Tanığın İftira Suçundan Kaynaklanan Ceza Sorumluluğu

Abone Ol

Bu yazımızın konusu; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu m.267’de[1] öngörülen fiilleri gerçekleştirerek, gerçeğe aykırı olarak ve bunun bilinciyle, yani işlemediğini bildiği halde, iftira etmek ve hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını veya idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak amacıyla bir kimseye hukuka aykırı fiil veya fiiller isnat eden birden fazla kişiden, birisinin yetkili makamlara şikayette bulunduğu, diğerlerinin ise şikayette bulunan kişinin iftira niteliği taşıyan beyanlarını tasdik edici şekilde tanıklıkta bulunduğu durumda, tanıklıkta bulunan kişilerin ceza sorumluluklarının ne yönde olacağıdır.

Örneğin; husumet besledikleri bir kişi hakkında ceza soruşturması başlamasını sağlamak amacıyla plan yapan üç kişiden birisinin, gerçeğe aykırı olarak hukuka aykırı bir fiil isnadı ile yetkili makamlara şikayette bulunduğu, plana katılan diğer iki kişinin ise bu şikayeti destekler nitelikte tanıklık yaptığı durumda, şikayette bulunan kişi ile tanıklık yapan iki kişinin müşterek faillik çerçevesinde iftira suçundan mı, yoksa yalnızca müştekinin iftira suçundan sorumlu olup, tanıkların, yalan tanıklık, hürriyeti tahdit, suç uydurma veya resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyanda bulunma suçlarından birisi veya bir kaçından mı sorumlu olacağı sorusu akla gelmektedir.

Aşağıda; bu örnekte tanıklıkta bulunan kişilerin cezai sorumlulukları, çeşitli suçlar bakımından incelenecektir. İnceleme; tanıkların beyanlarını cumhuriyet savcılığına mı, yoksa kolluğa mı verdiği, müşteki ile tanıkların baştan itibaren iftira etme kastına birlikte sahip olup, bu çerçevede ve bir plan dahilinde hareket edip etmedikleri ihtimalleri kapsamında yapılacaktır.

Öncelikle iftira suçunun meydana gelebilmesi için; iftira niteliği taşıyan, yani gerçeğe aykırı olduğu bilinen ve iftira atılan kişi hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını veya idari yaptırım uygulanmasını sağlamak amacıyla yapılan hukuka aykırı fiil isnadının, ihbar veya şikayet şeklinde yetkili makamlara iletilmesi gerekir. Bu nedenle; tanıkların beyanlarının, ihbar veya şikayet değil, şikayet konusu ile ilgili verilen tanık beyanı olduğu dikkate alındığında, bu beyanların iftira suçunu oluşturabilmesi, “suçta ve cezada kanunilik” ilkesi gereğince ilk bakışta mümkün gözükmemektedir. Çünkü maddede; suçun yetkili makamlara yapılacak ihbar veya şikayetle veya basın ve yayın yoluyla işlenebileceği açıkça belirtilmiştir. Bununla birlikte; yapılan tanıklık esnasında, şikayet konusu dışında bir konuda, tanıklık yapılan kişi hakkında hukuka aykırı fiil isnadında bulunulması halinde, bu isnadın takibi şikayete bağlı olmayan bir suç olması kaydıyla TCK m.267’de düzenlenen iftira suçunun incelenmesi gerekecektir.

Bunları söylemekle beraber; gerçeğe aykırı tanıklıkta bulunan kişilerin, müşteki ile beraber Türk Ceza Kanunu m.37 gereğince müşterek faillik çerçevesinde iftira suçu kapsamında sorumlu olup olmayacakları da incelenmelidir. Türk Ceza Kanunu m.37’nin gerekçesine göre; “Müşterek faillikte, birlikte suç işleme kararının yanı sıra, fiil üzerinde ortak hakimiyet kurulduğu için, her bir suç ortağı fail statüsündedir. Ortak hakimiyetin kurulup kurulmadığının saptanmasında suç ortaklarının suçun icrasındaki rolleri ve katkılarının taşıdığı önem gözönünde bulundurulur. Bu durumda, fiilin icrası ve sonuçsuz kalması ortak faillerden her birinin elinde bulunmaktadır. Örneğin suç ortaklarından birinin cebir veya tehdit kullanarak mağduru etkisiz hale getirdiği, diğerinin de üzerindeki para ve sair kıymetli eşyayı aldığı yağma suçunda her iki suç ortağının suçun işlenişine yaptıkları katkı, suçun icrası açısından birbirini tamamlayıcı niteliktedir. Dolayısıyla, her iki suç ortağı, suçun işlenişi üzerinde ortak hakimiyet kurmaktadır”. Gerekçenin devamında, faillerinin fiile olan katkılarının, yağma örneğinden farklı olarak birbirini tamamlamadığı durumda da, müşterek failliğin mümkün olduğu belirtilmiş, son olarak manevi unsur üzerinde ortak suç işleme kararının, fiilin icrası ve neticeyi kapsaması gerektiği ifade edilmiştir.

Somut örnek bakımından; müşteki ile tanıkların müşterek fail olup olmadığının tespitinin yapılabilmesi için, her bir kişinin suçun icrasına yönelik etkin, işlevsel bir katkısının olup olmadığının incelenmesi gerekir. Bir başka ifadeyle; icra hareketlerine yapılan her katkı değil, belli bir öneme sahip katkı müşterek failliğin, fiil üzerinde ortak hakimiyet şartını karşılayacaktır. Kişilerden her birisinin suça katkısı, suçun başarı ile işlenmesi için gerekli olmalı ve bu katkıdan vazgeçildiği takdirde fiilin gerçekleştirilememesi gerekir[2]. Bu noktada iftira suçunun tehlike suçu olduğunu, neticeden bağımsız olarak, sırf fiilin gerçekleştirilmesi ile suçun tamamlanacağını hatırlatmalıyız. Somut örnekte tanıklar ve müşteki arasında ortak suç işleme kararı olduğu varsayımında, müşterek failliğin “birlikte suç işleme kararı” kriteri üzerinde ayrıca durma gereği duymamaktayız.

Yukarıda; müşterek failliğin “fiil üzerinde ortak hakimiyet” kriteri üzerinde yaptığımız açıklamalar ışığında; tanıklar ve müştekinin, husumet besledikleri için şikayet ettikleri kişi hakkında soruşturma başlatılmasını sağlamak ortak amacına sahip oldukları, bu amacı gerçekleştirmek ve şikayeti “güçlendirmek” amacıyla aralarında iş bölümü yaptıkları ve içlerinden birisinin müşteki diğer ikisinin tanık konumunu aldıkları kabul edildiğinde, iftira fiili üzerinde fonksiyonel hakimiyeti bulunan şahısların müşterek faillik çerçevesinde TCK m.267 ve m.37 uyarınca sorumlu olacakları sonucuna varılmaktadır. Neticede; tanıkların beyanının, ihbar veya şikayet niteliğinde olmaması sonucu değiştirmeyecektir. Müştekinin tek başına yaptığı plana sonradan dahil olan tanıkların, bu kapsamda gerçeğe aykırı olarak tanıklıkta bulunduğu durumda, müşterek failliğin olmayacağı ise açıktır.

Somut örnekte; tanıklar bakımından akla gelen bir başka suç TCK m.272’de düzenlenen yalan tanıklık suçudur. Ancak burada tanık beyanlarını hangi makamın aldığına dikkat edilmesi gerekir. Tanıkların beyanlarını cumhuriyet savcısının alması halinde; TCK m.272’de düzenlenen yalan tanıklık suçu gündeme gelecek iken, kolluk tarafından dinlenen tanığın beyanları gerçeğe aykırı olsa dahi, yalan tanıklık suçu meydana gelmeyecektir[3]. Yalan tanıklık suçunun gündeme gelebilmesi için, tanıklığın, tanık dinlemeye yetkili kişi veya kurul önünde yapılması gerekir. Kolluk; hastanede hekimlere ve hastane personeline karşı işlenen şiddet, tehdit ve hakaret suçları dışında tanık dinleyemez[4].

İftira atılan kişinin yakalanması, gözaltına alınması veya hakkında özgürlüğü kısıtlayıcı niteliği bulunan adli kontrol uygulanması halinde, kişiyi hürriyeti yoksun bırakma suçu meydana gelebilir. Ancak bunun için gerçeğe aykırı tanıklıkta bulunan kişilerin beyanlarının, yukarıda sayılan tedbirlerin tatbikinde etkili olması gerekir. Bu beyanların gözaltına alınma veya tutuklama ile sonuçlanması durumunda, mağdur kısa bir süre dahi bu tedbirlere maruz kalsa, failin TCK m.109[5] gereği sorumlu olması gerekir. Ayrıca suçun birden fazla kişi ile birlikte işlenmesi halinde ceza bir kat artırılacaktır.

Müşteki bakımından; TCK m.267/4’de yakalama tedbiri, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin yanında sayılmadığından, m.267/3 kapsamında değerlendirilip ceza artırımına gidilemeyecek, ancak TCK m.109’un tatbiki gündeme gelmeyecektir. Tanıklar; müşteki ile birlikte hareket edip, “müşterek fail” sıfatı taşımakta iseler, bu durumda haklarında TCK m.267/3 uygulanacak, “müşterek fail” sayılmadıklarında haklarında TCK m.267/3-4 tatbik edilmeyecek, yalan tanıklıkları ile şüphelinin veya sanığın yakalanmasına, gözaltına, adli kontrol tedbirine tabi tutulmasına veya tutuklanmasına neden olmuşlarsa, bu durumda haklarında “Yalan tanıklık” başlıklı TCK m.272/4-5 uygulanacaktır [6]. Esasen bu yönüyle iftira ile yalan tanıklık suçunun failleri yönünden ceza sorumluluğunun ağırlığı birbirine benzemektedir, ancak iftira suçunun temel cezasının daha ağır olduğu görülmektedir.

Somut örnekte tanıklar bakımından suç uydurma suçu oluşmayacaktır[7]. Çünkü somut örnekte, ortada suça ilişkin ihbar veya işlenmeyen bir suçun delil veya emarelerini soruşturma yapılmasını sağlayacak şekilde uydurma değil, işlemediğini bildiği halde, bir kişi hakkında gerçeğe aykırı tanıklıkta bulunarak bu kişi hakkında soruşturma veya kovuşturma veya idari tahkikat başlatılmasını sağlamayı amaçlama unsuru bulunmaktadır.

Somut örnek çerçevesinde incelenebilecek bir başka suç; “resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan” başlıklı TCK m.206'dır. Tanık beyanlarını cumhuriyet savcısının aldığı ihtimalde, tanıklar hakkında TCK m.206 ile TCK m.272 arasında karşılaştırma yapılarak, TCK m.44 gereğince ağır olan suçtan mahkumiyet hükmü kurulmalıdır. Tanık beyanlarının kolluk tarafından alındığı durumda ise; TCK m.206’de düzenlenen suç oluşmaz, çünkü kolluğun tanık beyanını alma yetkisi yoktur. Kollukta bu yetki olmadıkça, bir resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyanda bulunma suçu da oluşmaz. Uygulamada kolluğun "bilgi alma tutanağı" düzenlediği görülmektedir. Belki bilgi alma tutanağının resmi belge hükmünde olduğundan hareketle, bu durumda da belgenin resmi olduğunu ve kolluğun kamu görevlisi olarak bu tür belgeler düzenleme yetkisi olduğu akla gelebilir. Şu halde resmi belgenin unsurlarını incelemek gerekir. Bir belgenin resmi niteliği haiz olması için; kamu görevlisi tarafından ve görevi gereği düzenlenmesi ayrıca belgenin ilgili kanunda öngörülen şekil ve şartlara uygun olarak hazırlanması gerekir[8]. Bu şartlar ışığında bilgi alma tutanağının resmi belge olmadığı sonucuna varılmaktadır. Bilgi alma tutanağı; her ne kadar kamu görevlisi tarafından görevi kapsamında düzenlenen bir belge olsa dahi, CMK veya diğer kanunlarda bilgi alma tutanağının düzenlenmediği, bu tutanağın de facto bir şekilde uygulamada yer bulduğu görülmektedir. Bu durumda, bilgi alma tutanağının resmi değil, ama özel belge niteliği taşıdığı veya sui generis olduğu ileri sürülebilir.

Prof. Dr. Ersan Şen

Stj. Av. Buğra Şahin

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.

--------------------------------

[1] 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu m.267’ye göre; “ (1) Yetkili makamlara ihbar veya şikayette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği halde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır”.

[2] Fatih Selami Mahmutoğlu-Serra Karadeniz, Türk Ceza Kanunu Genel Hükümler Şerhi, Beta Yayınevi, İstanbul, 2017, s.866.

[3] TCK m.272’ye göre; Hukuka aykırı bir fiil nedeniyle başlatılan bir soruşturma kapsamında tanık dinlemeye yetkili kişi veya kurul önünde gerçeğe aykırı olarak tanıklık yapan kimseye, dört aydan bir yıla kadar hapis cezası verilir”.

[4] Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin 24.06.2009 gün, 2009/16212 E. ve 2009/12656 K. sayılı ilamında; “Ceza yargılamasında beyan delilleri arasında yer alan tanık anlatımları, kanıt araçlarından olduğundan, tanıkların çağrılması ve dinlenilmesi yöntemleri yasada ayrıntılı olarak düzenlenmiş (CMK m. 43 ila 61) ve adaleti yanıltmaya neden olabilecek gerçeğe aykırı tanıklıkta bulunulması da suç olarak düzenlenmiştir. Belirtilen yasal hükümler uyarınca soruşturma evresinde tanık dinlemeye yetkili olan makam Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde mahkeme, naip hakim veya istinabe olunan hakimdir (Centel, Nur/Zafer, Hamide, Ceza Muhakemesi Hukuku, 5. Bası, İstanbul 2008, s. 236). Adli görevleri nedeniyle kolluk görevlilerinin olayla ilgili görgüsü olan kişileri ‘ifade sahibi’ sıfatıyla dinlemeleri, onlara ‘tanık’ sıfatını vermemekte ve yasadaki tanıklığa ilişkin hükümlerin uygulanmasını gerektirmemektedir. Dolayısıyla doktrinde de belirtildiği üzere (Tezcan, Durmuş/Erdem, M. Ruhan/Önok, Murat, Ceza Özel Hukuku, 6. Bası, Ankara 2008, s.880; Ünver, Yener, Adliyeye Karşı Suçlar, İstanbul 2008, s. 186) kolluğun ‘tanık dinleme’ yetkisi bulunmamaktadır.

5237 sayılı TCK’nın 272. maddesinde düzenlenen yalan tanıklık suçunun oluşması için tanık dinlemeye yetkili kişi veya kurul önünde ya da mahkeme veya yemin ettirerek tanık dinlemeye kanunen yetkili kişi veya kurul önünde gerçeğe aykırı olarak tanıklık yapılmasının zorunlu bulunması, başka deyişle hukuksal bir uyuşmazlığa konu bir olayla ilgili olarak bilgisini aktaran kişinin yasalar gereği ‘tanık’ sıfatıyla dinlenilmesinin gerekmesi ve ceza soruşturmasında 5271 sayılı CMK hükümleri uyarınca kolluğun tanık dinleme yetkisinin bulunmaması ve incelenen dosyada hükümlünün kollukta verdiği ifadeye dayalı olarak kamu davasının açılması karşısında, suçun oluşmadığı gözetilerek beraat hükmü kurulması yerine, hükümlülüğe karar verilmesi Yasaya aykırı görüldüğünden, 5271 sayılı CMK’nın 309/4-d maddesi uyarınca… Asliye Ceza Mahkemesi’nin 28.6.2006 tarihli ve … E.… K. sayılı kararının kanun yararına bozulmasına, suçun unsurlarının öğelerinin oluşmaması nedeniyle sanık ...'nın, hakkında yalan tanıklık suçundan açılan kamu davasından beraatına 24.06.2009 tarihinde oybirliği ile karar verildi”.

Yargıtay 15. Ceza Dairesi’nin 15.02.2017 gün, 2014/12029 E. ve 2017/6167 K. sayılı kararında; “5237 sayılı TCK'nın 272. maddesinde düzenlenen yalan tanıklık suçunun oluşması için, tanık dinlemeye yetkili kişi veya kurul önünde yada mahkeme veya yemin ettirilerek tanık dinlemeye kanunen yetkili kişi veya kurul önünde gerçeğe aykırı olarak tanıklık yapılmasının zorunlu bulunduğu, 5271 sayılı CMK'nın hükümleri uyarınca kolluğun tanık dinleme yetkisinin bulunmadığı ve yargılamaya konusu dosyada sanıklar .... ve ....'ın kolluk önünde verdiği ifadelerin yalan tanıklık suçunu oluşturmayacağı gerekçesiyle verilen beraat hükümlerinde bir isabetsizlik görülmemiştir”.

Görüleceği üzere Yargıtay kararlarında; kolluğun tanık dinleme yetkisinin bulunmadığı ifade edilmiş ve kolluk tarafından “bilgi sahibi” sıfatıyla alınıp, “bilgi alma tutanağı” adı altında düzenlenen beyanların gerçek olmadığı durumda TCK m.272’de tanımlanan yalan tanıklık suçunun oluşmayacağı sonucuna varılmıştır.

[5] TCK m.109’a göre; “Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir”.

[6] Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, Yorumlu-Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, 2. Baskı, 6. Cilt, Adalet Yayınevi, Ankara, 2014, s.8076.

[7]Suç uydurma” başlıklı TCK m.271’e göre; “(1) İşlenmediğini bildiği bir suçu, yetkili makamlara işlenmiş gibi ihbar eden ya da işlenmeyen bir suçun delil veya emarelerini soruşturma yapılmasını sağlayacak biçimde uyduran kimseye üç yıla kadar hapis cezası verilir”.

[8] Tezcan-Erdem-Önok, Ceza Özel Hukuku, 6. Bası, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2008, s. 678.