bu kararın ilgili kısmı şöyledir:

"Tapu işlemleri kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan bu kayıtlarda yapılan hatalardan 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine göre devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir. Burada devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Kusursuz sorumluluk tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescili sonucu değişmesi ya da yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür."

28. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16/6/2010 tarihli ve E.2010/4-349, K.2010/318 sayılı kararı da benzer yöndedir. Yargıtaya göre kadastrodan kaynaklanan hatalar nedeniyle zarar görenler, 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi gereğince zararlarının tazmini için 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Borçlar Kanunu'nun 146. maddesi gereğince on yıllık zamanaşımı süresi dolmadan Hazine aleyhine adli yargıda dava açabilir (Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 18/12/2012 tarihli ve E.2012/7876, K.2012/14598 sayılı kararı).

B. Uluslararası Hukuk

29. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

30. AİHM, mülkün gerçek değerine göre makul kabul edilebilecek bir miktarda tazminat ödemeden mülkiyetten yoksun bırakmanın Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesi kapsamında aşırı bir yük oluşturduğunu ve hiç tazminat ödenmeden mahrum bırakmanın ancak istisnai durumlarla haklı bulunabileceğini belirtmektedir (Nastou/Yunanistan (No. 2), B. No: 16163/02, 15/7/2005, § 33; Jahn ve diğerleri/Almanya [BD], B. No: 46720/99, 72203/01, 72552/01, 30/6/2005, § 116).

31. Turgut ve diğerleri/Türkiye (B. No: 1411/03, 8/7/2008) kararına konu olayda, 1911 yılında tapuya tescil edilen taşınmazın tapu kaydında orman olması dolayısıyla özel mülkiyete konu olamayacağı gerekçesiyle yargı kararıyla iptal edilmiştir. AİHM, başvurucuların miras bırakanının 1911 yılında bu taşınmazı edindiğine ve başvurucuların tapu kayıtlarının Hazine yararına iptal edildiği tarihe kadar söz konusu taşınmazın iç hukuktaki tüm sonuçlarıyla birlikte meşru olduğuna işaret etmiştir. AİHM sonuç olarak tazminat ödenmeksizin tapu kaydının iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlaline karar vermiştir (Turgut ve diğerleri/Türkiye, §§ 86-93). Devecioğlu/Türkiye (B. No: 17203/03, 13/11/2008) kararında da AİHM, tapu siciline güven ilkesi çerçevesinde satın alınan bir taşınmazın tapu kaydının tazminat ödenmeksizin iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Devecioğlu/Türkiye, §§ 31-41).

32. Avyidi/Türkiye (B. No: 22479/05, 16/7/2019) kararına konu olayda ihtilaf konusu taşınmazın başvurucuya ait olduğunu gösteren 1954 tarihli bir tapu bulunmaktadır. 1998 yılında yapılan kadastro çalışmalarında bu tapunun kapsadığı yer Hazine adına tespit ve tescil edilmiştir (Avyidi/Türkiye, §§ 6-31). AİHM öncelikle mülkün bulunup bulunmadığını tartışmıştır. Hükûmetin tapunun geçerliliğine itiraz etmediğinin altını çizen AİHM, olaydaki tartışmanın söz konusu tapunun dava konusu taşınmazların tamamını kapsayıp kapsamadığına yönelik olduğuna işaret etmiştir. AİHM ulusal mahkemelerin mülkün bütün sınırlarının ihtilaf konusu taşınmazlara karşılık geldiğinin kesin olarak tespit edilemediği yönünde ulaştığı sonucun keyfî olmadığını vurgulamış ancak ulusal mahkemelerin yine de tapuda belirtilen mülkün sınırlarından ikisinin söz konusu mülke karşılık geldiğini kabul ettiklerini kaydetmiştir. AİHM'e göre mevcut başvuru, tapunun talep edilen mülkle ilgili olmadığı, tapuda belirtilen sınırlardan hiçbirinin mülkün sınırlarına karşılık gelmediği Dönmez ve diğerleri/Türkiye ((k.k.), B. No: 19258/07, 30/1/2018) başvurusundan farklıdır. Başvurucunun mülkünün sınırlarından ikisinin ihtilaf konusu taşınmaza karşılık geldiğinin tespit edilmesi nedeniyle tapu kaydının davaya konu parsellerin bir kısmını kapsadığı açıktır. Ulusal mahkemelerin yaptığı bu olgusal tespitler dikkate alındığında bir başka sonuca varmak açıkça mantıksız olacaktır. Bu nedenle Sözleşme’ye ek 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesi somut olayda uygulanabilir niteliktedir (Avyidi/Türkiye, §§ 87-100). AİHM esasta ise başvurucunun mülkiyetine tazminatsız bir şekilde son verilmesinin Sözleşme’ye ek 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesinin gerektirdiği adil dengenin başvurucunun aleyhine bozulduğunu belirtmiş ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Avyidi/Türkiye, §§ 104-112).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

33. Mahkemenin 15/6/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

34. Başvurucu, murisine ait taşınmazın orman sınırları içinde kaldığından tapu kaydının iptal edildiğini belirtmiştir. On yıllık zamanaşımı nedeniyle 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine dayalı olarak açılan tazminat davasının reddedilmesinin haksız olduğunu ileri süren başvurucu, tapu sicilinin tutulmasından doğan zararın devlet tarafından tazmin edilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca mülkiyet hakkına dayalı taleplerin zamanaşımı veya hak düşürücü süreye tabi olmadığını ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun (HGK) 18/11/2009 tarihli kararından sonra bu konudaki içtihadın değiştiğini açıklayarak 18/11/2009 tarihi baz alındığında taleplerinin zamanaşımına uğradığından söz edilemeyeceğini öne sürmüştür. Başvurucu bu gerekçelerle mahkemeye erişim ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

35. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

 Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

36. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, tazminat davasının zamanaşımı gerekçesine dayalı olarak reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun şikâyetlerinin özünün mülkiyet hakkına ilişkin olduğu anlaşıldığından başvurunun mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

37. Başvurunun niteliği dikkate alındığında öncelikle zaman bakımından yetki meselesinin tartışılması gerekmektedir.

38. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasında herkesin Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden Sözleşme ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabileceği hükmüne yer verilmiştir. Anayasa'nın geçici 18. maddesinde uygulama kanununun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bireysel başvuruların kabul edileceği, 6216 sayılı Kanun'un 76. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise Kanun'un 45. ila 51. maddelerinin 23/9/2012 tarihinde yürürlüğe gireceği belirtilmiştir.

39. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisini doğru olarak belirleyebilmek için kesinleşen nihai işlem ve kararın tarihinin yanı sıra gerçekleştiği iddia olunan müdahalenin zamanını da doğru tespit etmek gerekir. Bu tespit yapılırken müdahaleyi oluşturan olaylar ve ihlal edildiği iddia olunan hakkın kapsamı birlikte değerlendirilmelidir (Zeycan Yedigöl [GK], B. No: 2013/1566, 10/12/2015, § 31).

40. Anayasa Mahkemesi ayrıca mülkiyetten yoksun bırakma şeklindeki müdahalelerin kural olarak anlık eylemler olup sürekli bir müdahale oluşturmadığını belirtmiştir (Agavni Mari Hazaryan ve diğerleri, B. No: 2014/4715, 15/6/2016, § 114). Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi, zaman bakımından yetki içinde sonuçlanmış olmak kaydıyla kamu makamlarınca müdahalenin incelenerek esası hakkında bir karar verilmesi veya müdahaleyle ilgili tanınan tazminat ve benzeri bir yolun mevcut olması durumlarını da dikkate alarak değerlendirme yapacaktır (Varvara Arnavut, B. No: 2014/7538, 13/9/2017, § 48; Agavni Mari Hazaryan ve diğerleri, §§ 111-120).

41. Somut olayda Hâkimlikçe 26/8/1987 tarihinde, taşınmazın orman tahdit sınırı içinde kaldığı gerekçesiyle taşınmazın orman tahdidinin müseccel bulunduğu birliğin tapu kütüğüne aktarılmasına karar verilmiş ise de başvuruya konu tazminat davasının gerekçeli kararında söz konusu 26/8/1987 tarihli kararın 5/7/2012 tarihinde kesinleştiği ifade edilmiştir. Buna göre 26/8/1987 tarihli Hâkimlik kararı Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihten sonra kesinleşmiştir. Dolayısıyla mevcut başvuru Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin kapsamında kalmaktadır.

42. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

43. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).

44. Mülkiyet hakkı, özel hukukta veya idari yargıda kabul edilen mülkiyet hakkı kavramlarından farklı bir anlam ve kapsama sahip olup bu alanlarda kabul edilen mülkiyet hakkı, yasal düzenlemeler ile yargı içtihatlarından bağımsız olarak özerk bir yorum ile ele alınmalıdır (Hüseyin Remzi Polge, B. No: 2013/2166, 25/6/2015, § 31). Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).

45. Somut olayda 3/8/1970 tarihli tapulama tutanağına göre başvuru konusu taşınmaz, Beykoz Zabıt Defterindeki Mayıs 1928 tarihli 23. cilt, 1. sayfa ve 7, 8 ve 9 sıra No.lu tapu kayıtlarına dayanılarak tapulama çalışmalarında başvurucunun murisi Havva Deniz ile diğer hissedarlar adına tespit edilmiştir. Öte yandan Hâkimlik kararında taşınmazın eski tapulu yer olduğu ancak orman tahdidine alınmakla tapuların hükmünü yitirdiği açıklanarak taşınmazın orman tahdidinin müseccel bulunduğu birliğin tapu kütüğüne aktarılmasına karar verilmiştir.

46. Bu durumda başvurucunun murisine verilen tapunun 743 sayılı mülga Kanun ile 4721 sayılı Kanun bakımından farklı bir statüde olduğu iddia edilmediğine göre başvurucunun dayandığı tapunun medeni hukuk anlamında mülkiyet hakkı bahşeden bir tapu olduğundan kuşkulanılmasını gerektirecek bir neden tespit edilememiştir. Orman niteliğinde olması sebebiyle özel mülkiyete konu olması mümkün olmayan bir arazi parçası için tapu verilmesi hâlinde -bu tapu iptal edilmedikçe- tapu sahibinin Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülkiyet hakkının devam ettiğinin kabul edilmesi gerekir.

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

47. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve ondan tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkün semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).

48. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).

49. Başvuru konusu taşınmaz, tapu kaydına dayanılarak başvurucu murisi adına tespit gördükten sonra tapulama tespiti ve komisyon kararına itiraz davasında taşınmazın orman tahdit sınırı içinde kaldığı gerekçesiyle taşınmazın orman tahdidinin müseccel bulunduğu birliğin tapu kütüğüne aktarılmasına karar verilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan bir müdahalenin mevcut olduğu kuşkusuzdur. Diğer taraftan taşınmazın orman olduğuna karar verilmiş olması ve fiilî kullanımının da engellenmiş olması karşısında müdahalenin mülkten yoksun bırakmaya ilişkin kural çerçevesinde incelenmesi uygun görülmüştür.

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

50. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

51. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

i. Kanunilik

52. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt hukuka dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin hukuka dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44).

53. Temel bir değer olarak çevrenin korunması ve herkesin çevreden eşit şekilde yararlanma hakkının bir uzantısı olarak Anayasa'nın 169. maddesinde, ormanların devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu belirtilerek bu alanlarda özel mülkiyet yasaklanmıştır. Bu nedenle belli bir sürenin geçmesiyle söz konusu alanlarda özel mülkiyet edinilmesi olanaklı değildir (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011). Bu bağlamda 6831 sayılı Kanun'un 1. maddesinde de tabii olarak yetişen veya emekle yetiştirilen ağaç ve ağaççık topluluklarının yerleriyle birlikte orman sayılacağı hüküm altına alınmış, aynı Kanun'un 2. maddesinin üçüncü fıkrasında bu yerler dışında orman sınırlarında hiçbir suretle daraltma yapılamayacağı düzenlenmiştir (bkz. §§ 24, 25). Anılan Kanun hükümlerinin ulaşılabilir, öngörülebilir ve belirli olduğunda kuşku bulunmadığından başvuruya konu müdahalenin kanuna dayalı olduğu sonucuna varılmıştır (Cemile Gökhan ve diğerleri, B. No: 2015/1203, 23/5/2018, § 70).

ii. Meşru Amaç

54. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması imkânı vermekle, bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, § 53).

55. Anayasa'nın 169. maddesinde, ormanların ülke yönünden taşıdığı büyük önem gözetilerek korunması ve geliştirilmesi konusunda ayrıntılı düzenlemelere yer verilmiştir. Bu özel ve ayrıntılı düzenlemenin ülkemizde orman örtüsünün sürekli yok edilmesi gerçeğinden kaynaklandığı kuşkusuzdur. Anayasa'nın 169. maddesinin birinci fıkrası gereğince devlet, doğal kaynaklarımızın en önemlilerinden biri olan ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gereken tedbirleri alıp kanun koymak ve bütün ormanların gözetimi ödevini yerine getirmek durumundadır (AYM, E.2013/96, K.2014/118, 3/7/2014). Dolayısıyla ormanların korunması amacıyla mülkiyet hakkına müdahale edilmesinde kamu yararına dayalı meşru bir amacın bulunduğu tartışmasızdır (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011).

iii. Ölçülülük

 (1) Genel İlkeler

56. Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).

57. Ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken Anayasa Mahkemesi; bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini ve diğer taraftan müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını da gözönünde tutarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60).

58. Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan malların korunması amacıyla mülkiyet hakkına müdahale edilmesi meşru olmakla birlikte bu kamusal külfetin tamamının mülk sahiplerine yüklenemeyeceği ve kanun koyucunun buna uygun çözüm yolları bulması gerekeceği açıktır (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011). Kamuya ait orman ve diğer malların korunmasındaki kamu yararı amacı ile başvurucunun mülkiyet hakkı arasında makul denge, başvurucuya tazminat ödenmesi veya başvurucunun zararının başka yollarla telafi edilmesi şartıyla sağlanabilir (Hüseyin Akbulut ve Yusuf Akbulut, B. No: 2014/7643, 6/4/2017, § 32).

59. Diğer taraftan 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi; tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin sorumlu olduğunu, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere devletin rücu edebileceğini hüküm altına almıştır. Nitekim Anayasa Mahkemesi, daha önceki kararlarında Yargıtay içtihadına dayanarak 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde öngörülen tazminat yolunun kadastro tespiti aşamalarındaki işlemlerden doğan zararların telafisi yönünden de etkili olduğu sonucuna ulaşmıştır (Nazmiye Akman, B. No: 2013/1012, 16/4/2013, § 25; Ahmet Hilmi Serter, B. No: 2014/10954, 17/11/2016, §§ 41, 42; Hatice Avcı ve diğerleri, B. No: 2014/9788, 22/9/2016, §§ 74-76).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

60. Somut olayda 1970 yılında yapılan tapulama çalışmasında 1928 tarihli zabıt defterlerine dayanılarak başvuru konusu taşınmaz başvurucunun murisi adına tespit edilmiştir. Ardından Orman İdaresinin tapulama tespiti ve komisyon kararına itiraz neticesinde Hâkimlikçe 26/8/1987 tarihinde taşınmazın eski tapulu yer olduğu ancak orman tahdidine alınmakla tapuların hükmünü yitirdiği açıklanarak taşınmazın orman tahdidinin müseccel bulunduğu birliğin tapu kütüğüne aktarılmasına karar verilmiştir (§§ 9-11).

61. Başvuru formunda ve ekinde bu karara karşı kanun yoluna gidildiğine ilişkin bir beyan veya delile rastlanmamıştır. Ancak başvuruya konu tazminat davasının gerekçeli kararında söz konusu 26/8/1987 tarihli Hâkimlik kararının 5/7/2012 tarihinde kesinleştiği ifade edilmiştir. Öte yandan başvuru konusu taşınmaza ait 19/2/2013 tarihli tapu kaydının beyanlar hanesinde ''taşınmazın 6831 sayılı Kanun'un 2/B gereğince 24/5/1995 tarihinde orman dışına çıkarıldığı, 12/9/1995 ve 13/3/2006 tarihlerinde 2. derecede kara askeri yasak saha içerisinde kaldığı ve en son 9/11/2012 tarihinde tescile yönelik kesinleşmiş mahkeme kararı vardır'' şerhlerinin düşüldüğüne işaret etmek gerekir (§§ 11,12).

62. Başvurucunun taşınmazının orman olarak tespit edilmesine yönelik bir şikâyeti bulunmamaktadır. Başvurucu tazminat ödenmemesinden yakınmaktadır. Bu durumda müdahalenin başvurucuya aşırı ve orantısız bir yük yükleyip yüklemediği değerlendirilmelidir.

63. Ormanların korunması ve geliştirilmesine ilişkin Anayasa'nın 169. maddesi uyarınca ormanların özel mülkiyete konu edilmesi mümkün değildir. Bununla birlikte söz konusu taşınmazın kamu makamları tarafından oluşturulan tapu kayıtlarına göre yine kamu makamları tarafından başvurucunun murisine verilmek suretiyle özel mülke konu edildiği ortadadır. Bu taşınmazın murise verildiği tarihte orman olduğuna ilişkin olarak tapu kaydında herhangi bir şerhin veya belirtinin bulunduğu kamu makamlarınca gösterilemediği gibi dosya kapsamından başvurucunun murisinin kamu makamlarınca iskân tapusu ile kendisine verilen yerin orman olduğunu bilmesi gerektiğine ilişkin somut bir olgunun da gösterilmediği anlaşılmaktadır.

64. Tapu kayıtlarının oluşturulması ve tutulması kamu makamlarının gözetiminde olduğuna göre orman olmasına rağmen hatalı olarak bu kayıtların oluşturulması hâlinde de yine devletin sorumlu olması tabiidir. Buna göre başvurucunun tapu kaydının oluşumunda herhangi bir etkisinin bulunmadığı olayda, idarenin hatalı kayıt oluşturması ve yine hatalı olarak söz konusu taşınmazı özel mülke konu olacak şekilde başvurucunun murisine verilmiş olmasına rağmen malike herhangi bir tazminat ödenmeden taşınmaz, orman olarak tespit edilmiş ve taşınmazın kullanımı fiilen engellenmiştir.

65. Orman olan taşınmazların korunması bağlamında müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacı bulunmakta ise de devletin verdiği tapuya dayanarak mülkiyet hakkı sahibi olan başvurucunun da menfaatlerinin gözetilmesi ve bu çerçevede idarenin hatalı işleminin bütün sonuçlarının başvurucuya yüklenmemesi gerekmektedir. Bu bağlamda tapunun iptal edilmesi karşılığında tazminat ödenmesinin başvurucuya yüklenen külfeti hafifletecek ve kamu yararı ile bireysel menfaatlerin dengelenmesini sağlayacak önemli bir araç olduğu söylenebilir. Öte yandan somut olayda başvurucuya tazminat ödenmemesini makul gösterebilecek istisnai bir durumun varlığı da söz konusu değildir.

66. Türk hukukunda tapu sicilinin hatalı tutulmasından kaynaklanan zararların devlet tarafından tazmin edilmesini öngören düzenleme, 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde yer almıştır. Anılan maddede; tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin sorumlu olduğu, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere devletin rücu edebileceği hüküm altına alınmıştır (Nazmiye Akman, § 22; Ahmet Hilmi Serter, § 39; Hatice Avcı ve diğerleri, § 72).

67. Bu durumda tapu kaydına dayanılarak taşınmazın başvurucunun murisi adına tespit edilmesinden sonra tapulama tespiti ve komisyon kararına itiraz davasında taşınmazın eski tapulu yer olduğu ancak orman tahdidine alınmakla tapuların hükmünü yitirdiği gerekçesiyle orman tahdidinin müseccel bulunduğu birliğin tapu kütüğüne aktarılmasına karar verilmesi ormanların korunması bağlamında kamu yararına dayalı meşru bir amacı içerse de mülkten yoksun bırakılan başvurucuya herhangi bir tazminat ödenmemesi, idarenin hatasından doğan zarara bütünüyle başvurucunun katlanması sonucunu doğurmuştur. Sonuç olarak müdahaleyle başvurucuya aşırı bir külfet yüklenmiş olup başvurucunun mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasındaki adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu anlaşıldığından mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu kanaatine varılmıştır.

68. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

69. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

70. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesini ve yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesini talep etmiştir.

71. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

72. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

73. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

74. İncelenen başvuruda, başvurucunun murisinin hissedarı olduğu taşınmazın orman olarak tespit edilmesine rağmen başvurucuya tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

75. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Beykoz 2. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

76. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Beykoz 2. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2013/47, K.2014/112) GÖNDERİLMESİNE,

D. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 15/6/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

NEZİHA ARICI BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/10570)

 

Karar Tarihi: 23/11/2021

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucu

:

Neziha ARICI

Vekili

:

Av. Mustafa ÖZTOK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, orman sınırlarının dışına çıkarılan ve Hazine adına tescilli bulunan taşınmazın önceki malikinin iade talebinin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, bu işleme karşı idari yargıda açılan davada görevsizlik kararı verilmemesi ve uyuşmazlığın idari yargı tarafından çözümlenmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 25/3/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilemez olduğu hususunda oybirliği sağlanamaması nedeniyle kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu 1951 doğumlu olup İzmir'de ikamet etmektedir.

9. İzmir ili Menderes ilçesi Gümüldür köyünde (Cumhuriyet Mahallesi'nde) kâin 6 pafta 201 parsel sayılı 17.515,90 m² büyüklüğündeki taşınmazın başvurucunun murisine ait olduğunu gösteren 1325 (1909/1910) tarihli bir tapu kaydı bulunmaktadır. Söz konusu taşınmaz, tapulama faaliyeti sonucunda 27/3/1956 tarihinde 118.600 m² yüz ölçümü ve tarla vasfıyla başvurucunun murisi S.A. adına tespit ve tescil edilmiştir.

10. Aynı taşınmazın 1949 yılında yapılan orman sınırlandırılmasında tespit edilen ve 27/3/1956 tarihinde 592 parsel numarasıyla Hazine adına orman vasfıyla tescil edilen 53.783.500 m² yüz ölçümlü Akkaya Tekke Maden Dağı ormanı sınırları içinde kaldığı anlaşılmaktadır.

11. 1985 yılında yapılan ve 1987 yılında ilan edilen 2/B uygulaması sonucunda 592 sayılı parselin başvurucunun murisine ait taşınmazla çakışan kısmı yönünden orman sınırları dışına çıkarma işlemi yapılmıştır.

12. Hazine tarafından 20/11/1992 tarihinde İzmir 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde S.A. aleyhine tapu iptali ve tescil davası açılmıştır. Hazine, taşınmazın 1949 yılında kesinleşen orman tahdidi ile orman vasfında olduğunun tespit edilerek 27/3/1956 tarihinde Hazine adına tescil edilen 592 parsel sayılı taşınmazın içinde kaldığını ve 201 parsel sayılı taşınmazın hatalı olarak S.A. adına tespit ve tescil edildiğini ileri sürmüştür. Anılan mahkeme 30/3/1995 tarihinde davayı kabul etmiş ve taşınmazın 1949 yılında kesinleşen orman sınırlandırmasıyla Hazine adına tescil edilen 592 parsel sayılı taşınmazın içinde kaldığı gerekçesiyle 201 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının iptaliyle Hazine adına tesciline karar vermiştir. İhtilaf konusu taşınmaz, bu kararın kesinleşmesiyle 29/12/1995 tarihinde tapuda Hazine adına tescil edilmiştir.

13. Hazine adına tescil edilen 201 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydı daha sonra kapatılarak 6/7/2010 tarihinde 2719 ada 1 parsel numarasını almıştır. Taşınmazın tapu sicilinde de "6831 sayılı Orman Kanununun 2/B maddesi uyarınca Hazine adına Orman sınırları dışına çıkarılmıştır" şerhi yer almaktadır. Ayrıca tapu sicilinde "Üzerindeki zeytin ve narenciye ağaçlarının kullanıcısı ve sahibi [S.] kızı Neziha ARICI'dır" belirtmesi bulunmaktadır. Başvurucunun beyanına göre taşınmaz, fiilen mandalina bahçesi ve zeytinlik olarak kullanılmaktadır.

14. 26/4/2012 tarihinde yürürlüğe giren 19/4/2012 tarihli ve 6292 sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi Ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi İle Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanun'un 7. maddesiyle tapu ve kadastro veya imar mevzuatına göre ilgilileri adına oluşturulan ve tapuda hâlen kişiler adına kayıtlı olan taşınmazlardan Hazine adına orman sınırı dışına çıkarıldığı gerekçesiyle tapu kütüklerine 2/A veya 2/B belirtmesi bulunan veya konulan taşınmazların tapu kayıtlarının bedel alınmaksızın geçerli kabul edilmesi, iptal edilen tapuların ise iadesi imkânı getirilmiştir.

15. Başvurucu ve diğer mirasçılar, taşınmazın 6292 sayılı Kanun uyarınca bedelsiz olarak devredilmesi istemiyle 17/9/2012 tarihinde müracaat etmiştir. İzmir Defterdarlığı; Maliye Bakanlığının görüşüne istinaden 21/1/2014 tarihli yazıyla taşınmazın 27/3/1956 tarihinde Hazine adına tescil edilen 592 parsel sayılı taşınmazın içinde kaldığını, bu nedenle 6292 sayılı Kanun uyarınca iadesinin mümkün olmadığını belirterek mirasçıların talebini reddetmiştir. Başvurucu ve diğer mirasçılar, bedelsiz iade talebinin reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle 26/3/2014 tarihinde İzmir 1. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. İdare Mahkemesi, her bir mirasçının ayrı ayrı dava açması gerektiği gerekçesiyle 31/3/2014 tarihinde dava dilekçesinin reddine karar vermiştir.

16. Başvurucu 22/4/2014 tarihinde tek başına açtığı davayla dava dilekçesini yenilemiştir. Dava dilekçesinde, murisleri adına olan tapunun 30/3/1995 tarihinde hatalı olarak iptal edildiği belirtilmiştir. Dava dilekçesinde, Hazinenin dava açmasının sebebinin tapu sicilinde yer alan 2/B şerhi olduğu belirtilerek tapunun iptal edilmiş olmasının bedelsiz iadeye engel oluşturmayacağı görüşü savunulmuştur.

17. Davalı idarece İdare Mahkemesine sunulan cevap dilekçesinde taşınmazın 27/3/1956 tarihinde Hazine adına tescil edilen 592 parsel sayılı taşınmazın içinde kaldığı ve bedelsiz iade hakkı kapsamına girmediği ileri sürülmüştür.

18. İdare Mahkemesi 31/12/2014 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, dava konusu taşınmazın orman sınırları içerisinde kalmakta iken hatalı yapılan tapulama faaliyeti sonucu başvurucunun murisi adına tescil edildiği ve bu tescilin mahkeme kararıyla iptal edilerek taşınmazın Hazine adına tescil edildiği vurgulanmıştır. Kararda, bu nedenle dava konusu parselin 6292 sayılı Kanun'un 7. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi kapsamında değerlendirilmesine imkân bulunmadığı belirtilmiştir.

19. Başvurucu bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde İdare Mahkemesinin eksik incelemeyle karar verdiği, taşınmazın 2/B alanı olarak tescil edildiği hususunu görmezden geldiği ileri sürülmüştür. Temyiz dilekçesinde, idare mahkemesinin görevsizlik kararı vermesi gerektiğine ilişkin olarak bir şikâyete yer verilmemiştir. Danıştay Sekizinci Dairesi (Danıştay) 25/4/2017 tarihinde İdare Mahkemesi kararını onamıştır.

20. Başvurucu benzer iddialarla kararın düzeltilmesi talebinde bulunmuştur. Karar düzeltme dilekçesinde de İdare Mahkemesinin görevsizlik kararı vermesi gerektiğine ilişkin bir iddia ileri sürülmemiştir. Danıştay 21/12/2018 tarihinde karar düzeltme istemini reddetmiştir.

21. Nihai karar 28/2/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

22. 6292 sayılı Kanun'un "2/A veya 2/B belirtmelerinin terkini ve iade edilecek taşınmazlar" başlıklı 7. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) İlgililer tarafından idareye başvurulması ve idarece bu başvuru üzerine veya resen yapılan inceleme ve araştırma sonucunda doğruluğu tespit edilmesi hâlinde;

a) Tapu ve kadastro veya imar mevzuatına göre ilgilileri adına oluşturulan ve tapuda halen kişiler adına kayıtlı olan taşınmazlardan Hazine adına orman sınırı dışına çıkarıldığı gerekçesiyle tapu kütüklerine 2/A veya 2/B belirtmesi bulunan veya konulan taşınmazların tapu kayıtları bedel alınmaksızın geçerli kabul edilir ve tapu kütüklerindeki 2/A veya 2/B belirtmeleri terkin edilerek tescilleri aynen devam eder, aynı gerekçeyle bu nitelikteki taşınmazlar hakkında dava açılmaz, açılan davalardan vazgeçilir, açılan davalar sonucunda tapularının iptaliyle Hazine adına tesciline karar verilen, kesinleşen ve tapuda henüz infaz edilmeyen taşınmazlar hakkında da aynı şekilde işlem yapılır. Ancak bu kararlardan infaz edilerek tapuda Hazine adına tescil edilen taşınmazlar ise, ilgilileri tarafından bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki yıl içinde idareye başvurulması hâlinde, bedelsiz olarak önceki kayıt maliklerine veya kanuni mirasçılarına iade edilir.

b) Özel kanunları gereğince Devlet tarafından kişilere satılan, dağıtılan, trampa edilen, bedelli veya bedelsiz olarak devredilen veya iskânen verilen ya da özelleştirme suretiyle satılanlar ile hisseleri devredilen özel hukuk tüzel kişileri adına kayıtlı olan ancak daha sonra Hazine adına orman sınırı dışına çıkarıldığı gerekçesiyle tapu kütüklerine 2/A veya 2/B belirtmesi konulan taşınmazların tapu kayıtları geçerli kabul edilir, aynı gerekçeyle bu nitelikteki taşınmazlar hakkında dava açılmaz, açılan davalardan vazgeçilir, açılan davalar sonucunda Hazine adına tescil edilenler ise, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki yıl içinde ilgilileri tarafından idareye başvurulması hâlinde önceki maliklerine veya kanuni ya da akdî haleflerine bedelsiz olarak iade edilir. Ancak, bu kişilerden taşınmazlarına karşılık daha önce yer verilenlere veya bedeli ödenenlere iade işlemi yapılmaz.

c) Bu fıkra kapsamında kalan taşınmazların kullanıcılarının kayıt maliklerinden farklı kişiler olmaları ve kayıt maliklerinin bu fıkradan yararlanmak istemeleri hâlinde, kullanıcılar bu Kanunda belirtilen şartları taşısalar dahi doğrudan satış hakkından yararlanamazlar.

 (2) Birinci fıkra kapsamında kalan taşınmazlardan orman sınırı dışına çıkartılacak yerlerde bulunan ve Hazine adına orman sınırı dışına çıkarıldığı gerekçesiyle tapu kütüklerine 2/B belirtmesi konulması gereken taşınmazların tapu kütüklerine 2/B belirtmesi konulmaz ve bunlar hakkında dava açılmaz.

 (3) Birinci fıkra kapsamında kalan taşınmazlardan tapuda Hazine adına tescilli olan taşınmazlar hakkında aynı fıkrada belirtilen süre içerisinde idareye başvurmayan ilgililerin hakları bu süre sonunda sona erer, bu kişiler idareden başkaca talepte bulunamazlar, hak ve tazminat talep edemezler ve dava açamazlar. Bu taşınmazlardan Hazine adına tescilli olanlar idarece satış dâhil genel hükümlere göre değerlendirilir.

 (4) Bu maddeye göre ilgililerine iade edilmesi gereken taşınmazlardan orman olduğu iddiasıyla Orman Genel Müdürlüğünce açılan davalar sonucunda orman niteliğiyle Hazine adına tescil edilen, fiilen orman niteliğinde olan veya bu nedenle dava açılması gereken, ağaçlandırılmak üzere Orman Genel Müdürlüğüne tahsis edilen, kamu hizmetlerine ayrılan veya bu amaçla kullanılan, özel kanunlar gereğince değerlendirilmesi gereken veya Maliye Bakanlığınca belirlenen taşınmazlar ilgililerine iade edilmez. Bu taşınmazların yerine, idarece belirlenen ve ilgililerince itiraz ve dava konusu edilmeksizin kabul edilen rayiç bedelleri ödenebilir veya rayiç bedellerine uygun taşınmazlar verilebilir."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

23. Anayasa Mahkemesinin 23/11/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

24. Başvurucu; 201 parsel numaralı taşınmazın tapu kaydının İzmir 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 30/3/1995 tarihli kararıyla hatalı olarak iptal edildiğini, kararda açıkça 1985 yılında yapılan ve 1987 yılında ilan edilen 2/B uygulaması sonucunda Hazine adına orman sınırı dışına çıkarıldığından bahisle tapu kaydının iptal edildiğinin belirtildiğini ifade etmiştir. Diğer yandan İdare Mahkemesinin tapu kaydı üzerinde 2/B şerhi bulunduğu gerçeğini gözardı ederek hüküm kurduğunu belirtmiştir. Başvurucu 6292 sayılı Kanun kapsamında ücretsiz iadenin koşulları oluştuğu hâlde İdare Mahkemesince yetersiz inceleme sonucu davanın reddedildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca taşınmazın Hazine adına tescil edilmiş olmasının ücretsiz iade hakkından yararlanılmasına engel olmadığını iddia etmiştir. Başvurucu son olarak mülkün iadesini öngören kanun hükmünün hatalı yorumlanarak iadenin engellenmesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ifade etmiştir.

2. Değerlendirme

25. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

26. Başvurunun niteliği dikkate alındığında öncelikle zaman bakımından yetki meselesinin tartışılması gerekmektedir.

27. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasında herkesin Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabileceği hükmüne yer verilmiştir. Anayasa'nın geçici 18. maddesinde uygulama kanununun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bireysel başvuruların kabul edileceği, 6216 sayılı Kanun'un 76. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise Kanun'un 45. ila 51. maddelerinin 23/9/2012 tarihinde yürürlüğe gireceği belirtilmiştir.

28. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisini doğru olarak belirleyebilmek için kesinleşen nihai işlem ve kararın tarihinin yanı sıra gerçekleştiği iddia olunan müdahalenin zamanını da doğru tespit etmek gerekir. Bu tespit yapılırken müdahaleyi oluşturan olaylar ve ihlal edildiği iddia olunan hakkın kapsamı birlikte değerlendirilmelidir (Zeycan Yedigöl [GK], B. No: 2013/1566, 10/12/2015, § 31).

29. Başvurucunun murisine ait tapunun mahkeme kararıyla iptal edilerek 29/12/1995 tarihinde Hazine adına tescil edildiği, dolayısıyla bu tarihten itibaren murisin mülkiyetinin yitirildiği konusunda tereddüt bulunmamaktadır.

30. Anayasa Mahkemesi ayrıca mülkiyetten yoksun bırakma şeklindeki müdahalelerin kural olarak anlık eylemler olup sürekli bir müdahale oluşturmadığını belirtmiştir (Agavni Mari Hazaryan ve diğerleri, B. No: 2014/4715, 15/6/2016, § 114). Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi, zaman bakımından yetki içinde sonuçlanmış olmak kaydıyla kamu makamlarınca müdahalenin incelenerek esası hakkında bir karar verilmesi veya müdahaleyle ilgili tanınan tazminat ve benzeri bir yolun mevcut olması durumlarını da dikkate alarak değerlendirme yapacaktır (Varvara Arnavut, B. No: 2014/7538, 13/9/2017, § 48; Agavni Mari Hazaryan ve diğerleri, §§ 111-120).

31. 26/4/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6292 sayılı Kanun'un 7. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde tapu ve kadastro veya imar mevzuatına göre ilgilileri adına oluşturulan ve tapuda hâlen kişiler adına kayıtlı olan taşınmazlardan Hazine adına orman sınırı dışına çıkarıldığı gerekçesiyle tapu kütüklerine 2/A veya 2/B belirtmesi bulunan veya konulan taşınmazların tapu kayıtlarının bedel alınmaksızın geçerli kabul edilmesi imkânı getirilmiştir. Bunun yanında aynı gerekçeyle bu nitelikteki taşınmazlar hakkında açılan davalar sonucunda tapularının iptaliyle Hazine adına tesciline karar verilen, kesinleşen ve tapuda henüz infaz edilmeyen taşınmazlar hakkında da aynı şekilde işlem yapılması öngörülmüştür. Bu kararlardan infaz edilerek tapuda Hazine adına tescil edilen taşınmazların ise ilgilileri tarafından 6292 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki yıl içinde idareye başvurulması hâlinde bedelsiz olarak önceki kayıt maliklerine veya kanuni mirasçılarına iade edileceği düzenlenmiştir.

32. Buna göre -Kanun'un lafzı dikkate alındığında- tapu ve kadastro veya imar mevzuatına göre ilgilileri adına oluşturulan taşınmazlardan Hazine adına orman sınırı dışına çıkarıldığı gerekçesiyle hakkında açılan davalar sonucunda tapularının iptaliyle Hazine adına tesciline karar verilip bu karar infaz edilen taşınmazların, ilgilileri tarafından 26/4/2012 tarihten itibaren iki yıl içinde idareye başvurulması hâlinde bedelsiz olarak önceki kayıt maliklerine veya kanuni mirasçılarına iade edilmesi gerektiği anlaşılmaktadır.

33. Somut olayda ihtilaf konusu taşınmaz, tapulama faaliyeti sonucunda 27/3/1956 başvurucunun murisi adına tespit ve tescil edilmiştir. Ancak söz konusu taşınmaz 1949 yılında yapılan orman sınırlandırılmasında tespit edilen ve 27/3/1996 tarihinde 592 parsel numarasıyla Hazine adına orman vasfıyla tescil edilen 53.783.500 m² yüz ölçümlü Akkaya Tekke Maden Dağı ormanı sınırları içinde de kalmaktadır. Bu durumda söz konusu taşınmaza ilişkin olarak çifte tapu oluşturulduğu anlaşılmaktadır.

34. Bu bağlamda orman sınırları içinde kalan 201 parsel sayılı taşınmaza ilişkin olarak başvurucunun murisine verilen tapunun 30/3/1995 tarihine kadar iptal edilmediğinin altını çizmek gerekir. Ayrıca 592 parsel sayılı taşınmazın 201 parsel sayılı taşınmazla çakışan kısmı 1985 yılında yapılan ve 1987 yılında ilan edilen 2/B uygulaması sonucunda orman sınırlarının dışına çıkarılmıştır. Daha sonra 2010 yılında da 2719 ada 1 parsel numarasını alan taşınmazın tapu siciline başvurucu adına belirtme konulmuştur. Bu durumda yüzeysel olarak bakıldığında başvurucunun 6292 sayılı Kanun'un 7. maddesi kapsamında başvuru yapmasının hukuksal temelden yoksun olmadığı anlaşılabilmektedir.

35. Bu itibarla yitirilen mülkün iadesine imkân sağlayan 6292 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvuruya ilişkin yargısal süreçlerin 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleştiği dikkate alındığında başvurunun Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin kapsamında kaldığı değerlendirilmiştir.

36. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Mülkün Varlığı

37. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).

38. Mülkiyet hakkı, özel hukukta veya idari yargıda kabul edilen mülkiyet hakkı kavramlarından farklı bir anlam ve kapsama sahip olup bu alanlarda kabul edilen mülkiyet hakkı, yasal düzenlemeler ile yargı içtihatlarından bağımsız olarak özerk bir yorum ile ele alınmalıdır (Hüseyin Remzi Polge, B. No: 2013/2166, 25/6/2015, § 31). Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).

39. Somut olayda başvurucunun murisi, taşınmazın mülkiyetini 29/12/1995 tarihinde yitirmiş ise de 6292 sayılı Kanun'la mülkün iadesi imkânı getirilmiştir. 6292 sayılı Kanun'da düzenlenen iade imkânı önceki mülkiyetten bağımsız bir hak değildir. Esasen bu imkân tapunun iptali veya Hazine adına orman sınırı dışına çıkarılma işlemi sebebiyle oluşan mağduriyetlerin giderilmesini hedeflemektedir. Bu yönüyle iade imkânının aynı zamanda mülkün kaybedilmesi sebebiyle oluşmuş ihlallerin giderilmesine hizmet eden bir hukuki çare (yol) olduğu da açıktır.

40. Nitekim Anayasa Mahkemesi taşınmazın imara aykırı olduğu gerekçesiyle yıkılmasına yönelik olarak kamu otoritelerince verilen karardan şikâyet edildiği bir başvuruda, bazı koşulların sağlanması kaydıyla imara aykırı yapılmış yapılara ruhsat verilmesini ve söz konusu yapılara ilişkin yıkım kararlarının da iptal edilmesini öngören kanuni düzenlemenin bireysel başvuru devam ederken yürürlüğe girmiş olmasını gözeterek başvuru yollarının tüketilmediğine karar vermiştir (Murat Emrah Emre, B. No: 2018/1275, 30/10/2018, §§ 37-43). Bu örnekten de anlaşılacağı üzere mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerin oluşmasından sonra müdahaleden dolayı gerçekleşen mağduriyetlerin giderilmesi amacıyla oluşturulan başvuru yolları asıl mülkten bağımsız değildir. Aksi takdirde Anayasa Mahkemesinin ihlal iddiasını incelemeyip bunun yeni oluşturulan hukuksal başvuru yolunda inceleme yapmaya yetkili mercilerce değerlendirilmesine karar vermesi anlamlı olmaz. Bu sebeple somut olayda mülkün varlığı, iadesi istenen taşınmazın tapusunun iptal edilmesinden önceki duruma göre karara bağlanmalıdır.

41. Bu itibarla 6292 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvuruya konu taşınmaz, tapusu iptal edilmeden önce başvurucunun murisi adına kayıtlı olduğu tereddütsüz bulunduğuna göre mülkün varlığı açıktır.

ii. Müdahalenin Varlığı ve Türü

42. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve ondan tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkün semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).

43. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).

44. Başvuru konusu taşınmaz, orman sınırları içinde kaldığı gerekçesiyle tapusu iptal edilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan bir müdahalenin mevcut olduğu kuşkusuzdur. Müdahalenin mülkten yoksun bırakmaya ilişkin kural çerçevesinde incelenmesi uygun görülmüştür.

iii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

45. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

46. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62). Bu durumda öncelikle müdahalenin kanuni dayanağının bulunup bulunmadığının incelenmesi gerekir.

47. Anayasa'nın 35. maddesinin ikinci fıkrasında mülkiyet hakkının ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği belirtilmek suretiyle mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerin kanunda öngörülmesi gereği ifade edilmiştir. Öte yandan temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenlendiği Anayasa'nın 13. maddesinde de hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceği temel bir ilke olarak benimsenmiştir. Buna göre mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerde dikkate alınacak öncelikli ölçüt, müdahalenin kanuna dayalı olmasıdır. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır (Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49).

48. Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî manada kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından Anayasa'da belirtilen usule uygun olarak kanun adı altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir. Hak ve özgürlüklere müdahale edilmesi ancak yasama organınca kanun adı altında çıkarılan düzenleyici işlemlerde müdahaleye imkân tanıyan bir hükmün bulunması şartına bağlıdır. TBMM tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün bulunmaması hakka yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56).

49. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî müdahaleyi engelleyen ve hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60). Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55). Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince erişilebilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44).

50. Bir uyuşmazlıkta uygulanacak hukuk kurallarının ve özellikle müdahalenin kanuni dayanağını oluşturan kanun hükümlerinin yorumlanması derece mahkemelerinin takdirindedir. Derece mahkemelerince, mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağını oluşturduğu ifade edilen hükümlerle ilgili olarak geliştirilen yorumların isabetli olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Bununla birlikte derece mahkemelerinin yorumlarının kanunun açık lafzıyla çelişki içinde olduğu veya kanun metni dikkate alındığında bireyler tarafından öngörülmesinin mümkün olmadığı sonucuna ulaşıldığı hâllerde mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunmadığı kanaatine varılması mümkündür (mahkemeye erişim hakkı yönünden benzer değerlendirme için bkz. Ziya Özden, B. No: 2016/67737, 19/11/2019, § 59).

51. Başvurucunun murisine ait iken tapusu iptal edilen taşınmazın 6292 sayılı Kanun uyarınca bedelsiz olarak iadesi talebi, taşınmazın 27/3/1956 tarihinde Hazine adına orman vasfıyla tescil edilen 592 parsel sayılı taşınmazın içinde kaldığı, bu nedenle 6292 sayılı Kanun uyarınca iadesinin mümkün olmadığı belirtilerek reddedilmiştir. İdare Mahkemesi de yaptığı yargısal denetimde idarenin gerekçesini benimsemiş ve davayı reddetmiştir.

52. İhtilaf konusu taşınmazın 27/3/1956 tarihinde Hazine adına orman olarak tescil edilen 592 parsel sayılı taşınmazın sınırları içinde yer aldığı hususu, İzmir 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 30/3/1995 tarihli kararıyla tespit edilmiştir. Ancak somut olay yönünden kritik öneme sahip olan husus taşınmazın 27/3/1956 tarihinde Hazine adına tescil edilen 592 parsel sayılı taşınmazın içinde yer almasının iadeye engel teşkil edip etmediğidir.

53. Uyuşmazlıkta uygulanacak hukuk kurallarının yorumlanması görevi öncelikle derece mahkemelerine ait olsa da derece mahkemelerinin yorumlarında keyfîlik veya bariz takdir hatası bulunup bulunmadığını incelemek Anayasa Mahkemesinin yetkisindedir. Bu durumda Anayasa Mahkemesinin öncelikle çözümleyeceği mesele ihtilaf konusu taşınmazın 27/3/1956 tarihinde Hazine adına tescil edilen başka bir taşınmazın içinde bulunmasının iadeye engel olarak yorumlanmasının makul olup olmadığıdır.

54. İhtilaf konusu taşınmaz, Hazine adına orman olarak tescil edilen 592 parsel sayılı taşınmazın sınırları içinde yer alsa bile 1910 tarihli tapu kaydına dayanarak tapulama sonucu 27/3/1956 tarihinde başvurucunun murisi adına tespit ve tescil edilen tapu kaydının 29/12/1995 tarihine kadar iptal edilmediği dikkate alınmalıdır. 6292 sayılı Kanun'un 7. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde tapu ve kadastro veya imar mevzuatına göre ilgilileri adına oluşturulan ... taşınmazlardan vurgusu önem taşımaktadır. Başvurucunun murisi adına tapulama mevzuatı uyarınca oluşturulmuş bir tapunun var olduğu açıktır. Öte yandan anılan maddenin Hazine adına orman sınırı dışına çıkarılan taşınmazları kapsadığı görülmektedir. 592 parsel sayılı taşınmazın başvurucunun murisine ait taşınmazla çakışan kısmının 1987 yılında ilan edilen 2/B uygulaması sonucu Hazine adına orman sınırı dışına çıkarıldığı da sabittir.

55. İdare, başvurucunun murisi adına yapılan tespitin hatalı olduğunu öne sürmüş ise de tapulama işleminin neden hatalı olduğunu ve hatalı olmasının 6292 sayılı Kanun'dan yararlanılmasına neden engel teşkil ettiğini açıklamamıştır. İdare Mahkemesi kararında da bu yönde bir değerlendirmede bulunulmamıştır. Bu durumda dayanak 1910 tarihli tapu kaydına göre 1956 tarihli tapulama faaliyeti sonucunda başvurucunun murisi adına tapuya bağlanan, akabinde Hazine adına orman sınırı dışına çıkarılan taşınmazın iadesi isteminin kanunda yer almayan birtakım şartlar aranarak engellendiği anlaşılmaktadır.

56. Sonuç olarak başvurucu tarafından yapılan iade isteminin taşınmazın 27/3/1956 tarihinde Hazine adına orman olarak tescil edilen 592 parsel sayılı taşınmazın sınırları içinde yer aldığı gerekçesiyle reddedilmesinin kanuni dayanağının bulunmadığı değerlendirilmiştir. Varılan sonuca göre müdahalenin meşru bir amacının veya ölçülü olup olmadığının değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.

57. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

58. Başvurucu; Uyuşmazlık Mahkemesi kararlarına göre uyuşmazlığın adli yargı mercilerinin görevine girdiğini ve İdare Mahkemesinin görevsizlik kararı vermemesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

59. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurulabilmesi için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir.

60. Bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun bu niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunulabilmesi için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması, aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177, 26/3/2013, § 17).

61. Somut olayda idari yargıda dava açmayı tercih eden başvurucu, yargılama sürecinin hiçbir aşamasında idari yargının görevsiz olduğunu ileri sürmemiştir. Başvurucu bu iddiasını ilk kez bireysel başvuruda dile getirmiştir. Bu durumda, başvurucunun bu iddiasına ilişkin olarak olağan başvuru yollarını tükettiği söylenemeyecektir.

62. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

63. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

64. Başvurucu; ihlalin tespit edilmesini ve yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesini, bunun yapılmaması hâlinde 2.700.000 TL maddi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

65. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

66. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

67. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

68. İncelenen başvuruda, başvurucunun taşınmaz iade talebinin reddedilmesinin kanuni dayanağının bulunmaması sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin idarenin işleminden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Ancak mahkemeler de ihlali giderememiştir.

69. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İzmir 1. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

70. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

71. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.864,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İzmir 1. İdare Mahkemesine (E.2014/692, K.2014/1827) GÖNDERİLMESİNE,

D. 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.864,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 23/11/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

FENER MADEN YAPI İNŞAAT OTELCİLİK TURİZM VE TİCARET LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/4977)

 

Karar Tarihi: 24/11/2021

R.G. Tarih ve Sayı: 20/1/2022-31725

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucu

:

Fener Maden Yapı İnşaat Otelcilik Turizm ve Ticaret Ltd. Şti.

Vekili

:

Av. Mehmet Suat ALAYBEYOĞLU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı gerekçesiyle tapusunun iptal edilmesine rağmen tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 18/2/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, turizm ve otelcilik işiyle iştigal eden bir limitet şirkettir.

A. Olayın Arka Planı

9. Zonguldak ili Karadeniz Ereğlisi ilçesi Göktepe köyünde kâin 649 parsel numaralı taşınmaz 1983 yılından önceki bir tarihte yapılan kadastro çalışması sonucu A.B. adına tespit ve tescil edilmiştir.

10. Hazine tarafından 21/5/1996 tarihinde Karadeniz Ereğli 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) açılan davayla taşınmazın kıyı kenar çizgisinin içinde kaldığı gerekçesiyle tapusunun iptal edilmesine ve tespit dışı bırakılmasına karar verilmesi talep edilmiştir.

11. Mahkeme tarafından 13/6/1996 tarihinde Tapu Sicil Müdürlüğüne yazı yazılarak "Davalıdır." şerhinin tapu siciline işlenmesi talep edilmiştir. Tapu Sicil Müdürlüğü tarafından bu talep yerine getirilerek "Davalıdır. 19.06.1996 Yev:1096" şerhi tapu sicilinin beyanlar hanesine işlenmiştir.

12. Yargılama devam ederken A.B.nin mirasçıları 24/1/2008 tarihinde 500.000 TL bedelle taşınmazı başvurucuya satmıştır. Bu tarihten sonra başvurucu, davalı olarak davaya dâhil edilmiştir.

13. Yargılama sırasında birkaç kez karar verilip Yargıtay tarafından bozulduktan sonra Mahkemece en son 12/7/2012 tarihinde verilen kararla taşınmazın tapusunun iptaline ve taşınmazın tespit dışı bırakılmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, taşınmazın denizin doldurulması suretiyle oluşturulduğu ve tarıma elverişli olmadığı tespiti yapılmıştır. Ayrıca taşınmazın özel mülkiyete konu olmasının hukuken mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Karara yönelik temyiz istemi Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 10/12/2013 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin aynı Dairenin 24/6/2014 tarihli kararıyla reddi üzerine karar kesinleşmiştir.

B. Bireysel Başvuruya Konu Tazminat Davası Süreci

14. Başvurucu 15/7/2014 tarihinde 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1007. maddesine dayalı olarak Hazine aleyhine tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde, taşınmazın tapusunun tazminatsız olarak iptal edilmesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, satın alma bedeli olarak ödediği 500.000 TL'nin güncellenip tazminat olarak ödenmesi talebinde bulunmuştur.

15. Mahkeme 27/10/2015 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, resmî satış senedinin arkasında "Davalıdır. 19.06.1996 Yev:1096" ibaresi yazılı olduğuna ve tarafların senedin bu kısımda imzalarının bulunduğuna dikkat çekilmiştir. Kararda, 4721 sayılı Kanun'un 1020. maddesinde yer alan ve kimsenin tapu sicilindeki kaydı bilmediğini iddia edemeyeceğini ifade eden hükme atıfta bulunularak başvurucunun taşınmazın davalı olduğuna ilişkin şerhi tapu sicilinde görmesine rağmen taşınmazı satın almasının basiretli bir iş adamı gibi hareket etme yükümlülüğüne aykırı olduğu ifade edilmiştir. Kararda ayrıca başvurucunun Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin önceki malikler aleyhine kararı bozması üzerine davanın ilk derece mahkemesinde derdest olduğu sırada taşınmazı satın aldığına da vurgu yapılmıştır. Kararda son olarak kanun koyucunun tacirlere basiretli bir iş adamı gibi davranma yükümlülüğü yüklediği hatırlatılarak tazminat isteminin reddi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

16. Mahkeme kararı Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin (Daire) 5/7/2018 tarihli kararıyla oyçokluğuyla onanmıştır. Karara muhalif kalan üye, eski malike tanınan haklardan yeni malikin de yararlanması gerektiğini ifade etmiştir.

17. Karar düzeltme istemi, Dairenin 17/1/2019 tarihli kararıyla yine aynı üyenin karşıoyu ve oyçokluğuyla reddedilmiştir. Başvurucu 4/2/2019 tarihinde kararı öğrendiğini belirtmiştir.

18. Başvurucu 18/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

19. 4/4/1990 tarihli ve 3621 sayılı Kıyı Kanunu'nun 4. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Bu Kanunda geçen deyimlerden;

Kıyı çizgisi: Deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda, taşkın durumları dışında, suyun karaya değdiği noktaların birleşmesinden oluşan çizgiyi,

Kıyı Kenar çizgisi: Deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda, kıyı çizgisinden sonraki kara yönünde su hareketlerinin oluşturulduğu kumluk, çakıllık, kayalık, taşlık, sazlık, bataklık ve benzeri alanların doğal sınırını,

Kıyı: Kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi arasındaki alanı,

...

ifade eder."

20. 3621 sayılı Kanun'un 5. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:

"Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Kıyılar, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır."

21. 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi şöyledir:

"Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.

Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.

Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür."

22. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18/11/2009 tarihli ve E.2009/4-383, K.2009/517 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

Bu aşamada, kadastro işlemlerinden doğan zararın, tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan zarar kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği hususunun açıklanmasında yarar bulunmaktadır.

...

Davaya konu somut olayda, yapılan kadastro işlemine süresi içinde Hazine adına itiraz etmekle yükümlü olan görevliler üzerlerine düşen görevlerini yapmamışlardır. Tapu işlemleri kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda yapılan hatalardan T.M.K. 1007 anlamında Devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir.

Burada Devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Kusursuz sorumluluk tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescili sonucu değişmesi yada yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür. Bu itibarla, kadastro görevlilerinin dayanaksız yada gerçek hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemelerini ve taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmalarını da aynı kapsamda düşünmek gerekir.

...

Sonuç itibariyle; davacının, Devletin kusursuz sorumluluğundan kaynaklanan bir zararının oluştuğu ve bu zararın tazminini Devletten isteyebileceği, Devletin kadastro işlemlerinden kaynaklanan sorumluluğunun da TMK’nun 1007.maddesi kapsamında olması gerektiği, bu nedenle görülmekte olan davanın adli yargıda bakılması gerektiği sonucuna varılmıştır.

..."

B. Uluslararası Hukuk

23. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ek (1) No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.

24. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) davanın esasını teşkil eden zararı giderecek tazminatın ulusal mahkemeler tarafından hesaplanması gereken hâllerde kendini bu konuda karar vermeye yetkili görmemektedir. Doğrusu AİHM, kamulaştırılan yerin değerini belirleyecek ve buna karşılık ödenecek tazminatın kriterlerini belirlemede kendini Türk mahkemelerinin yerine koyamaz. Ne var ki somut olaydaki dava dosyası içeriğine göre AİHM, başvurucunun ulusal mahkemelerce hükmedilen tazminat bedelinin mülkün değeri ile makul bir bağlantı kurmadığını gösterebildiğini gözlemlemektedir (Yıltaş Yıldız Turistik Tesisleri A.Ş./Türkiye, B. No: 30502/96, 24/4/2003, § 38).

25. AİHM'e göre bir taşınmazın orman veya kıyı kenar çizgisi ya da başka bir kamu alanında olduğu gerekçesiyle tapusunun iptal edilmesi, hukuken öngörülebilir olup kamu alanlarının korunmasına yönelik kamu yararına dayalı meşru bir amaç da içermektedir. Ancak AİHM, mülkiyet tespitine ilişkin hukuki hatalar nedeniyle tapuların iptal edilerek kişilerin mülkiyetlerinden yoksun bırakıldıkları başvurular bakımından istikrarlı olarak hiçbir tazminat ödenmemesini haklı gösterecek herhangi bir istisnai durum da bulunmadığı hâlde bir tazminat ödenmeksizin bireylerin tapu kayıtlarının iptal edilmesi şeklindeki mülkiyetten yoksun bırakmaya yol açan müdahalenin kamunun yararı ile bireylerin hakları arasında olması gereken adil dengeyi bozduğu ve bu müdahalelerin başvurucuları aşırı bir yük altına soktuğu kanaatine vararak başvurucuların mülkiyet haklarının ihlal edildiğine karar vermiştir (N.A. ve diğerleri/Türkiye, B. No: 37451/97, 11/10/2005, §§ 36-43; Rimer ve diğerleri/Türkiye, B. No: 18257/04, 10/3/2009, §§ 34-41).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

26. Anayasanın Mahkemesinin 24/11/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

27. Başvurucu, satın aldığı tapulu taşınmazın kıyı kenar çizgisinde kaldığı gerekçesiyle tapusunun bedelsiz olarak iptal edilmesi nedeniyle kamu yararı ile bireysel yarar arasındaki dengenin bozulduğunu ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu; tacir olmanın iptal edilen tapusu için tazminat davası açmaya engel oluşturmadığını, Mahkemenin bu yöndeki yorumunun eşitlik ilkesiyle uyumlu olmadığını vurgulamıştır. Başvurucu, tapunun iptal edilmesinin olası görülerek taşınmazın satın alınmış olmasının da devletin tazminat ödeme yükümlülüğünü ortadan kaldırmadığını belirtmiştir.

B. Değerlendirme

28. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

29. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

30. Başvuru konusu olayda tapusu iptal edilen taşınmazın 24/1/2008 tarihinden sonra başvurucunun mülkiyetine geçtiği açıktır. Dolayısıyla mülkün varlığı konusunda tereddüt bulunmamaktadır.

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

31. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı, kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, onun semerelerinden yararlanma ve ondan tasarruf etme olanağı veren bir haktır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkün semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).

32. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).

33. Somut olayda uyuşmazlık konusu taşınmaz tapuda başvurucu adına kayıtlı olduğu hâlde taşınmazın kıyı kenar çizgisinde kaldığı gerekçesiyle tapusu iptal edilmiştir. Başvurucunun tapusunun iptal edilmesinin mülkten yoksun bırakmaya ilişkin ikinci kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

34. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

35. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

i. Kanunilik

36. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).

37. Başvurucunun taşınmazının tapusu 3621 sayılı Kanun'un ilgili hükümlerine göre iptal edilmiştir. Dolayısıyla müdahalenin kanuni bir dayanağının olduğu kuşkusuzdur.

ii. Meşru Amaç

38. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması imkânı vermekle bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, § 53).

39. Anayasa'nın 43. maddesine göre devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kıyılar, özel mülkiyete konu olamaz. Doğasına uygun olarak genellik, eşitlik ve serbestlik ilkeleri gereği herkesin ortak kullanımına açık bulunmalıdır ve bunlardan yararlanma, ancak kıyının herkese açık olması ile mümkün olabilir (AYM, E.1990/23, K.1991/29, 18/9/1991). 3621 sayılı Kanun'un kıyıların ortak kullanımını düzenlemek, yararlanmaya ilişkin karar ve önlemleri almak amacıyla düzenlendiği belirtilmiştir. Kanun'un amacı çerçevesinde kıyı kenar çizgisindeki taşınmazların kamu hizmetine tahsis edilmesi, bu bağlamda somut olayda olduğu gibi kıyıdan herkesin istifade edebileceği değerlendirildiğinde müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacının bulunduğu kabul edilmiştir (Melahat Altın ve Filiz Freifrau Von Thermann, B. No: 2014/11408, 8/12/2016, §§ 52-54).

iii. Ölçülülük

 (1) Genel İlkeler

40. Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).

41. Ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken Anayasa Mahkemesi; bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini ve diğer taraftan müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını da gözönünde tutarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60).

42. İdarenin ölçülülük bağlamında iyi yönetim ilkesine uygun hareket etme yükümlülüğü bulunmaktadır. İyi yönetim ilkesi, kamu yararı kapsamında bir konu mevzubahis olduğunda kamu otoritelerinin uygun zamanda, uygun yöntemle ve her şeyden önce tutarlı olarak hareket etmelerini gerektirir (Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 68). Bu bağlamda idarelerin kendi hatalarının sonuçlarını gidermeleri ve bireylere yüklememeleri gerekir (Reis Otomotiv Ticaret ve Sanayi A.Ş. [GK], B. No: 2015/6728, 1/2/2018, § 100).

43. Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan malların korunması amacıyla mülkiyet hakkına müdahale edilmesi meşru olmakla birlikte bu kamusal külfetin tamamının mülk sahiplerine yüklenemeyeceği ve kanun koyucunun buna uygun çözüm yolları bulması gerekeceği açıktır (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011). Kamuya ait orman ve diğer malların korunmasındaki kamu yararı amacı ile başvurucunun mülkiyet hakkı arasında makul denge, başvurucuya tazminat ödenmesi veya başvurucunun zararının başka yollarla telafi edilmesi şartıyla sağlanabilir (Hüseyin Akbulut ve Yusuf Akbulut, B. No: 2014/7643, 6/4/2017, § 32).

44. Diğer taraftan 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin sorumlu olduğunu, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere devletin rücu edebileceğini hüküm altına almıştır. Nitekim Anayasa Mahkemesi, daha önceki kararlarında Yargıtay içtihadına dayanarak 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde öngörülen tazminat yolunun kadastro tespiti aşamalarındaki işlemlerden doğan zararların telafisi yönünden de etkili olduğu sonucuna ulaşmıştır (Nazmiye Akman, B. No: 2013/1012, 16/4/2013, § 25; Ahmet Hilmi Serter, B. No: 2014/10954, 17/11/2016, §§ 41, 42; Hatice Avcı ve diğerleri, B. No: 2014/9788, 22/9/2016, §§ 74-76).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

45. Somut olayda uyuşmazlık konusu taşınmazın kıyı kenar çizgisinin içinde kaldığı gerekçesiyle tapusu iptal edilmiştir. Başvurucunun taşınmazın kıyı kenar çizgisinde kaldığının tespit edilmesine ve buna bağlı olarak tapusunun iptal edilmesine yönelik bir şikâyeti bulunmamaktadır. Başvurucu tazminat ödenmemesinden yakınmaktadır. Bu durumda müdahalenin başvurucuya aşırı ve orantısız bir yük yükleyip yüklemediği değerlendirilmelidir.

46. İhtilaf konusu taşınmaz 1983 yılından önceki bir tarihte yapılan kadastro çalışması sonucu A.B. adına tespit ve tescil edilmiştir. Kıyıların özel mülkiyete konu edilmesi 3621 sayılı Kanun'a göre mümkün değildir. Bununla birlikte söz konusu taşınmazın kamu makamları tarafından oluşturulan tapu kayıtlarına göre özel mülke konu edildiği ortadadır.

47. Tapu kayıtlarının oluşturulması ve tutulması kamu makamlarının gözetiminde olduğuna göre kıyı kenar çizgisinin içinde kalmasına rağmen hatalı olarak bu kayıtların oluşturulması hâlinde de yine devletin sorumlu olması tabiidir. Buna göre olayda idarenin hatalı kayıt oluşturmasına ve yine hatalı olarak söz konusu taşınmazı özel mülke konu olacak şekilde A.B. adına tespit ve tescil edilmesine sebep olmasına rağmen taşınmazın tapu kaydı sonradan iptal edilmiştir.

48. Kıyıların korunması bağlamında müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacı bulunmakta ise de devletin verdiği tapuya dayanarak mülkiyet hakkı sahibi olan başvurucunun da menfaatlerinin gözetilmesi ve bu çerçevede idarenin hatalı işleminin bütün sonuçlarının başvurucuya yüklenmemesi gerekir. Bu bağlamda tapunun iptal edilmesi karşılığında tazminat ödenmesinin başvurucuya yüklenen külfeti hafifletecek ve kamu yararı ile bireysel menfaatlerin dengelenmesini sağlayacak önemli bir araç olduğu söylenebilir.

49. Türk hukukunda tapu sicilinin hatalı tutulmasından kaynaklanan zararların devlet tarafından tazmin edilmesini öngören düzenleme, 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde yer almıştır. Anılan maddede; tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin sorumlu olduğu, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere devletin rücu edebileceği hüküm altına alınmıştır (Nazmiye Akman, § 22; Ahmet Hilmi Serter, § 39; Hatice Avcı ve diğerleri, § 72).

50. Başvurucunun 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine dayalı olarak açtığı tazminat davası, başvurucunun taşınmazın davalık olduğunu bildiği gerekçesiyle Mahkemece reddedilmiştir. Mahkemeye göre tacir olan başvurucu, basiretli iş adamı gibi davranma yükümlülüğünü ihlal etmiştir. Mahkeme, başvurucunun davalık olan ve tapusunun yitirilme ihtimali bulunduğunu öngörebildiği bir taşınmazı satın alması sebebiyle tazminat ödenmesini isteyemeyeceğini kabul etmiştir.

51. 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde tacir olan malikler ile tacir olmayan malikler arasında ayrım yapılmasına imkân sağlayan bir düzenlemeye yer verilmediğine işaret etmek gerekir. Dolayısıyla Mahkemenin başvurucunun tacir olmasına vurgu yapan yorumunu kanuni bir temele dayandırdığını söylemek güçtür. Öte yandan başvurucunun kamu otoriteleri ile ticaret hukuku veya borçlar hukuku ilişkisi içine girmediği de not edilmelidir. Başvurucu kamu yararı gözetilerek Mahkeme tarafından iptal edilen tapusu için tazminat ödenmesi talebinde bulunmuştur. Kamu otoritelerinin kamu yararını gözeterek başvurucunun tapusunu iptal etmesinden doğan sorumluluğunun ticaret hukuku ilkelerine atıfla ortadan kaldırılması kabul edilebilir değildir.

52. Taşınmaz satılmamış olsaydı tazminat ödeme yükümlülüğünde olan devletin sorumluluğunun taşınmazın davalık olduğunu bilen birisine satılması durumunda ortadan kalkacağının düşünülmesi anlaşılabilir değildir. Daha açık ifade etmek gerekirse devletin hatalı kayıt oluşturmasından kaynaklı sorumluluğu ile taşınmazın davalık olduğunun bilinerek satın alınması olgusu arasında bu sorumluluğu ortadan kaldıracak nasıl bir bağlantı bulunduğu anlaşılamamıştır. Hatalı kaydın oluşmasına başvurucunun taşınmazın davalık olduğunu bilerek satın alması yol açmadığına göre Mahkemenin bu yorumu makul kabul edilememiştir.

53. Tapu siciline güven ilkesi iyi niyetli üçüncü kişilerin haklarının korunması amacına yönelik olup bundan, bu kayıtları doğru bir biçimde oluşturma ve tutma sorumluluğunda olan kamu otoriteleri lehine sonuçlar çıkarılması Anayasa'nın 35. maddesiyle bağdaşan bir yorum değildir. Kamu otoriteleri, iyi niyetli üçüncü kişi olmadığı gibi bu kayıtları bizzat oluşturan ve tutanlardır. Kamu otoritelerinin oluşturduğu kaydın hatalı olması nedeniyle doğan sorumluluğundan başvurucunun tapunun iptal edileceğini öngörebileceğine atıfla kurtulması düşünülemez. Nasıl ki kamulaştırma süreci başlatılan ya da ileride kamulaştırılacak olan bir taşınmazı satın alan kişi kamulaştırma bedelini isteme hakkından vazgeçmiş sayılamayacaksa özel mülkiyete son verilerek taşınmazın kamu mülkiyetine geçirilmesi yönüyle kamulaştırma işlemine benzeyen dava konusu olayda başvurucunun devletin ileride tapuyu iptal edebileceğini öngördüğünden bahisle tazminat hakkından vazgeçtiği savunulamaz.

54. Devletin hatalı olarak oluşturduğu tapunun alış ve satış işlemlerine konu edilmesi hukuken yasak olmadığı gibi somut olayda Mahkemenin taşınmazın satışının engellenmesi yönünde ihtiyati tedbir kararı vermediğini de gözden kaçırmamak gerekir. Başvurucunun Hazine tarafından iptal davasına konu edilen bir taşınmazı satın almış olması Anayasa'nın 35. maddesindeki güvenceleri etkisiz kılmamaktadır. Diğer bir ifadeyle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı Hazine tarafından iptal davasına konu edilen bir taşınmazı satın alan kişi yönünden de caridir. Salt "Davalıdır." kaydı bulunan taşınmazın başka bir kişiye satılmış olması, tapu sicilini doğru oluşturma sorumluluğunu ihlal etmesinin sonuçlarına katlanmaktan devleti kurtarmamalıdır.

55. Bu durumda başvurucunun taşınmazının tapusunun iptal edilmesi kıyıların korunması bağlamında kamu yararına dayalı meşru bir amacı içerse de mülkten yoksun bırakılan başvurucuya herhangi bir tazminat ödenmemesi idarenin hatasından doğan zarara bütünüyle başvurucunun katlanması sonucunu doğurmuştur. Sonuç olarak müdahaleyle başvurucuya aşırı bir külfet yüklenmiş olup başvurucunun mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasındaki adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu anlaşıldığından mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu kanaatine varılmıştır.

56. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Kadir ÖZKAYA ve Yıldız SEFERİNOĞLU bu görüşe katılmamışlardır.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

57. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

58. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesini ve mağduriyetini giderecek miktarda tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

59. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

60. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

61. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

62. İncelenen başvuruda, başvurucunun taşınmazının tapusunun iptal edilmesine rağmen başvurucuya tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

63. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Karadeniz Ereğli 2. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

64. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

65. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.864,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Kadir ÖZKAYA ve Yıldız SEFERİNOĞLU'nun karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Karadeniz Ereğli 2. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2014/233, K.2015/295) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat isteminin REDDİNE,

E. 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.864,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 24/11/2021 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞI OY

İncelenen başvuruda Mahkememiz çoğunluğunca, başvurucunun tapu sicilinin doğruluğuna güvenerek satın aldığı taşınmazının tapusu, söz konusu taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kaldığından bahisle iptal edilmiş olmasına rağmen kendisine tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Aşağıda açıklanan gerekçelerle tarafımızca bu sonuca iştirak edilmemiştir.

Çoğunluk görüşüne dayalı kararda da belirtildiği üzere, 1983 yılından önceki bir tarihte yapılan kadastro çalışması sonucu A.B. adına tespit ve tescil edilmiş olan, Zonguldak ili Karadeniz Ereğlisi ilçesi Göktepe köyünde kâin 649 parsel numaralı (tapusu iptal edilen) taşınmaz, başvurucu tarafından A.B. nin mirasçılarından 24.01.2008 tarihinde satın almıştır.

Bu tarih (24.01.2008 ) itibarıyla söz konusu taşınmazın kıyı kenar çizgisinin içinde kaldığından bahisle tapusunun iptal edilmesine ve tespit dışı bırakılmasına karar verilmesi istemiyle Hazine tarafından 25.05.1996 tarihinde açılmış bir dava bulunmaktadır. Esasen başvurucu da taşınmazı satın aldıktan hemen sonra bu davaya davalı olarak dâhil edilmiştir.

Ayrıca, söz konusu taşınmazın tapusunun iptali istemiyle Hazine tarafından dava açılması üzerine Mahkeme tarafından 13.06.1996 tarihinde Tapu Sicil Müdürlüğüne yazı yazılarak "Davalıdır" şerhinin tapu siciline işlenmesi talep edilmiştir. Tapu Sicil Müdürlüğü tarafından da bu talep yerine getirilerek "Davalıdır. 19.06.1996 Yev:1096" şerhi tapu sicilinin beyanlar hanesine işlenmiştir.

Dolayısıyla başvurucu alım/satım işlemi sırasında, an itibarıyla özel mülkiyete konu yapılmış olsa da söz konusu taşınmazın yargı süreci sonunda hukuken özel mülkiyete konu olamayacak yerlerden olduğunun karara bağlanarak tapusunun iptal edilebileceğini bilecek durumdadır. Esasen bu konuda bir tartışma da bulunmamaktadır. Zira resmî satış senedinin arkasında "Davalıdır. 19.06.1996 Yev:1096" ibaresi yazılıdır ve senedin bu kısımda tarafların imzaları bulunmaktadır.

Tapu siciline güven ilkesinin iyi niyetli üçüncü kişilerin haklarının korunması amacına yönelik olduğunda, kamu otoritelerinin bu kayıtları doğru bir biçimde oluşturma ve tutma sorumluluğu bulunduğunda, bu kayıtların her durumda doğru ve güvenilir olması gerektiğinde, tapu sicilinin doğru tutulmamasından doğan zararlardan devletin sorumlu olduğunda kuşku bulunmamaktadır.

Bununla birlikte somut olayda, başvurucuya ait tapunun iptali ile oluşan zararı ile devletin tapu sicilinin doğru tutulmamasından kaynaklanan zararlara ilişkin sorumluğu arasında bir sebep sonuç ilişkisi oluşmamıştır. Zira Devlet başvurucuya satın aldığı taşınmazın tapusunun uyuşmazlık konusu olduğunu, tapu sicilindeki mevcut kayıtların doğruluğunun an itibarıyla tartışmalı olduğunu, devam eden yargı süreci sonunda hukuken özel mülkiyete konu olamayacak yerlerden olduğunun karara bağlanarak tapusunun iptal edilebileceğini, dolaysıyla söz konusu sicil kayıtlarını bu haliyle değerlendirmesi gerektiğini bilgisine sunmuş bulunmaktadır. Bir başka söyleyişle başvurucu tapu sicili kayıtları ile aldatılmamıştır. Başvurucu söz konusu taşınmazın halini bilerek satın alınmıştır.

Hal böyle olunca da somut olayda başvurucunun tapusunun iptali nedeniyle oluşan bir zararının varlığı kabul edilse bile bu zarar açısından tapu sicili kayıtlarının doğru tutulmamasından kaynaklı olarak devlete karşı bir tazminat hakkının doğduğundan söz edilemez. Söz konusu taşınmazın eski maliki açısından var olabilecek olan hakkın yukarıda açıklanan durumları bilerek satın alan kişiye taşınması söz konusu olamaz.

Belirtilen nedenlerle çoğunluk görüşüne dayalı ihlal kararına katılmadık.

Başkan

Üye

Kadir ÖZKAYA

Yıldız SEFERİNOĞLU

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ARZU KOCAKAYA VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/34900)

 

Karar Tarihi: 13/1/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 24/2/2022-31760

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucular

:

1. Arzu KOCAKAYA

 

 

2. Ayten KOCAKAYA

 

 

3. Sadık KOCAKAYA

 

 

4. Selda KOCAKAYA

 

 

5. Sercan SÖZER

 

 

6. Serdar KOCAKAYA

 

 

7. Serhat KOCAKAYA

 

 

8. Sevil YILDIRIM

 

 

9. Sidar YİĞİT

 

 

10. Sultan KOCAKAYA

Başvurucular Vekili

:

Av. Neslihan KOCAKAYA

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, orman olarak tespit edilen taşınmaz için ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 30/11/2018 tarihinde E.K. tarafından yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. E.K. 21/3/2021 tarihinde ölmüştür.

5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

8. E.K.nın mirasçıları Bakanlık görüşüne karşı beyan dilekçesinde başvuruyu devam ettirmek istediklerini bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

10. Başvurucular bireysel başvuru devam ederken -21/3/2021 tarihinde- ölen E.K.nın mirasçılarıdır. E.K.nın ölümü sonrasında başvuruyu devam ettirmek istediklerini bildiren başvurucular bireysel başvurunun tarafı hâline gelmişse de anlatım kolaylığı açısından E.K. başvurucu olarak nitelendirilecektir.

A. Kadastro Tespitine İtiraz Davasına İlişkin Süreç

11. Bursa ili Mudanya ilçesi Kumyaka köyü Kora mevkiinde kâin cilt 233, sayfa 46, 47, 48, 43; sıra 12, 13, 14, 15, 22 ve 2'de kayıtlı ve özel orman olarak kullanılan altı taşınmaz tapuda başka bir kişi adına kayıtlı iken başvurucu tarafından 4/12/1986 tarihinde (600.000 TL, 300.000 TL, 300.000 TL, 300.000 TL, 140.000 TL, ve 1.300.000 TL bedellerle) satın alınmıştır. Başvurucu bu tarihten sonra taşınmazları kullanmaya başlamıştır. Orman Kadastro Komisyonunca 16/3/1993 tarihinde ilan edilen orman kadastrosu sonucunda taşınmazların Mavromat Tepe I Devlet Ormanı sınırları içinde kaldığı tespit edilmiştir.

12. Başvurucu 7/4/1993 tarihinde taşınmazların devlet ormanı olarak sınırlandırılmasının iptaline ve özel orman olarak adına tesciline karar verilmesi istemiyle Mudanya Kadastro Mahkemesinde dava açmıştır.

13. Mudanya Kadastro Mahkemesi 18/10/1993 tarihli kararla davayı kabul etmiştir. Kararın gerekçesinde taşınmazların orman sayılmayan yerlerden olduğu belirtilmiştir. Yargıtay 20. Hukuk Dairesi 21/3/1995 tarihli kararla eksik inceleme ve araştırmaya dayalı hüküm kurulduğu gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur.

14. Bozma kararına uyan Mudanya Kadastro Mahkemesi 23/12/1999 tarihli kararla yine davayı kabul etmiş ve Kadastro Komisyonu kararını iptal ederek taşınmazların özel orman olarak başvurucu adına sınırlandırılmasına karar vermiştir. Ancak Yargıtay 20. Hukuk Dairesi 7/5/2002 tarihli kararla yine ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur. Bozma kararında, taşınmazların beşinin 9/7/1945 tarihli ve 4785 sayılı Orman Kanununa Bazı Hükümler Eklenmesine ve Bu Kanunun Birinci Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun hükümleri uyarınca devletleştirilen özel orman mahiyetinde olduğu belirtilmiştir. Kararda, diğer taşınmazın ise etrafının söz konusu beş taşınmazla çevrili olması sebebiyle özel orman olarak kabulünün mümkün olmadığı ifade edilmiştir.

15. İkinci bozma kararına da uyan Mudanya Kadastro Mahkemesi 19/6/2003 tarihinde bozma kararındaki gerekçeye atıfla davayı reddetmiştir. Bu karara karşı yapılan temyiz başvurusu Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 27/6/2005 tarihli kararıyla reddedilerek ilk derece mahkemesi kararı onanmıştır. Karar düzeltme istemi de 22/12/2005 tarihinde reddedilerek karar kesinleşmiştir.

B. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Başvuru Süreci

16. Başvurucu 5/7/2006 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. AİHM 15/7/2016 tarihli yazıyla başvurunun iç hukuk yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verildiğini başvurucuya bildirmiştir. Anılan yazıda 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'un 5. maddesinin (2) numaralı fıkrasına atıfta bulunulmuştur.

C. İnsan Hakları Tazminat Komisyonuna Başvuru Süreci

17. Başvurucu 23/8/2017 tarihinde İnsan Hakları Tazminat Komisyonuna (Tazminat Komisyonu) müracaat etmiştir. Tazminat Komisyonu 20/7/2018 tarihli kararla başvuruyu kabul edilebilir bulmuş, başvurucunun şikâyetinin esasını incelemiş ve başvurucuya 175.000 TL tazminat ödenmesine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde özetle şunlar ifade edilmiştir:

i. Anayasa'nın 169. maddesinde ormanların devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu belirtilerek bu alanlarda özel mülkiyet yasaklanmıştır. Bu nedenle bir sürenin geçmesiyle söz konusu alanlarda özel mülk edinilmesi olanaklı değildir.

ii. Mülkiyet hakkı mutlak olmayıp kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilir. Ancak bu sınırlandırmanın ölçülü ve orantılı olması gerekir. Mülkiyetten yoksun bırakma işlemine gerekçe gösterilen tabiatın ve ormanların korunması amacı kamu yararı kapsamına girmektedir. Tabiatın ve ormanların, daha genel olarak çevrenin korunması amacıyla mülkiyetten yoksun bırakma hâlinde kural olarak mülkün değerine karşılık gelen makul bir meblağın ödenmesi gerekir. Tazminat ödenmeksizin mülkiyete son verilmesi durumunda kamu yararı ile mülkiyet hakkı arasındaki adil denge bozulmuş olur.

iii. Tapu işlemleri kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan bu kayıtlarda yapılan hatalardan 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1007. maddesine göre devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir.

iv. AİHM'in yerleşik içtihadına göre değeriyle orantılı bir meblağ ödenmeksizin mülke el konulması, genelde orantısız bir müdahale oluşturmaktadır. Bununla birlikte Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi her zaman bedelin tamamının tazmin edileceği yönünde bir teminat sağlamamaktadır. Kamu yararı bazı durumlarda el konulan taşınmazın rayiç bedelinden daha azının tazmin edilmesini gerektirebilir. Ayrıca yasal bir elkoymanın doğurduğu sonuçlar ile hukuk dışı dışı yollarla mülkiyete son verilmesinin doğurduğu sonuçlar bir tutulamaz.

v. Başvurucunun 4/12/1986 tarihinde satın aldığı taşınmazların özel orman olması sebebiyle 13/7/1945 tarihinde yürürlüğe giren 4785 sayılı Kanun'un 1. maddesi gereğince devletleştirildiği açıktır. Taşınmazlar bu tarihten sonra yeniden kadastro işlemine tabi tutulmamış, taşınmazların tapu kaydı revizyon görmemiş, dolayısıyla tapudaki kayıt kanuni düzenlemeyle geçerliliğini yitirmiştir. Hukuken geçersiz bir tapu kaydının tedavül etmesi ise hak kazandırmaz. Ancak tapu kaydı geçersiz bile olsa tapu siciline güvenerek işlem yapan başvurucunun hak kaybına uğradığı anlaşılmıştır.

vi. Başvurucunun 4785 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla taşınmazların ilk maliki ya da malikin mirasçısı olmaması, tapu siciline güvenerek 1986 tarihinde taşınmazları satın alması nedeniyle bir meblağ ödenmeksizin mülkten mahrum kalmasının aşırı bir müdahale teşkil edeceği açıktır. Ancak AİHM içtihatları dikkate alındığında taşınmaz tapusunun sadece tedavül etmesi nedeniyle bir ihlal söz konusu olmaktadır. Dolayısıyla hukuki geçerliliğini yitiren tapu kaydını tedavül ettiren devletin başvurucunun zararını hakkaniyete uygun olarak tazmin etmesi gerekir. Taşınmazın güncel değeri fahiştir. Ayrıca başvurucunun 1986 tarihinde taşınmazlar için ödemiş olduğu bedelin enflasyon karşısındaki güncellenmiş değeri de cüzi kalmaktadır. Bu nedenle başvurucunun tüm zararlarının karşılığı olarak hakkaniyete uygun olarak 175.000 TL tazminat ödenmesine karar verilmesi yerinde olacaktır.

D. İdari Yargı Süreci

18. Başvurucu, Tazminat Komisyonu kararına karşı Ankara Bölge İdare Mahkemesi 11. İdari Dava Dairesinde (Bölge İdare Mahkemesi) itiraz yoluna başvurmuştur. İtiraz dilekçesinde altı taşınmaz için hükmedilen 175.000 TL tazminatın yetersiz olduğunu ileri sürmüş; toplam 836.930 m² büyüklüğünde olan taşınmazların güncel metrekare birim fiyatının 59,96 TL, buna göre ödenmesi gereken tazminatın tutarının ise 50.182.322,80 TL olduğunu savunmuştur. Başvurucu, bilirkişi marifetiyle taşınmazların güncel bedelinin hesaplatılması gerektiğini belirtmiştir.

19. Bölge İdare Mahkemesi 4/10/2018 tarihinde itirazı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde Tazminat Komisyonu kararı özetlendikten sonra takdir edilen tazminatın hakkaniyete uygun olduğu belirtilmiştir. Nihai karar 12/11/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

20. Başvurucu 30/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Mevzuat Hükümleri

21. 4785 sayılı Kanun'un 1. maddesi şöyledir:

"Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihte varolan gerçek veya tüzel özel kişilere, vakıflara ve köy, belediye, özel idare kamu tüzel kişiliklerine ilişkin bütün ormanlar bu kanun gereğince devletleştirilmiştir. Bu ormanlar hiç bir işlem ve bildirime lüzum olmaksızın Devlete geçer."

22. 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 1. maddesi şöyledir:

"Tabii olarak yetişen veya emekle yetiştirilen ağaç ve ağaççık toplulukları yerleriyle birlikte orman sayılır."

23. 6831 sayılı Kanun'un 2. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Bu yerler dışında orman sınırlarında hiçbir suretle daraltma yapılamaz. "

24. 6831 sayılı Kanun'un 4. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Ormanlar mülkiyet ve idare bakımından:

A) Devlet ormanları;

B) Hükmi şahsiyeti haiz amme müesseselerine ait ormanlar;

C) Hususi ormanlar;

...

olmak üzere ayrılır."

25. 6831 sayılı Kanun'un 50. ila 56. maddelerini kapsayan "Dördüncü Fasıl"ı "Hususi Ormanlar"ı düzenlemektedir.

26. 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi şöyledir:

"Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.

Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.

Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür."

27. 6384 sayılı Kanun'un 1. maddesi şöyledir:

"(1) Bu Kanunun amacı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılmış bazı başvuruların tazminat ödenmek suretiyle çözümüne dair esas ve usullerin belirlenmesidir."

28. 6384 sayılı Kanun'un 2. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türkiye'nin taraf olduğu ek protokoller kapsamında korunan haklara ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yerleşik içtihatları doğrultusunda Ülkemiz aleyhine verilen ihlal kararlarının yoğunluğu dikkate alınmak suretiyle diğer ihlal alanları bakımından da Cumhurbaşkanı kararıyla bu Kanun hükümleri uygulanabilir."

29. 6384 sayılı Kanun'un 4. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Bu Kanun kapsamında yapılacak müracaatlar hakkında karar vermek üzere Bakanlığın merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında çalışan hâkim ve savcılar arasından Adalet Bakanı tarafından atanacak dört kişi ile Maliye Bakanı tarafından Maliye Bakanlığı personeli arasından atanacak bir kişiden oluşan toplam beş kişilik bir Komisyon kurulur. Komisyon Başkanı bu üyeler arasından Adalet Bakanı tarafından seçilir."

30. 6384 sayılı Kanun'un 5. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"Başvuran, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde Komisyona müracaat edebilir. Bu süre içinde müracaatta bulunmayanlar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin münhasıran iç hukuk yollarının tüketilmemiş olması gerekçesine dayanan kabul edilemezlik kararının kendilerine tebliğinden itibaren bir ay içinde de Komisyona müracaat edebilirler."

2. Yargıtay İçtihadı

31. 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesiyle tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin sorumlu olduğu, devletin zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu edebileceği hüküm altına alınmıştır. Öncesinde Yargıtay, bu maddenin sadece tapu sicilinde yapılan hataları kapsadığı ancak tapu sicili oluşturulurken yani kadastro çalışmalarından kaynaklanan hataların bu madde kapsamında değerlendirilemeyeceği yönünde kararlar vermiştir. Bununla birlikte AİHM tarafından verilen çok sayıda ihlal kararından sonra Yargıtay, içtihat değişikliğine giderek kadastro sırasında yapılan hataların da 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi kapsamında devletin sorumluluğu altında olduğuna ve tazminat ödenmesi gerektiğine dair kararlar vermiştir.

B. Uluslararası Hukuk

32. Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

33. AİHM, mülkün gerçek değerine göre makul kabul edilebilecek bir miktarda tazminat ödemeden mülkiyetten yoksun bırakmanın Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesi kapsamında aşırı bir yük oluşturduğunu ve hiç tazminat ödenmeden mahrum bırakmanın ancak istisnai durumlarla haklı bulunabileceğini belirtmektedir (Nastou/Yunanistan (No. 2), B. No: 16163/02, 15/7/2005, § 33; Jahn ve diğerleri/Almanya [BD], B. No: 46720/99, 72203/01, 72552/01, 30/6/2005, § 116).

34. Turgut ve diğerleri/Türkiye (B. No: 1411/03, 8/7/2008) kararına konu olayda, 1911 yılında tapuya tescil edilen taşınmazın tapu kaydında orman olması dolayısıyla özel mülkiyete konu olamayacağı gerekçesiyle yargı kararıyla iptal edilmiştir. AİHM, başvurucuların miras bırakanın 1911 yılında bu taşınmazı edindiğine ve başvurucuların tapu kayıtlarının Hazine yararına iptal edildiği tarihe kadar söz konusu taşınmazın iç hukuktaki tüm sonuçlarıyla birlikte meşru olduğuna işaret etmiştir. AİHM sonuç olarak tazminat ödenmeksizin tapu kaydının iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlaline karar vermiştir (Turgut ve diğerleri/Türkiye, §§ 86-93). Devecioğlu/Türkiye (B. No: 17203/03, 13/11/2008) kararında da AİHM, tapu siciline güven ilkesi çerçevesinde satın alınan bir taşınmazın tapu kaydının tazminat ödenmeksizin iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Devecioğlu/Türkiye, §§ 31-41).

35. AİHM, adil dengenin sağlanıp sağlanmadığının ve malike aşırı külfet yüklenip yüklenmediğinin değerlendirilmesinde tazminat tutarının önemli bir unsur olduğunu vurgulamakta, taşınmazın gerçek değerinin karşılanmamasının kural olarak adil dengeyi bozacağını kabul etmektedir. AİHM'e göre tazminat miktarı kural olarak taşınmazın mülkiyetinin kaybedildiği tarihteki değerine göre hesaplanmalıdır. Başka türlü yaklaşımlar az veya çok keyfîliğe ve belirsizliğe neden olabilir (Vistiņš ve Perepjolkins/Letonya [BD], B. No: 71243/01, 25/10/2012, §§ 110, 111). Bununla birlikte AİHM (1) No.lu Protokol'ün her olayda tam tazminat ödenmesini garanti etmediğini, kamu menfaatinin meşru amaçlarının bazı hâllerde -büyük ekonomik reformlar gibi- taşınmazın gerçek bedelinin altında tazminatı müstahak kılabileceğini ifade etmektedir (Vistiņš ve Perepjolkins/Letonya, § 112).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

36. Anayasa Mahkemesinin 13/1/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

37. Başvurucu, devletin yirmi iki kez alınıp satılmasına müsaade ettiği ve satış işlemlerinden harç tahsil ettiği taşınmazları orman olduğu gerekçesiyle tazminatsız olarak elinden aldığını belirtmiştir. Başvurucu, Mudanya Kaymakamlığınca 2020 yılında gerçekleştirilen ihaleler sonucu yapılan satışlar dikkate alındığında Tazminat Komisyonunun takdir ettiği tazminatın çok cüzi kaldığını ifade etmiştir. Yaklaşık yirmi beş yıl süren uzun yargılamalar sonucu sadece 175.000 TL tazminatın takdir edilmesinin hakkaniyete uygun olmadığını vurgulamıştır. Başvurucu sonuç olarak mülkiyet hakkının ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

38. Bakanlık görüşünde, başvurucu lehine 175.000 TL tazminata hükmedildiği gözetildiğinde öncelikle başvurucunun mağdur statüsünün değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bakanlık ayrıca Tazminat Komisyonunun yorumunda bariz takdir hatası ve açık bir keyfîlik bulunmadığını, bu nedenle başvurunun kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğunu ileri sürmüştür. Bakanlık son olarak Tazminat Komisyonunun takdir ettiği tazminat tutarının başvurucunun mülkiyet hakkının korunması ile kamu yararı arasındaki adil dengeyi sağladığını savunmuştur.

39. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında hükmedilen tazminatın miktarı gözetildiğinde mağduriyetinin devam ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, bunun dışında genel olarak başvuru formundaki iddialarını tekrar etmiştir.

B. Değerlendirme

40. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

41. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının yanında adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamında ileri sürdüğü tüm iddiaların mülkiyet hakkının usul güvenceleri kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

42. Bakanlık görüşünde, başvurucunun mağdur statüsünün bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.

43. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un "Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar" kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir.

44. Buna göre bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi için üç temel ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bunlar, başvuruya konu edilen kamu gücü eylem veya işleminden ya da ihmalinden başvurucunun güncel bir hakkı nedeniyle kişisel olarak ve doğrudan etkilenmesidir. Bu çerçevede ortaya çıkan sonuç nedeniyle başvurucunun mağdur olduğunu ileri sürmesi gerekir (Onur Doğanay, B. No: 2013/1977, 9/1/2014, § 42).

45. Başvurucu lehine toplam 175.000 TL tazminata hükmedilmiş ise de başvurucu, Tazminat Komisyonunun hesaplama yöntemi nedeniyle bu tutarın yetersiz olduğunu ileri sürmektedir. Başvurucu, tüm süreç boyunca Tazminat Komisyonunun hesaplama yönteminin taşınmazın gerçek bedelini karşılamaktan uzak olduğunu öne sürmüş ve taşınmazın rayiç bedeline ilişkin kimi verileri eklemiştir. Mevcut bireysel başvurudaki temel şikâyet Tazminat Komisyonunun hesaplama yöntemine yöneliktir. Tazminat Komisyonunun görüşüne göre devletin sorumluluğu taşınmazın tedavül bedelinin güncellenmiş hâlinin ödenmesinden ibaret iken başvurucu ise devletin taşınmazların rayiç bedelini ödemesi gerektiğini ileri sürmektedir. Başvurucunun Tazminat Komisyonunun bu görüşünün Anayasa'nın 35. maddesiyle uyumlu olup olmadığının denetlettirmesinde meşru bir menfaatinin bulunduğu açıktır. Dolayısıyla başvurucunun mağdur statüsünün devam ettiğinin kabulü gerekir.

46. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

47. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31). Somut olayda başvurucunun Bursa ili Mudanya ilçesi Kumyaka köyü Kora mevkiinde kâin 6 adet tapulu taşınmazı 4/12/1986 tarihinde satın aldığı, dolayısıyla mülkün varlığı sabittir.

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

48. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve kanunların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve ondan tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkün semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).

49. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).

50. Başvuru konusu taşınmazlar kadastro çalışmaları sonrasında devlet ormanı olarak sınırlandırılmış ve başvurucu adına olan tapular iptal edilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkına müdahalede bulunulduğu kuşkusuzdur. Diğer taraftan tapuların iptal edilmiş olması karşısında müdahalenin mülkten yoksun bırakmaya ilişkin kural çerçevesinde incelenmesi uygun görülmüştür.

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

51. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

52. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

i. Kanunilik

53. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt hukuka dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin hukuka dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44).

54. Temel bir değer olarak çevrenin korunması ve herkesin çevreden eşit şekilde yararlanma hakkının bir uzantısı olarak Anayasa'nın 169. maddesinde, ormanların devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu belirtilerek bu alanlarda özel mülkiyet yasaklanmıştır. Bu nedenle belli bir sürenin geçmesiyle söz konusu alanlarda özel mülkiyet edinilmesi olanaklı değildir (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011). Bu bağlamda 6831 sayılı Kanun'un 1. maddesinde de tabii olarak yetişen veya emekle yetiştirilen ağaç ve ağaççık topluluklarının yerleriyle birlikte orman sayılacağı hüküm altına alınmış, aynı Kanun'un 2. maddesinin üçüncü fıkrasında bu yerler dışında orman sınırlarında hiçbir suretle daraltma yapılamayacağı düzenlenmiştir (bkz. §§ 22, 23). Anılan kanun hükümlerinin ulaşılabilir, öngörülebilir ve belirli olduğunda kuşku bulunmadığından başvuruya konu müdahalenin kanuna dayalı olduğu sonucuna varılmıştır (Cemile Gökhan ve diğerleri, B. No: 2015/1203, 23/5/2018, § 70).

ii. Meşru Amaç

55. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması imkânı vermekle, bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, § 53).

56. Anayasa'nın 169. maddesinde, ormanların ülke yönünden taşıdığı büyük önem gözetilerek korunması ve geliştirilmesi konusunda ayrıntılı düzenlemelere yer verilmiştir. Bu özel ve ayrıntılı düzenlemenin ülkemizde orman örtüsünün sürekli yok edilmesi gerçeğinden kaynaklandığı kuşkusuzdur. Anayasa'nın 169. maddesinin birinci fıkrası gereğince devlet, doğal kaynaklarımızın en önemlilerinden birisi olan ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gereken tedbirleri alıp kanun koymak ve bütün ormanların gözetimi ödevini yerine getirmek durumundadır (AYM, E.2013/96, K.2014/118, 3/7/2014). Dolayısıyla ormanların korunması amacıyla mülkiyet hakkına müdahale edilmesinde kamu yararına dayalı meşru bir amacın bulunduğu tartışmasızdır (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011).

iii. Ölçülülük

 (1) Genel İlkeler

57. Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).

58. Ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken Anayasa Mahkemesi bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini ve diğer taraftan müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını da gözönünde tutarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60).

59. Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan malların korunması amacıyla mülkiyet hakkına müdahale edilmesi meşru olmakla birlikte bu kamusal külfetin tamamının mülk sahiplerine yüklenemeyeceği ve kanun koyucunun buna uygun çözüm yolları bulması gerekeceği açıktır (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011). Kamuya ait orman ve diğer malların korunmasındaki kamu yararı amacı ile başvurucunun mülkiyet hakkı arasında makul denge, başvurucuya tazminat ödenmesi veya başvurucunun zararının başka yollarla telafi edilmesi şartıyla sağlanabilir (Hüseyin Akbulut ve Yusuf Akbulut, B. No: 2014/7643, 6/4/2017, § 32).

60. Mülkiyet hakkından yoksun bırakılma biçimindeki müdahalelerde adil dengenin sağlanması için hükmedilmesi gereken tazminatın miktarı kural olarak taşınmazın müdahale anındaki gerçek (tam) değeridir. Taşınmazın müdahale anındaki değerinin hesaplanması dışındaki seçenekler taşınmazın değerinde sonradan meydana gelen artış veya azalmalar nedeniyle malikin haksız kazanç elde etmesine veya haksız yere zarara uğramasına yol açabilir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014). Öte yandan kamu yararının zorunlu kıldığı çok istisnai hâllerde taşınmazın gerçek değerinin altında tazminat ödenebilir.

61. Diğer taraftan 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin sorumlu olduğunu, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere devletin rücu edebileceğini hüküm altına almıştır. Nitekim Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında Yargıtay içtihadına dayanarak 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde öngörülen tazminat yolunun kadastro tespiti aşamalarındaki işlemlerden doğan zararların telafisi yönünden de etkili olduğu sonucuna ulaşmıştır (Nazmiye Akman, B. No: 2013/1012, 16/4/2013, § 25; Ahmet Hilmi Serter, B. No: 2014/10954, 17/11/2016, §§ 41, 42; Hatice Avcı ve diğerleri, B. No: 2014/9788, 22/9/2016, §§ 74-76).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

62. Somut olayda tapuya kayıtlı olan altı taşınmaz başvurucu tarafından 4/12/1986 tarihinde satın alınmıştır. Orman Kadastro Komisyonunca 16/3/1993 tarihinde ilan edilen orman kadastrosu sonucunda taşınmazların Mavromat Tepe I Devlet Ormanı sınırları içinde kaldığı tespit edilmiştir. Başvurucunun kadastro tespitine yaptığı itiraz 22/12/2005 tarihinde kesinleşen kararla reddedilmiştir. Dolayısıyla başvurucu 22/12/2005 tarihinde taşınmazların mülkiyetini kaybetmiştir.

63. Başvurucunun taşınmazların orman olarak tespit edilmesine yönelik bir şikâyeti bulunmamaktadır. Başvurucu Tazminat Komisyonunun takdir ettiği tazminatın yetersiz olmasından yakınmaktadır. Bu durumda müdahalenin başvurucuya aşırı ve orantısız bir yük yükleyip yüklemediği değerlendirilmelidir.

64. Anayasa'nın ormanların korunması ve geliştirilmesine ilişkin 169. maddesi uyarınca ormanların özel mülkiyete konu edilmesi mümkün değildir. Bununla birlikte söz konusu taşınmazların kamu makamları tarafından oluşturulan tapu kayıtlarına göre özel mülke konu edildiği ortadadır. Başvurucu tarafından söz konusu taşınmazların satın alındığı tarihte tapu kayıtlarında herhangi bir şerhin veya belirtmenin bulunduğu kamu makamlarınca gösterilemediği gibi dosya kapsamından başvurucunun taşınmazların devlet ormanı olduğunu bilebilecek durumda olduğunu gösterir başkaca herhangi bir olgunun da mevcut olmadığı anlaşılmıştır. Taşınmazların özel orman vasfında olması ileri bir dönemde devlet ormanı olarak sınırlandırılabileceğini öngörülebilir hâle getirmemektedir. Zira Türk hukuk sisteminde özel orman tamamen yasaklanmış bir müessese değildir. Günümüzde bile çok sayıda özel orman vasfında taşınmaz bulunmaktadır. Nitekim 6831 sayılı Kanun'da özel ormanlara ilişkin hükümlere yer verilmiştir (bkz. §§ 24, 25).

65. Tapu kayıtlarının oluşturulması ve tutulması kamu makamlarının gözetiminde olduğuna göre orman olmasına rağmen hatalı olarak bu kayıtların oluşturulması hâlinde de yine devletin sorumlu olması tabiidir. Orman olan taşınmazların korunması bağlamında müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacı bulunmakta ise de devletin verdiği tapuya dayanarak mülkiyet hakkı sahibi olan başvurucunun da menfaatlerinin gözetilmesi ve bu çerçevede idarenin hatalı işleminin bütün sonuçlarının başvurucuya yüklenmemesi gerekmektedir. Bu bağlamda tapunun iptal edilmesi karşılığında tazminat ödenmesinin başvurucuya yüklenen külfeti hafifletecek ve kamu yararı ile bireysel menfaatlerin dengelenmesini sağlayacak önemli bir araç olduğu söylenebilir.

66. Nitekim Türk hukukunda tapu sicilinin hatalı tutulmasından kaynaklanan zararların devlet tarafından tazmin edilmesini öngören düzenleme, 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde yer almıştır. Anılan maddede; tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin sorumlu olduğu, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere devletin rücu edebileceği hüküm altına alınmıştır (Nazmiye Akman, § 22; Ahmet Hilmi Serter, § 39; Hatice Avcı ve diğerleri, § 72).

67. Tazminat Komisyonu da tapu kaydının hatalı olarak oluşturulmasından devletin 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi çerçevesinde sorumluluğunun bulunduğunu kabul etmiştir. Ancak Tazminat Komisyonu devletin sorumluluğunu hukuki geçerliliğini yitiren tapunun iptal edilmeyerek tedavül etmesine müsaade edilmesine münhasır kılmıştır. Tazminat Komisyonuna göre ihtilaf konusu taşınmazların özel orman niteliği 4785 sayılı Kanun'un 13/7/1945 tarihinde yürürlüğe girmesiyle sona ermiştir. Ancak devlet tapuları iptal etmeyerek tedavül görmesine sebebiyet vermiştir. AİHM içtihatlarına vurgu yapan Tazminat Komisyonu, taşınmaz tapusunun sadece tedavül etmesi nedeniyle bir ihlalin söz konusu olduğunu belirtmiştir. Tazminat Komisyonu, buna bağlı olarak başvurucunun zararını taşınmazları satın alırken ödediği bedel olarak tanımlamış, bu bedelin karar tarihi itibarıyla güncellenmiş hâlinin başvurucuya ödenmesi gerektiğini ifade etmiş, bununla birlikte bu şekilde hesaplanan tutarın enflasyon karşısında cüzi kalması sebebiyle hakkaniyet ilkelerini gözeterek başvurucuya 175.000 TL tazminat ödenmesini takdir etmiştir.

68. Belirtilmelidir ki başvurucuya ödenmesi gereken tazminatın hesaplanmasında taşınmazların rayiç bedelinin dikkate alınmamış olması Anayasa'nın 35. maddesini ihlal etmemektedir. Anayasa Mahkemesinin 13/11/2014 tarihli ve E.2013/95, K.2014/176 sayılı kararında da kabul edildiği üzere taşınmazın müdahale anındaki değerinin hesaplanması dışındaki seçenekler taşınmaz değerinde sonradan meydana gelen artış veya azalmalar nedeniyle malikin haksız kazanç elde etmesine veya haksız yere zarara uğramasına yol açabilir. Dolayısıyla malikin mülkiyet hakkıyla ormanların korunması amacı arasındaki adil dengenin sağlanmasında taşınmazın güncel değerinin (Tazminat Komisyonuna başvuru tarihindeki) verilmesi gerektiği söylenemeyecektir. Nitekim AİHM'in yaklaşımı da taşınmazın mülkiyetinin yitirildiği tarihteki değerinin verilmesi yönündedir (bkz. § 35). Kuşkusuz tazminat miktarının hesaplanmasında taşınmazın mülkiyetinin yitirildiği tarihteki niteliği de gözönünde bulundurulacaktır. Ne var ki malike ödenecek tazminatın hesaplanmasında taşınmazın mülkiyetinin yitirildiği tarihteki niteliğinin ve değerinin esas alınması gerekmekte ise de bunun enflasyon karşısında yitirilen kısmının da karşılanması gerekir. Aksi takdirde yıllarca taşınmazını kullanamayan ve taşınmazın bedelinden yararlanamayan malik, elde ettiği yarara karşılık orantısız bir külfete katlanmış olacaktır.

69. Bu çerçevede Tazminat Komisyonunun devletin sorumluluğunu taşınmazın tapusunun tedavül görmesine sebebiyet vermesine indirgemesi mülkiyet hakkının anayasal güvencelerinin gözardı edilmesine neden olmaktadır. Somut olayda başvurucunun tapu siciline güven ilkesinden yararlanan üçüncü bir kişiye ödediği bedeli talep etmesi gibi bir durumun bulunmadığı hatırlanmalıdır. Olayda başvurucunun taşınmazlarının tapusu devlet tarafından orman olduğu gerekçesiyle iptal edilmiştir. Tapunun ormanların korunması amacıyla iptal edilmesi mülkten yoksun bırakma mahiyetinde olup devletin sorumluluğu taşınmazın mülkiyetin kaybedildiği tarihteki bedelinin ödenmesini kapsamaktadır. Başvurucunun 1986 tarihinde ödediği bedelin güncellenerek ödenmesi biçimindeki bir yöntemin taşınmazların gerçek bedeline karşılık geldiğinin kabulü mümkün değildir.

70. Kuşkusuz üstün kamu yararının gerekli kıldığı bazı istisnai durumlarda taşınmazın tam bedelinin ödenmemesi müstahak görülebilir. Gelgelelim somut olayda başvurucuya taşınmazın gerçek bedelinin aşağısında tazminat ödenmesini haklılaştıran bir durumun varlığı gösterilememiştir. İdarenin hatasını düzeltmek amacıyla tapuyu iptal etmesi hiçbir şekilde daha az tazminat ödenmesini müstahak kılan bir durum olarak kabul edilemez. Tapunun iptal edilmesinde başvurucunun hiçbir kusurunun da bulunmadığı gözetildiğinde taşınmazın mülkiyetinin yitirildiği tarihteki değerinin enflasyon karşısında yitirilen kısmının da karşılanmış hâlinin başvurucuya ödenmesi ormanların korunmasındaki kamusal yarar ile başvurucunun mülkiyet hakkından yararlanmasındaki bireysel yarar arasında adil bir denge kurulmasını temin edecektir.

71. Eldeki olayda Tazminat Komisyonunun taşınmazların mülkiyetinin kaybedildiği 22/12/2005 tarihindeki değerini hesaplamadığı açıktır. Öte yandan Tazminat Komisyonunun hesapladığı tazminat miktarının başvurucunun taşınmazları satın alırken ödediği bedelin güncellenmesinden de ibaret olmadığı anlaşılmaktadır. Tazminat Komisyonu başvurucunun ödediği bedelin güncellenmesi suretiyle hesapladığı tutarın enflasyon karşısında cüzi kalacağını belirterek takdiren 175.000 TL tazminata hükmetmiştir.

72. Taşınmazların mülkiyetinin kaybedildiği 22/12/2005 tarihindeki değerlerinin ne kadar olduğuyla ilgili olarak herhangi bir bilgi bireysel başvuru dosyasında bulunmadığından Tazminat Komisyonunun takdir ettiği tutarın adil dengeyi sağlayıp sağlamadığı değerlendirilememektedir. Bu durumda mevcut koşullarda başvurucu lehine hükmedilen tazminatın başvurucunun mülkiyet hakkının korunmasındaki bireysel yarar ile ormanların muhafazasındaki kamusal yarar arasındaki adil dengeyi temin ettiği kamu makamlarınca gösterilememiştir. Dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu kanaatine varılmıştır.

73. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

74. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

75. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesini ve 96.246.950 TL tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

76. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

77. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

78. İncelenen başvuruda, başvurucuya ödenmesi gereken tazminat miktarı hesaplanırken taşınmazların mülkiyetinin kaybedildiği tarihteki değerinin dikkate alınmamış olması sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin Tazminat Komisyonu kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır.

79. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden değerlendirme yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda Tazminat Komisyonunca yapılması gereken iş, Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden değerlendirme yapılmak üzere Tazminat Komisyonuna gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

80. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden değerlendirme yapılmasının yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

81. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.794,70 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden değerlendirme yapılmak üzere İnsan Hakları Tazminat Komisyonuna (K.2018/33M) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 294,70 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.794,70 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 13/1/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ERDOĞAN SÖNMEZ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/38336)

 

Karar Tarihi: 1/2/2023

R.G. Tarih ve Sayı: 21/3/2023-32139

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucu

:

Erdoğan SÖNMEZ

Vekili

:

Av. Mehmet Yılmaz ÇELİK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, taşınmazın kadastrodan kaynaklanan maddi bir hatanın düzeltilmesi kapsamında yüz ölçümü azaltıldığı hâlde tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 13/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

5. Başvurucu 1975 doğumlu olup Gaziantep'te ikamet etmektedir.

6. Gaziantep ili Şahinbey ilçesi Sarıt Mahallesi'nde kâin 104 ada 145 parsel numaralı taşınmaz 23/3/1979 tarihinde kesinleşen kadastro çalışması sonucu başvurucunun dedesi Ö.S. adına tescil edilmiştir. Taşınmazın yüz ölçümü ilk tesis kadastrosunda 16.900 m² olarak tapuya işlenmiştir.

7. Ö.S.nin ölümüyle taşınmaz, çocukları M.S. (başvurucunun babası), G.S., E.D. ve N.G.ye (başvurucunun halaları) intikal etmiştir. Mirasçılar 21/1/2000 tarihinde tapu memuru önünde düzenlenen senetle iştirak hâlinde mülkiyet durumuna son vermiş ve taşınmazın 5/8 hissesini M.S., 1/8'er hissesini ise diğer mirasçılar adına tescil ettirmiştir. Aynı senetle başvurucunun babası M.S. ile halalarından E.D. ve N.G. taşınmazın toplam 7/8 hissesini 200.000.000 TL (200 TL) bedelle başvurucuya satmıştır. Taşınmazın 1/8 hissesi ise başvurucunun diğer halası G.S. adına kayıtlı kalmaya devam etmiştir.

8. Kadastro ekiplerince 18/11/2016 tarihinde 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 22. maddesi uyarınca yapılan yenileme çalışmasında taşınmazın gerçek yüz ölçümünün 13.835,20 m² olduğu tespit edilmiş ve tapu sicilindeki kayıt bu şekilde düzeltilmiştir.

9. Başvurucu bir işlem yapmak amacıyla Tapu Müdürlüğünde bulunduğu sırada düzeltmeden haberdar olduğunu belirterek 16/1/2019 tarihinde Gaziantep 9. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1007. maddesine istinaden Hazine aleyhine tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde, Anayasa Mahkemesinin Sefa Koşar (B. No: 2015/18352, 10/5/2018) kararına atıfta bulunarak devletin hatalı kayıt tutması sebebiyle ortaya çıkan zararı karşılama yükümlülüğü altında bulunduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmak üzere 1.000 TL tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

10. Hazinenin savunma yazısında, başvurucunun öncelikle taşınmazı satın aldığı kişi aleyhine dava açması gerektiği ileri sürülmüştür. Ayrıca başvurucunun hangi komşu parselde fazlalık oluşmuş ise o parsel malikleri aleyhine dava açması gerektiği iddia edilmiştir.

11. Asliye Hukuk Mahkemesi bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Bilirkişi tarafından hazırlanan 11/6/2019 havale tarihli raporda, düzeltme işlemi sonrasında ortaya çıkan 3.064,80 m²lik farkın sebebinin ilk tesis kadastrosunda komşu 146 ve 147 parsel numaralı taşınmazlara ait alanların hatalı olarak başvuruya konu taşınmaz içinde sınırlandırılmasından kaynaklandığı görüşü açıklanmıştır.

12. Asliye Hukuk Mahkemesi 14/10/2019 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, Yargıtayın bazı kararlarına atıfla 3402 sayılı Kanun'un 22. maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendi uyarınca yapılan yenileme kadastrosuna itiraz niteliğindeki davalarda husumetin taşınmazlarının yüz ölçümü artan ya da lehlerine sınır değişikliği yapılan maliklere yöneltilmesi gerektiği belirtilmiştir. Kararda, kadastro idaresine karşı ancak taşınmazın miktarında hesap hatası ya da kullanılan yöntem farklılığı gibi sebeplerle azalma meydana gelmesi hâlinde dava açılabileceği ifade edilmiştir. Bilirkişi raporunda taşınmazın yüz ölçümünün azalmasının sebebinin komşu parsellere kayma olarak açıklandığının vurgulandığı kararda, davanın komşu taşınmazların malikleri hasım gösterilmek suretiyle açılması gerektiği, taraf sıfatı bulunmayan Kadastro Müdürlüğü aleyhine açılan davanın pasif husumet yokluğu sebebiyle reddedildiği açıklanmıştır.

13. Nihai karar 14/10/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

14. 3402 sayılı Kanun'un 22. maddesinin birinci fıkrası ve ikinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Evvelce tespit, tescil veya sınırlandırma suretiyle kadastro veya tapulaması yapılmış olan yerlerin yeniden kadastrosu yapılamaz. Bu gibi yerler ikinci defa kadastroya tâbi tutulmuşsa, ikinci kadastro bütün sonuçlarıyla hükümsüz sayılır ve Türk Medenî Kanununun 1026 ncı maddesine göre işlem yapılır. Süresinde dava açılmadığı takdirde, ikinci defa yapılan kadastro, tapu sicil müdürlüğünce re’sen iptal edilir.

Ancak;

a) Tapulama, kadastro veya değişiklik işlemlerine ilişkin; sınırlandırma, ölçü, çizim ve hesaplamalardan kaynaklanan hataları gidermek üzere uygulama niteliğini kaybeden, teknik nedenlerle yetersiz kalan, eksikliği görülen veya zemindeki sınırları gerçeğe uygun göstermediği tespit edilen kadastro haritalarının tekrar düzenlenmesi ve tapu sicilinde gerekli düzeltmelerin sağlanması amacıyla tapulama ve kadastro görmüş yerlerde,

...

Birinci fıkra hükmü uygulanmaz.

..."

15. 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi şöyledir:

"Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.

Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.

Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür. "

16. İlgili Yargıtay kararları ile uluslararası hukuk için bkz. Sefa Koşar, §§ 28-38.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

17. Anayasa Mahkemesinin 1/2/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

18. Başvurucu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ile Anayasa Mahkemesi kararlarına atıfta bulunarak taşınmazın yüz ölçümünün idareden kaynaklı sebeple azaltılması durumunda azaltılan fark için idare tarafından tazminat ödenmesi gerektiğini savunmuştur. Başvurucu somut olayda 16.900 m² yüz ölçümlü iken satın aldığı taşınmazın alanı yenileme kadastrosu sonucu 13.835,20 m²ye düşürüldüğü hâlde aradaki fark için tazminat ödenmemesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Somut olaydaki hatanın idareden kaynaklandığını iddia eden başvurucu, 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde öngörülen tazmin sorumluluğunun koşullarının oluştuğunu vurgulamıştır. Başvurucu son olarak komşu parsel maliklerinin bir kusuru olmadığı hâlde onlar aleyhine dava açmaya zorlanması nedeniyle devletin pozitif yükümlülüklerini yerine getirmediğini belirtmiştir.

B. Değerlendirme

19. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

20. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

21. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).

22. Somut olayda başvurucu, Gaziantep ili Şahinbey ilçesi Sarıt Mahallesi'nde kâin 104 ada 145 parsel numaralı taşınmazın 7/8 hissesini babası ve iki halasından 21/1/2000 tarihinde satın almıştır. Dolayısıyla başvurucunun 21/1/2000 tarihinden itibaren taşınmaza malik olduğu açıktır. Esasen başvurucunun taşınmazın 7/8 hissesinin maliki olduğu hususunda bir ihtilaf da bulunmamaktadır. Başvurucunun satın aldığı tarihte taşınmazın tamamı 16.900 m² olarak tapu kütüğünde kayıtlıdır. Ancak başvurucunun taşınmazı satın almasından sonra idare tarafından yapılan yenileme kadastrosunda taşınmazın gerçek miktarı 13.835,20 m² olarak tespit edilmiş ve tapu sicilindeki kayıt bu şekilde düzeltilmiştir. Bu durumda mülkün varlığı bakımından tartışılacak mesele taşınmazın yüz ölçümü azaltılan 3.064,80 m²lik kısmı yönünden başvurucunun mülkiyet hakkının bulunup bulunmadığıdır.

23. Tesis kadastrosunda 16.900 m² olarak tapuya işlenen taşınmazın gerçek yüz ölçümünün yenileme kadastrosu sonucunda 13.835,20 m² olduğu anlaşılmıştır. Başvurucu, yenileme kadastrosu kapsamında yüz ölçümünün düzeltilmesine yönelik işleme karşı herhangi bir yargı mercii önünde dava açmamıştır. Başvurucunun yenileme kadastrosunun hatalı olduğuna yönelik bir itirazı da bulunmamaktadır. Bu durumda taşınmazın gerçek yüz ölçümünün 13.835,20 m² olmadığının düşünülmesi için hiçbir neden bulunmamaktadır. Bununla birlikte başvurucu, taşınmazın yüz ölçümü 16.900 m² olarak tapu sicilinde tescilli iken satın almıştır. Taşınmazın gerçek yüz ölçümü 13.835,20 m² olsa da başvurucu taşınmazın azaltılan 3.064,80 m²sinin hissesine isabet eden kısmı için de bedel ödemiştir. Taşınmazın yüz ölçümü azaltılan 3.064,80 m²nin taşınmaz olarak bir varlığı bulunmasa da başvurucunun hissesi oranında bu kısım için ödediği bedelinin mülk teşkil ettiği değerlendirilmiştir.

24. Başvurucunun hissedar olduğu taşınmazın 16.900 m² olan yüz ölçümünün 13.835,20 m² olarak düzeltilmesinin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği tereddütsüzdür. Başvurucunun mülkünün, yüz ölçümü azaltılan 3.064,80 m²nin başvurucunun hissesine isabet eden kısmı için ödediği satın alma bedeli olduğu gözetildiğinde müdahalenin mülkten barışçıl yararlanma hakkı kapsamında incelenmesi gerekmiştir.

25. Anayasa'nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesi de gözönünde bulundurulmalıdır. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması, ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 62).

26. Başvurucunun hissedarı olduğu taşınmazın yüz ölçümü 3402 sayılı Kanun'un 22. maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendine dayalı olarak gerçekleştirilen yenileme kadastrosu kapsamında azaltılmıştır. Dolayısıyla başvurucunun hissedarı olduğu taşınmazın yüz ölçümünün azaltılmasının kanuni dayanağının bulunduğu görülmüştür.

27. Tapulama, kadastro veya değişiklik işlemlerine ilişkin sınırlandırma, ölçü, çizim ve hesaplamalardan kaynaklanan hataların giderilmesinde kamu yararının bulunduğu izahtan varestedir. Dolayısıyla somut olaydaki müdahale anayasal açıdan meşru bir amaca dayanmaktadır.

28. Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

29. Başvurucunun düzeltme işleminin hatalı olduğu hususuyla ilgili bir iddia ileri sürmediği ve sadece tazminat ödenmemesinden yakındığı gözetildiğinde elverişlilik ve gereklilik ölçütleri yönünden bir inceleme yapılmasına ihtiyaç bulunmamaktadır. Bu sebeple mevcut bireysel başvurudaki inceleme müdahalenin orantılılığıyla sınırlı olarak yapılacaktır.

30. Orantılılık sınırlamayla ulaşılmak istenen amaç ile başvurulan sınırlama tedbiri arasında aşırı bir dengesizlik bulunmamasına işaret etmektedir. Diğer bir ifadeyle orantılılık, amaç ile araç arasında adil bir denge kurulmasını gerektirmektedir. Buna göre mülkiyet hakkına getirilen sınırlamayla ulaşılmak istenen meşru amaç ve başvurucunun mülkiyet hakkından yararlanmasındaki bireysel yarar arasında makul bir orantı kurulmalıdır. Hedeflenen amaca ulaşıldığında elde edilecek kamusal yararla kıyaslandığında sınırlama ile kişiye yüklenen külfetin aşırı ve orantısız olmaması gerekir (D.C., B. No: 2018/13863, 16/6/2021, § 49).

31. Somut olaydaki taşınmaz, ilk kez 23/3/1979 tarihinde kesinleşen kadastro çalışması sonucu başvurucunun dedesi Ö.S. adına tapuya tescil edilmiştir. İlk tesis kadastrosu sırasında yapılan hesaplamanın hatalı olduğu, taşınmazın gerçek yüz ölçümünün 16.900 m² değil 13.835,20 m² olduğu 18/11/2016 tarihinde yapılan yenileme kadastrosu çalışması sonucunda anlaşılmıştır. Düzeltme işleminin hatalı olduğu ileri sürülmediğine göre ilk tesiste başvurucunun dedesi lehine hata yapıldığı ortadadır. Kadastro çalışması sırasında taşınmazın yüz ölçümüne yönelik olarak bir kimse lehine yapılan hatalı kaydın düzeltilmesi, söz konusu kişiye aşırı külfet yüklemez. Zira tapu kaydında taşınmazın yüz ölçümünün hatalı olarak fazla gösterilmesi ilk kayıt maliki lehine bir haksızlığa yol açtığından idarenin bu hatayı düzeltmesi ilk kayıt maliki yönünden hakkaniyete aykırı olmaz.

32. Ne var ki somut olayda başvurucu, ilk kayıt maliki olmayıp taşınmazın 7/8 hissesini babası ve iki halasından satın almıştır. Dolayısıyla mülkiyetin devri, külli halefiyet esasının geçerli olduğu veraset yoluyla değil cüzi halefiyetin cari bulunduğu satın alma yoluyla gerçekleşmiştir. Bu durumda başvurucunun ilk kayıt sırasında yapılan hatanın düzeltilmesinin sonuçlarına katlanması gerektiği -bunu haklı kılan istisnai hâller bulunmadıkça- söylenemeyecektir. Şu hâlde incelenecek mesele, ilk kayıt sırasında yapılan hatanın düzeltilmesinin sonuçlarına başvurucunun katlanmasını haklı kılan nedenlerin somut olayda bulunup bulunmadığıdır.

33. İlk kayıt malikinin başvurucunun üst soyu (dedesi) olmasının ve düzeltme işlemiyle başvurucunun dedesi lehine yapılan bir hatanın giderildiği hususunun orantılılık değerlendirmesinde gözden uzak tutulmaması gerektiği değerlendirilmiştir. Mirasçıların murisin külli halefi olduğu gözetildiğinde ölçülülük yönünden muris aleyhine değerlendirilebilecek unsurların mirasçılar yönünden de dikkate alınması makul karşılanmalıdır. Başvurucunun doğrudan Ö.S.nin mirasçısı olmaması ve miras yoluyla değil de satın alma yoluyla taşınmaza hissedar olması, diğer bir ifadeyle cüzi halef olması orantılılık değerlendirmesinde dedesi aleyhine hesaba katılabilecek olguların doğrudan başvurucu aleyhine de dikkate alınacağının söylenmesini güçleştirdiğini kabul etmek gerekir. Bununla birlikte somut olaydaki satış işleminin iştirak hâlinde mülkiyetin sona erdirildiği aynı resmi tapu senedinde gerçekleştirildiği gözönünde tutulmalıdır. Ayrıca başvurucu, taşınmazın hissesini üçüncü kişilerden değil Ö.S.nin mirasçıları olan babası ve halalarından satın almıştır. Bu olgular, başvurucunun taşınmaza hissedar olmasının veraset ilişkisinden tamamen kopuk olduğu sonucuna ulaşılmasını zorlaştırmaktadır. Bu itibarla somut olayın koşulları gözetildiğinde müdahalenin orantılılığının değerlendirilmesinde başvurucunun dedesi lehine gerçekleştirilen bir hatanın düzeltildiği olgusunun tartıma dâhil edilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

34. Bununla birlikte Asliye Hukuk Mahkemesinin davanın esasını incelemediği görülmüştür. Asliye Hukuk Mahkemesi davanın Kadastro Müdürlüğü aleyhine değil komşu taşınmazların malikleri hasım gösterilmek suretiyle açılması gerektiğini kabul ederek davayı usulden reddetmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesine göre 3402 sayılı Kanun'un 22. maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendi uyarınca yapılan yenileme kadastrosuna itiraz niteliğindeki davalarda husumetin taşınmazlarının yüz ölçümü artan ya da lehlerine sınır değişikliği yapılan maliklere yöneltilmesi gerekir. Kadastro idaresine karşı ancak taşınmazın miktarında hesap hatası ya da kullanılan yöntem farklılığı gibi sebeplerle azalma meydana gelmesi hâlinde dava açılabilir.

35. Öncelikle somut olaydaki davanın kadastro idaresine karşı değil Hazineye karşı açıldığı anlaşılmıştır. Ayrıca dava 3402 sayılı Kanun'un 22. maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendi uyarınca yapılan yenileme kadastrosuna itiraz mahiyetinde bir dava da değildir. Dahası başvurucunun yenileme kadastrosunun hukukiliğine yönelik bir itirazı da bulunmamaktadır. Başvurucu, taşınmazının yüz ölçümünün azaltılması sebebiyle 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi kapsamında tazminat talebinde bulunmuştur. 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi uyarınca tazminat davası açılabilmesi için yenileme kadastrosuna karşı iptal davası açılması zorunluluğu bulunmamaktadır. Satın aldığı taşınmazın yüz ölçümü azaltılan kişi, yenileme kadastrosuna karşı dava açmadan da devletin tapu sicilini düzgün oluşturma sorumluluğunu ihlal ettiği iddiasıyla tazminat davası açabilir. Dolayısıyla Asliye Hukuk Mahkemesinin başvurucunun komşu parsel malikleri aleyhine sicilin düzeltilmesi davası açması gerektiği yolundaki gerekçesinin mülkiyet hakkının gerektirdiği usul güvencelerine uygun düşmediği değerlendirilmiştir.

36. Bu durumda Asliye Hukuk Mahkemesinin başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin tespiti ve giderilmesi amacıyla açılan davanın esasını incelememesi, taşınmazın yüz ölçümü azaltılan 3.064,80 m²sinin başvurucu hissesine isabet eden kısmı için 21/1/2000 tarihinde ödediği bedelin tazminat ödenmek suretiyle telafi edilmemesini haklılaştıran olguların somut olayda mevcut olup olmadığını irdelememesi mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyi orantısız kılmıştır.

37. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. Giderim Yönünden

38. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesini talep etmiştir.

39. Başvuruda tespit edilen mülkiyet hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Gaziantep 9. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2019/76, K.2019/163) GÖNDERİLMESİNE,

D. 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE ,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 1/2/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.