TAKSİRLİ SUÇLARDA FAİLİN AİLEVİ VE KİŞİSEL DURUMU AÇISINDAN MAĞDUR OLMASI

Abone Ol

Failin kişisel ve ailevî durumu açısından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açması hali

Şikâyetçi olmayan bir kişinin de yaralanmasına neden olan sanık hakkında 5237 sayılı TCK'nın 22. maddesinin altıncı fıkrasının uygulanma şartlarının bulunup bulunmadığı hususu her somut olayda ayrı ayrı tartışılmalı ve bu halin uygulanıp uygulanmayacağına karar verilmelidir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 22. maddesinin 6. Fıkrasına göre,  taksirli bir davranış ile neden olunan sonuç, münhasıran failin kişisel ve ailevî durumu açısından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa, faile ceza verilmeyecektir. Ancak bilinçli taksir hâlinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilecektir.

Burada bir cezasızlık hali düzenlenmiştir. Yargılama makamı failin durumunu takdir edecek ve yasal düzenlemede belirtilen şartlar oluşmuş ise faile ceza vermeyebilecektir.

Kuşkusuz yargılama makamı burada takdir hakkını kullanırken suçlunun ekonomik durumunu, aile yükümlerini, örneğin varsa diğer çocukların bakımını göz önünde bulunduracak, ona göre hüküm kuracaktır.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 22. maddesinin 6. fıkrasının uygulanabilmesi için fiilden dolayı yalnızca failin kişisel ve ailevî durumu itibarıyla zararlı sonucun ortaya çıkmış olması gerekir. Bu şekilde bir sonuç ile birlikte söz konusu durumlara ilişkin bulunmayan başka bir sonuçta ortaya çıkmış ise, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 22. maddesinin 6. fıkrasının uygulanması mümkün değildir.

Özet olarak belirtmek gerekir ki, taksirli davranışı nedeniyle ortaya çıkan sonucun, sadece bu nedenle failin şahsi ve ailevi durumu açısından artık bir cezaya hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açması hâlinde faile ceza verilmeyecektir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 22. maddesinin 6. fıkrasında, taksirli suçlar açısından kendine özgü bir "şahsi cezasızlık hâli" hüküm altına alınmıştır.

Şahsi cezasızlık hâlinin varlığı halinde aslında ortada bir suçun varlığı da söz konusudur. Fakat yasa koyucu takip ettiği suç siyaseti nedeniyle bu durumu cezasızlık sebebi olarak kabul etmiştir.

Bu durumda da ayrıca 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 223. maddesinin 4. fıkrasının (a) bendine göre, "ceza verilmesine yer olmadığına" karar verilecektir.

Yasal düzenlemeye göre, bu şahsi cezasızlık nedeninin uygulanabilmesi için iki temel şartın varlığı gerekir. Bu şartlar şunladır:

Birinci şart; Taksirle işlenmiş bir suç bulunmalıdır.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 22. Maddesinin, altıncı fıkrasının ilk cümlesinde; taksirli davranış nedeniyle ortaya çıkan bir sonuçtan bahsedilmektedir. Bu yasal düzenlemeye göre, anılan şahsi cezasızlık nedeni sadece taksirle işlenen suçlarda uygulanabilecektir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 22. maddesinin 6. Fıkrası, doğrudan kast, olası kast ile işlenen suçlarda uygulanamaz.

Bilinçli taksirle işlenen suçlarda, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 22. maddesinin 6. Fıkrasının bu duruma ilişkin hükmü uygulanabilir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 22. maddesinin 6. Fıkrasında yer alan, "bilinçli taksir hâlinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir" şeklindeki son cümlesi bilinçli taksirle gerçekleştirilen davranışlarda uygulanabilecektir.

Yani bilinçli taksir halinde "cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebep" söz konusu olmaktadır.

İkinci şart; Meydana gelen netice "münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu bakımından" etkili olmalıdır.

Burada failin taksirli davranışı ile neden olduğu sonucun hem kendisine acı ve ızdırap vermesi, hem de cezalandırılmasına karar verilmesinin kendisi ve ailesi bakımından artık bir cezaya hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağduriyetine yol açması gerekir.

Başka bir söylemle bu şart, kendi içerisinde üç ayrı hususu gündeme getirmektedir. Bu hususlar şunlardır:

1. Failin Taksirli Eyleminden Ağır Düzeyde Etkilenmiş Olması

Failin taksirli davranışı nedeniyle ağır düzeyde etkilenmiş olması, başka bir söylemle failin kendi davranışının mağduru durumuna düşmesi halinde 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 22. maddesinin 6. Fıkrası hükmünün uygulanması mümkündür.  

Failin uğradığı mağduriyetin, maddi veya manevi olması arasında bir fark yoktur. İki halde kabul edilebilir. Fakat burada hangi mağduriyetin bir cezaya hükmedilmesini gereksiz kılacağı hususu her somut olaya göre tespit edilmelidir.[1]

2. Failin Taksirli Eyleminden "Ailevi Durumu" İtibarıyla Etkilenmesi

Burada fail ile taksirli suçun mağduru arasında belli derecede yakınlığın bulunması şartı aranmaktadır. Yani burada akrabalığın derecesinden çok "aile" kavramı tartışmaya açılmalıdır.

Burada aile kavramı neden devreye girdiği hususu şu şekilde izah edilebilir:

Zira yasa koyucu belli derecede akrabalığı ifade eden herhangi bir kavramı değil özellikle "aile" kavramını yasal düzenlemede zikretmiştir. Yani yasa koyucu faille mağdur arasında "aynı aileden olma ilişkisini" şart olarak aramaktadır.

Aile kavramının yasal düzenlemelerde tüm yönleriyle tanımlanmadığını görmekteyiz.

Öğretide, aile kavramının üst soy, alt soy ve evlilik ilişkisini kapsayacak bir şekilde yorumlanması gerektiği yönünde görüşler ileri sürülmektedir. Buna karşın, aile kavramının varlığı değerlendirilirken, biyolojik gerçekten çok, toplumsal gerçekliğe ağırlık veren Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarının da dikkate alınması gerekir.[2]

3. Münhasıran Failin Kişisel Ve Ailevi Durumunun Etkilenmiş Olması

Bu şartın varlığı için, taksirli suçtan "münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu"nun etkilenmiş olması yani taksirli davranış sonucunda ailesinden birisinin zarar görmesi nedeniyle failin ziyadesiyle etkilenmesi gerekir. Yani fail ile ailevi ilişkisi bulunmayan başka bir kişinin daha zarar görmemesi şarttır.

Fail ve ailesi dışında bir kişinin de zarar gördüğü olaylarda 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 22. maddesinin 6. Fıkrası hükmünün uygulanması mümkün değildir.

Burada başkalarının zarar görmesinden kastedilen, fail ve ailesi dışındaki üçüncü kişilerin dolaylı olarak etkilenmesi değil, olaydan bizzat zarar görmesi halidir.

Örneğin, olay sırasında eşinin yanında, akrabası olmayan bir kişinin de öldüğü ya da yaralandığı hâllerde fail, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 22. maddesinin 6. Fıkrası hükmünden yararlanamayacaktır.

Buna karşılık sadece eşinin öldüğü hâllerde, eşinin akrabalarının olay nedeniyle üzülecek olmaları failin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 22. maddesinin 6. Fıkrası hükmünden faydalanmasına engel olmayacaktır.

Yasal düzenlemede "münhasıran failin kişisel ve ailevî durumu"ndan bahsedilerek, "kişisel" ile "ailevi" kelimeleri arasına "ve" bağlacının koyulmuş olması, ikinci şartın gerçekleşebilmesi için, her üç hususun da birlikte bulunmasının zorunlu olduğunu işaret etmektedir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 22. maddesinin 6. fıkrasında "münhasıran failin kişisel ve ailevî durumu" ibaresinin kullanılmış olması nedeniyle, taksirli davranışı nedeniyle failin kendisi veya ailesinden birisi dışında başkalarının da zarar görmüş olması halinde; örneğin, failin bir yakınının ölmesi veya yaralanması ile birlikte başkalarının da mağduriyeti veya zarar görmesine neden olunmuşsa altıncı fıkra hükmünün uygulanması mümkün olmayacaktır.[3] Nitekim öğretideki görüşler de bu doğrultudadır.[4]

YARGITAY UYGULAMASI

Yargıtay, taksirli suçlarda üçüncü şahıs konumundaki kişilerin zarar görmesi halinde 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 22. maddesinin 6. Fıkrası hükmünü uygulamamaktadır.

Taksirli eylemle kendisinin yaralanması ile birlikte arkadaşının ölümüne neden olma

Yargıtay, sanığın kendisi yaralanmakla birlikte 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 22. maddesinin 6. fıkrası kapsamında kabul edilemeyecek arkadaşının ölümüne neden olmak suretiyle üçüncü şahıs durumundaki kişilerin mağduriyetine sebebiyet verildiği olayda, sanık hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 22. maddesinin 6. fıkrası hükmünün uygulanamayacağına hükmetmiştir.[5]

Resmi araçta görevli polis memuru sanığın ağır yaralandığı diğer kolluk görevlisinin öldüğü olay

Yargıtay, görevli polis memuru sanığın sevk ve idaresindeki resmi araçla seyir halinde iken yolların ıslak olması sonucu aracın kayarak karşı yönden gelen Belediye’ye ait bir başka sanığın yönetimindeki yolcu otobüsü ile çarpışarak trafik kazasının meydana geldiği, kaza sonucu sanığın aracında görevi gereği bulunan polis memurunun vefat ettiği, sanığın kendisinin yaralandığı olayda, yukarıda belirtilen somut olaya göre farklı bir değerlendirme yapmıştır.

Bu olayda yerel mahkemece 3/8 oranında kusurlu olan ve kendisinin de ağır şekilde yaralanması ile sonuçlanan trafik kazası olayında sanığa 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 22. maddesinin 6. fıkrası hükmü gereğince ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmiş ve karar Yargıtay tarafından onanmıştır.[6]

İş makinesi ile çalışan failin taksirli eylemi yeğeninin ölümüne neden olması

Sanığın yönetimindeki iş makinesine binili yolcu konumundaki öz yeğeni ile birlikte çalıştığı iş yerinden,  evin önüne geldiği, aracını park ettikten sonra, kepçe içerisinde bulunan inşaat malzemelerini birlikte yere indirdikleri, yeğenine eve gitmesini söylediği, eşyaları bıraktıktan sonra kendi ifadesine göre iş makinesine binerek çalıştırdığı ve iş makinesinin kepçesini havaya kaldırdığı esnada, kepçeye habersiz olarak binen yeğenin yere düşmesi neticesinde vefat ettiği ve sanığın asli kusurlu kabul edildiği somut olayda, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 22. maddesinin 6. fıkrası hükmü uygulanmamıştır.[7]

Eşinin ölümü ile birlikte biri şikâyetçi olmak üzere altı kişinin yaralanmasına sebebiyet veren sanığın eylemi

Yargıtay bir kararında, asli kusurlu olarak eşinin ölümü, biri şikâyetçi olmak üzere altı kişinin yaralanmasına sebebiyet veren sanığın, eşinin ölümü nedeniyle kişisel ve ailevi durumu bakımından artık bir cezaya hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olduğu açık ise de olayda münhasıran kendisi ve ailesi dışında başkalarının da zarar gördüğü, mağdurlardan birisinin şikâyetçi olduğu ve üzerine atılı suçun bölünmesinin de mümkün olmadığı olayda, sanık hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 22. maddesinin 6. Fıkrasında hüküm altına alınmış olan şahsi cezasızlık sebebinin uygulanmasına imkan bulunmadığını, bu nedenle yerel mahkemenin direnme hükmünün isabetli olmadığını ifade etmiştir.[8]

Sanığın kaza nedeniyle halası, yeğeni ve kardeşinin eşinin ölümüne neden olduğu olay

Yargıtay; sanığın sebebiyet verdiği kaza nedeniyle annesi, kızı, kardeşleri, yeğeni, halası ve kardeşinin eşinin öldüğü olayda; sanığın ölenler ile yakınlığı, ekonomik durumu ve ailevi yükümlülükleri gözetildiğinde, annesi, kızı, kardeşlerinin ölümü nedeniyle münhasıran kişisel ve ailevi bakımdan ceza verilmesini gerektirmeyecek derecede mağdur olduğu hususunda bir kuşku bulunmadığını ifade etmiştir.

Bu olayda Yargıtay, sanığın üçüncü derece kan hısımları olan ve aynı evde ikâmet etmeyen, bakım ve gözetim sorumluluğu altında bulunmayan halası ve yeğeni ile ikinci derecede sıhri hısmı olan ve kardeşi ile yaptığı evlilikten önce kendisini tanıdığına dair dosyaya yansıyan bir delil bulunmayıp aynı ailenin üyesi de sayılmayan kişilerin ölümleri nedeniyle 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 22. maddesinin 6. fıkrası hükmü kapsamında bir mağduriyetten söz edilemeyeceğini, bu ölümlerin, sırf ölümün gerçekleşmesi nedeniyle duyulacak doğal üzüntünün çok üstünde önemli derecede bir üzüntüye ve buna bağlı olarak ayrı bir mağduriyete yol açmayacağını, bu kapsamda sanığın, halası, yeğeni ve kardeşinin eşinin ölümünden dolayı bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede zarar görmediğini ifade ederek, sanık hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 22. maddesinin 6. fıkrası hükmünün uygulanma imkânı bulunmadığına hükmetmiştir.[9]

Asli kusurlu olarak anne ve babasının ölümü ile ikisi şikâyetçi olmak üzere altı kişinin yaralanmasına sebebiyet veren sanığın eylemi

Bu olayda şu hususlar tespit edilmiştir: Asli kusurlu olarak anne ve babasının ölümü ile ikisi şikâyetçi olmak üzere altı kişinin yaralanmasına sebebiyet veren sanığın, anne ve babasının ölümü nedeniyle kişisel ve ailevi durumu bakımından ağır düzeyde etkilenip zarar gördüğünde ve mağdur olduğundan herhangi bir kuşku duyulmamıştır. Yargıtay bu konuda sanığın içinde bulunduğu durumu kabul etmektedir.

Bu olayda bu kabule rağmen Yargıtay, sanığın taksirli hareketi sonucu münhasıran kendisinin kişisel ve ailevi durumu etkilenmiş olmadığını, sanık ile ailevi ilişkisi bulunmayan katılanların da yaralanıp olaydan bizzat zarar görmeleri ve sanıktan şikâyetçi olmaları karşısında, eylemin sonuçlarının taksirle öldürme ve şikâyetin varlığına bağlı olarak taksirle yaralama şeklinde bölünemeyeceğini, münhasıran sanığın kişisel ve ailevi bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olduğundan söz edilemeyeceğini, sanık hakkında TCK'nın 22. maddesinin altıncı fıkrasında düzenlenmiş olan şahsi cezasızlık sebebinin uygulanmasına imkân bulunmadığını hükme bağlamıştır.[10]

Asli kusurlu olarak oğlu ile birlikte ailevi yakınlığı bulunmayan kişinin ölümlerine neden olan sanığın eylemi

Bu olayda Yargıtay, sanık ile ailevi ilişkisi bulunmayan kişinin ölümü nedeniyle başkalarının da zarar gördüğünü, eylemin neticelerinin faille ailevi yakınlığı olan ve olmayan kişilerin ölümlerine göre iki ayrı taksirle ölüme neden olma şeklinde bölünemeyeceğini, münhasıran sanığın kişisel ve ailevi bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olduğundan söz edilemeyeceğini ifade ederek 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 22. maddesinin 6. fıkrası hükmünün uygulanamayacağını karara bağlamıştır.[11]

(Bu köşe yazısı, sayın Dr. Suat ÇALIŞKAN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

----------------------------------------------

[1] Veli Özer Özbek, Türk Ceza Kanunu İzmir Şerhi, Türk Ceza Kanununun Anlamı, Seçkin Yayınevi, Ankara, c. 1, 4. Baskı, s. 284.

[2]   Zeki Hafızoğulları, Türk Ceza Kanununda Taksir, Polis Dergisi Yıl:11, S. 44, Nisan-Mayıs-Haziran 2005, s. 87.; Ursula Kilkelly, Özel Hayata ve Aile Hayatına Saygı Gösterilmesi Hakkı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8. Maddesinin Uygulanmasına İlişkin Kılavuz İnsan Hakları El Kitapları, No: 1, Avrupa Konseyi İnsan Hakları ve Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü, Eylül 2007, s. 15.)

[3] Nitekim yasal düzenlemenin gerekçesinde de, “böyle bir netice ile birlikte söz konusu durumlara ilişkin bulunmayan başka bir netice de meydana gelmişse fıkra uygulanmayacaktır" denilmek suretiyle bu husus açıklanmıştır.

[4]  Veli Özer Özbek-Mehmet Nihat Kanbur- Koray Doğan-Pınar Bacaksız-İlker Tepe, Türk Ceza Kanunu Genel Hükümler, 4. Baskı, Seçkin Yayınevi, Ankara 2013, s. 188, 511;  Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökcen-Ahmet Caner Yenidünya, Türk Ceza Kanunu Genel Hükümler, 8. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara 2014, s. 357.; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Kanunu Genel Hükümler, 6. Baskı, Seçkin Yayınevi, Ankara 2013, s. 230.; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Kanunu Özel Hükümler, Seçkin Yayınevi, Ankara 2013, s. 154.; Mustafa Özen, Ceza Hukukunda Taksir, Adalet Yayınevi, Ankara 2011, s. 215; Aytekin Özanlı, Failin Ailevi ve Kişisel Durumunun Taksirli Suçlar Bakımından Değerlendirilmesi, Terazi Hukuk Dergisi, Nisan 2009, s. 32.;

[5]    Y.12.CD, E: 2015/1589, K: 2016/845, T: 21.01.2016.

[6]    Y.12.CD, E: 2011/1881, K: 2011/2020, T: 29.09.2011: “….16.08.2004 günü saat 23.00 sıralarında K İlçe Emniyet Müdürlüğü Asayiş Ekiplerinde görevli polis memuru sanık U.Ö'un sevk ve idaresindeki resmi araçla H. yönünden Ü.'a seyir halinde iken yolların ıslak olması sonucu aracın kayarak karşı yönden gelen İ. Belediyesine ait sanık A.G.'in yönetimindeki yolcu otobüsü ile çarpışarak trafik kazasının meydana geldiği, kaza sonucu sanık U.Ö.'un aracında görevi gereği bulunan polis memuru Ö.D.'in vefat ettiği, sanık U.'un da hayati tehlike geçirecek şekilde yaralandığı gerekçesiyle TCK'nın 85/2. maddesi gereğince cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmış ve yapılan yargılama sonunda İ. 3. Ağır Ceza Mahkemesince 16.04.2008 tarihinde ‘‘3/8 oranında kusurlu olan ve kendisinin de ağır şekilde yaralanması ile sonuçlanan trafik kazası olayında sanığa TCK’nın 22/6. maddesi gereğince ceza verilmesine yer olmadığına” karar verilmiştir…. Adalet Komisyonunca hazırlanan TCK’nın genel gerekçesinde ‘‘Madde başlığı ve gerekçesi, madde metninin ayrılmaz bir parçasını oluşturmaktadır. Bu husus, madde hükümlerinin yorumlanması açısından büyük bir önem taşımaktadır” ve aynı Kanunun 22. madde gerekçesinde 6. fıkra bakımından ‘‘başka bir netice de meydana gelmişse bu fıkra hükmü uygulanmayacaktır.” açıklamaları bulunsa bile gerekçeler kanun hükmüne dahil olmayıp ilgili hükmün anlam ve kapsamının belirlenmesinde bir yorum aracıdır. Yine aynı şekilde TCK’nın 2/3. maddesindeki ‘‘Suç ve ceza içeren hükümler, kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz” hükmünden hareketle burada sorumluluğu genişletici değil dar yorumlamak gerektiği de birlikte değerlendirildiğinde davaya konu trafik kazası sonrası sanığın kişisel ve ailevi durumu bakımından, Adli Tıp raporu, mahkemenin gözlemi ve oluşan başka bir netice bakımından da olay değerlendirildiğinde artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede sanığın mağdur olduğu ve mahkemenin ceza verilmesine yer olmadığına dair uygulamasının da yerinde olduğu düşünüldüğünden tebliğnamenin 2 nolu bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir….”

[7]   Y.12.CD, E: 2016/328, K: 2017/2797, T: 04.04.2017: “….Taksirle öldürme suçundan sanığın mahkumiyetine ilişkin hüküm, sanık müdafii tarafından temyiz edilmekle dosya incelenerek gereği düşünüldü: 08.2014 günü saat 16:30 da sanık sürücü ...'nun yönetimindeki iş makinesine binili yolcu konumundaki öz yeğeni 2000 doğumlu ... ile birlikte çalıştığı iş yerinden, 23 sokak üzerinde bulunan ...'a ait evin önüne geldiği, aracını park ettikten sonra, kepçe içerisinde bulunan inşaat malzemelerini birlikte yere indirdikleri, yeğeni olan ...'na eve gitmesini söylediği, eşyaları bıraktıktan sonra kendi ifadesine göre iş makinesine binerek çalıştırdığı ve iş makinesinin kepçesini havaya kaldırdığı esnada, kepçeye habersiz olarak binen ...'nun yere düşmesi neticesinde vefat ettiği ve sanığın asli kusurlu kabul edildiği somut olayda, sanık hakkında adalet ve hakkaniyet kuralları uyarınca alt sınırdan daha fazla uzaklaşmak suretiyle ceza tayini gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması; aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır. Muhalefet şerhi: Öz yeğeninin ölümüne sebebiyet verdiği için çok büyük bir üzüntü yaşadığı dosya içeriğinden açıkça anlaşılan sanığa, verilecek hiç bir cezanın, kendi vicdanının vereceği cezadan daha fazla bir etki göstermesi beklenemez. Ölenin anne ve babası ile akrabalık nedeniyle sık sık bir araya gelmesi kuvvetle muhtemel olan sanığın zaman içerisinde bu acıyı unutması da kolay olmayacaktır. Taraflar arasındaki akrabalık ilişkisinin her zaman akrabalık derecesi ile orantılı olmadığı toplumda bilinen bir gerçek olmasına karşın, anılan maddenin uygulanmasını belli derecede yakınlara indirgemenin hakkaniyet ilkesine de aykırı olacağı kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza çıkacaktır. 5237 sayılı TCK'nın 22/6. maddesindeki düzenlemeden önce, yakınlarını kaybeden aile bireylerinin, yine akrabalık derecesine bağlı olmaksızın yakınlık duydukları failleri sorumluluktan kurtarmak için yoğun çaba sarf ettiklerine dair örneklere az rastlanmamıştır. TCK'nın 22/6. maddesi bu anlamda toplumsal ihtiyaçtan doğmuştur. Ancak bu maddenin belli derecede yakınlara indirgenmesinin maddenin düzenlenme amacına aykırı olacağı gibi gerekli faydayı da sağlayamayacaktır. Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, yerel mahkemece sanık ... hakkında verilen mahkumiyet kararının, uygulama koşulları oluşan TCK'nın 22/6. maddesinin uygulanmadığından bahisle BOZULMASINA, karar verilmesi gerekirken, TCK'nın 22/6. maddesinin uygulanmamasında bir isabetsizlik görmeyen Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesinin sayın çoğunluğu tarafından başka bir nedenle mahkumiyet hükmünün bozulmasına ilişkin gerekçesine iştirak edilmemiştir…”

[8] YCGK, E: 2013/104, K: 2014/216, T: 29.04.2014.

[9] YCGK, E: 2015/239, K: 2018/321, T: 03.07.2018: “….Sanığın kendi yönetiminde ve içinde akrabalarının bulunduğu minibüsle Samsun'un Terme ilçesinden Şanlıurfa'ya gitmek üzere 17.09.2010 tarihinde öğleden sonra yola çıktığı, Adıyaman'a gelindiğinde aracı kullanmak üzere ağabeyisi ...'ya verdiği,....'in sevk ve idaresindeki araçla 18.09.2010 tarihinde saat 06.00 sıralarında Şanlıurfa'ya varıldığı, burada kardeşi ... ile kardeşinin eşi ...'nun düğünlerinin yapıldığı, aynı gün saat 22.30 sıralarında Samsun'a dönmek üzere yine akrabalarıyla birlikte yola çıkan sanığın saat 02.00 sıralarında mola verdiği, ardından yola devam eden sanığın olay yerine geldiğinde direksiyon hakimiyetini kaybederek karşı yön şeridine girdiği, soldan yol dışına çıkıp elektrik direğine çarptığı ve aracın yandığı, sanığın sebebiyet verdiği kaza nedeniyle annesi ..., kızı ...., kardeşleri .... ve...., yeğeni ...., halası ...ve kardeşinin eşi ....'nin öldüğü olayda; sanığın ölenler ile yakınlığı, ekonomik durumu ve ailevi yükümlülükleri gözetildiğinde, annesi ..., kızı ...., kardeşleri.... ve ....'in ölümü nedeniyle münhasıran kişisel ve ailevi bakımdan ceza verilmesini gerektirmeyecek derecede mağdur olduğunda tereddüt bulunmasa da, sanığın üçüncü derece kan hısımları olan ve aynı evde ikâmet etmeyen, bakım ve gözetim sorumluluğu altında bulunmayan halası ...ve yeğeni .... ile ikinci derecede sıhri hısmı olan ve kardeşi ile yaptığı evlilikten önce kendisini tanıdığına dair dosyaya yansıyan bir delil bulunmayıp aynı ailenin üyesi de sayılmayan ....'nin ölümleri nedeniyle TCK'nun 22. maddesinin 6. fıkrası kapsamında bir mağduriyetten söz edilemeyeceği, bu ölümlerin, sırf ölümün gerçekleşmesi nedeniyle duyulacak doğal üzüntünün çok üstünde önemli derecede bir üzüntüye ve buna bağlı olarak ayrı bir mağduriyete yol açmayacağı, bu kapsamda sanığın, halası, yeğeni ve kardeşinin eşinin ölümünden dolayı bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede zarar görmediği anlaşıldığından, sanık hakkında TCK'nun 22. maddesinin 6. fıkrasının uygulanma imkânı bulunmadığı kabul edilmelidir…”

[10]   YCGK, E: 2017/636, K: 2018/431, T: 16.10.2018: “….Olay tarihinde gündüz saatlerinde, yerleşim yerinde, açık havada, dört yönlü kavşakta, 12 metre genişliğinde, bölünmüş, eğimsiz, düz, kuru ve asfalt kaplama yolda sanık ... ile katılan ...'nun yönetimlerindeki araçların çarpışması neticesinde sanık ...'ın aracında bulunan annesi Meral ve babası Nevzat'ın ölümü ile birlikte aynı araçta bulunan mağdurların, yine diğer taraftaki araçta bulunan katılanlar Abidin ve Recep'in yaralanmalarıyla sonuçlanan trafik kazasının meydana geldiği, sanık ...'in sevk ve idaresindeki aracı ile kavşağa yaklaşırken kavşak öncesinde seyir yönü üzerinde bulunan "DUR" trafik levhası ile "kırmızı flaşör" lambasını dikkate alarak durması ve sağ tarafından bölünmüş yol üzerinde seyrederek aynı kavşağa gelen katılan ...'nun sevk ve idaresindeki aracın geçişini beklemesi gerekirken kontrolsüzce kavşağa girmek suretiyle kazanın oluşumunda asli kusurlu olduğu, mağdurların sanıktan şikâyetçi olmadıkları, katılanların ise şikâyetçi oldukları anlaşılan olayda; asli kusurlu olarak anne ve babasının ölümü ile ikisi şikâyetçi olmak üzere altı kişinin yaralanmasına sebebiyet veren sanığın, anne ve babasının ölümü nedeniyle kişisel ve ailevi durumu bakımından ağır düzeyde etkilenip zarar gördüğünde ve mağdur olduğunda bir tereddüt yok ise de, sanığın taksirli hareketi sonucu münhasıran kendisinin kişisel ve ailevi durumu etkilenmiş olmayıp sanık ile ailevi ilişkisi bulunmayan katılanların da yaralanıp olaydan bizzat zarar görmeleri ve sanıktan şikâyetçi olmaları karşısında, eylemin sonuçlarının taksirle öldürme ve şikâyetin varlığına bağlı olarak taksirle yaralama şeklinde bölünemeyeceği de gözetildiğinde, münhasıran sanığın kişisel ve ailevi bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olduğundan söz edilemeyeceğinden hakkında TCK'nın 22. maddesinin altıncı fıkrasında düzenlenmiş olan şahsi cezasızlık sebebinin uygulanmasına imkân bulunmamaktadır. Bu nedenle Yerel Mahkemenin direnme hükmü isabetli değildir….”

[11] YCGK, E: 2017/436, K: 2018/527, T: 13.11.2018: “….Yukarıda (1) numaralı uyuşmazlık konusunda ayrıntılı olarak anlatıldığı şekilde, sanığın tanık ...'ün teras katında yapmayı üstlendiği işi, aynı zamanda işçisi olan oğlu ... ve diğer işçisi ... ile birlikte yaptıkları sırada, teras katına yaklaşık 2 metre mesafeden geçen üç adet yüksek gerilim hattına karşı herhangi bir koruyucu önlem almadığı, daha sonra iş sağlığı ve güvenliği yönünden herhangi bir eğitimleri olmayan işçileri..... ve....'a işi bırakarak yan tarafta bulunan kendisine ait iş yerine gittiği, yaşı itibarıyla söz konusu işte çalışamayacak olan 16 yaşını ikmal etmiş bulunan oğlu..... ile diğer işçisi....'ın, demir direkleri teras kata çıkarmaya çalıştıkları esnada ...'nun sanığın bilgisi dışında çalışma alanına geldiği,.....,.... ve.....'nın ellerindeki halatlarla demir direklerden birisini zeminden çekerek teras katına çıkardıkları sırada direğin ucunun teras katının en yakınından geçen yüksek gerilim hattına ait tele temas etmesi sonucu her üçünün de elektrik akımına kapıldıkları,..... ve.....'nın vefat ettikleri,....'ın ise yaralandığı ve şikâyetçi olmadığı olayda; asli kusurlu olarak oğlu..... ile birlikte ailevi yakınlığı bulunmayan ...'nun ölümlerine, şikâyetçi olmayan bir kişinin de yaralanmasına sebebiyet veren sanığın, oğlunun ölümü nedeniyle kişisel ve ailevi durumu bakımından ağır düzeyde etkilenip zarar gördüğünde ve mağdur olduğunda bir tereddüt yok ise de, sanığın aralarında ailevi bağı bulunmayan ...'nun ölümünde de taksire dayalı kusurunun bulunması, buna bağlı olarak sanığın taksirli hareketi sonucu münhasıran kendisinin kişisel ve ailevi durumunun etkilenmiş olmayıp sanık ile ailevi ilişkisi bulunmayan ...'nun ölümü nedeniyle başkalarının da zarar görmesi karşısında; eylemin neticelerinin faille ailevi yakınlığı olan ve olmayan kişilerin ölümlerine göre iki ayrı taksirle ölüme neden olma şeklinde bölünemeyeceği de gözetildiğinde, münhasıran sanığın kişisel ve ailevi bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olduğundan söz edilemeyeceğinden, hakkında TCK'nın 22. maddesinin altıncı fıkrasında düzenlenmiş olan şahsi cezasızlık sebebinin uygulanmasına yasal imkân bulunmamaktadır…”