TAKSİRLE İŞLENEN SUÇLARDA "NETİCENİN ÖNGÖRÜLEBİLİRLİĞİ" ŞARTI

Abone Ol

Bilindiği üzere genel kural olarak suç, ancak kastla işlenebilir. Bununla birlikte yasada açıkça belirtilen durumlarda suçun taksirle de işlenebilmesi mümkündür. Failin cezalandırılabilmesi için yasada açık bir düzenleme bulunmalıdır.  Taksir istisnai bir kusurluluk türüdür.

Taksir kavramı 5237 sayılı TCK m. 22/2 hükmünde; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın, suçun yasal tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi” şeklinde ifade edilmiştir.

Yargıtay’a göre taksirli hareketin cezai yaptırıma tabi tutulmasının gerekçeleri şunlardır:[1]

1) Taksir istisnai bir kusurluluk türüdür.

2) Toplumsal yaşamda belli faaliyetlerde bulunan kimselerin başkalarına zarar vermemek için bir takım önlemler almaları gerekir. Bu taksir kavramı açısından önemlidir.

3) Kişilerin toplumsal yaşamda bazı davranış kurallarına uyma zorunlulukları vardır. Bu husus taksir kavramının değerlendirilmesinde dikkate alınmalıdır.

4) Toplumsal kurallar iki şekilde ortaya çıkar. Birincisi, toplum olarak yaşama zorunluluğundan doğabilir. İkincisi ise devlet müdahale ederek toplumsal kurallar oluşturabilir.

5) Taksirli suç genel olarak toplumsal kuralların ihlal edilmesi neticesinde ortaya çıkmaktadır. Burada fail tedbirli ve öngörülü davranmamış olduğu için yaptırıma tabi tutulmaktadır.

6) Taksirli eylemde ceza sorumluluğunun nedeni, öngörebilme imkân ve ödevinin varlığına rağmen sonuca iradi bir davranışla sebep olmaktır.

Taksirli bir eylemin cezalandırılabilmesi için taksirin unsurları oluşmalıdır.

Taksirin unsurları şunlardır:[2]

1) Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması gerekir.

2) Hareket iradi olmalıdır.

3) Neticenin iradi olmaması gerekir.

4) Hareket ile netice arasında nedensellik bağı bulunmalıdır.

5) Neticenin öngörülebilir olmasına rağmen öngörülememiş olması gerekir.

Yukarıda belirtilen koşulların varlığı halinde taksirli bir eylemden söz edilebilir.

Neticenin öngörülebilir olmasına rağmen öngörülememiş olması koşulu

Taksir kavramı açısından neticenin öngörülebilir olmasına rağmen öngörülememiş olması şartı değerlendirmeye tabi tutulmalıdır.

Taksirle gerçekleştirilen bazı eylemler suç olarak tanımlanmıştır. Taksirli eylemlerinin bazılarının cezaî yaptırıma tabi tutulmasındaki amaç kişilerin toplum yaşamında daha dikkatli davranmalarının temin edilmesidir. Yani kişilerin gittikçe yoğunlaşan ve karmaşık hale gelen toplum hayatı içinde daha dikkatli davranmalarını sağlamak amacıyla taksirli eylemler suç olarak düzenlenmiştir.

Taksirli suçlar, yasa ve ortak hayat tecrübesinin sonucu olarak kendisine toplum tarafından yüklenen dikkat ve özen görevini ihlal eden ve bu hareketiyle öngörülebilir zararlı sonuca neden olan kişiler hakkında söz konusu olmaktadır.

Ceza yasamızda da taksirle işlenen suçlara ilişkin cezaî sorumluluk benimsenmiştir. Ceza sistemimiz açısından taksirden bahsedebilmek için yasal tamına uygun fiilin işlenebileceğinin öngörülme imkânının mevcut olması şartının aranması gerektiğini söyleyebiliriz.

Bu aşamada kasten işlenen suçlar ile taksirle işlenen suçlar arasındaki bir farka değinmek yararlı olacaktır.

Kasten işlenen suçlarda failin iradesi neticeye yöneliktir. Buna karşılık taksirli suçlarda ise failin iradesi harekete yöneliktir.

Gerek kanun tarafından konulan, gerekse ortak deneyimler ürünü olan kurallara iradi olarak uymak gerekir. Bu kurallara uyulmamak suretiyle dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranıldığı takdirde, bir takım zararlı neticelerin doğabileceği öngörülebiliyorsa failin taksirle hareket ettiği söylenebilecektir.

Yapılan hareketin neticesi ortak tecrübeye göre öngörülemiyorsa ve hukuken de böyle bir yükümlülük getirilmemişse, taksirli hareketten bahsedilemez. Çünkü failin öngörmediği bir sonuç "kaza" veya "tesadüf" olarak tanımlanabilir ve bu durum nedeniyle cezai sorumluluk söz konusu olamaz.

Bu konuyu şu şekilde özetleyebiliriz:[3]

1) Taksirle işlenen suçlarda icrai veya ihmali hareketin iradi olması gerekir.

2) Meydana gelen sonucun öngörülebilir olması gerekir.

3) İradi bir davranış bulunmadığı takdirde taksirden bahsedilemez.

4) Öngörülemeyecek bir sonucun gerçekleşmesi durumunda kaza veya tesadüf söz konusu olacaktır.

5) Bu durumda failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemez.

6) Öngörülebilme, belirli niteliklere sahip olan failin gerçekleştireceği hareketinin zararlı neticelerini tahmin edebilmesi imkânı olarak açıklanabilecek olup,

7) Öngörülebilme imkânsız ise, kaza ve tesadüf söz konusu olacaktır.

Taksirli suçlarda öngörülebilirlik kavramı önemlidir. Bu durumda öngörülebilirlik kavramı 2 husus bakımından ayırıcı bir rol oynamaktadır.

Birincisi, öngörülebilirlik hali taksiri kaza ve tesadüften ayırmaktadır.

İkincisi ise öngörülebilirlik hali bilinçli ve bilinçsiz taksir ayrımında önemli rol oynamaktadır.

5237 sayılı TCK m. 22/3 hükmünde bilinçli taksir kavramı; “kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi” şeklinde tanımlanmıştır.  Bu durumda taksirli suça ilişkin cezanın üçte birden yarıya kadar arttırılması söz konusu olacaktır.

Basit taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırıcı ölçüt

Basit taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırıcı ölçüt konusunda aşağıdaki hususlar dikkate alınmalıdır:[4]  

1) Taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörememesi şartı aranır.

2) Buna karşılık bilinçli taksir halinde ise bu neticeyi öngörmüş olması gerekir.

3) Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç, fail tarafından öngörüldüğü halde istenmemiştir.

4) Gerçekten neticeyi öngördüğü halde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin hali, bunu öngörmemiş olan kimsenin hali ile bir tutulamaz.

5) Neticeyi öngören kimse ne olursa olsun bu sonucu meydana getirecek harekette bulunmamakla yükümlüdür.

6) Neticeyi öngören neticeyi öngöremeyen faile oranla yaptırımı ağırlaştırılarak cezasının artırılması öngörülmüştür.

7) Öngörülebilir neticenin öngörülmemiş olması taksirin basit şeklidir.

8) Öngörülebilir neticenin öngörülmüş ancak istenmemiş olması hali ise bilinçli taksir olarak nitelendirilmektedir.

9) Neticenin istenmesi halinde ise kasıt söz konusu olacaktır.

Yukarıda belirtilen açıklamalar ışığında faildeki manevi unsur neticenin öngörülebilirliği bağlamında aşağıdaki gibi tablolaştırılabilir:

Taksir

Öngörülebilir neticenin öngörülmemiş olması hali

Bilinçli taksir

Öngörülebilir neticenin öngörülmüş ancak istenmemiş olması hali

Kast

Öngörülebilir neticenin öngörülmüş ancak neticenin istenmesi hali

Yargıtay’ın taksirle işlenen suçlarda "neticenin öngörülebilirliği" şartı ile ilgili düşünceleri şu şekilde özetlenebilir:[5]

1) "Neticenin istenmemiş olması (iradi olmaması), taksirin önemli bir özelliğini oluşturmaktadır.

2) Neticenin istenmesi durumunda kast söz konusu olacaktır.

3) Neticenin öngörülebilir olması, taksirin başlıca şartını hatta sınırını oluşturur.

4) Netice öngörülebilir değilse, bu gibi neticeleri doğurabilecek hareketlerde bulunmaktan çekinmesi kimseden doğal olarak istenemez.

5) Netice öngörülebilir nitelikte değilse ortada kusurluluk kalmaz ve artık bir kaza veya tesadüfün bulunduğundan bahsedilir.

6) "Neticenin öngörülebilmesi (tahmin edilebilmesi) ise failin hareketlerinin sonuçlarını tahmin edebilme yeteneğini ifade eder.

7) Failce neticenin öngörülebilir olup olmadığının belirlenmesi bakımından failin yaş, görgü, meslek vs. gibi niteliklerinin nazara alınmasını zorunlu kılar.

8) Öngörülebilmenin imkânsız olması durumunda taksirden değil, kaza ve tesadüflerden söz edilebilir.

Öngörebilme olanağının belirlenmesinde nasıl bir ölçüt uygulanacağı hususu tartışmalara neden olmaktadır. Bu konunun uygulama ve öğretide de tartışıldığını ifade etmeliyiz.  

Subjektif görüş

Uygulama ve öğretide failin kişisel niteliklerini gözönünde bulunduran subjektif görüşün egemen görüş olarak karşımıza çıktığı söylenebilir.

Sübjektif görüşe göre öngörme olanağının belirlenmesinde dikkate alınacak hususlar şunlardır:

1) Failin görgüsü,

2) Failin sosyal seviyesi,

3) Failin yaşam tecrübesi,

4) Failin bedeni ve akli hali,

5) Failin zeka düzeyi.

Yukarıda belirtilen unsurlar dikkate alınarak failin öngörme olanağı belirlenmelidir.

Öğretideki görüşler

Öğretideki görüşler şu şekilde özetlenebilir:[6]

1) Sonucun öngörülebilirliğinin, failin içinde bulunduğu, sosyal çevre, mensup olduğu meslek, eğitim durumu, ortak tecrübe, bilgi düzeyi ve failin kişisel özellikleri dikkate alınarak saptanması gerekir.

2) Öngörülebilir sonuç sadece fiilen meydana gelen sonuç değildir.

3) Öngörülebilir sonuç failin yaptığı iradi hareketin neden olabileceği benzer sonuçlardır.

4) Fiilen oluşan sonucun sadece genel olarak öngörülebilir olması taksirin varlığı için yeterlidir.

5) Sonucun bütün inceliklerinin öngörülmesine gerek bulunmamaktadır.

Objektif olarak neticenin öngörülebilmesi, ortalama bir insanın öngörebilirliği dışında ise bu takdirde neticenin öngörülebilirliğinden söz edilemez.

Örneğin; tıbbi bir eylem nedeniyle taksirli davranışının bulunup bulunmadığı araştırılan bir doktor bakımından öngörülebilirlik, ortalama bir doktorun eğitimine ve yeteneğine göre objektif olarak belirlenmelidir.

Burada öngörülebilecek netice, failin iradi hareketinin neden olabileceği netice veya benzeri neticelerdir. Failin öngörebilme yeteneği ise, failin yaşı, zekası, eğitimi, yetenekleri ve uzmanlık alanına göre subjektif olarak tespit edilecektir.[7]

Bir sonucun öngörülebilir nitelikte olup olmadığı her somut olay açısından incelenmeli ve ortaya çıkan sonuçlar değerlendirilerek karar verilmelidir.

Örneğin;  sanık sevk ve idaresindeki araç ile orman alanında seyir halinde iken toprak kütleye çarpmış ve aracın alev alması sonucu yangın ormanlık alana sıçrayarak ormanlık alanın yanmasına neden olmuştur.

Burada aracın devrilmesi sonucundan çıkan yangının ormana sirayet ederek ağaçlık alanın yanması ile sonuçlanan olayda neticenin sanık tarafından öngörülmediği gibi öngörülebilir nitelikte de olmadığı söylenebilir. Bu örnek olayda unsurları bakımından oluşmayan suçtan dolayı sanık hakkında beraat kararı verilmelidir.[8]

Örneğin; ticari taksi sürücüsü olan sanık A trafikte seyir halinde iken daha önceden tanıdığı, sürücü belgesi bulunmayan ve ısrarla direksiyona geçmek isteyen sanık B’nin aracı kullanmasına izin vermiştir. Sanık A sağ ön koltuğa oturmaktadır. Bir süre sonra sanık B meskûn mahalde aşırı hız yapması, sevk ve idare hatası nedeniyle direksiyon hâkimiyetini kaybederek kaldırıma çıkıp iki kişinin ölümüne ve bir kişinin de yaralanmasına neden olmuştur.

Bu örnek olayda sanık B sürücü belgesi bulunmadığı halde aracı kullanması ve yerleşim birimleri içinde hızını trafik akışına uydurmayarak direksiyon hâkimiyetini kaybetmesi nedeniyle asli kusurlu görülmüştür.

Sanık A ise ticari taksi şoförü olmasına ve trafikte seyir halindeyken aracın kullanımını diğer sanığa bırakmasında zorunlu bir durum bulunmamasına rağmen dikkatsiz ve tedbirsizce davranarak ehliyetinin olup olmadığını kontrol etmediği ve araç kullanma konusunda yeterli tecrübesi olduğunu bilmediği diğer sanığın etrafta yayaların bulunduğu meskûn mahalde aracı kullanmasına müsaade etmesi ve hızlı gitmesine engel olmaması nedeniyle tali kusurlu olduğu kabul edilmiştir.

Burada sanık A’nın taksirli davranışları ile netice arasında nedensellik bağının da bulunduğu kabul edilmelidir.[9] Kanaatimizce burada sanık A’nın neticeyi öngörebilecek durumda olduğu söylenebilir.

Uygulamada trafik kazalarında sürücüler gibi yayaların da kendileri için öngörülen trafik kurallarına uymamak suretiyle kusurlu hareket ederek başkasının yaralanmasına veya ölümüne neden olması durumunda taksirli suçtan cezalandırılmalarının mümkün olduğunu ifade Yargıtay kararlarına rastlamak mümkündür.[10]

(Bu köşe yazısı, sayın Dr. Suat ÇALIŞKAN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

--------------------

[1] Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 07.06.2001 gün ve 54-120 ile 06.10.2009 gün ve 189-220 sayılı kararları.

[2] YCGK, E: 2014/67, K: 2016/45, T: 09.02.2016.

[3] YCGK, E: 2014/67, K: 2016/45, T: 09.02.2016.

[4] YCGK, E: 2014/67, K: 2016/45, T: 09.02.2016.

[5] Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 12.10.2004 gün ve 163-194; 11.05.2004 gün ve 97-115 sayılı kararları.

[6] Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayımcılık, 3. Bası, İstanbul, 2013, s. 277; Hakan Hakeri, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 15. Bası, Ankara, 2013, s.216 vd. Timur Demirbaş, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınları, 8. Bası, İstanbul, 2012, s. 358 vd.; Mahmut Koca /İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınları, 6. Bası, Ankara, 2013, s.219.

[7] Nebahat Kayaer, Ceza Hukukunda Hekimin Tıbbi Müdahalesi Çerçevesinde İşlenen Taksirle Öldürme Suçu, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Kamu Hukuku Anabilim Dalı, İzmir 2012, s.287-288.

[8] Yargıtay Ondokuzuncu Ceza Dairesi, E: 2015/36080, K: 2017/7049, T: 20.09.2017.

[9] Yargıtay Ceza Genel Kurulu, E: 2014/790, K: 2015/146, T: 05.05.2015.

[10] Yargıtay Ceza Genel Kurulu, E: 2014/13, K: 2016/424, T: 15.11.2016. Ayrıca bu konuda başka bir karar için bkz.; Yargıtay Ceza Genel Kurulu, E: 2014/67, K: 2016/45, T: 09.02.2016: “…Uyuşmazlık; bir kişinin yaralanması ile sonuçlanan trafik kazasında sanığın yaya olması ve herhangi bir trafik aracını kullanmaması nedeniyle, taksirle yaralama suçunun faili olup olamayacağının tespitine ilişkindir. Taksirle öldürme ve yaralama suçları herkes tarafından işlenebilecek suçlardan olup kategorik olarak yayaların bu suçların faili olamayacakları söylenemez. Dolayısıyla trafik kazalarında sürücüler gibi yayaların da kendileri için öngörülen trafik kurallarına uymamak suretiyle kusurlu hareket ederek başkasının yaralanmasına veya ölümüne neden olması durumunda taksirli ilgili suçtan cezalandırılması mümkündür. Bu nedenle Özel Dairece yaya olan sanığın kusuruyla sebebiyet verdiği trafik kazasında sadece tazminat sorumluluğu bulunup ceza sorumluluğunun olamayacağının kabulünde isabet bulunmamaktadır…”