Bu yazıyı kaleme alma sebebim, okuduğum son kitabın beni derinden etkilemesinden kaynaklı. Cal Newport'un herkese tavsiye edeceğim "PÜR DİKKAT" adlı kitabı, alanında çığır açacak seviyede bir yapıt.
Kitabı okuyup bitirdikten sonra aklımda canlanan tek şey sosyal medyadan bir an evvel kurtulmam gerektiği idi. Yazdıklarım herkes için geçerli ya da doğru olmayabilir, hayat felsefelerimiz ya da hayattan beklentilerimiz hepimizin farklı olabilir ama nihai sonuçta aslında içimizdeki sosyal medya kaygısı ve çıkmazlığı aynı.
Şu an yapılan son ankete göre Türkiye'de akıllı telefon kullanım oranı %84. Yani her on kişiden sekizi akıllı telefon kullanıcısı. 80 milyonluk nüfusun 48 milyonu sosyal medyanın en revaçta olanlarından facebook, twitter ya da instagram kullanıcısı. Rakamlar dehşet verici. Bu denli büyük rakamlar mükemmel bir teknoloji kullanıcısı olduğumuz anlamına gelmiyor elbette.
Tüm bu istatistiki rakamlar aslında işin vahim boyutunu açıklamaya yeterde artar bile. Ama ben bu sefer tümdengelim (bütünden parçaya gitme) uygulamaya kararlıyım. Resmin büyük boyutunun birey üzerindeki etkisini analiz etmeye çalışıp çözüm önerileri sunmaya çalışacağım.
Günlük hayatta akıllı telefonları elimize ne sıklıkta aldığımızı düşünelim. Nerelerde, hangi zamanlarda daha sık kullandığımızı, bilgi kirliliğinin içine nasıl hapsolduğumuzu, gördüğümüz resimler, videolar ile iç dünyamızı ne gibi beklentiler içine soktuğumuzu, ne gibi hırslar ve ihtiraslar sarmalı içine düştüğümüzü belirleyelim. Etrafımızdaki insanlardan geri kalma korkusu, bilememe, mahcup olma, konuşamama, kendini ifade edememe kâbusu. Bir de egomuzu üst noktaya çıkaran sanal anlamda çok bilgili olduğumuzu hissettirme halimiz var ki tamamen perişanlık. Ben buna “Sosyal Medya Ukalalığı” diyorum. Sosyal medyada birden fazla bilgiyi derleyip kendi fikrinmiş gibi sunma yetisi!
Tüm hayatı içinde iki kelimeyi bir araya getiremeyen, her türlü siyasi, sosyolojik ve psikolojik ilmi bilgiden yoksun insanımsı türler, sosyal medya sayesinde bir anda hatip kesilebilirler maalesef. Kolay ve hap bilginin doğru bilgi olmadığını, olayların ve olguların sebep sonuç ilişkisi içerisinde kendine münhasır bir örgüsel ağ denkleminde değerlendirilmesi gerektiğini bilmeyen bu homosapienler etrafımızda gittikçe çoğalmakta ne yazıkki…
Bir de sosyal medyadaki takipçi ve beğeni sayısına endeksli hayatlarımız var. Olmazsa olmazlarımız. Sayının çoğaldığını gördükçe kendimizi iyi hissettiğimiz, sayının düştüğünü ya da istediğimiz seviyede olmadığını gördükçe çakramızın sönükleştiği, kendimizi berbat hissettiğimiz zamanlar.
Mesela sosyal medyayı kullanan 50 yaş üstü grubun, paylaştığı her resmin altına yapılan yorumlara, üşenmeden tek tek teşekkür ettiği bir ülkede yaşıyoruz biz. Farklı bir açıdan bakıldığında nezaket açısından yapılan davranış üst seviyede görülse de “Y” kuşağına göre amelelik! Gençler arasında sosyal medya kullanımı bir yarış değil, sadece kullanmamak ayıp gibi algılanıyor, ama yaşlı kesim arasında artık sosyal medya kullanımı bir yarış, hatta hava atma meselesi. Mesela annelerimizin yaptığı günlerde, bir taraftan kısır yerken bir taraftan da instagramı takip etmek bir meziyet. Günlerde toplu resim çekinip te facebookta "Bugün Adalet hanımlarda gündeyiz" ya da "Bugün de böyle olsun istedik " vari paylaşımlar rekor kırıyor. Ulan arkadaş gerçekler evde akşam yapacağın kuru fasulye, paylaşımların portakal soslu Macar ördeği!
Mesela hüzünlerimiz , sevinçlerimiz, öfkelerimiz, başarılarımız, yalnızlıklarımız ya da kalabalıklarımız hep sanal oldu! Dostluklarımız, arkadaşlıklarımız hep yüzeysel. Paylaşımlarımız hep öylesine.
Ben senden daha çok biliyorum güdüsü, resmen içimizi kemiriyor farkında değiliz. Artık herkes siyasetçi, futbol yorumcusu, modacı, avukat ve doktor!
Mesleklerin bile itibarı kalmadığı bir dönemden geçiyoruz! Aslında kendimizi eritiyoruz, bitiriyoruz, ruhsal çöküntü içindeyiz, bağımlıyız!
Tıpkı bir eroinman gibi akıllı telefonumuzu elimizde, yastığımızın altında göremeyince bir eksiklik hissediyoruz. Ara ara face, twitera, instagrama girip bakma gereği hissediyoruz. Mesela resmi bir kurumda ayakta sıra beklerken, gayri ihtiyari elimize alıp parmağımızla aşağı yukarı kaydırmalar yapıyoruz. Toplu sohbetlerde " Aaaa haberin yok mu senin? " gibilerinden karşımızdakini küçümser hale geliyoruz. Haberi olmamasını ayıplıyor, haberimiz olduğu için göğsümüzü kabartıyoruz. Ölümleri, doğumları, evlenmeleri buradan takip ediyoruz. Akıllı telefonu bizden akıllı zannettiğimizden internet biraz yavaşladığı zaman sinirleniyoruz. Ev de ütüyü açık bıraksak sekizinci kata çıkmaya üşeniyoruz ama , telefonu unuttuğumuzda merdivenleri üçer üçer tırmanıyoruz.
Ne oldu böyle bize? Hiç sorgulamıyoruz artık! Bu soruyu kendimize sormaktan korkar olduk. Çünkü sorduğumuzda vereceğimiz cevap bizi üzecek farkındayız. Elimizdeki en değerli oyuncağı kaybetmek isteniyoruz. İrademize, nefsimize söz geçiremiyoruz. Onsuz olmayı hayal bile edemiyoruz.
Avuçlarımız arasına kitap almayı unuttuk. Edebiyat dergileri yaşatılmaya çalışılıyor umrumuzda değil. Sohbetlerimiz yapay, geçiştirmelik. Dostluklarımız kırılgan gevrek bir erik dalı gibi.
Mutsusuz farkında mısınız?
Birilerinin bizi geçeceğinden, içinde olduğumuz teknoloji yarışını kaybedeceğimizden kaygılıyız. Bu kaygı bizi ümitsizliğe ve mutsuzluğa sevkediyor.
Biz yavaş yavaş ölüyoruz haberiniz olsun!
NE YAPMALIYIZ?
Bu soruya cevap verebilmek için öncelikle şu soruyu cevaplamalıyız.
Hayattan ne bekliyoruz ve bu dünyadaki amacımız ne?
Hepimizin farklı amaçları ve beklentileri var elbette. O halde herkes kendi hedefleri doğrultusunda bu illetten kurtulacak.
Öncelikle fayda - zarar maliyet analizi yapmamız gerek.
Örneğin ben aileme, çocuklarıma ve torunlarıma daha fazla zaman ayırmak istiyorum. Temel amacım bu.
Bu amacımı gerçekleştirmem de, sosyal medyanın bana faydası ve zararı ne?
Eğer zararı faydasından çoksa atın gitsin şu lanet olası şeyi çöpe. Eğer faydası varsa ( -ki zannetmiyorum) o zaman kullanmaya devam edin. Gelin daha somutlaştıralım durumu.
Örneğin 50 yaş üzeri torun sahibi bir insansınız. Torununuz doğal olarak sizinle iletişime geçmek, size dokunmak, sizinle göz teması kurmak, oyun oynamak istiyor. Yani onun hayal dünyasına ortak olmanızı arzuluyor. Siz de ona eşlik etmek istiyorsunuz. Odasına gidiyorsunuz ve telefonunuz eşofmanınızın cebinde. Tam oyuna başladınız cebenizde bir titreşim. Facebook’tan bir bildirim aldınız. Umursamıyo gibi gözüküyorsunuz ama içiniz içinizi yiyor. Şu an orda, o ortamda fiziken bulunuyorsunuz ama gözünüz başka yere odaklandı, ruhunuz orda değil ve aklınız telefonda. Meraktan duramıyorsunuz, eliniz cebinize gidiyor ve bingo! YENİLDİNİZ! Artık çocukla olan paylaşım sona erdi. Torununuz sizi izliyor. Hadi ama devam edelim diyor. Ama siz iki elinizle sıkı sıkıya kavradığınız aşkınızın üzerinde parmaklarınızı gezdirerek yüzünüzdeki tebessümle paylaşımlarınızı kimin beğendini izliyorsunuz. Geçmiş olsun efendim. Bu mendebur illet bu yüzden zararlı işte.
Başka bir örnek üzerinden yola çıkalım. Yoğun bir iş programınız, yetiştirmeniz gereken projeler, derinleşilmesi gereken çalışmalarınız var. Bir çok okumalar yapmalı, interneti taramalı, bilimsel gerçekliklere yoğunlaşarak ödevleriniz yerine getirmelisiniz. Laptop önünüzde, kitaplar dağ gibi yığılmış masanın bir kenarında, ortalık sessiz ve birden twitter daki paylaşımınız retweet oldu, yanında da kırmızı kalp cabası. Yüreğinizin kenarından akan o ince dopamin sıvısı sizi erekte etmeye başladı bile. Zaman ellerinizin arasından akıp gidiyor uyumayın. Planladığınız hiçbir şeyi zamanında gerçekleştiremiyorsunuz. Olmuyor. Başa çıkamıyorsunuz bu bağımlılıkla. Yakında “Sosyal Medya Bağımlılığından Kurtulma ve Rehabilite Olma Merkezleri” açılacak haberiniz olsun.
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Bu kahrolası durumdan kurtulmak için ciddi ciddi kafa yormak gerek.
Çare olabilirse hepten ve yekten şu akıllı telefonları ortadan kaldırıp anam babam usulü telefonlara geçebiliriz mesela. Biliyorum kabus gibi geliyor, kulakları tırmalıyor bu düşünce ama belki de bir seçenek.
Vazgeçemedik elimizdeki akıllı telefondan diyelim. Benimde yeni denemeye başladığım bir kaç yöntemden bahsetmek istiyorum.
Yukarıdaki resimde de görüldüğü gibi sosyal medya ikonlarını tek bir kutucuk içerisine toplamak. Ben buna “Sosyal Medyayı Hapsetme” diyorum. Kutunun içerisine soktuğum aplikasyonlar ama cezalandırdığım kişi kendim aslında.
Bir insan kendine bazen cezalar verebilmeli. Kendine kızdığında, yapmaması, söylememesi gereken şeyleri yaptığında en sevdiği şeylerden mahrum bırakabilmeli kendini. Mesela sigara bağımlısı bir birey, insanlara karşı olan iyi niyet ve sadakâtının bedelini ağır ödüyorsa bir hafta sigara içmeme cezası verebilmeli kendine.
Tek bir kutu içerisine yerleştirdiğimiz sosyal medya aplikasyonları, hem telefonları elimize aldığımızda şak diye gözümüzün önünde belirmiyor hem de kendimize kaç gün sosyal medyaya girmeme taahhüdü verdiysek infazımızı yerine getiriyoruz.
Bir başka çözüm ise sosyal medyayı telefonumuzdan tamamen kaldırmak. Sıkıyorsa bunu da denemek serbest. Belki de ilk bir hafta telefonumuzu elimize aldığımızda biz ona o bize aval aval bakacağız. Canımız sıkılacak, yapacak bir şey, konuşacak iki kelam bulamayacağız belki de ama emin olun bir müddet sonra bu duruma da alışacağız. Alışırız, yapabiliriz, başarabiliriz. Bundan yaklaşık çok değil beş sene önceki eski bize tekrar kavuşabiliriz. Hayal değil bu sadece kararlı olma meselesi…