Anayasa'nın 19. Maddesinin birinci fıkrasında geçen hürriyet sözcüğü, özgürlük ve bağımsızlığın yanı sıra serbestlik anlamına da gelmektedir. Bu anlamda kişi hürriyetine yönelik bir müdahalenin bulunduğunun söylenebilmesi için kişinin hareket serbestisinin maddi olarak sınırlandırılmış olması gerekir. Buradaki hareket serbestisine yönelik kısıtlama, Anayasa'nın 23. maddesinde güvence altına alınan seyahat hürriyetine yönelik bir müdahaleye göre çok daha yoğundur. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik bir müdahale için kişi, rızası olmaksızın en azından rahatsızlık verecek uzunlukta bir süre boyunca belirli bir yerde fiziki olarak tutulmalıdır.
Anayasa'nın 19. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları bir bütün olarak değerlendirildiğinde suç isnadına bağlı olarak bir kimsenin kamu makamlarınca özgürlüğünden yoksun bırakılmasının tutuklama veya yakalama yolu ile gerçekleştirilebileceği anlaşılmaktadır. Anılan fıkralarda sözü edilen yakalama kavramı özerk bir anlama sahip olup 5271 sayılı Kanun'da düzenlenen yakalama müessesinden daha geniş bir içeriğe sahiptir. Anayasal anlamda suç isnadına bağlı yakalama, kişinin fiziksel özgürlüğünden yoksun bırakıldığı andan tutuklandığı veya tutuklanmaksızın serbest bırakıldığı ana kadar devam eden tüm süreci kapsamaktadır. Bu bağlamda Anayasa'nın 19. maddesinde düzenlenen yakalama kurumunun 5271 sayılı Kanun'daki gözaltını da kapsadığı söylenebilir.
Yakalama suretiyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik müdahale -temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin ölçütlerin belirlendiği Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe- Anayasa'nın 19. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen ve yakalama tedbirinin niteliğine uygun düşen kanun tarafından öngörülme, Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
Bu açıdan öncelikle birbirleriyle uyumlu olan Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri uyarınca kişi hürriyetine ilişkin müdahale olarak yakalamanın kanuni bir dayanağının bulunması zorunludur.
Suç isnadına bağlı olarak uygulanan yakalamanın mahiyeti ve tutuklamadan önce uygulanan bir tedbir olması, bu tedbirin uygulanabilmesi için suç işlendiğine dair belirtinin varlığını zorunlu kılmaktadır. Bununla birlikte kamu makamlarının yakalama tedbirini uygulama hususundaki takdirinin daha geniş olduğunun, bu nedenle yakalama yapılabilmesi için gerekli olan şüphenin derecesinin tutuklamadakine nazaran daha hafif olduğunun kabulü gerekir.
Suç isnadına bağlı yakalamanın hangi sebeplere dayalı olarak yapılabileceği hususunda Anayasa'nın 19. maddesinde veya diğer maddelerinde açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Fakat bu nitelikteki yakalamanın ancak suç isnadına bağlı olarak uygulanabileceği gerçeği gözetildiğinde bunun meşru amacının soruşturma işlemlerinin yürütülmesini ve nihayetinde suç işlediğinden şüphelenilen kişinin yetkili hâkimin önüne çıkarılmasını temin etmek olduğu anlaşılmaktadır. Şu durumda suç işlendiğine dair somut belirti bulunan hâllerde kişinin hâkim önüne çıkarılmasını ve soruşturma işlemlerinin yürütülmesini temin etmek amacıyla yakalanması mümkündür. Ayrıca suç isnadına bağlı olarak yakalanan kişinin hâkim önüne çıkarılmadan serbest bırakılması tek başına yakalama işlemini Anayasa'ya aykırı hâle getirmez.
Öte yandan Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesinde "Hâkim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir" hükmüne yer verilmiştir. Buna göre yakalama kararı kural olarak hâkim kararına dayalı olmalıdır. Ancak suçüstü hâlinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde kanunda gösterilen şartlara uygun olarak kişinin hâkim kararı olmadan da yakalanması mümkündür. Kanuni temeli bulunan ve meşru bir amaca dayanan yakalama tedbirinin Anayasa'ya uygun düşebilmesi için ayrıca ölçülü de olması gerekir.
Her somut olayda yakalamanın meşru bir amaca dayanıp dayanmadığının ve ölçülü olup olmadığının takdiri öncelikle anılan tedbiri uygulayan yargı mercilerine aittir. Zira bu konuda taraflarla ve delillerle doğrudan temas hâlinde olan yargı mercileri Anayasa Mahkemesine kıyasla daha iyi konumdadır. Bununla birlikte yargı mercilerinin belirtilen hususlardaki takdir aralığını aşıp aşmadığı Anayasa Mahkemesinin denetimine tabidir. Anayasa Mahkemesinin bu husustaki denetimi, somut olayın koşulları dikkate alınarak yapılmalıdır.
İlgili Kararlar:
♦ (Mehmet Baydan [GK], B. No: 2014/16308, 12/4/2018)
♦ (Şenel Çelik, B. No: 2019/16560, 18/1/2022)
♦ (Hicret Aksoy, B. No: 2021/2107, 13/4/2022)
---
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
ŞENEL ÇELİK BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2019/16560) |
|
Karar Tarihi: 18/1/2022 |
R.G. Tarih ve Sayı: 22/2/2022-31758 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Hasan Tahsin GÖKCAN |
Üyeler |
: |
Hicabi DURSUN |
|
|
Muammer TOPAL |
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ |
|
|
İrfan FİDAN |
Raportör |
: |
Yusuf Enes KAYA |
Başvurucu |
: |
Şenel ÇELİK |
Vekili |
: |
Av. Pınar ÇELİK ARPACI |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, haksız olarak yakalama tedbirine başvurulmasına rağmen açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 8/5/2019 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
A. Ceza Davası Süreci
7. Samsun il merkezinde 20/12/2014 tarihinde gerçekleştirilen bir yürüyüş sırasında taşınan bazı pankartlarda ve atılan sloganlarda Cumhurbaşkanı'na yönelik hakaret içerikli ifadelerin yer aldığı yönünde Samsun İl Emniyet Müdürlüğü tarafından 29/12/2014 tarihinde hazırlanan bir fezleke Samsun Cumhuriyet Başsavcılığına sunulmuştur. Fezlekede başvurucunun da aralarında olduğu on yedi şüpheliye yer verilmiştir. Fezlekede ifade edildiğine göre izlenen görüntü kayıtlarından başvurucunun "Hırsızı, katili, yobazı, kovala" ibarelerinin yer aldığı ve Cumhurbaşkanı'nın karikatürize edildiği bir dövizi taşıdığı tespit edilmiştir.
8. Samsun Cumhuriyet Başsavcılığının 1/6/2015 tarihli iddianamesiyle başvurucunun da aralarında olduğu on altı şüphelinin Cumhurbaşkanı'na hakaret suçunu işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları talep olunmuştur. İddianamede; savunma ve delillerinin sorulması için yazılan talimatın başvurucunun tespit edilen tüm adreslerine gönderildiği ancak başvurucuya adreslerde ulaşılamadığı, ayrıca bu aşamada başvurucunun savunmasının tespitine yönelik yakalama emri çıkarılması talebinde bulunulmasının gerekli görülmediği belirtilmiştir.
9. Samsun 2. Asliye Ceza Mahkemesi 9/6/2015 tarihinde yaptığı tensip incelemesinde "soruşturma aşamasında adresi tespit edilemediği ve ifadesi alınamadığı" gerekçesiyle savunmasının ve ayrıca teşhise elverişli fotoğraflarının temini için başvurucu hakkında yakalama emri çıkarılmasına karar vermiştir.
10. Anılan karar uyarınca düzenlenen 10/6/2015 tarihli yakalama emrinde "davetiyeye rağmen gelmediği, duruşmalarda hazır bulunmadığı, ifadesinin alınmadığı anlaşıldığından" başvurucunun yakalanması ve yargı yetkisinin sınırlarındaysa mahkemesinde hazır edilmesi, aksi durumda ise en yakın asliye ceza mahkemesine sevki ile savunmasının alınması ve teşhise elverişli dört cepheden çekilmiş fotoğraflarının temini ile serbest bırakılması gerektiği belirtilmiştir.
11. Başvurucu söz konusu yakalama emri uyarınca 29/6/2015 tarihinde Antalya'nın Kemer ilçesinde yakalanmış ve aynı gün Kemer 1. Asliye Ceza Mahkemesine sevk edilmiştir. Başvurucunun savunması, anılan Mahkeme tarafından alınmış; duruşma sırasında -aynı zamanda kızı olan- müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu; suçlamaya ilişkin daha önce ifade vermediğini, atılı suçlamayı kabul etmediğini, Samsun'a hiç gitmediğini, olayla ilgisinin olmadığını, isim benzerliği nedeniyle hakkında dava açıldığını savunmasında dile getirmiştir. Başvurucu müdafii ise başvurucunun söz konusu davadan yakalanmasıyla birlikte haberdar olduğunu, tatil için geldikleri otelden apar topar yakalanarak mahkemeye sevk edildiğini, hiçbir zaman Samsun'a gitmediğini belirtmiş; Başsavcılığın eksik soruşturma yapması nedeniyle müvekkili hakkında dava açıldığını, haksız gözaltı nedeniyle tazminat davası açma hakkını saklı tuttuklarını ifade etmiştir. Mahkeme ayrıca başvurucunun teşhise elverişli fotoğraflarını da temin etmiş, sonrasında başvurucunun serbest bırakılmasına karar vermiştir.
12. Samsun 2. Asliye Ceza Mahkemesi 17/9/2015 tarihli duruşmada başvurucu hakkındaki davanın tefrik edilerek yeni bir esas sırasına kaydına karar vermiştir. Mahkeme, ayırdığı bu dosyada evrak üzerinden yapılan inceleme sonucunda yüklenen suçun başvurucu tarafından işlenmediği gerekçesiyle aynı tarihte başvurucunun beraatine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde şu tespitlere yer verilmiştir:
"... Dosya içerisindeki Kamera Görüntüleri Tespit Tutanağında yer alan ve suç teşkil ettiği ileri sürülen etkinliğe katılan ve yine olduğu ileri sürülen şahsa ait fotoğraf ile sanığa ait yakalama evrakına ekli fotoğrafın karşılaştırılmasında, iddanameye konu etkinliğe katılan şahıs ile sanık Şenel ÇELİK'in farklı şahıslar olduğu anlaşılmıştır.
İddia, sanık savunması, sanığın teşhise elveriyle fotoğrafları, Kamera Görüntüleri Tespit Tutanağı ile tüm dosya kapsamı karşısında; her ne kadar sanık Şenel ÇELİK hakkında Cumhurbaşkanına Alenen Hakaret suçundan 5237 Sayılı Türk Ceza Yasasının 299/1-2, 53/1 maddeleri gereğince cezalandırılması istemiyle Mahkememize kamu davası açılmışsa da; dosya içerisindeki Kamera Görüntüleri Tespit Tutanağında yer alan ve suç teşkil ettiği ileri sürülen etkinliğe katılan ve yine sanık olduğu ileri sürülen şahsa ait fotoğraf ile sanığa ait yakalama evrakına ekli fotoğrafın karşılaştırılmasında, iddianameye konu etkinliğe katılan şahıs ile sanığın farklı şahıslar olduğunun ve sanık hakkında sehven kamu davası açıldığının anlaşılması karşısında, sanığın müsnet suçu işlemediği kanaatine varılmakla, CMK.nun 223/2-a maddesi hükmünce beraatine karar vermek gerekmiş[tir]."
13. Karar, temyiz yolu tüketilmeksizin 26/10/2015 tarihinde kesinleşmiştir.
B. Tazminat Davası Süreci
14. Başvurucu 21/12/2015 tarihinde haksız yakalama ve gözaltı nedeniyle tazminat istemiyle Eskişehir 2. Ağır Ceza Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; işlemediği bir suç nedeniyle hakkında çıkarılan yakalama kararı dolayısıyla jandarma tarafından tatil için geldiği otelden alınarak mahkemeye getirildiğini, isim benzerliği nedeniyle yanlış kişi hakkında soruşturma yapıldığını, beraat kararının gerekçesinin de yakalamanın haksızlığını ortaya koyduğunu, olayın ulusal ölçekteki gazetelerde de haber konusu olduğunu belirtilerek 2.000 TL manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
15. Mahkeme 8/3/2016 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"5271 sayılı CMK da Cumhuriyet Savcısı tarafından düzenlenen iddianamenin mahkeme tarafından kabul edilmesinin akabinde sanık sıfatını alan kişinin genel kural itibarı ile savunmasını alınmadan dosyada karar verilebilmesi mümkün değildir. İddianame metninde Şenel Çelik in tüm aramalara rağmen bulunamadığı belirtilmiş olup, mahkemede dosya kapsamındaki bu bilgilere dayanılarak sanığın savunmasının alınabilmesi amacı ile yakalama kararı vermiştir. CMK 193 maddesinin uygulamasında sanık savunması alınmadan karar verilebilme halleri çok sınırlı olarak belirlenmiş durumdadır. Dava konusu olayda da dava açılan kişinin doğru kişi olup olmadığının tespiti dosya kapsamına göre ancak ve ancak savunma alınabilmekle mümkün olmuş olup, bu hali ile mahkemenin çıkarmış olduğu yakalama emrinde zorunluluk olduğu düşünülmüştür. Mahkemenin yargılamayı sonlandırmak için sanığın savunmasını almadan işlem yapabilmesi mümkün olmadığından yakalama emrinin kanuni sonucu olarak hakim önüne çıkarılıncaya kadarki süreçte sanığın tutulması ve yakalanması yasal zorunluluktan kaynaklanmış olduğundan tazminat talebinin reddine karar vermek gerekmiş[tir]."
16. Mahkeme kararda ayrıca hükme karşı temyiz yolunun açık olduğunu ve kararın tefhim tarihinden itibaren yedi gün içinde verilecek bir dilekçeyle veya tutanağa geçirilmek koşuluyla zabıt kâtibine beyanda bulunmak ve tutanağın hâkime onaylattırılmak suretiyle Yargıtay tarafından incelenmek üzere temyiz kanun yoluna başvurulabileceğini belirtmiştir.
17. Başvurucu, Ağır Ceza Mahkemesinin kararından sonra hükmün kesin nitelikte olduğunu belirterek haksız yakalama tedbirine rağmen tazminat isteminin kabul edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 18/4/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi 8/8/2016 tarihinde temyiz sürecinin henüz sonuçlanmaması nedeniyle başvuru yollarının tüketilmediği gerekçesiyle başvurunun kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.
18. Öte yandan başvurucu, ilk derece mahkemesi kararına karşı temyiz başvurusunda bulunmuştur. Yargıtay 12. Ceza Dairesi 11/3/2019 tarihinde talep olunan tazminat miktarına göre hükmün kesin nitelikte olması nedeniyle temyiz isteminin reddine karar vermiştir.
19. Kararın başvurucuya tebliğ edildiğine dair bir kayda rastlanmamıştır.
20. Başvurucu 8/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
21. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Yakalanan kişinin mahkemeye götürülmesi" kenar başlıklı 94. maddesi şöyledir:
"(1) Hâkim veya mahkeme tarafından verilen yakalama emri üzerine soruşturma veya kovuşturma evresinde yakalanan kişi, en geç yirmi dört saat içinde yetkili hâkim veya mahkeme önüne çıkarılır.
(2) Yakalanan kişi, en geç yirmi dört saat içinde yetkili hâkim veya mahkeme önüne çıkarılamıyorsa, aynı süre içinde yakalandığı yer adliyesinde, mevcut değil ise en yakın adliyede kurulu sesli ve görüntülü iletişim sisteminin kullanılması suretiyle yetkili hâkim veya mahkeme tarafından bu kişinin sorgusu yapılır veya ifadesi alınır."
22. 5271 sayılı Kanun'un "Yakalama emri ve nedenleri" kenar başlıklı 98. maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1)Soruşturma evresinde çağrı üzerine gelmeyen veya çağrı yapılamayan şüpheli hakkında, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından yakalama emri düzenlenebilir. Ayrıca, tutuklama isteminin reddi kararına itiraz halinde, itiraz mercii tarafından da yakalama emri düzenlenebilir.
(3) Kovuşturma evresinde kaçak sanık hakkında yakalama emri re'sen veya Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim veya mahkeme tarafından düzenlenir."
23. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,
b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,
c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan,
d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,
e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,
f) Mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan,
g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan,
h) Yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen,
...
k) (Ek: 11/4/2013-6459/17 md.) Yakalama veya tutuklama işlemine karşı Kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan,
Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler."
24. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı 142. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her halde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.
İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır."
25. 5271 sayılı Kanun'un "İddianamenin kabulü ve duruşma hazırlığı" kenar başlıklı 175. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, iddianamenin kabulünden sonra duruşma gününü belirler ve duruşmada hazır bulunması gereken kişileri çağırır."
26. 5271 sayılı Kanun'un "İddianamenin sanığa tebliği ve sanığın çağrılması" kenar başlıklı 176. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"İddianame, çağrı kâğıdı ile birlikte sanığa tebliğ olunur.
Tutuklu olmayan sanığa tebliğ olunacak çağrı kâğıdına mazereti olmaksızın gelmediğinde zorla getirileceği yazılır."
27. 5271 sayılı Kanun'un "Kaçağın tanımı" kenar başlıklı 247. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Hakkındaki soruşturmanın veya kovuşturmanın sonuçsuz kalmasını sağlamak amacıyla yurt içinde saklanan veya yabancı ülkede bulunan ve bu nedenle Cumhuriyet savcısı veya mahkeme tarafından kendisine ulaşılamayan kişiye kaçak denir."
28. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 3/12/2012 tarihli ve E.2012/22624, K.2012/26059 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...Davacı hakkında ... Mahkemesinin 2007/527 esas sayılı dava dosyasında görevi yaptırmamak için direnme suçundan yapılan yargılama nedeniyle 28/11/2008 tarihinde çıkarılmış olan 2007/527 sayılı yakalama emri üzerine davacının 14/03/2009 tarihinde kolluk tarafından kanuna uygun olarak yakalanıp gözaltına alındıktan sonra çıkarıldığı mahkeme tarafından serbest bırakıldığı ve aynı yakalama kararı nedeniyle başka bir tarihte kolluk görevlilerince bir kez daha gözaltına alınarak serbest bırakıldığı ve yapılan yargılama sonucu hakkında isim benzerliği nedeniyle kamu davası açıldığı gerekçesi ile beraetine karar verildiğinin anlaşılması karşısında, Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat Verilmesine ilişkin 5271 sayılı CMK'nın 141/1 ve devamı maddelerinde belirtilen şartların davacı yönünden gerçekleştiği, bu nedenle uğranıldığı iddia edilen maddi ve manevi zararla ilgili makul bir tazminata hükmedilmesi gerek[mektedir]."
29. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için ayrıca bkz. A.A. [GK], B. No:2017/34502,21/10/2021, §§ 26-47).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
30. Anayasa Mahkemesinin 18/1/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
31. Başvurucu, hiçbir ilgisinin bulunmadığı bir olayla ilgili olarak isim karışıklığı nedeniyle hakkında yürütülen ceza davasında çıkarılan yakalama kararı uyarınca uğradığı zararın tazminine yönelik açtığı davanın kabul edilmediğini belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
32. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013). Başvurucunun şikâyetinin özü, kovuşturma aşamasında uygulanan yakalama tedbirinin hukuka aykırı olduğundan bahisle açılan tazminat davasının kabul edilmemesi olduğundan iddia Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü ve dokuzuncu fıkraları kapsamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı yönünden incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
33. Anayasa Mahkemesi A.A. kararında Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamındaki şikâyetler yönünden başvuru yollarının tüketilmiş sayılabilmesi için başvurucuların ilk derece mahkemelerinde yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbirlerinin hukukiliğine ilişkin iddialarını 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi kapsamında- açıkça ileri sürerek dava açmaları gerektiğini belirtmiştir. Anılan tedbirlerin hukuka uygun olmadığına dair iddialar dile getirilmeden -Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası kapsamında olmadığı değerlendirilen- 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca kovuşturmaya yer olmadığı ya da beraat kararına dayalı olarak dava açılmasının başvuru yollarının tüketilmesi anlamına gelmediğine karar vermiştir (A.A., §§ 70-90).
34. Bu ilkeler ışığında somut olay incelendiğinde başvurucunun yargılandığı ceza davasında uygulanan yakalama tedbirinin hukuka aykırı olduğu iddiasıyla 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (e) bendi uyarınca tazminat istemiyle dava açtığı görülmüştür. Anılan davada dile getirilen iddianın Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasındaki güvenceye ilişkin olduğu açıktır. Ağır Ceza Mahkemesi başvurucu hakkında uygulanan yakalama tedbirinde hukuka aykırılık bulunmadığı değerlendirmesiyle davayı reddetmiştir. Anılan karar esasen kesin olmakla birlikte Mahkemenin hükme karşı temyiz yolunun açık olduğunu belirttiği, başvurucunun da bunun üzerine temyiz yolunu tükettikten sonra bireysel başvuruda bulunduğu görülmektedir. Bu bakımdan başvurucunun temyiz yoluna başvurması Ağır Ceza Mahkemesinin hatalı değerlendirmesi sonucunda gerçekleşmiştir. Buna göre başvuruda süre aşımı olduğunun kabulü de mümkün değildir. Kaldı ki başvurucu, Ağır Ceza Mahkemesi kararının kesin olduğunu belirterek anılan karardan sonra da bireysel başvuruda bulunmuş fakat Anayasa Mahkemesi temyiz sürecinin henüz sonuçlanmaması nedeniyle başvuru yollarının tüketilmediği gerekçesiyle başvuruyu kabul edilemez bulmuştur.
35. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
i. İnceleme Yöntemine İlişkin
36. Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu belirtilmiş; ikinci ve üçüncü fıkralarında özgürlüğün kısıtlanabileceği durumlar sayılmış, dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci ve sekizinci fıkralarında ise hürriyetinden yoksun kalan kişilere tanınan güvencelere yer verilmiştir.
37. Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında ise bu esaslar dışında bir işleme tabi tutulan kişilerin uğradıkları zararların tazminat hukukunun genel prensiplerine göre devlet tarafından ödeneceği ifade edilmiştir. Anılan fıkrada yer alan "bu esaslar dışında bir işleme tâbi tutulan kişiler" tabiri ile maddenin diğer tüm fıkralarında belirtilen kurallara aykırı bir işleme tabi kılınmanın kişiye tazminat hakkı doğurduğu belirtilmiştir. Buna göre maddenin ikinci veya üçüncü fıkralarında belirtilen durumlara aykırı şekilde kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahalede bulunulması ya da kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahale edilen kimsenin maddenin dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci ve sekizinci fıkralarındaki güvencelerden yararlandırılmaması hâlinde uğranılan zararlar devlet tarafından ödenecektir (Safkan Aydoğdu, B. No: 2014/7498, 5/4/2017, § 44).
38. Anayasa Mahkemesinin Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkının ihlal edilip edilmediğini belirleyebilmesi için öncelikle başvurucunun anılan maddenin diğer fıkralarında belirtilen esaslar dışında bir işleme tabi tutulup tutulmadığını incelemesi gerekmektedir. Yapılacak bu inceleme sonucunda başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasında belirtilen esaslara aykırı bir işleme tabi tutulduğu ve bu kapsamda uğradığı zararın devlet tarafından tazminat hukukunun genel prensiplerine göre ödenmediği tespit edilirse Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkının ihlali söz konusu olabilecektir (Safkan Aydoğdu, § 45). Dolayısıyla başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasında yer alan esaslara aykırı bir işleme tabi olduğu derece mahkemelerince ve Anayasa Mahkemesince tespit edilmeden kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı bağlamında tazminat hakkının ihlal edildiği sonucuna varılamaz.
39. Bir başka ifadeyle Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasının uygulanabilmesi için başvurucunun anılan maddenin diğer fıkralarında belirtilen esaslar dışında bir işleme tabi tutulup tutulmadığının derece mahkemelerince ya da Anayasa Mahkemesince tespit edilmesi gerekir. Bu bağlamda kişinin Anayasa'nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasında belirtilen esaslara aykırı bir işleme tabi tutulduğu ve bu kapsamda uğradığı zararın devlet tarafından tazminat hukukunun genel prensiplerine göre ödenmediği veya bir tazminat imkânının bulunmadığı tespit edilirse Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkının ihlali söz konusu olacaktır. Öte yandan kişinin Anayasa'nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasında belirtilen esaslara aykırı bir işleme tabi tutulduğu derece mahkemeleri tarafından tespit edilmişse Anayasa Mahkemesinin yapacağı inceleme tazminat miktarının yeterli olup olmadığını belirlemekle sınırlı olacaktır (M.E., B. No: 2018/696, 9/5/2019, §§ 46, 47).
ii. Yakalama veya Gözaltının Hukukiliğine İlişkin
40. Yakalama ve gözaltının hukukiliğine ilişkin genel ilkeler için bkz. Hasan Akboğa [GK], B. No: 2016/10380, 27/3/2019, §§ 43-56.
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
i. Anayasa'nın 19. Maddesinin Üçüncü Fıkrası Bakımından
41. Somut olayda bireysel başvuruya konu olan -ve 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesi uyarınca açılan tazminat davasında da ileri sürülen- iddia, başvurucu hakkında hukuka aykırı olarak yakalama tedbiri uygulanmasına rağmen açılan tazminat davasının reddedilmesi dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının güvence altına alındığı Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası bağlamında tazminat hakkının ihlal edildiğine ilişkindir.
42. Başvurucunun açtığı davada ilk derece mahkemesi, yakalamanın hukuka aykırı olduğu iddiasını esas bakımından incelemiş ve yakalama tedbirini hukuka uygun bulmuştur. Bu durumda Anayasa Mahkemesince yapılacak ilk inceleme başvurucu hakkındaki yakalama tedbirinin Anayasa'nın 19. maddesindeki esaslara uygun olup olmadığına ilişkindir.
43. Kovuşturma aşamasında Samsun 2. Asliye Ceza Mahkemesince başvurucu hakkında çıkarılan yakalama emri uyarınca başvurucunun Kemer ilçesinde bir oteldeyken kolluk birimlerince yakalandığı ve aynı gün savunmasının tespiti amacıyla Kemer 1. Asliye Ceza Mahkemesine sevk edildiği, savunmasının alınması ve teşhise elverişli fotoğraflarının temininden sonra ise serbest bırakıldığı görülmektedir. Bu bağlamda başvurucunun konakladığı otelden yakalama emri sebebiyle alınıp mahkeme huzurunda hazır edilmesi ve sonrasında fotoğraflarının temini sürecinde özgürlüğünden yoksun kaldığı hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır.
44. Başvurucu, bir gösteri yürüyüşü sırasındaki faaliyetler dolayısıyla Cumhurbaşkanı'na hakaret suçundan cezalandırılması istemiyle açılan davada Mahkemece 5271 sayılı Kanun'un 98. maddesi uyarınca çıkarılan yakalama emri sebebiyle hürriyetinden mahrum kalmıştır. Dolayısıyla başvurucu hakkında uygulanan yakalama tedbirinin kanuni dayanağı bulunmaktadır.
45. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan yakalama tedbirinin ön koşulu olan başvurucunun suç işlediğine dair somut belirtilerin bulunup bulunmadığının irdelenmesi gerekir. Somut olayda soruşturma mercilerince başvurucunun Samsun'daki bir gösteri yürüyüşü sırasında Cumhurbaşkanı'na hakaret suçuna konu olan bir dövizi taşıdığı ileri sürülmektedir. Soruşturma belgelerinden kolluk görevlilerince gösteri yürüyüşüne ilişkin görüntü kayıtları üzerinden yapılan tespit esas alınarak başvurucunun kimliğinin belirlendiği ve bunun sonucunda soruşturmaya dâhil edildiği anlaşılmıştır. Soruşturma sürecinde başvurucunun beyanının alınması veya görüntülerdeki kişinin başvurucu olup olmadığının tespiti için fotoğraflarının temini gibi işlemler yapılmamıştır. Bunun sonucunda başvurucu, ilgisinin olmadığı bir olay nedeniyle bir soruşturma kapsamında şüpheli olarak yer almış ve hakkında dava açıldığını öğrenmeden doğrudan yakalama emriyle yüz yüze kalmıştır. Buna göre yakalama tedbirinin hukukiliğinin ön şartı olan başvurucunun suç işlediğine dair somut belirtilerin ortaya konulmadığı görülmektedir. Öte yandan önemi nedeniyle yakalamanın meşru amaca yönelip yönelmediğinin ve yakalamanın ölçülü olup olmadığının da belirlenmesi gerekir.
46. Başvurucu hakkındaki iddianameyi kabul eden Mahkemenin başvurucunun savunmasının alınması için usule ilişkin hükümleri tatbik etmeden başvurucu hakkında tensip aşamasında yakalama emri çıkarılmasına karar verdiği görülmektedir. Bu bağlamda Mahkemece "davetiyeye rağmen gelmediği, duruşmalarda hazır bulunmadığı, ifadesinin alınmadığı" gerekçesiyle başvurucu hakkında yakalama emri çıkarıldığı belirtilmişse de bu emir, tensip aşamasında -5271 sayılı Kanun'un 175. ve 176. maddelerinde ifade edilen iddianamenin kabulünden sonra duruşmada hazır bulunması gereken kişileri çağırma ve iddianameyi çağrı kâğıdı ile birlikte sanığa tebliğ etme süreçleri tamamlanmadan- çıkarılmıştır. Mahkemenin yakalama emri öncesinde suça konu gösteri yürüyüşüne katılan kişinin başvurucu olup olmadığının belirlenmesi, bu amaçla adresinin tespit edilmesi veya Merkezi Nüfus İdare Sisteminde (MERNİS) kayıtlı adreslerinden başvurucuya ulaşılması yoluna gitmesi de söz konusu olmamıştır. Dolayısıyla başvurucunun suça konu olayla bir ilgisinin olmadığı ancak kovuşturma aşamasında çıkarılan yakalama emriyle savunmasının alınması, teşhise elverişli fotoğraflarının temin edilmesi ve bunların olaya ilişkin görüntülerle kıyaslanması sonucunda belirlenmiştir. Öte yandan 5271 sayılı Kanun'un 98. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca kovuşturma evresinde ancak kaçak sanık hakkında yakalama emri çıkarılabilir. Kaçağın kim olduğu ise aynı Kanun'un 247. maddesinin (1) numaralı fıkrasında "hakkındaki soruşturmanın veya kovuşturmanın sonuçsuz kalmasını sağlamak amacıyla yurt içinde saklanan veya yabancı ülkede bulunan ve bu nedenle Cumhuriyet savcısı veya mahkeme tarafından kendisine ulaşılamayan kişi" olarak tanımlanmıştır. Başvurucu yönünden böyle bir belirlemenin olduğunu kabul etmek de mümkün değildir.
47. Buna göre somut olayda başvurucunun hiçbir şekilde ilgisinin bulunmadığı bir olay nedeniyle yürütülen soruşturmada soruşturma mercilerinin yeterli araştırma ve incelemeyi yapmamaları ve özensizlikleri sonucunda soruşturmaya dâhil edildiği ve hakkında kamu davası açıldığı, üzerine atılı suçu işlediği hususunda herhangi olgu veya delil bulunmamasına karşılık kovuşturma mercilerince usule dair kanun hükümlerine riayet edilmeksizin çıkarılan yakalama emri nedeniyle hürriyetinden yoksun kaldığı anlaşılmıştır. Dolayısıyla yakalama yoluyla başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yapılan müdahalenin Anayasa'nın 19. maddesindeki güvencelere aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
48. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
ii. Anayasa'nın 19. Maddesinin Dokuzuncu Fıkrası Bakımından
49. Anayasa Mahkemesince yapılan inceleme sonunda başvurucunun yakalama yoluyla özgürlüğünden yoksun bırakılmasının Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasına aykırı olduğu tespit edilmiştir.
50. Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası uyarınca anılan maddenin diğer fıkralarında belirtilen esaslar dışında bir işleme tabi tutulan kişilerin zararlarının devlet tarafından ödenmesi gerekmektedir. Bu çerçevede başvurucu, yakalama emrinin hukuka aykırı olduğu iddiasıyla 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca açtığı davada zararlarına karşılık tazminat talebinde bulunmuştur. Ancak Ağır Ceza Mahkemesi yakalama emirinin hukuka aykırı olmadığından bahisle başvurucunun tazminat talebini -kesin bir kararla- reddetmiştir. Dolayısıyla başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen esaslara aykırı bir işleme tabi tutulmasına rağmen uğradığı zararın devlet tarafından tazminat hukukunun genel prensiplerine göre ödenmediği açıktır.
51. Kaldı ki Yargıtay da bir kararında yargılama aşamasında çıkarılmış olan yakalama emri üzerine yakalanıp gözaltına alındıktan sonra çıkarıldığı mahkeme tarafından serbest bırakılan ve aynı yakalama kararı nedeniyle başka bir tarihte kolluk görevlilerince bir kez daha gözaltına alınıp serbest bırakılan ve yapılan yargılama sonucu hakkında isim benzerliği nedeniyle kamu davası açıldığı gerekçesi ile beraatine karar verilen bir kişi bakımından 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasında belirtilen koşulların gerçekleştiği, bu nedenle uğranıldığı iddia edilen maddi ve manevi zararla ilgili makul bir tazminata hükmedilmesi gerektiği yönünde değerlendirmede bulunmuştur (bkz. § 28).
52. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
53. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
54. Başvurucu 10.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
55. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri, B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
56. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
57. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59).
58. Anayasa Mahkemesince yapılan inceleme sonucunda başvurucu hakkında uygulanan yakalama tedbirinin hukuka aykırı olmasına rağmen başvurucunun tazminat talebinin ödenmemesi nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü ve dokuzuncu fıkralarının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Bu itibarla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır.
59. Bir başka ifadeyle ihlalin nedeni, derece mahkemesinin hukuka uygun gördüğü bir yakalama emrinin Anayasa Mahkemesi tarafından Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasıyla bağdaşmadığının tespit edilmesidir. Bununla birlikte ihlalin niteliği ve olayın özellikleri itibarıyla yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmadığı kanaatine varılmıştır (farklı hak ve özgürlükler yönünden benzer nitelikte değerlendirmeler için özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel bütünlüğün korunması hakkı bakımından bkz. R.G. [GK], B. No: 2017/31619, 23/7/2020, § 109; bireysel başvuru hakkı ihlali bakımından bkz. Candaş Kat, B. No: 2015/18467, 19/11/2019, § 51; yaşam hakkı ve ifade özgürlüğü bakımından bkz. Baskın Oran, B. No: 2014/4645, 18/4/2018, § 93).
60. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararın giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Bu itibarla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik müdahale nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında olayın özellikleri dikkate alınarak başvurucuya net 4.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
61. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.864,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Yakalama emrinin hukuka aykırı olması ve buna rağmen tazminat isteminin kabul edilmemesi nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü ve dokuzuncu fıkralarının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 4.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.864,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgi için Eskişehir 2. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2015/578, K.2016/83) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 18/1/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
HİCRET AKSOY BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2021/2107) |
|
Karar Tarihi: 13/4/2022 |
R.G. Tarih ve Sayı: 1/6/2022-31853 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan y. |
: |
Hicabi DURSUN |
Üyeler |
: |
Muammer TOPAL |
|
|
Recai AKYEL |
|
|
Selahaddin MENTEŞ |
|
|
İrfan FİDAN |
Raportör |
: |
Yusuf Enes KAYA |
Başvurucu |
: |
Hicret AKSOY |
Vekili |
: |
Av. Eyyup AKINCI |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, haksız gözaltı ve tutuklama tedbiri dolayısıyla açılan tazminat davasında ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 6/1/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucunun eşi Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) soruşturmaları kapsamında gözaltına alınmış ve tutuklanmıştır. 22/8/2016 tarihinde başvurucunun konutunda arama yapılmasına ve aynı çatı altındaki aile bireylerinin de dijital materyallerine el konulmasına karar verilmiştir. Bu kapsamda arama işlemi sonucunda başvurucunun da cep telefonuna ve SIM kartına el konulmuştur.
6. Başvurucunun eşinin üzerine kayıtlı iki telefon hattı üzerinden ByLock programını indirdiği ve kullandığı iddia edilmiştir. Başvurucunun eşi 4/11/2016 tarihli kolluk ifadesinde adına kayıtlı GSM hatlarından ... 53 66 numaralı hattı kendisinin, ... 46 47 numaralı hattı ise eşinin (başvurucunun) kullandığını beyan etmiştir.
7. Başvurucunun eşi hakkındaki 6/2/2017 tarihli iddianamede (İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan) adına kayıtlı ... 46 47 numaralı hat üzerinden 4/2/2015 tarihinde, ... 53 66 numaralı hat üzerinden ise 7/10/2014 tarihinde ByLock programını indirip kullandığı ileri sürülmüştür.
8. Yargılandığı davada 2/5/2017 tarihli duruşmada başvurucunun eşine ... 46 47 numaralı hattı eşinin (başvurucunun) kullanıp kullanmadığı sorulmuştur. Başvurucunun eşi bu hattı kendisinin kullandığını, daha önce sehven eşi tarafından kullanıldığı yönünde beyanda bulunduğunu belirtmiştir.
9. Daha sonra başvurucunun da aralarında bulunduğu şüpheliler hakkında FETÖ/PDY üyesi oldukları iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Bu soruşturma kapsamında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliğinden başvurucunun da aralarında yer aldığı şüphelilerin konutu için arama kararı verilmesi talebinde bulunulmuştur. Hâkimlik 30/10/2017 tarihli kararıyla şüphelilere ve suç delillerine ulaşılabileceğine ilişkin makul şüphenin mevcut olduğu gerekçesiyle söz konusu talebi kabul etmiştir.
10. Başsavcılık aynı gün arama kararında ismi belirtilen şüphelilerin kaçma ve delilleri yok etme ihtimalinin bulunduğunu, yüklenen suçların niteliğini gözönüne alarak şüphelilerin suç delilleriyle birlikte sağlıklı bir şekilde sorgulanması, delillerin toplanması, korunması ve soruşturmanın adil, hızlı, etkin bir şekilde sonuçlandırılması amacıyla 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 90. ve91. ve 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hâl Kanun Hükmünde Kararnamesi'nin 6. maddesi uyarınca yakalanarak yedi gün süre ile gözaltına alınmalarına karar vermiştir.
11. Başvurucu bu talimata istinaden 2/11/2017 tarihinde yakalanarak Adana'da gözaltına alınmıştır. Başvurucunun Adana'daki ikamet adresinde yapılan arama sonucunda cep telefonuna ve SIM kartlarına, beraber yaşadığı ablası ve eniştesine ait cep telefonlarına ve SIM kartlarına, bir iPad’e ve bir fotoğraf makinesine el konulmuştur.
12. 3/11/2017 tarihinde İstanbul'da yürütülen soruşturma kapsamında, İstanbul'da görevli kolluk görevlileri başvurucuyu gözaltında olduğu Adana Emniyet Müdürlüğünden teslim almaya gelmiş; kolluk görevlileri ile yaptığı görüşmede başvurucu, bakıma muhtaç 14 aylık bir bebeğinin olduğunu, çocuğunu teslim edeceği kimsenin bulunmadığını beyan etmiştir. Bunun üzerine kolluk görevlileri savcı ile bir telefon görüşmesi yapmış, savcı başvurucunun gözaltı hâlinin devam etmesi yönünde talimat vermiştir.
13. Başvurucu, avukatı aracılığıyla gözaltı kararına 3/11/2017 tarihinde itiraz etmiştir. Avukatı itiraz dilekçesinde; medyadan takip ettiği kadarıyla soruşturmanın ByLock kullanıldığı iddiasına dayandığını, başvurucunun eşinin ByLock kullandığı gerekçesiyle tutuklandığını, ByLock kullanımı söz konusuysa bunun başvurucunun eşinden kaynaklanmış olabileceğini belirtmiştir. Dilekçede ayrıca başvurucunun depresyon ve migren hastası olduğunu, ilaç tedavisinin devam ettiğini, emzirmesi gereken yaşta bir bebeğinin bulunduğunu, gözaltı sürecinde bebeğin emzirilmesine izin verilmediğini, bebeğin sürekli ağladığını, bu şartlar altındaki bir kişinin kaçma ihtimalinin bulunmadığını ifade etmiştir.
14. 6/11/2017 tarihinde başvurucunun Başsavcılıkta ifadesi alınmıştır. Başvurucu ifadesinde FETÖ/PDY'den haberdar olmadığını, eşinin bu örgütle alakası olduğunu eşinin tutuklanmasıyla öğrendiğini, evlenmeden önce başka bir hat kullandığını, evlendikten sonra ekonomik nedenlerle adına ayrı hat almadıklarını ve eşinin adına kayıtlı ... 46 47 numaralı hattı eşinin evde bıraktığı zamanlarda sadece ailesi ile görüşmek amacıyla kullandığını, bu hattı eve geldikten sonra da eşinin internete girmek için kullandığını, ByLock programından da ilk kez eşi tutuklandığında haberdar olduğunu, bu programı kesinlikle indirmediğini, gelişim eksikliği olan bakıma muhtaç, bir yaşında bebeğinin olduğunu belirtmiş ve serbest bırakılma talebinde bulunmuştur.
15. Başvurucunun avukatı ifade sırasındaki savunmasında başvurucunun eşinin ByLock programını diğer telefon hattına 7/10/2014 tarihinde, başvurucunun da kullandığı hatta ise 4/2/2015 tarihinde indirdiğini, eğer ByLock programı başvurucu tarafından indirilmiş olsaydı indirmenin aynı zamanda gerçekleşmiş olması gerektiğini, başvurucunun bakıma ve emzirilmeye muhtaç bir bebeğinin olduğunu belirterek başvurucunun serbest bırakılmasını talep etmiştir.
16. Başsavcılık, terör örgütü üyesi olma suçundan tutuklanması istemiyle başvurucuyu aynı gün İstanbul 11. Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklamaya sevk yazısında başvurucunun ByLock'u eşi adına kayıtlı … 46 47 numaralı hat üzerinden 4/2/2015 tarihinde indirerek ve örgütün söz konusu program için kiraladığı dokuz adet IP'den biri olan 46.166.164.181 No.lu IP üzerinden 12/3/2015 tarihine kadar 79 kez giriş yapmak suretiyle kullandığı ileri sürülmüştür.
17. Başvurucu sorgusunda ByLock programını kullanmadığını, eşi bu uygulamayı yüklediyse de bundan haberinin olmadığını, eşinin kullanmış olduğu diğer telefonda da ByLock programının yüklü olduğunun ortaya çıktığını ve eşinin bu nedenle tutuklandığını ileri sürmüştür. Avukatı ise eşinin ByLock indirip kullanmasından başvurucunun sorumlu tutulamayacağını, suç ve cezaların şahsi olduğunu, evli kişilerin birbirinin telefonunu kullanmasının normal olduğunu, amcasının oğluyla evli, ilkokul mezunu bir ev hanımı olan başvurucunun durumunun FETÖ/PDY üyelerinin profiliyle bağdaşmadığını ileri sürmüştür.
18. Başvurucu, yapılan sorgusunun ardından terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Tutuklama kararında başvurucunun kullandığı cep telefonunda ByLock programının yüklü olduğuna ilişkin belge, tutanak ve raporlara dayanılmıştır.
19. Başsavcılık 8/11/2017 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğüne yazdığı yazıda başvurucunun, eşi adına kayıtlı olan ... 46 47 numaralı hat üzerinden ByLock programı kullandığının tereddüde meydan vermeyecek şekilde ortaya konulmasına ihtiyaç duyulduğunu belirtmiş, bu kapsamda söz konusu hattın ByLock yazışma içeriklerinin, ID ve kullanıcı adı ile şifrelerinin belirlenip gönderilmesini, arkadaş listesinden hattı başvurucunun kullanıp kullanmadığının tespit edilmesini istemiştir.
20. Başvurucu 13/11/2017 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiştir. Başvurucu tutukluluğa itiraz dilekçesinde ... 53 66 numaralı hatta 7/10/2014 ve 26/12/2014 tarihleri arasında ... 46 47 numaralı hatta da 4/2/2015 ve 12/3/2015 tarihleri arasında ByLock kullanıldığının iddia edildiğini, ... 53 66 numaralı hattın baz verileri ile ... 46 47 numaralı hattın 4/2/2015 ve 12/3/2015 tarihleri arasındaki baz verilerinin aynı adrese ilişkin olduğunu, iki hat üzerinden aynı anda ByLock kullanılmasının tespit edilmediğini, tarih aralıklarının başvurucunun eşinin ByLock programını önce ... 53 66 numaralı hatta, daha sonra bu telefondan silip ... 46 47 numaralı hatta kullanmaya devam ettiğini gösterdiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca depresyon ve migren hastası olduğunu, ilaç tedavisinin devam ettiğini, bir yaşında sütten kesilmemiş bebeği olduğunu, bu nedenle tahliye edilmesi gerektiğini belirtmiştir.
21. İstanbul 11. Sulh Ceza Hâkimliği 26/12/2017 tarihinde başvurucu hakkında dava açıldığını belirterek tutukluluğa yapılan itirazın incelenmek üzere İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesince bu itiraz dilekçesiyle ilgili bir karar verildiği tespit edilememiştir.
22. Başvurucunun eşi 10/11/2017 tarihinde yazdığı dilekçede; başvurucunun daha önce kullandığı hattı iptal ettirdiğini ve ona yeni bir hat almadığını, ailesiyle görüşmek üzere ... 46 47 numaralı hattı başvurucunun da kullandığını, bunun haricinde ... 46 47 numaralı hattı kendisinin kullandığını, başvurucunun liseyi dışarıdan bitiren, akrabalarından başka kimseyle görüşmeyen, kendi hâlinde bir ev hanımı olduğunu, yeterli internet bilgisinin bulunmadığını, ByLock programını indirmesinin ve kullanmasının mümkün olmadığını, bu iki hattın internetini kendisinin kullandığını, ... 46 47 numaralı hattın eşi tarafından kullanılıyormuş gibi yansıtılmasının doğru olmadığını belirtmiştir.
23. Başsavcılık tarafından hazırlanan 22/11/2017 tarihli iddianameyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucunun ByLock'u eşi adına kayıtlı … 46 47 numaralı hat üzerinden 4/2/2015 tarihinde indirerek 12/3/2015 tarihine kadar 79 kez giriş yapmak suretiyle kullandığı ileri sürülmüştür.
24. İddianame İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilerek kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 20/12/2017 tarihinde yapılan tensip incelemesinde kuvvetli suç şüphesinin mevcut olduğu, suçun katalog suçlardan olduğu, adli kontrol hükümlerinin eylemin niteliğine nazaran tutuklamadan beklenen faydayı sağlamaya yeterli olmayacağı gerekçesiyle tutukluluğun devamına karar vermiştir.
25. Mahkeme tensip incelemesinde ayrıca İstanbul İl Emniyet Müdürlüğüne müzekkere yazılarak başvurucunun eşi adına kayıtlı ... 46 47 numaralı hattın 2/2/2015 ve 2/11/2017 tarihleri arasındaki HTS kayıtlarının ByLock programı için kiralanan IP adreslerine sahip sunuculara erişim sağlanıp sağlanmadığını, sağlanmışsa hangi gün ve saatlerde erişim sağlandığını gösterir HTS kayıtlarının, erişim sağlanmışsa bağlantı sırasında operatör tarafından aboneye verilen IP adresinin, bağlantı kurulan cihaza ilişkin IMEI, marka, model gibi bilgilerin, bağlantı kurulan döneme ilişkin konum bilgilerinin, başvurucunun ByLock programı ve belirtilen IP adresleriyle ilgisini gösterebilecek diğer bilgi ve kayıtların temin edilerek gönderilmesinin istenmesine karar vermiştir.
26. Başvurucu 29/12/2017 tarihinde benzer gerekçelerle 20/12/2017 tarihli tutukluluğun devamı kararına itiraz etmiştir.
27. İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi 3/1/2018 tarihinde başvurucunun ByLock programı kullandığına dair tespitler dikkate alındığında atılı suçun işlendiği hususunda kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu, öngörülen ceza miktarına göre tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, adli kontrol tedbirlerinin yeterli olmayacağı gerekçesiyle itirazı reddetmiştir.
28. 16/1/2018 tarihli duruşmada Mahkeme somut dava ile başvurucunun eşinin yargılandığı davanın ... 46 47 numaralı telefon hattı ile alakalı olarak birlikte değerlendirilmesinin zorunlu olduğu gerekçesiyle birleştirme yönünde karar verilip gönderilmesi için İstanbul 25. Ağır Ceza Mahkemesinden muvafakat istenmesine karar vermiştir. Mahkeme bu duruşmada ayrıca başvurucunun tahliyesine karar vermiştir.
29. 24/1/2018 tarihinde başvurucunun yargılandığı dava ile eşinin yargılandığı dava birleştirilmiştir.
30. 10/4/2018 tarihinde başvurucu hakkındaki dava birleştirilen davadan ayrılmış ve başvurucunun eşinin 9 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Mahkûmiyet kararında başvurucunun eşinin ByLock tespitine konu olan ve üzerine kayıtlı bulunan ... 53 66 ve ... 46 47 numaralı telefon hatlarını kullandığını kabul ettiği, ... 46 47 numaralı hattın sadece başvurucu tarafından kullanıldığının kabulüne yetecek somut veri bulunmadığı, her iki hatta ilişkin ByLock HTS kayıtları ve görüşme HTS kayıtlarının başvurucunun eşinin ikamet adresi, iş adresleri ve bağlantılı bulunduğu yerler ile uygunluk gösterdiği ifade edilmiştir.
31. Ayırma kararında; ByLock tespiti yapılan ve başvurucunun eşinin adına kayıtlı olan hatların CGNAT kayıtlarının incelenmesi neticesinde ... 53 66 numaralı hatta ilişkin ByLock kullanımının 4/2/2015 tarihi saat 19.03.08'de sona erdiği, ... 46 47 numaralı hatta ilişkin ByLock kullanımının ise diğer hattan ByLock kullanımının bittiği tarih olan 4/2/2015'te saat 22.08.06'da başladığı, dolayısıyla her iki hattın aynı anda farklı yerlerde kullanımına ilişkin CGNAT kaydının bulunmadığı, ByLock tespiti yapılan bu iki hattın iki farklı kişi tarafından, ... 46 47 numaralı hattın ise sadece başvurucu tarafından kullanıldığının kabulüne yetecek somut veri olmadığı ve somut verilerin başvurucunun savunmalarını destekler mahiyette olduğu, ByLock tespiti yapılan her iki hattın da başvurucunun eşinin kullanımında olduğunun kabul edilmesi gerektiği belirtilmiştir.
32. Yapılan yargılama sonucunda 26/11/2019 tarihinde başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Beraat kararında HTS ve CGNAT kayıtları birlikte değerlendirildiğinde ByLock tespiti yapılan bu iki hattın iki farklı kişi tarafından ve ... 46 47 numaralı hattın sadece başvurucu tarafından kullanıldığının kabulüne yetecek somut veri bulunmadığı, başvurucunun üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğine dair her türlü şüpheden uzak, somut, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği ifade edilmiştir.
33. Beraat kararı 4/12/2019 tarihinde kesinleşmiştir.
34. Beraat kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu; haksız gözaltı ve tutuklama tedbirine maruz kalması, dijital materyallerine el konulması nedeniyle 20.000 TL maddi, 40.000 TL manevi tazminatın ödenmesi talebiyle dava açmıştır.
35. Dava dilekçesinde başvurucu, örgütle bağlantısını ortaya koyacak deliller olmamasına rağmen Başsavcılığın o dönemde FETÖ/PDY’ye üye olma suçundan yargılananların eşlerine yönelik yaptığı operasyon neticesinde gözaltına alındığını iddia etmiştir. Başvurucu, ilkokul mezunu bir ev hanımı olmasına ve 19 yaşındayken amcasının oğluyla evlenmesine karşın sırf eşi nedeniyle tüm tanıdıklarının önünde azılı bir teröristmiş gibi gözaltına alındığını, eşinin Mahkemede defalarca hattı kendisinin kullandığını belirtmesine ve söz konusu hat ile ilgili olarak tutuklu olmasına rağmen kendisi hakkında gözaltı kararı verildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca sütten kesilmemiş 1,5 yaşında bir bebeğinin olduğunu belirttiği hâlde bu durumun gözardı edilerek 5 gün boyunca oldukça kötü koşullardaki nezarethaneye atıldığını, takipsizlikle sonuçlanması gereken bir dosyada koruma tedbirine başvurulmasının haksız sonuçlara yol açtığını öne sürmüştür. Başvurucu; tutuklama tedbiri yönünden ise soruşturma açılmasını gerektirecek düzeyde dahi bir delil bulunmamasına, ev hanımı olduğunu ve eşinin aynı hat dolayısıyla yargılandığını sorgu sırasında belirtmesine rağmen tutuklandığını, bebeğiyle birlikte ceza infaz kurumuna gönderildiğini, oldukça kalabalık koğuşlarda sürekli olarak bebeğinin ezilmesinin korkusunu yaşadığını, tutuklu yargılamanın başlı başına bir damgalanma sebebi olduğunu, tutuklama nedeniyle sosyal çevresi nezdinde itibar kaybı yaşadığını ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca ölçüsüz bir biçimde tüm dijital materyallerine el konulduğunu, söz konusu materyallerin dijital imajları alınıp teslim edilmesi gerekirken bunun yapılmadığını, iletişim hakkının engellendiğini, yeni bir cep telefonu, flash bellek ve SIM kart almak zorunda kaldığını, tüm bu hususların tazminat kapsamında olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu son olarak eşitlik ilkesi gereğince tazminat miktarlarının Balyoz davası mağdurlarına ödenen tazminat miktarları gibi yüksek tutulması gerektiğini belirtmiştir.
36. Batman 1. Ağır Ceza Mahkemesi 3.541,92 TL maddi, 6.000 TL manevi tazminat ile 1.320 TL maktu vekâlet ücretinin başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme başvurucunun adli kontrol ve elkoyma tedbirine ilişkin tazminat taleplerini reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"CMK. nın 141 maddesinde özetle hakkında beraat kararı verilen sanığın haksız gözaltı ve tutuklama sebebiyle tazminat talep edebileceği düzenlenmiştir.
...
Davacıya ilişkin sosyal ekonomik durum araştırmasının yapıldığı, evli 1 çocuğu olduğu, ev hanımı olduğu mal varlığı ve gelirinin olmadığının belirtilmiş olduğu,
Davacının talebinin CMK.nın 141. maddesi kapsamında kaldığı, davacın gözaltı ve tutukluluk öncesinde başka bir işte çalıştığına dair yada bir gelir elde ettiğine dair dava dosyasına herhangi bir belge sunulmadığı, davacının gözaltında ve tutuklulukta kaldığı sürelerde gelirine ilişkin ispatlayıcı belge sunmaması da dikkate alınarak yerleşik Yargıtay kararları da nazara alınarak sanığın gözaltında ve tutuklulukta kaldığı sürede geçerli olan ve bir örneği dosya içinde yer alan Asgari Ücret çizelgesinden anlaşıldığı üzere Çalışma Bakanlığı tarafından belirlenen aylık net asgari ücretlerde baz alınarak yapılan hesaplamada; ... toplam 3.541,92 TL maddi tazminat ile davacının 2/11/2017 - 16/1/2018 tarihleri arasında haksız yere gözaltında ve tutuklulukta kalmış olması, davacının sosyal ekonomik durumu, yüklenen suçun niteliği, paranın satın alma gücü ve davacının eline geçebilecek miktar, nüfus kaydına göre tutuklu kaldığı dönemlerde küçük yaştaki çocuğun bulunması nazara alınarak 6.000,00 TL manevi tazminatın davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin taleplerin ise reddine karar verilmiştir.
Her ne kadar dijital materyallere el konulması sebebiyle maddi tazminat talep edilmiş ise de beraat kararında dijital materyallerin davacıya (sanığa) iadesine karar verildiği dolaysıyla bu yönde CMK 141 kapsamında değerlendirilmesi gereken bir zarar olmadığı,
Yine davacının (sanığın) adli kontrol atında kalmış olması sebebiyle maddi ve manevi tazminat talep edilmiş ise de, davacı hakkındaki suçlama, suçun niteliği, adli kontrolün kapsamı, süresi itibari ile ölçülü olması, davacının adli kontrol devamındaki sürede ev hanımı olduğu, yurt dışına çıkmak istemesine rağmen çıkamadığına dair bir hususun dile getirilmediği, bu adli kontrol sebebiyle davacının uğramış olduğu bir zararın olmadığı böyle bir zararın da ortaya konulmadığı anlaşılmakla madde ve manevi zarar hesaplamasında hesaplamaya dahil edilmemiştir."
37. Başvurucu, hükmedilen tazminatların düşük olduğunu belirterek istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde başvurucu, el konulan dijital materyallerin kesinleşen mahkeme kararına ve talebine rağmen kolluk tarafından henüz mahkemeye ulaştırılmadığını ve nerede tutulduğu bilinmediğinden teslim edilmediğini, yeni telefon alacak gücünün olmadığını, söz konusu cihazların uzun süre kullanılmaması durumunda güncelliğini ve işlevini yitirdiğini, telefonun 3 yıllık kullanım değeri ile 3 yıl içinde düşen değerinin ve yeni cep telefonu almak zorunda kalmış olmasının tazminat kapsamında olduğunu öne sürmüştür. Başvurucu ayrıca Anayasa Mahkemesinin sadece birkaç dakika karakolda tutulan kişiler hakkında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğinden bahisle 5.000 TL manevi tazminata hükmettiğini, bu başvurularla karşılaştırıldığında 77 gün haksız bir şekilde tutuklu kalması nedeniyle verilen tazminatın oldukça düşük olduğunu belirtmiştir. Başvurucu; kuvvetli suç şüphesi yokken gözaltına alınıp hakkında tutuklama kararı verilmesi ile kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının açıkça ihlal edildiğini, ölçüsüz bir biçimde, yeterli gerekçe ve delil ortaya konulmaksızın tutuklanmasının başlı başına hükmedilen tazminattan daha fazla tazminat vermeyi gerektirdiğini, tazminat için bir ölçüt olan fakirleşmenin Hazine için geçerli olamayacağını ileri sürmüştür.
38. Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi 1/12/2020 tarihinde maddi tazminatın 3.537,02 TL, vekâlet ücretinin ise 1.430,55 TL olacak şekilde düzeltilerek istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir.
39. Başvurucunun eşi hakkındaki soruşturma kapsamında el konulan dijital materyaller 2/6/2021 tarihinde, başvurucu hakkındaki soruşturma kapsamında el konulan dijital materyaller ise 28/5/2021 tarihinde iade edilmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
40. İlgili hukuk için bkz. A.A. [GK], B.No:2017/34502, 21/10/2021, §§ 22-46.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
41. Anayasa Mahkemesinin 13/4/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
42. Başvurucu; tutuklanmasının ve gözaltına alınmasının hukuka aykırı olduğunu, dava dilekçesinde tazminat talebi kapsamında değerlendirilmesi gereken hususları ayrıntılı bir şekilde ortaya koymasına rağmen eksik inceleme ve yetersiz gerekçeyle 77 günlük gözaltı ve tutuklama süreci yönünden çok düşük miktarda tazminata hükmedildiğini, ödenen tazminatın hakkın özünü zedeleyecek düzeyde olduğunu, tazminatın 74 gün üzerinden verilmesinin de hukuka aykırılık teşkil ettiğini belirterek adil yargılanma, kişi hürriyeti ve güvenliği ile adil tazmin haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
43. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin özü, uygulanan gözaltı ve tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olduğundan bahisle açılan tazminat davasında hükmedilen tazminatın yetersiz olmasına ilişkindir. Bu nedenle başvurunun Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü ve dokuzuncu fıkraları kapsamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı yönünden incelenmesi gerekir.
a. Uygulanabilirlik Yönünden
44. 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra ilan edilen olağanüstü hâl süresince Cumhurbaşkanı'nın başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu gözaltına alınan veya tutuklu yargılanan kişiler için kanunlarda tanınan usule ilişkin güvencelere önemli sınırlamalar getiren birçok kanun hükmünde kararname çıkarmıştır. Ancak mevcut davada, başvurucunun gözaltına alınması ve tutuklanması bu kanun hükmünde kararnameler çerçevesinde değil 5271 sayılı Kanun'un 91. ve 100. maddeleri kapsamında gerçekleştirilmiştir. Gözaltına alınmanın ve tutuklanmanın şartlarını düzenleyen bu maddelerde olağanüstü hâl döneminde herhangi bir değişiklik yapılmamıştır. Söz konusu tedbirler olağanüstü hâl ilanından önce ve sonra geçerli olan mevzuata dayanılarak alınmıştır. Sonuç olarak somut olayda herhangi bir olağanüstü tedbir uygulanmadığı için şikâyet edilen tedbirlerin Anayasa'nın 15. maddesi yönünden incelenmesine gerek görülmemiştir.
b. Kabul Edilebilirlik Yönünden
45. Anayasa Mahkemesi A.A. kararında Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamındaki şikâyetler yönünden başvuru yollarının tüketilmiş sayılabilmesi için başvurucuların ilk derece mahkemelerinde yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbirlerinin hukukiliğine ilişkin iddialarını 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi kapsamında açıkça ileri sürerek dava açmaları gerektiğini belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi anılan tedbirlerin hukuka uygun olmadığına dair iddialar dile getirilmeden -Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası kapsamında olmadığı değerlendirilen- 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca kovuşturmaya yer olmadığı ya da beraat kararına dayalı olarak dava açılmasının başvuru yollarının tüketilmesi anlamına gelmediğine karar vermiştir (A.A., §§ 70-90).
46. Bu ilkeler ışığında somut olay incelendiğinde, başvurucunun 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrası bağlamında açtığı tazminat davasında hakkında uygulanan gözaltı ve tutuklama tedbirinin hukuka uygun olmadığını gerek dava dilekçesinde gerekse istinaf dilekçesinde ileri sürdüğü görülmektedir. Başvurucu açtığı davada 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi kapsamında bir dava açtığını açıkça belirtmediği gibi (e) bendi uyarınca bir dava açtığını da belirtmemiştir. Başvurucu salt beraat etmesinden yola çıkarak gözaltı ve tutuklamanın hukuka aykırı olduğunu iddia etmemiş, gözaltı ve tutuklamanın neden hukuka aykırı olduğuna ilişkin açıklamalarda bulunmuştur. Bu durumda başvurucunun tazminat talebinin içeriği itibarıyla ilgili Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde yer alan kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan kişilerin de tazminat istemelerine imkân tanıyan hükme dayandığı görülmektedir. Sonuç olarak başvurucunun bu bölümdeki iddiası yönünden başvuru yollarını tükettiği değerlendirilmiştir.
47. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin bu iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
(1) İnceleme Yöntemine İlişkin
48. Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu belirtilmiş; ikinci ve üçüncü fıkralarında özgürlüğün kısıtlanabileceği durumlar sayılmış, dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci ve sekizinci fıkralarında ise hürriyetinden yoksun kalan kişilere tanınan güvencelere yer verilmiştir.
49. Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında ise bu esaslar dışında bir işleme tabi tutulan kişilerin uğradıkları zararların tazminat hukukunun genel prensiplerine göre devlet tarafından ödeneceği ifade edilmiştir. Anılan fıkrada yer alan "bu esaslar dışında bir işleme tâbi tutulan kişiler" tabiri ile maddenin diğer tüm fıkralarında belirtilen kurallara aykırı bir işleme tabi kılınmanın kişiye tazminat hakkı doğurduğu belirtilmiştir. Buna göre maddenin ikinci veya üçüncü fıkralarında belirtilen durumlara aykırı şekilde kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahalede bulunulması ya da kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahale edilen kimsenin maddenin dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci ve sekizinci fıkralarındaki güvencelerden yararlandırılmaması hâlinde uğranılan zararlar devlet tarafından ödenecektir (Safkan Aydoğdu, B. No: 2014/7498, 5/4/2017, § 44).
50. Anayasa Mahkemesinin Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkının ihlal edilip edilmediğini belirleyebilmesi için öncelikle başvurucunun anılan maddenin diğer fıkralarında belirtilen esaslar dışında bir işleme tabi tutulup tutulmadığını incelemesi gerekmektedir. Yapılacak bu inceleme sonucunda başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasında belirtilen esaslara aykırı bir işleme tabi tutulduğu ve bu kapsamda uğradığı zararın devlet tarafından tazminat hukukunun genel prensiplerine göre ödenmediği tespit edilirse Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkının ihlali söz konusu olabilecektir (Safkan Aydoğdu, § 45).
51. Dolayısıyla Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasının uygulanabilmesi için başvurucunun anılan maddenin diğer fıkralarında belirtilen esaslar dışında bir işleme tabi tutulup tutulmadığının derece mahkemelerince ya da Anayasa Mahkemesince tespit edilmesi gerekir. Bu bağlamda kişinin Anayasa'nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasında belirtilen esaslara aykırı bir işleme tabi tutulduğu ve bu kapsamda uğradığı zararın devlet tarafından tazminat hukukunun genel prensiplerine göre ödenmediği veya bir tazminat imkânının bulunmadığı tespit edilirse Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkının ihlali söz konusu olacaktır. Öte yandan kişinin Anayasa'nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasında belirtilen esaslara aykırı bir işleme tabi tutulduğu derece mahkemeleri tarafından tespit edilmişse Anayasa Mahkemesinin yapacağı inceleme tazminat miktarının yeterli olup olmadığını belirlemekle sınırlı olacaktır (M.E., B. No: 2018/696, 9/5/2019, §§ 46, 47).
(2) Gözaltının Hukukiliğine İlişkin
52. Genel ilkeler için bkz. Hasan Akboğa [GK], B. No: 2016/10380, 27/3/2019, §§ 43-56.
(3) Tutuklamanın Hukukiliğine İlişkin
53. Genel ilkeler için bkz. Metin Evecen, B. No: 2017/744, 4/4/2018, §§ 47-52.
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
(1) Gözaltı Yönünden
54. Somut olayda bireysel başvuruya konu olan -ve 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesi uyarınca açılan tazminat davasında da ileri sürülen- iddia, başvurucunun hukuka aykırı olarak gözaltına alınmasına rağmen açılan tazminat davasının reddedilmesi dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının güvence altına alındığı Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası bağlamındaki tazminat hakkının ihlal edildiğine ilişkindir.
55. Başvurucunun açtığı davada ilk derece mahkemesi, gözaltının ve tutuklamanın hukuka aykırı olduğu iddiasını incelememiş; 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca başvurucunun beraat etmiş olması nedeniyle tazminata hükmetmiştir.
56. 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi kapsamındaki tazminat davalarında soruşturma veya kovuşturma sonucunda verilen kararlardan hareketle yargı organlarınca yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbirlerinin haksız olduğu ifade edilse de bu tedbirlerin -uygulandığı koşullarda- kanuna (hukuka) uygun olup olmadığı yönünde bir inceleme yapılmamaktadır. Bu bent kapsamında kişilere tazminat ödenmesi tutmanın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının koşullarıyla uyumlu olmamasından değil kişilerin beraat etmesinden veya haklarında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesinden kaynaklanmaktadır. Bu bent kapsamında ödenen tazminat; yakalama, gözaltı veya tutuklamanın hukukiliğine ilişkin bir tespitin bulunmaması hâlinde kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı bağlamında başvurucuların mağdur statüsünü sona erdirmeyecektir. Sonuç olarak yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin uygulandığı soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi ya da kovuşturmada beraate hükmedilmesi dolayısıyla bu tedbirlerin haksız olduğu şeklinde bir tanımlama tedbirlerin hukuka aykırı olduğu anlamına gelmemektedir.
57. Nitekim 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendiyle getirilen tazminat talep hakkı -kanun metninde de ifade edildiği üzere- kanuna uygun olarak yakalanan veya tutuklanan (fakat sonrasında haklarında kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı verilen) kişilere tanınmıştır. Dolayısıyla burada kanun koyucunun soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi ya da kovuşturmanın beraat ile sonuçlanması durumunda -soruşturma veya kovuşturma sonunda verilen karardan hareketle- bu süreçlerde uygulanan yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin kanuna aykırı hâle geldiğini kabul ettiğini söylemek imkân dâhilinde değildir. Zira böyle bir yorum anılan Kanun hükmünün lafzıyla açıkça bir çelişki içerecektir. Bir başka ifadeyle soruşturma veya kovuşturma sonucunda verilen karar dolayısıyla bu süreçlerde haklarında yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbiri uygulanan kişilere otomatik olarak tazminat ödenmesi, bu tedbirlerin de otomatik olarak hukuka aykırı olduğu anlamına gelmemektedir. Dolayısıyla somut olayda derece mahkemelerince gözaltının ve tutuklamanın hukuka uygun olup olmadığı yönünde bir belirlemede bulunulmadığı sonucuna varılmıştır.
58. Bu durumda başvurucu hakkındaki gözaltı tedbirinin Anayasa'nın 19. maddesindeki esaslara uygun olup olmadığının Anayasa Mahkemesince değerlendirilmesi gerekmektedir.
59. Başvurucunun bir suç soruşturması kapsamında yakalanıp gözaltına alınması 5271 sayılı Kanun'un 90. ve 91. maddelerindeki hükümler çerçevesinde gerçekleşmiştir. Dolayısıyla başvurucu hakkında uygulanan gözaltı tedbirinin kanuni dayanağı bulunmaktadır.
60. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan gözaltı tedbirinin ön koşulu olan başvurucunun suç işlediğine dair somut belirtilerin bulunup bulunmadığının irdelenmesi gerekir. Somut olayda başvurucu, eşi adına kayıtlı bir telefon hattı üzerinden ByLock kullandığı iddiasıyla gözaltına alınmıştır. Başvurucunun eşi 4/11/2016 tarihli kolluk ifadesinde söz konusu hattın başvurucu tarafından kullanıldığını beyan etmiştir. Başvurucu da ifadesinde söz konusu telefon hattını zaman zaman kullandığını kabul etmiştir. Anayasa Mahkemesi, ByLock uygulamasının özellikleri gözönüne alındığında kişilerin bu uygulamayı kullanmalarının veya kullanmak üzere elektronik/mobil cihazlarına yüklemelerinin soruşturma makamlarınca FETÖ/PDY ile olan ilgi bakımından bir belirti olarak değerlendirilebileceğini belirtmektedir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 112-116). Bu olgular ışığında başvurucunun anılan telefon hattı üzerinden ByLock programını kullanmış olabileceğine ilişkin şüphenin bulunduğu görülmektedir. Bu itibarla gözaltı tedbirinin uygulanması için gerekli olan suç şüphesini doğrulayan olguların bulunduğu sonucuna varılmıştır.
61. Öte yandan başvurucunun hâkim kararı olmadan gözaltına alındığı gözetildiğinde somut olayda suçüstü hâlinin veya gecikmesinde sakınca bulunan hâlin bulunup bulunmadığına da bakılmalıdır. Soruşturma makamları başvurucunun durumunu gecikmesinde sakınca bulunan hâl kapsamında değerlendirmiştir.
62. Başvurucunun yakalanmasına karar verilen silahlı terör örgütüne üye olma suçları Türk hukuk sistemi içinde ağır cezai yaptırımlar öngörülen suç tipleri arasında olup isnat edilen suça ilişkin olarak kanunda öngörülen cezanın ağırlığı kaçma şüphesine işaret eden durumlardan biridir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Hüseyin Burçak, B. No: 2014/474, 3/2/2016, § 61; Devran Duran [GK], B. No: 2014/10405, 25/5/2017, § 66). Ayrıca terör suçlarının soruşturulması kamu makamlarını ciddi zorluklarla karşı karşıya bıraktığından kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, adli makamlar ve güvenlik görevlilerinin -özellikle organize olanlar olmak üzere- suçlarla ve suçlulukla etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek biçimde yorumlanmamalıdır (Devran Duran, § 64). Dolayısıyla soruşturma konusu terör örgütünün özellikleri dikkate alındığında bu soruşturmaların diğer ceza soruşturmalarına göre çok daha zor ve karmaşık olduğu da ortadadır.
63. Soruşturma makamları gecikmesinde sakınca bulunan bir hâlin bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi konusunda Anayasa Mahkemesine göre daha iyi bir konumdadır. Hiç kuşkusuz soruşturma makamlarının bu değerlendirmeleri Anayasa Mahkemesinin denetimine tabidir. Somut olayda soruşturma makamlarının gecikmesinde sakınca bulunduğu yolunda ulaştığı kanaate müdahale edilmesini gerektirecek bir durum bulunmamaktadır. Dolayısıyla Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesinde yer alan güvencenin sağlandığı sonucuna ulaşılmıştır.
64. Ayrıca suç işlediği hakkında somut belirtinin bulunduğu tespit edilen başvurucunun yakalanmasının amacının bu suç şüphesine ilişkin soruşturma işlemlerinin yürütülmesini ve maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasını temin etmek olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Dolayısıyla başvurucunun gözaltına alınmasının anayasal açıdan meşru bir amaca dayanmadığı söylenemez.
65. Son olarak başvurucu hakkındaki yakalama tedbirinin ölçülü olup olmadığının da belirlenmesi gerekir. Başvurucunun eşi 4/11/2016 tarihli kolluk ifadesinde söz konusu hattın başvurucu tarafından kullanıldığını beyan etmiştir. Soruşturma makamları kollukta verilen bu beyan üzerinden başvurucunun ByLock programını kullandığını iddia etmiştir. Söz konusu beyan üzerinden yaklaşık bir yıllık bir süre geçtikten sonra başvurucunun gözaltına alınmasının neden gerekli olduğu somut olayın özelliklerinden anlaşılamamaktadır. Öte yandan başvurucu; gözaltı kararına itiraz dilekçesinde ve 3/11/2017 tarihinde kolluk görevlileriyle yaptığı (savcının haberdar edildiği) görüşmede emzirilme çağında olan bakıma muhtaç bir yaşında bebeğinin olduğunu, kocasının tutuklu olduğunu, bebeğini teslim edeceği bir kişinin bulunmadığını söylemesine rağmen başvurucunun bu özel durumu gözaltının ölçülülüğü bakımından dikkate alınmamıştır. Bu yönüyle de gözaltı işleminin ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır. Gözaltı tedbirine konu suçlama olağanüstü hâlin ilanına neden olan olguyla bağlantılı olsa da yukarıda belirtilen koşullarda uygulan bu tedbir olağanüstü halin gerektirdiği bir tedbir olarak görülmemiştir.
(2) Tutuklama Yönünden
66. Somut olayda gözaltı tedbirinin ölçülü olmadığı sonucuna varılmıştır. Gözaltı tedbiri kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahale oluşturması bakımından tutuklamaya göre daha hafif bir tedbirdir. Gözaltı tedbirinin ölçülü olmadığı bir durumda tutuklama tedbirinin de evleviyetle ölçülü olmadığı sonucuna varılması gerekir.
(3) Sonuç
67. Açıklanan gerekçelerle gözaltı ve tutuklama tedbiri yönünden başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
68. Somut olayda başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen esaslara aykırı bir işleme tabi tutulduğu sonucuna varıldığından Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası somut olayda uygulanabilir niteliktedir.
69. Ancak derece mahkemesi, başvurucuya Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen esaslara aykırı bir işleme tabi tutulduğu gerekçesiyle ve hukuka aykırı bu işlemlerin karşılığı olarak uygun bir tazminat ödememiştir. Derece mahkemesi tarafından hükmedilen tazminatın Anayasa Mahkemesinin benzer durumlarda verilmesine hükmettiği tazminat miktarıyla karşılaştırıldığında düşük olduğu anlaşılmıştır.
70. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 19. maddesinin -üçüncü fıkrasıyla bağlantılı olarak- dokuzuncu fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Diğer Şikâyetler Yönünden
71. Başvurucu ayrıca dijital materyallerine ölçüsüz bir şekilde el konulduğunu, suçlamalarla ilgileri olmadığı hâlde ablasının ve eniştesinin eşyalarına da el konulduğunu, elkoyma işleminin ölçüsüz bir biçimde gerçekleştirildiğini, dijital eşyalarının imajları alınıp iade edilmesi gerekirken ve bu eşyalarla ilgili somut bir suçlama bulunmamasına rağmen bunlara el konulmasının hukuka aykırı olduğunu, el konulan eşyaların defalarca talep etmesine ve elkoymaya konu davanın kesinleşmesine rağmen iade edilmediğini, eşyalara bu kadar uzun süre el konulmasının haksız bir uygulama teşkil ettiğini, el konulan telefonunu kullanamamasından ve yeni telefon almak zorunda kalmasından kaynaklanan zararın tazmin edilmesi gerektiğini, tüm bu hususlara ilişkin tazminat taleplerinin gerekçesiz bir şekilde reddedildiğini, değer kaybına ilişkin bilirkişi incelemesi yapılması talebinin kabul edilmediğini belirterek haberleşme hürriyetinin ve gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
72. Ne var ki somut olayda başvurucu sadece kendi dijital materyallerine el konulmasından değil eşinin, ablasının ve eniştesinin dijital materyallerine el konulmasından da şikâyetçi olmuştur. Başvurucunun kendisi dışındaki kişiler yönünden dile getirdiği şikâyetlerin incelenmesi mümkün değildir. Öte yandan söz konusu dijital materyallerin başvurucuya iade edildiği görülmektedir. Ayrıca başvurucu kendisi açısından el konulan materyallerin maddi değerine ilişkin herhangi bir açıklama yapmamıştır. Başvurucu, söz konusu eşyaların elinden çıkmasının mali durumuna ciddi anlamda zarar verdiği hususunda herhangi bir bilgi ve belge de sunmamıştır. Bu hususların yanı sıra başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği tespit edilerek somut başvurudaki temel hukuki mesele incelendiğinden bu şikâyetlere ilişkin ayrıca incelenme yapılmasına gerek olmadığı sonucuna varılmıştır.
C. Giderim Yönünden
73. Başvurucu yeniden yargılama yapılmasına hükmedilmesini talep etmiştir. Başvurucu ayrıca 10.000 TL maddi, 20.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
74. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin usul ve esaslar 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinde yer almaktadır.
75. Anayasa Mahkemesince yapılan inceleme sonucunda Anayasa'nın 19. maddesinin -üçüncü fıkrasıyla bağlantılı olarak- dokuzuncu fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Bu itibarla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Ancak Anayasa Mahkemesince gözaltı ve tutuklama işleminin hukuka aykırı olduğu yapılan değerlendirme sonucunda tespit edilmiş ve tazminatın yetersiz olmasından kaynaklı olarak ihlal sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla kararın ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere mahkemeye gönderilmesi hâlinde derece mahkemesinin yapacağı tek şey Anayasa Mahkemesinin benzer durumlarda verilmesine hükmettiği tazminat miktarını dikkate alarak daha yüksek bir tazminata hükmetmek olacaktır. Bu işlem için kararın yeniden yargılama yapmak üzere derece mahkemesine gönderilmesinde hukuki yarar bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
76. Somut olayda derece mahkemesi gözaltının ve tutuklamanın hukuka aykırılığını tespit etmemiş ise de hükmedilen tazminat gözaltı ve tutuklama tedbirine karşılık olarak verildiğinden bu husususun manevi tazminatın belirlenmesinde dikkate alınması gerekir. Bu nedenle başvurucuya 15.000 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
77. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Gözaltının ve tutuklamanın hukuka aykırı olmasına rağmen ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinin -üçüncü fıkrasıyla bağlantılı olarak- dokuzuncu fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Diğer şikâyetlerin ayrıca incelenmesine GEREK OLMADIĞINA,
D. Başvurucuya 15.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin bilgi için Batman 1. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2020/97, K.2020/235) GÖNDERİLMESİNE,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 13/4/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.