GİRİŞ
Devlet, toplum tarafından kendisine verilen cezalandırma görevini Ceza muhakemesi hukuku ve ceza yargılaması ile suçluluğu tespit edilen kişiler üzerinde uygular. Başka bir anlatımla yargılama sonunda gerçek suçluya ulaşılması halinde ceza mevzuatı önleme fonksiyonunu gerçekleştirir. Fiili işleyen kişinin gerçek suçlu olması ve yargılama sonunda kanunda öngörülen yaptırım ile cezalandırılıyor olması, bireylerin hem devlete olan güven duygusunu hem de adalete olan inancını sağlamlaştırır. İşte tam da bu aşamada ceza muhakemesinde ve vergi hukukunda gerçek suçluya yani maddi gerçeğe ulaşılabilmesi ancak suç isnadı altındaki kişiye etkin bir savunma hakkının tanınmasıyla mümkündür[1].
Bir hakkın temel hak sayılması, o hakkın mevzuatlar, içtihatlar ve toplum nezdinde saygınlığını ve güvencesini arttırmaktadır. Bu nedenle genel olarak temel hak ve özgürlükle Anayasalarda kendine yer bulmaktadır. Bir hakkın anayasada yer alması, sadece manevi bir saygınlık ifadesinden ibaret değildir. Zira Anayasamızın 12/1 maddesinde de öngörüldüğü üzere temel haklara dokunulamaz, devredilemez ve vazgeçilemez. Bu itibarla herkes, meşru yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri ve soruşturma yürüten birimler huzurunda şüpheli, sanık, davacı veya davalı olarak adil yargılama hakkına sahiptir[2]. Temel hak ve özgürlüklerden olan savunma hakkının ve türevlerinin hukuk devleti anlayışının benimsediği ölçüde korunmasını sağlamak için birçok unsurun bir arada bulunması şarttır. Temel hak ve özgürlükler hem ilgili mevzuatlarda yer bulmalı hem de kanun koyucu tarafından usul mevzuatlarında da bahsi geçirilmelidir[3].
Savunma hakkı, anayasal nitelikte olup, evrensel hukuk devleti ilkelerine uygun bir muhakemede yargılanma hakkından temellerini almaktadır. Bu hak ile şüpheli veya sanığa, zaten kendisine ait olan savunma araçlarını kendi iradesiyle özgürce belirleyebilme imkânı sunulmuştur. Bu nedenle savunma hakkından yoksun bırakılan kişinin, temel hak ve özgürlüklere sahip olduğunu söylemek mümkün değildir[4].
Savunma hakkı içeriği ve kapsadığı haklar bakımından çok geniş bir kavram olup, hukuki ve siyasi yönünden ötürü, ulusal mevzuat ve içtihatların yanı sıra uluslararası sözleşme ve mahkeme kararlarında da yerini almıştır. Savunma hakkı da söz hakkı gibi, pozitivist hukuk kuralları uyarınca, hukuk devletinin en temel normlarından olup, çağdaş bir siyasi dünya görüşünün olmazsa olmaz değerlerinden birisidir[5].
Çalışmamızın ilk bölümünde susma hakkı kavramının niteliği ve ceza hukuku ile vergi hukuku açısından uygulanmasını gördükten sonra, ikinci bölümünde ise susma hakkının tarihsel gelişimini ve dünya üzerinde uygulanışını mahkeme kararları ile birlikte göreceğiz
I. BÖLÜM
SUSMA HAKKI KAVRAMI, NİTELİĞİ VE KULLANILMASI
1. GENEL OLARAK
Susma Hakkı isnatla yani suçlamayla başlar. Bir nevi bireyin kendi aleyhine tanıklık etmesinin önüne ket vuran hak çeşididir. Bazı yönleri ile işkence yasağı ile paralel olup, şüpheli ya da sanığın kendi leh ve aleyhinde netice doğuracak şekilde herhangi bir beyanda bulunmaya zorlanamayacağı anlamına gelen en temel ilkelerdendir.
Susma hakkı ya da sessiz kalma hakkı ifade özgürlüğünün bir kullanım şekli olup pasif savunma yöntemlerindendir[6]. Susma hakkı pasif bir hak olduğu için, maddi savunma kapsamında aktif bir savunma yapılması zorunlu değildir. Sanık veya şüpheli, kendisine isnat edilen fiille ilgili olarak susarak da savunmasını gerçekleştirebilir[7].
Suçlama karşısında susmak da bir savunma şeklidir. Başka bir deyişle susma hakkı ve kendini suçlamaya zorlanamama durumu savunma haklarından sadece bir kaçıdır. Zira mevzuatımızla kişiye, isnat edilen fiille ilgili olarak susma hakkı ayrıca ve açıkça tanınmıştır (1982 Ay m.38/5, CMK m.147)[8].
Ceza muhakemesi sisteminde “şüpheli delillerin sanık yararına yorumlanması ” ve “şüpheden sanık yararlanır” ilkeleri söz konusudur. Aslında bu ilke savunma hakkının ve dolayısıyla susma hakkının klasik anlamda bir yansıması olma özelliğine sahiptir[9].
Susma hakkı ise adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak en önemli savunma haklarından olup, bireyin temel hak ve özgürlüğünü güvence altına alan bir haklardan sadece bir tanesidir. Susma hakkının kullanılmasına izin verilmeyen bir yargılamada da adil bir yargılamadan söz edilemeyecektir.
2. CEZA MEVZUATI AÇISINDAN SUSMA HAKKI
Esas itibariyle susma hakkı yasalar üzeri bir haktır. Susma hakkı gerek AİHS ile gerek uluslararası sözleşmelerde teminat altına alındığı gibi anayasa ve ilgili mevzuat ile korunmuştur. Yine Yargıtay içtihatları da genel itibariyle Anayasa ve CMK ile de aynı amaç ve paralellikte kararlar verip susma hakkını koruyan kararla almıştır.
Susma hakkı ceza hukuku açısından niteliği itibariyle hem soruşturma hem kovuşturma aşamasında kullanılabilir. Başka bir ifade ile susma hakkının hem karakol, hem savcılık hem de mahkeme huzurunda kullanılması mümkündür.
Bu hakkın özünde sanığın ifade özgürlüğü yatmaktadır. Sanık olayın açıklanmasında ne maddi hukuka, ne de muhakeme hukukuna ilişkin konularda aleyhine sonuç doğuracak şekilde olayın açıklanmasına katılmak zorundadır. Sanık konuşmak, belge vermek, delil göstermek, keşif veya yüzleştirme objesi göstermek zorunda değildir[10].
Susma hakkının bir sonucu olarak şüpheli veya sanığın olayları doğru anlatma zorunluluğu bulunmamaktadır. Dolayısıyla, susma hakkı nedeniyle sanığın yalan konuşmamasının herhangi bir müeyyidesi kalmamaktadır[11].
Ancak sanık, kendisine kimliği ile ilgili sorular sorulduğunda, başka bir deyişle kimlik tespiti işlemlerinde hukuken kesinlikle doğru cevap vermekle zorundadır. İşte bu durum susma hakkının istisnasıdır. Özetle kişi, kimlik bilgilerini doğru şekilde açıklayıp, geri kalan tüm hususlar için susma hakkını kullanabilir.
Susma hakkının temel olarak 2 yönü bulunmaktadır. İlk yönü kişinin yetkili makamlar önünde kendini suçlayıcı açıklamalarda bulunmaya veya delil vermeye zorlanamaması olup, ikinci yönü ise susmanın aleyhe delil olarak değerlendirilmemesidir[12]. Farklı bir ifade ile sanığın savunma hakkını susarak kullanması halinde, bu durum onun aleyhine değerlendirilemez. Zira ispat külfeti suç muhakemesine yabancıdır.
Mamafih CMK sisteminde kendisine suç isnat edilen sanığın suçunu kamu ispatlamak zorundadır. Susma hakkının kullanılması şüpheli ya da sanığın suçunu ikrar ettiği anlamına gelmez[13]. Bu nedenle susma hakkı, masumiyet karinesinin bir nevi tamamlayıcı unsurudur[14]. Şüpheli ya da sanığın yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmamak konusunda, “kanuni” bir hakkı bulunmaktadır. Susma hakkını kullanan şüpheli veya sanık, suçu kabul etmiş sayılmaz aksine, suçsuzluk karinesinden yararlanmaya devam eder[15].
İspat yükü (külfeti) iddiacıya düştüğü, sanığın susma hakkının var olduğu, şüpheden sanığın yararlanacağı(in dubio pro reo), tutuklulukta makul sürenin aşılamayacağı ve yasak sorgu yöntemlerinin kullanılarak elde edilen delillerin yargılamada kullanılamayacağı masumiyet karinesinin sonuçlarındadır[16].
Öte yandan tanıklıktan çekinmenin düzenlendiği 5217 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu m.48 ile kişiye kendisi ve yakınlarını bir ceza kovuşturmasına uğratılabilecek nitelikteki sorulara yanıt vermeyi reddetme hakkı tanınmıştır. Yine aynı kanunun 147 maddesinde; şüpheli veya sanığın ifadesi alınmadan yâda sorguya çekilmeden önce yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğunun söylenmesi zorunluluğuna değinilmiştir. CMK m.148 ile de şüpheli ve sanığın beyanının özgür iradesine dayanması gerektiğini, aksi durumun ifade alma ve sorguda yasak usul olarak kabul edileceği belirtilmiştir. Bu maddeler Ceza Kanunu açısından susma hakkına yer verilen maddelere örnek gösterilebilinir.
Susma hakkı aynı zamanda birtakım evrensel ilkelerle iç içedir. Dolayısıyla söz konusu bu ilkenin ceza muhakemesinin diğer ilkeleriyle yakın bir ilişkisi olduğu söylenebilir. Tabiki bu ilkelerin başında “Kişinin Kendini Suçlamaya Zorlanamaması (Nemo Tenetur) ilkesi gelmektedir. Kişinin kendini suçlamaya zorlanamaması ilkesi (nemo tenetur ilkesi) bir kişinin kendi suçsuzluğunu ispat yükü altında olmaması, suçun ispatı hususunda yargılama makamlarına yardım etmeye zorlanamaması ve yargılamadaki pasif tutumun kendi aleyhine yorumlanamaması anlamına gelmektedir. Suçsuzluk karinesi ile susma hakkı yakın ilişki bulunduğu için suçsuzluk karinesine ilişkin bazı ihlaller aynı zamanda susma hakkının ihlali anlamına da gelebilir. Bu karineye göre hakkında suç isnadı yapılan kişi, suçsuzluğunu ispatlamak zorunda değildir Kişinin suçluluğunu ispat külfeti savcılığa ve mahkemeye aittir. Keza susma hakkı temel haklardan olduğundan ve yargılamanın kurallara uygun olarak yapılması amacını güttüğü için hukuk devleti ilkesiyle; devletin ve adli makamların delil elde etmedeki gücünü sınırlayıp kişinin kendini suçlamaya ve konuşmaya zorlanmasını yasakladığı için de silahların eşitliği ilkesi ile ilgili olduğu söylenebilir. Yine ayrıntılı olarak bahsedeceğimiz üzere susma hakkının AİHS ve AİHM kararlarında da açıkça zikredilerek adil yargılanma hakkının bir parçası olduğu vurgulanmıştır[17].
Mamafih, susma hakkı insan haysiyetinin korunması ilkesi, işkence yasağı ve gayr-i insani muamele yasaklarıyla da bağlantılıdır. Çünkü tarihte konuşmak istemeyen kişilerin konuşturulması amacıyla ilk olarak uygulanan yöntem işkence olmuştur. Modern dünya, sosyal devlet ve evrensel hukuk düzenleri ile de işkencenin önüne geçilmeye çalışılmıştır. Susma hakkı, özgür irade ile ifade vermeyi veya vermemeyi güvence altına alırken, işkence ise burada özgür iradeyi yok etmeyi amaçlayarak kişinin ne olursa olsun konuşturmaya çalışır. Bu itibarla susma hakkı diğer evrensel haklar gibi mevzuatlar ve içtihatlar ile işkenceye karşı koruma altına alınmıştır[18].
Susma hakkını kullanan kişi hakkında pozitif hukuk çerçevesinde aleyhine sonuç çıkarılamaz. Bunun nedeni ise adil yargılanma hakkı ve susma hakkının en temel insan haklarından olup kendisine kanunlar ve içtihatlar tarafından kendisine tanınması olmuştur. Aksi takdirde sanığın kendisine tanınmış olunan savunma hakkının çizdiği koşullar çerçevesinde kullandığı savunma yönteminin şahsı aleyhine delil olarak kabul edilebilmesi söz konusu olur. Bu ise savunma hakkının ihlali anlamına gelir[19].
Diğer bir yönden ise, örneğin sanığın susma hakkını kullanması nedeniyle hakkında TCK m. 62. Madde kapsamında takdiri indirim nedenlerinin uygulanmaması ya da cezanın ertelenmemesi ve ya da verilen kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezanın seçenek yaptırımlara çevrilmemesi adil yargılama ilkeleri ile bağdaşmaz[20].
Kavramsal olarak da susma hakkının temelinde ve özünde, bireyin kendi kendini suçlamaya ve kendisi aleyhine aktif olarak muhakemeye katılmaya zorlanamaması durumu vardır. İş bu durum özünü evrensel bir ilke olan “lat nemo-tenetur se ipsum accusare” ilkesinden almaktadır.
Susma hakkı şüpheli ya da sanığın bir nevi kişilik haklarından olup, sanığın sadece kendisine isnat edilen fiil hakkında susmasına değil, tüm muhakeme işlemlerine katılmasına ilişkindir[21]. Başka bir ifade ile Susma hakkı, sadece sanığa isnat edilen fiille ilgili olmayıp, tüm muhakeme işlemleriyle ilgilidir[22].
Susma hakkı ilk olarak ilk yakalama anında hatırlatılmalıdır. Kolluk sanığı yâda şüpheliyi yakalamasının ve gerek kendisinin gerekse çevrenin güvenliğini sağladıktan sonra ve sanığı etkisiz hale getirdikten sonra sanığa susma hakkını hatırlatmalıdır. Nezarethane defterine kayıt yapılırken, başka bir memur tarafından haklar tekrar söylenmeli ve şüphelinin imzası alınmalıdır. İfade almaya başlanmadan önce haklar tekrar söylenmelidir. Mahkeme huzurunda da sanığın veya tanıkların ifadesi alınması işleminde de susma hakkı yeniden hatırlatılmalıdır[23].
Bir kişinin kendi aleyhine delil vermesini sağlayacak şekilde “zorlayıcı” yöntemlere başvurulması susma hakkının ihlali sonucunu verir. Yani, susma hakkının ölçüsü “zorlama”dır[24].
Susma Hakkı kullanılması bakımından üçe ayrılır.
1. Tam Susma: Şüpheli yâda sanığın tamamen susması yâda sadece suçu işlemediğini söylemesi durumunda tam susma söz konusu olur.
2. Kısmı Susma: Şüpheli yâda sanık ifade verme yâda sorgu sırasında tamamen susmamakta, fakat bazı bilgileri vermekten kaçınmakta ise kısmi susma söz konusudur. Burada susma hakkı ifade alma işleminin başında kullanabileceği gibi ifade vermeye başlanmasından sonra da kullanılabilir. Kişinin susma hakkını kullandığını beyan etmesi halinde derhal ifade alma ya da sorguya çekme işlemine son verilir. Ancak şüphelinin teşhisi işlemleri nedeniyle parmak incelemesi yapma ya da fotoğraf alma susma hakkı kapsamında değerlendirilmez[25].
3. Geçici Susma: Şüpheli yâda sanığın ilk olarak susma hakkını kullanması ve delillerin durumunu değerlendirdikten sonra konuşması mümkün olabileceği gibi; daha önceden konuşan şüpheli yâda sanık belirli bir aşamadan sonra susma hakkını harekete geçirmek isteyebilir. Bu tür bir durumda kişi konuşmaya zorlanamayacak, ifade alma veya sorgu duracak ve yapılmış sayılacaktır[26].
Şüphelinin ve sanığın, kolluk, savcılık veya mahkeme huzurundaki sorgu ve ifadelerinde sorulan sorular karşısında kendisine suç isnadı edilen olayı inkâr ya da kısmen veya tamamen ikrar etmesi mümkün olacağı gibi, susma hakkını kullanarak kendisine sorulan soruları cevapsız bırakması da mümkündür[27].
Burada görülüyor ki kanun koyucu tarafından şüpheli veya sanığa soruşturma aşamasında olduğu gibi kovuşturma aşamasında da susma hakkı tanınmıştır; ancak şüphelinin tamamıyla ya da bir süreliğine susmasının delillendirme sırasında sorgu veya ifade alan kişi veya kurumlar tarafından kural olarak kesinlikle tarafsız ve objektif şekilde yorumlanmalıdır[28].
CMK’da öngörülen aydınlanma ve aydınlatma yükümlüğüne uyulmayarak bireye susma, savunma ve savunmadan yararlanma hakları bildirilmeden yapılan sorgu ve bu sorguyla elde edilen her türlü delil kati şekilde hukuka aykırı bir delildir ve değerlendirme yasağı kapsamındadır. Çünkü Ceza muhakemesinde “ ne pahasına olursa olsun delil elde etme yöntemi” kabul edilmemektedir.
Ayrıca bu durum aynı zamanda sanığın muhtemel fail (mutmassliche taeter) olarak kabul edilmesi anlamını doğurur. Konuşmak istemeyen yahut sorgusu esnasında yalan söyleyen sanığı cezalandırmak fikri, sanığa gerçeğe uygun beyanda bulunma mecburiyetini yükleyen engizisyon ( inquisitorial) sisteminin son izlerindendir[29].
3. VERGİ MEVZUATI AÇISINDAN SUSMA HAKKI
Susma hakkı ceza yargılamasının dışında Vergi Hukuku kapsamında vergi suçları aşamasında da geçerli bir kavramdır. Anayasa’nın vergi kanununa göre üst norm olması hasebiyle anayasanın suç ve cezalara ilişkin esasları vergi suçlarını da kapsamaktadır. Anayasada belirtilen normlar hiyerarşisine göre en üst norm uluslararası sözleşmeler olup bu husus Anayasa madde 90’da da belirtilmiştir.
Anayasanın 38. Maddesi ile de susma hakkının temel insan hak ve özgürlüklerinden olduğu vurgulanmıştır. Anayasanın bu amir hükmü şüphesiz ki vergi kanunu ve vergi suçları açısından da bağlayıcıdır.
Vergi idarelerinin asli görevlerinin başında beyan edilmesi ve ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunu sağlamaktır. Bu amaçla vergi mükelleflerini incelemek zorundadır. Bu incelemesini de öncelikli olarak mükelleflere ait defterler ve belgeler üzerinden bilgi toplayarak yapabilir. Vergi hukukunda susma hakkı, yani vergi yükümlüsünün kendi aleyhine delil teşkil edebilecek bilgi ve belgeleri ya da beyanları vergi dairesine vermeme hakkı, vergi idaresinin bilgi ve belgeye ulaşma yetkisinin sınırlarını oluşturur[30].
Vergi dairesi ve benzeri kurumların, bir suçun varlığından şüphelenerek, birey ya da kurum hakkında inceleme başlatması ve defter ve her türlü belgeleri ibraz etmesini istemesi halinde mükellefin bu durumda da tam anlamıyla bir susma hakkı mevcuttur[31]. İşte daha çok ceza mevzuatında ve yargılamasında kullanılan susma hakkı vergi mevzuatında karşımıza bu şekilde çıkmaktadır. Bu durum tam olarak klâsik anlamdaki susma hakkını ifade eder. Başka bir deyişle, vergi hukuku kapsamında susma hakkı, vergi idaresinin defter, evrak vs gibi belgeleri toplama için zorlamaya başvuramamasıdır.
Ancak işbu hakkın vergi kanunu ve vergi suçları açısından da geçerli olmasına ve bu geçerliliğin anayasa ile de güvence altına alınmasına karşın 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 359 maddesinin a fıkrasının 2. Bendinde düzenlenen defter, kayıt ve belgeleri ibraz etmemenin suç olacağı belirtilmiştir[32].
Esas olarak devlet vergisini almak için bazı zorlayıcı önlemlere pek tabi ki başvurabilir. Bu hususta zaten toplumsal mutabakatlar ile devletlere verilmiş güçlerdendir. Ancak mükellefin kendi aleyhine kanıt vermek zorunda olmadığını ve bu hususun Anayasa ile güvence altına alındığını unutmamak gerekir. Bu hususta devlet susma hakkı ile kamu düzeni arasındaki dengeyi korumak zorundadır. Bireylerin de salt belge gizlemesinin bir hak kullanmak olarak yorumlanması gerekmekte olup, işlediği bir suçtan kaçınmak olarak yorumlanması Anayasaya aykırılık sonucunu doğurur[33].
Bu durumda VUK’nun anayasaya bir nevi aykırılık teşkil ettiği savunulmaktadır. Ancak Anayasa mahkemesi bu düzenlemeyi 18.05.2007 gün ve 26526 sayılı resmi gazetede yayımlanan 31.07.2007 tarih, 2004/31 Esas 2007/11 sayılı kararı ile anayasanın 38. Maddesine aykırı bulmamıştır[34]. Yine Anayasa Mahkemesi 16.12.2003 gün ve 25318 sayılı resmi gazete yayımlanan 11.03.2003 tarih, 2002/55 Esas, 2003/8 sayılı kararı ile de aynı şekilde karar vermiştir[35].
Mükellefin iş bu belge ve evrakları gizlemesi 359. Maddede belirtilen unsurları taşıması halinde bir taraftan Vergi Usul Kanunu’nun kaçakçılık suçunu meydana getirirken, diğer taraftan da ortaya çıkabilecek re ’sen vergi tarhı ve bu vergi zıyaı nedeniyle vergi zıyaı kabahatinin ağır idari para cezası kesilmeyi gerektiren fiili oluşturabilir[36].
VUK’ta vergi yükümlüsünün bilgi vermemesine ilişkin 2 tür ceza öngörülmüştür. Bunlardan ilki VUK’un 256, 257 ve mük. m. 257 hükmü ile düzenlenen bilgi vermekten çekinenler (ibraz mecburiyeti) uymayanlar için öngörülen özel usulsüzlük cezası, diğeri ise VUK 359 (a) (2) deki defter ve belge ibraz etmeyen vergi yükümlüsünün kaçakçılık suçu işlemesi nedeniyle hapis cezasına çarptırılmasıdır.
AİHM de bir kararında, başvurucunun istenen belgeleri teslim etmemesi nedeniyle para cezasına çarptırılmasının sanığın susma ve kendi kendisini suçlayıcı beyanda bulunmaya zorlanamama hakkını ihlal ettiğini tespit etmiştir[37].
Yine AİHM diğer bir kararı olan 19/12/2000 tarihli ve 29522/95 numaralı Case Of I.j.l. And Others vs. The Unıted Kıngdom davasında “… Şirket devrini soruşturan müfettişlere cezaî yaptırım tehdidi ile verilen ifadedeki beyanların yargılama sırasında kullanılması” adil yargılanma hakkının ihlali sonucunu doğuracağını belirtmiştir[38]. Ayrıca AİHM, nezdinde görülen bir başka dava olan 06.06.200 tarihli 36408/97 sayılı Averill v United Kingdom kararında “sanığın susma hakkının aleyhine delil olarak kullanılıp mahkûmiyetine gidilmesini adil yargılanma hakkının ihlali olarak kabul etmiştir”[39]. Dolayısıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi istenen belgeleri vergi denetçilerine vermekten kaçınan kişinin bu nedenle cezalandırılmasını adil yargılanma hükmüne aykırı görmüştür[40].
Görüldüğü üzere bu bağlamda ana sorun vergi hukuku kapsamındaki gizlemenin, yukarıda belirtildiği üzere bağımsız bir suç olarak düzenlenmesidir. Ancak bu durumda ortada bir de uluslararası ve anayasal bir kavram olan susma hakkının Vergi Usul Kanununun ibraz zorunluluğu getiren ilgili hükümlerle çatışması meselesi hâsıl olacaktır. Yani tam manasıyla bir normlar çatışması ortaya çıkmıştır.
II. BÖLÜM
MUKAYESELİ HUKUKTA SUSMA HAKKI
1. MUKAYESELİ HUKUKTA SUSMA HAKKI
1.1 GENEL OLARAK
Susma hakkının ilkesel ve kavramsal olarak tanımına ve niteliklerine geçmeden önce tarihsel gelişimini ve dünya üzerinde uygulanışını incelemek daha faydalı olacaktır. Çünkü susma hakkının bugünkü haline ve kavramına gelmesi uzun süreçler sonunda olmuştur.
Susma hakkının gerçek bir hak olarak elde edilmesi uzun bir gelişme sürecini gerektirmiştir. Susma hakkının savunma haklarından sayılması ve temel hak ve özgürlükler içerisinde kendine yer bulması evrensel hukuk düzeninde çok da kolay olmamıştır.
Susma hakkının doğma nedenlerinin başında, bireyin doğal haklarından olan suçsuzluk karinesi ilkesi ve nemo tenetur ilkesi yatar. Bunun yanı sıra, insanlık onurunu kırmama ve her insanın saygı görmeye hakkının olması da susma hakkının doğma nedenleri arasında yer alır.
Ortaçağın katı tahkik usulünde, her ne pahasına olursa olsun gerçeğin ortaya çıkarılması için sanık, sadece bir ispat aracı olarak görülmüş ve gerektiğinde zor kullanma yoluyla konuşturulmasından ve bu yolla delil elde edinilmesi mübah sayılmıştır[41].
Ceza muhakemesinin gayesi sanığın insanlık onuruna dokunulmayacak biçimde gerçeğin elde edilmesi olduğu için, ilerleyen zamanlarda uygarlığın ve demokrasinin gelişmesiyle sanığa konuşma ya da susma konusunda tercih hakkı tanınmıştır[42].
Ancak bununla beraber Orta çağ İngiliz hukuk uygulaması sanığın sorguya cevap vermeye yahut ikrara zorlanmasını reddetmiştir [43].
Adil yargılanma hakkından söz eden ve birtakım bireysel özgürlükleri güvence altına aldığı söylenebilen ilk yazılı belge 1215 tarihinde imzalanan ve 63 maddeden oluşan “Magna Carta Libertatum”’dur[44]. Böylece, susma hakkı ilk kez Magna Carta Libertatum ile Kıta Avrupası hukuk düzenine girmiş ve sonrasında diğer pek çok ülkeye yayılmıştır.
Magna Carta Libertatum’dan sonra 1628 yılında kabul edilen Petition of Rights’da sanığın adil yargılama çerçevesinde birtakım haklara sahip olduğu belirtilmiştir[45].
Daha sonra ise 1679’daki Habeas Corpus’la “keyfi olarak tutuklanmama ve cezalandırılmama hakkı” getirilmiştir[46].
Virginia Haklar Bildirgesi de adil yargılanma hakkını içerik olarak kayıt altına alan ilk belgelerden biri olarak gösterilebilir. Bu bildirgeye göre, “Herkesin ceza davalarında suçlamayı öğrenmek, tanıklara çapraz sorgulama yaptırmak, jüri önünde davanın ivedi biçimde sorgulanmasını istemek hakkı vardır. Kimse, kendi aleyhine tanıklığa zorlanamaz.” Susma hakkı ise aleyhine delil sunmaya zorlanamama ve lehine delil sunma hakkı olarak, bu bildirgede yer almıştır[47].
Yine Alman Yüksek Mahkemesi bir kararında, sanığın ifadesi alınırken, cinsel suç mağdurunun yan odasında duran sanığın kapısının açılarak sanığın sesinden teşhis edilmesinin, bu hakkı ihlal ettiğini belirterek akustik teşhisi hukuka uygun bulmamıştır. Çünkü kural olarak sanığın klasik teşhise katlanma yükümlülüğü bulunmaktadır. Ancak sanığa haber vermeden ve izni alınmadan, onun aktif olarak bir teşhise katılmasını sağlamak, bu hakkın ihlalidir. Kendi aleyhine sonuç doğuracak işlemlere sanık ancak rızasıyla aktif olarak katılabilir[48].
1.2 AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ’NDE SUSMA HAKKI
ABD’nde susma hakkı bir imtiyaz olarak kabul edilmektedir. Kural olarak imtiyaz anayasal haklara göre geridedir. Amerikan Yüksek Mahkemesi’ne göre bizim hukukumuzdaki haktan farklı olarak, imtiyaz, özgürlüğün, özgür yönetim ve özgür bir ülkedeki vatandaşların vazgeçilmez haklarının temelinde yer alan adaletin temel bir prensibi değildir[49].
Amerikan hukukunda kendine yer bulan “kendini suçlamaya karşı imtiyaz” belirli bir bilgi edinebilmek için sanığa zor kullanma tehditi ile ilgilenirken, “susma hakkı” ise sanığın tanıklık yapma yâda sorulara cevap vermedeki başarısızlığından aleyhe etkilenme konusu ile ilgilenmektedir. Böylece kendini suçlamaya karşı imtiyaz ile susma hakkı arasında farklılık belirlenmeye çalışıldığı belirtilmektedir[50].
Amerikan Anayasası’nın ek 5. Maddesi, kişilerin kendi aleyhine tanıklık yapmaya zorlanamayacağını, diğer bir ifade ile kişilerin kendisini suçlanmasına katılmama haklarının olduğunu ve sessiz kalabileceklerine dair kendilerine haklar verildiğini öngörmüştür. Yine Amerikan Anayasası’nın Ek 14. Maddesi, herkesin yasalar karşısında eşit olduğu ve yasaların korunmasından mahrum bırakılamayacağını yani evrensel nitelikte olan adil yargılama (Due Process) ilkesini düzenlemektedir[51].
Ancak Amerikan Anayasası’nda bu hükümlerinde düzenlenmiş olmasına rağmen Amerikan hukukunda ve evrensel hukukta susma hakkının önemli bir müesseseye kavuşması mevzuat ile değil içtihatlar ile olmuştur.
20. yy. ortalarında Amerikan Yüksek Mahkemesi verdiği 3 karar ile kişinin kendisini suçlayıcı beyanda bulunmaya zorlanamaması ilkesini güvence almıştır. 1936 yılında verdiği Brown vs. Mississipi kararında mahkeme sanığın özgür iradesine dayanmayan açıklamalarının delil olarak kullanılmasını Amerikan Anayasası’nın 14. Maddesinde yer alan adil yargılanma hakkına aykırı olduğunu hükme bağlamıştır. 1964 tarihli Malloy vs Hogan kararında ise Anayasa’nın 5. Maddesi ile yasaklanan kendini suçlamaya zorlanamama ilkesinin eyaletler yargılamaları için de aynı şekilde geçerli olduğu sonucuna varmıştır. Bir dönüm noktası 1966 tarihli Miranda vs Arizona kararında mahkeme kuralların Anayasası olarak ifade edilen bir prensibe imza attı. Mahkemeye göre sanığın sorguda söylediklerinin delil olarak kabul edilebilmesi için öncelikle 4 temel hakkı ve özellikle susma hakkı konusunda açıkça bilgilendirilmesi gerekir. Miranda kararı evrensel hukuk düzeninde bir yenilik değil, aksine uzun süredir bilinen ve uygulanan ilkelerin başka şekilde değerlendirilmesidir[52].
Bu davalardan en önemlisi Miranda vs Arizona kararıdır[53]. Dünya hukuk tarihine geçmiş olunan bu karar ile susma hakkı artık evrensel hukukta yerini oldukça sağlamlaştırmıştır. Bu karara göre, Miranda hakları hatırlatılmayan gözaltındaki kişinin iki seçeneği olacaktır; ya gönüllü olarak beyanda bulunacak ve bu beyanı muhtemelen mahkemede aleyhine kullanılabilecektir, ya da konuşmayacak ve bu durum da kanaat olarak aleyhine yorumlanacaktır.[54] İşte bu nedenle muhakkak ve muhakkak ki, kişiye yakalandıktan sonra veya sorguya alındıktan veya mahkeme huzurunda ifadesine geçilmeden önce kesinlikle kanunun kendisine tanıdığı susma hakkı muhakkak ayrıntılı olarak hatırlatılmalıdır. Bu yüzden Kimi çevrelerde susma hakkı “Miranda Hakları” olarak literatüre geçmiştir.
Yine Öte yandan, U.s. vs Hale ile Doyle vs. Ohio kararlarında, mahkeme yakalama yâda kolluktaki sorgu esnasında miranda haklarının hatırlatılması ile sanığın sessiz kalma hakkını kullanmasının akabinde kovuşturma aşamasına geçildikten sonra duruşmadaki beyanıyla uyumsuz olduğu sonucuna varılamayacağına işaret etmiştir. Mahkeme Miranda haklarının hatırlatılması akabinde sanığın sessiz kalmasında muğlak bir yan olmadığını ve bunun sadece herkesin sahip olduğu bir hakkın kullanılmasından ibaret olduğunu belirtmiştir.[55]
1.3 BİRLEŞİK KRALLIK’TA SUSMA HAKKI
Birleşik Krallık ‘ta susma hakkının varlığına rağmen bu hakka geniş ölçüde istisnalar tanınmış ve bunlar da ayrıntısı ile düzenlenmiştir. Başka bir deyişle susma hakkına kapsamında Birleşik Krallık, Modern ve Çağdaş hukukun biraz gerisinde kalmıştır. Birleşik Krallık ‘ta 1994 tarihli Ceza adaleti ve Kamu Düzeni Kanununda (Criminal Justice And Public Order Act) sanığın susmasından yapılabilecek çıkarımlar düzenlenmiştir. 35. Maddeye göre, sanığın makul bir neden olmaksızın delil vermemesi veya yemin etmemesi yâda herhangi bir soruya cevap vermemesi durumunda mahkeme yâda jüri aleyhe yorum yapabilecektir. Fakat sanık savunma için delillerin ileri sürülebildiği aşamaya gelindiği ve isterse delil ileri sürebileceğinin farkında olmalıdır. Yine aynı kanuna göre güvenlik güçleri tarafından şüphelinin gözaltına alındığı veya sanığın tutuklandığı esnada ve her sorgulamanın başlangıcında aşağıdaki uyarı ile susma hakkının olduğu bildirilir. Birleşik Krallık ’ta bir yargılanma sırasında susma hakkının ihlal edilip edilmediğine ilişkin değerlendirmede 4 husus dikkate alınır:
Bunlardan ilki, susmanın yorumlanmasının genişliğidir. Bir suç işlediğinden şüphelenilen kişi, kendisinden açıklama yapılmasını gerektirecek bir durumda olmasına rağmen susarsa, hâkim bu susmanın o kişi aleyhine yorumlanabileceği hususunda jürinin dikkatini çekebilir. Diğer bir husus, susma hakkının kullanıldığı aşamadır. Zira bu görüşe göre duruşma aşamasında sanık panik içinde ya da hazırlıksız olduğunu ileri süremez[56]. Üçüncü husus avukatın varlığıdır. Burada kişinin bir hukukçunun yardımından faydalandığı, haklarından haberdar olduğu ön kabulünden hareket edilmektedir. Dördüncü husus da şüpheliye susma hakkı konusunda aydınlatma yapılmasıdır[57]. Polis sorgusundan önce aydınlatma yapılması durumunda, susma daha dikkatli irdelenerek yorumlanmaktadır[58].
1.4 TÜRK HUKUKUNDA SUSMA HAKKI
Anglo-Sakson hukukunda susma hakkına ilişkin olarak sadece ifade vermemeyi kapsarken, bizim muhakeme sistemimizde, susma hakkı, hem delil vermemeyi ve hem de beyan vermemeyi kapsamamaktadır[59].
Türk Hukuk tarihinde ise, tam olarak susma hakkına değinilmese de 1876 tarihli Kanun-i Esasi ile yargılamanın aleniliği, savunma hakkı, merci kaideleri ve olağanüstü mahkemeler ile ilgili genel hükümler yasal statüye kavuşturulmuştur.
Ayrıca 1924 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile mahkemelerde yargılamanın aleniliğiyle herkesin mahkeme huzurunda haklarını savunmak için gerekli gördüğü meşru vasıtaları kullanmakta serbest olduğu belirtilmiştir[60].
1961 Anayasası’nın 33. maddesiyle “Cezaların Kanuni ve Şahsi Olması; Zorlama Yasağı” başlığı altında, “adil yargılanma hakkı” ve “susma hakkı” aynı ad altında olmasa da içerik olarak düzenlenmiştir[61].
Günümüzde 1982 Anayasası’nda, 2001 yılında yapılan değişiklikle 36. Maddede herkesin “adil yargılanma hakkına” sahip olduğu “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” tümcesi ile savunma hakkı açıkça dile getirilmiştir. Bu değişiklikle adil yargılanma hakkının artık anayasal bir hak olarak güvence altına alındığı görülmektedir[62]. Yine yürürlükte olan 1982 Anayasasının “hakların korunması ile ilgili hükümler” başlıklı 13. Bölümün 38. Maddesi ile susma hakkı açıkça güvence alınmıştır.
III. BÖLÜM
SUSMA HAKKININ İHLAL EDİLMESİ
1. GENEL OLARAK
Susma hakkının kullanılmasına imkân verilmemesi, susma hakkının kullanılmasının yasaklanması veya herhangi bir hilenin varlığı halinde susma hakkı ihlal edilebilir. Genel olarak susma hakkının ihlali, şüpheli veya sanığa hakkın hiç öğretilmemesi ve onun tarafından kullanılmaması ve yasaklanmış ifade-sorgu yöntemleri ile Şüpheli veya sanığın iradesinin sakatlanması ile vuku bulabilir.
2. SUSMA HAKKININ ÖĞRETİLMEMESİ
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu 'nun 90/4. maddesi Uyarınca; kolluk, yakalandığı sırada kaçmasını, kendisine veya başkalarına zarar vermesini önleyecek tedbirleri aldıktan sonra, yakalanan kişiye kanunî haklarını derhal bildirir.
Yine 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu 'nun 147. Maddesi uyarınca İfade ve sorgunun tarzı hüküm altına alınmıştır. Söz konusu kanun hükmüne göre, yetkili birim tarafından ifade ve sorgu işlemi öncesinde şüpheli veya sanık ulusal ya da evrensel hukuk düzeninde mevcut tüm haklarına ilişkin bilgilendirilmelidir. Susma Hakkı bu evrensel haklardan bir tanesidir.
Burada yetkili birimlerden kasıt; yani şüpheli veya sanığın haklarının neler olduğunu ona bilgi verecek kurum ve kişiler; soruşturma aşamasında Cumhuriyet Savcısı veya kolluk tarafından, kovuşturma aşamasında ise sorgu yapacak hakimdir[63].
Şüpheli veya sanığın haklarının neler olduğunu bilmesi Ceza Muhakemesi açısından çok önemlidir. Çünkü Şüpheli veya sanık ancak haklarını tam olarak öğrendikten sonra kendisi için en uygun olan savunmayı gerçekleştirebilecektir.
Nitekim Yine 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu 'nun 147/1-e Maddesinde de "yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanunî hakkı olduğu söylenir." şeklinde hükümde bulunularak durum izah edilmiştir.
Yasak ağacın meyvesi, zehirli olur evrensel kuralı, CMK m.217/2’de ‘’Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir’’ hükmü ve Anayasa m.38/6’da ‘’ Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez.’’ hükmü uyarınca da ifade ve/veya sorgunun kanunda belirtilen hal ve usuller dışında alınmış veya gerçekleşmiş olması halinde de elde edilen beyanların tamamı hukuka aykırı delil sayılacak ve hükme esas teşkil edemeyecektir.
Tabii burada belirtme gerekir ki, şüpheli veya sanığa yapılacak bilgilendirmelerin tamamı her ifade ve sorgu alımında ve o ifade ve sorguların başlamasının öncesinde yapılmalıdır. Başka bir deyişle, şüpheli veya sanığın önceden sorgusu ve ifadesi alınmış olsa ve hatta hakları ile bilgilendirme yapılmış olsa dahi, yeni bir ifade ve sorgu alımında bu bilgilendirilmelerin yeniden tam olarak yapılması gerekmektedir. Nitekim Yargıtay da, şüpheli veya sanığa ifade ve sorgusu öncesi hakları öğretilmeksizin ifade ve sorgusunun alınmasını bozma nedeni olarak gösterdiği gibi şüpheli veya sanığın yeni bir ifade ve sorgu alımında bu bilgilendirilmelerin yeniden tam olarak yapılmamasını da bozma nedeni olarak görmüştür[64].
Bahsedilen ifade alma ve sorgu işlemlerini yapacak olan kişi ve/veya kişiler, şüpheli veya sanığa onun anlayabileceği şekilde yalın bir dille yapılmalıdır. Şüpheli veya sanığa sorulacak her soru ve beyan ile sahip olduğu haklar da yine onun anlayabileceği şekilde yalın bir dille sarih şekilde yapılmalıdır. Yine tüm bu işlemlerin makul sürede yargılanma hakkı uyarınca süratli bir şekilde yapılması gerekmektedir.
Şüpheli veya sanık, ifade alma ve sorgu işlemlerini yapacak olan kişi ve/veya kişilerden farklı bir lisanı konuşuyorsa, o halde şüpheli veya sanığa tercümandan faydalanma olanağı sunulmalıdır[65].
Şüpheli veya sanık sahip olduğu her türlü hakkı detayları ile biliyor olsa bile, ifade alma ve sorgu işlemlerini yapacak olan kişi ve/veya kişilerin Şüpheli veya sanığı bilgilendirme görevleri ortadan kalkmaz, bilgilendirmenin her halükarda yapılması gerekmektedir.
3. YASAK İFADE ALMA VEYA SORGULAMA
Kişinin özgür iradesini kullanmayı etkilemek, bu iradeyi sakatlamak vb. gibi işlemler yaparak beyanını almak susma hakkını ihlal eder. Şüpheli veya sanığın ifade, beyan ve savunmalarının inanılır ve doğru nitelikte olması için özgür ve hür iradesine ihtiyaç vardır. Ancak bu tarz kişiniz özgür ifadesini vermesinin önüne ket vuran iş, işlem ve fiiller güvenilmez olup ayrıca insan hakları, kişi onur ve haysiyetine ters şekilde elde edildiği için mevzuat ve evrensel kaideler ötürünce delil olarak kullanılamaz niteliktedir[66].
Yine 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu 'nun 148. Maddesi uyarınca, Şüpheli veya sanığın ifade, beyan ve savunmaları o kişinin özgür ve hür iradesine dayanmak zorunda olup, aksi halde hiçbir beyanı delil olarak kullanılamazdır. Söz konusu madde ve fıkralarında hür iradeyi etkileyen, ortadan kaldıran, yasaklayan kısacası önüne ket vuran yasak ifade ve sorgu yöntemleri belirtilmemiş olup birtakım örneklendirmeler yapılmıştır. Bu hususlara aşağıda değineceğiz:
3.1. KÖTÜ MUAMELE
Şüpheli veya sanığın hür özgür ifade, beyan ve savunmada bulunmasını engelleyecek vücut dokunulmazlığını ve bütünlüğüne yönelik tüm fiillerdir. İllaki vücudun tam olarak yaralanması gerekmez. Saç çekme, tükürme, tokat, aşırı ses çıkarma gibi fiil ve hareketler kötü davranışlar olarak sayılabilir. Bu kötü muameleler kovuşturmada veya soruşturmada vuku bulabilir[67].
3.2 İŞKENCE
Bir kişinin işkence ile konuşturulması veya susma hakkının elinden alınması da susma hakkının ihlalidir. Bu işkence fiziki şiddete dayanan bir işkence olabileceği gibi psikolojik de olabilir. Anayasamızın 17/3. Maddesi, Aihs 3. Maddesi, İheb 5. Maddesi işkence yasağını düzenleyen evrensel ve yerel mevzuatlardır[68].
Nitekim İşkenceye ve Diğer Zalimane, Gayriinsani veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'nin 1 ve 2. Maddelerinde işkencenin tanımı aynen şu şekilde yapılmıştır:
" Sözleşme amaçlarına göre, işkence terimi, bir şahsa veya bir üçüncü şahsa, bu şahsın veya üçüncü şahsın işlediği veya işlediğinden şüphe edilen bir fiil sebebiyle, cezalandırmak amacıyla bilgi veya itiraf elde etmek için veya ayırım gözeten herhangi bir sebep dolayısıyla bir kamu görevlisinin veya bu sıfatla hareket eden bir başka şahsın teşviki veya rızası veya muvafakatıyla uygulanan fiziki veya manevi ağır acı veya ızdırap veren bir fiil anlamına gelir. Bu yalnızca yasal müeyyidelerin uygulanmasından doğan, tabiatında olan veya arızî olarak husule gelen acı ve ızdırabı içermez. Bu madde, konu hakkında daha geniş uygulama hükümleri ihtiva eden herhangi uluslararası bir belge veya millî mevzuata halel getirmez."[69]
3.3 TIBBİ MALZEME VEYA İLAÇ VERME
Bazı durumlarda şüpheli veya