Bu yazımızda; kavga ettiği insanlar tarafından kovalanan ve kovalayan şahıslardan birisi tarafından trafiğe açık yolda çelme takılarak yere düşürülen maktule, bu olayla ilgisi olmayan bir başka şahsın aracı ile çarpması sonucu kişinin hayatını kaybettiği olayda, araç sürücüsünün, kovalayıp çelme takanın ile bu faille birlikte diğer kovalayanların ve yine o sırada olay yerinden geçen ve birisinin kovalandığını görerek yardım etmek isteyen bir başka şahsa yine aynı aracın çarpmasından kaynaklanan ceza sorumlulukları değerlendirilecektir.
Belirtmeliyiz ki; her somut olayda toplanan delillere ve şartları göre farklı değerlendirmelere ve sonuçlara varılması mümkün olup, burada farklı bakış açılarından doğrudan kastın, özellikle olası kast ve bilinçli taksir karşılaştırması çerçevesinde, adi taksir ile kaza ve tesadüften kaynaklanan kusurluluğu ve dolayısıyla ceza sorumluluğunu kaldıran hal incelemeleri yapılmıştır.
1- Değerlendirmemiz
Yolun iki şeritli olduğu, yolun en sağında araçların parkına uygun bir park cebi olduğu, orta refüjde yeşilliklerin yer aldığı, orta refüjün diğer tarafında karşı şeridin bulunduğu, çarpmanın gerçekleştiği güzergahtaki bir şeritte araçların park halinde olduğu, eğlence mekanında başlayan ve devamında sokağa taşan bir arbede olduğu, kavga esnasında faillerden kaçan şahsın kovalayan şahısları korkutmak amacıyla elinde bulunan bir cismi savurduğu, kavganın devamında kavgadan kaçmaya çalışan şahsın dört kişi tarafından kovalandığı, kovalamanın araç yoluna doğru gerçekleştiği, kavgadan kaçmaya çalışan şahsa kovalayan şahıslardan birisinin çelme taktığı, orta refüjde bulunan diğer bir şahsın ise kavgadan kaçan kişiye yardım etmek amacıyla yola indiği, çelme takılan ve ileri savrularak yere düşen şahsın, o sırada ikinci şeritten hızla gelen aracın altında kaldığı, orta refüjden yola inen diğer şahsın ise çarpmanın etkisi ile savrulduğu görülmektedir.
Olası kast ve bilinçli taksir ayırımını, daha önce kaleme aldığımız; “Olası Kast ile Bilinçli Taksir Kesişmeleri[1]”, “Doğrudan Kast, Olası Kast ve Bilinçli Taksir Tartışması[2]”, “Olası Kast ve Bilinçli Taksir[3]”, “Bilinçli Taksirin Koşulu Olarak Neticenin Gerçekleşmeyeceğine Duyulan Güven[4]” “İki Örnek Olay Doğrultusunda Olası Kast Bilinçli Taksir Değerlendirmesi[5]” başlıklı yazılarımızda detaylı şekilde açıklamıştık.
Burada kısaca değinmek gerekirse; olası kast, fiilin neticesinin öngörülmesine rağmen olursa olsun düşüncesiyle suçun işlenmesini ve gerçekleşmesi öngörülen neticenin kabullenilmesini ifade eder. Bilinçli taksir ise, suçun öngörülen neticesinin gerçekleşmeyeceğine duyulan güvenle işlenmesini, gerçekleşmesi öngörülen neticenin gerçekleşmesinin istenilmemesini ifade eder. Hakimin bilinçli taksiri tespit edebilmesi için, failin neticenin gerçekleşmeyeceğine dair güven veya inancının bulunmadığının somut olaya uygun olması ve failin somut olayın şartlarına karşı kabul edilebilir bir bilgisizliğinin bulunduğuna dair verilerin bulunması gerekir.
Somut olay çelme takan kişi bakımından değerlendirildiğinde, çelme takma hareketinin araç yolunun üzerinde gerçekleştiği görülmektedir. Kaçan şahıs, kovalanmakta iken araç yoluna çıkmış, kendisine çelme takılması suretiyle yere düşmüştür. Çelme takan şahsın hareketinin suç teşkil edip etmediği incelemesi yapılırken, suçta manevi unsurun ne olduğuna bakılmalıdır. Failin sonucun gerçekleşmesi öncesinde hareketleri, kendisinden kaçan şahsı yakalamaya dönük olabilir. Dolayısıyla, çelme takan kişi bakımından manevi unsur değerlendirmesi; basit taksir, bilinçli taksir, olası kast ve doğrudan kast üzerinden ayrı ayrı yapılacaktır.
Basit taksirin, yani dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla neticenin öngörülmeyerek suçun işlendiğinin kabul edilmesi için, çelme takma hareketi ile ölüm neticesinin gerçekleşmesine yönelik failin bir öngörüsünün olmadığı kabul edilecektir. Çelme takan şahsın, araç yolu üzerinde yakalamak amacıyla kovaladığı bir kimseye, yol üzerinde seyretmekte olan bir arabanın çarpması ihtimalini öngörmemesi mümkün görünmemektedir. Ek olarak; kovalayan şahıslar, kavganın başladığı ve çarpmanın gerçekleştiği yola yakın yerde bulunan bir işletmenin çalışanları veya o yerde oturanlar veya o yeri bilen şahıslardan olup olmadığına dahi bakılmaksızın, sadece o an orada bulunup trafiğe açık ve sürekli taşıtların geçtiği düşünüldüğünde, kovalayan şahısların olayın gerçekleştiği araç yolunda seyreden trafik akışını öngörmemeleri düşünülemez.
İlgili hareketin bilinçli taksirle işlendiğinin kabulü ise; hareketin istenmeyen neticeye yol açabileceğini öngörmesine karşın, neticeye yol açmayacağı inancıyla hareket etmesi halinde sözkonusu olabilir. Öngörülebilir neticeden anlaşılması gereken; failin isteyerek yaptığı hareketin neden olabileceği tüm neticeler olup, gerçekleşen neticenin bütün özellikleri ile öngörülmesi aranmaz[6]. Çelmenin trafiğe açık yol üzerinde takıldığı dikkate alındığında; çelme takan şahsın, genel olarak gerçekleşme ihtimali olan neticeleri öngördüğü söylenebilir.
Bilinçli taksirin mevcut olduğu kabulü için gerekli olan ikinci unsur, öngörülen neticenin istenmemiş olmasıdır. Bunun tespitinde; failin iç dünyasına ilişkin inceleme, kritik öneme sahip olacaktır. Her somut olayda ortaya koyulan delillerin dikkatle incelenerek failin neticeyi isteyeceği bir durumun olup olmadığı değerlendirilmelidir. Çelme takma hareketi ile sonlanan kavganın temeli bir başka yerde başlamış olabilir. Kavganın sebebi, kavga sırasında söylenen sözlerin öldürme tehdidi boyutuna varıp varmadığı, kovalamanın ne kadar süre ve ne yoğunlukta sürdüğü gibi hususlar değerlendirilerek failin öldürme isteğine ilişkin iç dünyası tespit edilebilir. Netice bakımından failin isteğinin öldürmeye yönelik olmadığının kabul edilmesi halinde; öngördüğü neticeye istemeyerek sebep olduğundan bahisle faili bilinçli taksir suretiyle öldürme suçundan cezalandırmak gerekecektir.
Bilinçli taksir suretiyle suçun işlendiği kabulü bakımından söylenmesi gereken bir diğer husus, failin öngördüğü ancak istemediği neticenin gerçekleşmeyeceğine yönelik inanç ve kanaatle hareket etmesi veya gerçekleşmemesi için çaba göstermesidir. Doktrinde, failin çaba göstermesi ibaresinin bilinçli taksir tanımı içerisinde yer alması gerektiği ileri sürülmektedir[7]. Kanaatimizce; neticenin öngörülmekle birlikte istenmemesi, failin neticenin gerçekleşmemesine yönelik bir çaba hareketi içerisine girmesi veya bu çabaya girişmesine gerek duymaksızın neticenin gerçekleşmeyeceğine yönelik inanç ve kanaatte olması hususları ile tamamlanmaktadır. Kovalayıp maktule çelme takanın, hakkında bilgi ve görgü sahibi olduğu yol üzerinde gerçekleşebilecek neticeye yönelik öngörüsünün olduğu anlaşılmakta olup, istemediği neticenin gerçekleşmemesi için çaba gösterdiği veya çaba göstermeye gerek duymaksızın neticenin gerçekleşmeyeceğine ilişkin inanç ve kanaatte olduğu söylenemeyecektir. Bu unsur gözetildiğinde failin, bilinçli taksir düzeyinde kusuru olduğunun söylenmesi zorlaşacaktır. Failin şahısla arasında geçen kavganın yalnızca bir atışma düzeyinde olduğuna ve kavga ettiği şahsı kovalayıp yakalamak amacıyla çelme taktığına, dolayısıyla öldürme bakımından bir kayıtsızlık veya olursa olsun halinin olamayacağına, yolun trafik akışına ilişkin görgüsünün hızla seyretmekte olan bir aracın şahsa çarpmayacağına ilişkin inancını kuvvetlendirecek şekilde olduğuna, failin de araç yoluna çıkarken, kendisinin ve arkadaşlarının can güvenliğini tehlikeye sokacak şekilde bir aracın kendilerine doğru gelip gelmediğini kontrol etme ihtiyacı hissetmemesinin, neticenin gerçekleşmeyeceğine yönelik inancını gösterdiğine ilişkin tartışmaların yapılarak, neticeye yönelik bir isteğin veya kayıtsızlığın olup olmadığı incelenebilecektir. Elbette bilinçli taksirin öngörmeye rağmen istememe unsurunun somut olaya uygun düşüp düşmediği, somut olayın tüm özelliklerinden ve toplanan delillerden tayin edilecektir.
Olası, yani muhtemel kastın somut olaya uygulanmasını inceleyecek olursak, failin neticeyi öngörmesine karşın kayıtsız kalarak fiili gerçekleştirip gerçekleştirmediğine bakılmalıdır. Failin neticeyi öngördüğüne ilişkin kanaatimizi açıklayan değerlendirme burada karşılık bulabilir. Failin araç yoluna ilişkin bilgi ve görgüsü bulunduğunda, yani yolun fiziki koşullarının araçların hızlı seyretmesine elverişli olduğu görüldüğünde; kaçmakta olan şahsın araç yoluna çıktığı anda failin neticeyi öngördüğü, buna rağmen şahsı kovalamaya devam ettiği, şahıs park halinde olan araçların arasından trafik akışının gerçekleştiği kısma doğru çıkmakta iken, arkadan gelen failin çelme takması ile şahsın ileri savrulduğu ve neticenin gerçekleştiği, failin neticenin gerçekleşmesinden sonraki hareketleri gözönüne alındığında aracın gelişine ilişkin bir şaşkınlık yaşamayıp, o anki ruh haliyle kısa bir süre durduktan sonra olay yerinden uzaklaştığı görüldüğünden, bu hususlar netice bakımından bir kayıtsızlığın ve olursa olsun anlayışının bulunduğu düşüncesini güçlendirebilir. Elbette burada olası kast değerlendirmesi yapılırken, olayı bir bütün olarak değerlendirmek, başlangıcı ile sonucunu birlikte ele alıp kastın veya taksirin varlığını tartışmak gerekir.
Olası kastla işlenen suçlar teşebbüse müsait olmadığından, fail gerçekleşen netice kadar sorumlu tutulacaktır. Somut olayda; failde öldürmeye dönük olası kast varsa, ölüm sonucu gerçekleştiğinden, olası kastla insan öldürme suçundan ceza sorumluluğu gündeme gelecektir.
Yeri gelmişken belirtmeliyiz ki; bize göre kastın olası veya muhtemeli olmaz, suçun hareket ve netice kısımlarına dönük failde bilme isteme iradesi ya vardır ya yoktur, bilhassa bilinçli, yani şuurlu taksirle karıştırılmaya son derece müsait olası kastın, taksir derecesinde sübjektif sorumluluğun ağır hali olarak ele alınması, bu yönde yasal düzenleme yapılması ve gayrimuayyen kast olarak tanımladığımız, failin açıkça öldürmeye dönük, ancak mağduru belli olmayan kastına değer verilmesi isabetli olacaktır. Örneğin; öldürmeye dönük toplu halde insanların bulunduğu yere doğru ateş etme, bomba koyma veya araçla hedef belirtilmeksizin toplu halde bulunan veya yürüyen insanlara çarpma. Tüm bu hallerde; ortada elverişli vasıtanın bulunduğu, kastın öldürmeye dönük olduğu ve gerçekleşen netice kadar failin ceza sorumluluğunun olacağı ve yine teşebbüsün gündeme gelebileceği, suça iştirakin de mümkün olabileceği düşünülmelidir.
Somut olay bakımından doğrudan kastın uygulanması ise, ancak yargılama aşamasında failin öldürme neticesi bakımından bilme ve isteme unsurlarının tayinini kuvvetlendirecek delillerin elde edilmesi ile gündeme gelebilir. Kavganın öldürme kastının varlığına elverişli olup olmadığı, somut olayda ölüm tehdidinin bulunup bulunmadığı, maktulün ölmemek veya öldürücü bir yara almamak için kaçıp kaçmadığı, aracın gelmekte olduğunu failin fark edip etmediği, buna rağmen maktulü kovalayıp kovalamadığı, somut olayda yapılacak incelemede ortaya çıkan delillere göre değerlendirmeli ve buna göre doğrudan kastın olup olmadığı anlaşılmalıdır.
Maktulü kovalayan diğer şahısların iştirak statüsü bakımından değerlendirildiğinde; tek bir kişinin bir başka şahsı kovalaması ile beş kişinin grup halinde bir başka şahsı kovalaması durumu, kovalanan şahıs üzerinde aynı etkiye yol açmayabilir. Örneğin; bir kişi ile kavga eden maktul kaçmazken, bu kişinin elinde silah varsa kaçabilir veya kavga ettiği kişi sayısı birden fazla ise yine korkup kaçabilir. Somut olayda kaçan kişi, birden fazla kişi tarafından kovalanıyor olmanın üzerinde oluşturduğu korku ile kaçmış olabilir. Çelme takan kişinin elinde silah niteliğinde bir aletle şahsı kovalaması durumu sözkonusu olsa idi; şahsın üzerinde oluşturulan korkunun sebebinin silah olduğu ifade edilip, diğer kovalayan şahısların hareketleri ile netice arasında illiyet bağının kopacağı ileri sürülebilirdi. Ancak şahsın kaçma sebebi, birçok kişi tarafından kovalanıyor olmaktan kaynaklanabilir. Bu durumda; çelme takmayan, ancak kovalama fiiline iştirak eden şahısların ölüm neticesine katkısının ne derecede olduğuna ilişkin kusur sorumluluğu önem kazanmaktadır. Bu bakımdan; mağduru kovalayan diğer faillerin, neticeyi öngörüp öngörmediklerine bakılmalıdır.
Kovalayan ama çelme takmayan diğer kişilerin, mağduru yakalamak amacıyla hareket ettikleri anlaşılmaktadır. Esasen çelme takan şahsın da amacı bu yönde olduğu düşünülmekte olup, onun durumu bakımından farklılık oluşturan hususları yukarıda açıklamıştık. Bu hususlar; kovalayan diğer failler bakımından geçerli olmayıp, yakalama amacına uygun ve bu amaç doğrultusunda tamamlanan hareketler icra etmektedir. Ne var ki mağdurun yola çıkması ile netice gerçekleştiğinden, diğer şahısların da bunu öngörmelerinin beklenmesinin gerekeceği söylenebilir. Her ne kadar mağdur yola çıktığında ileri savrulmasına sebep olan çelme hareketini gerçekleştirmemiş olsalar da, maktulün araç yoluna çıktığı görülebilmekte ve yolun niteliği bakımından yukarıda yapılan açıklamalar bu failler bakımından da geçerliliğini koruyabilmektedir. Dolayısıyla; diğer kovalayan şahısların mağduru yakalama amacıyla kovaladığı, mağdurun yola çıkması ile birlikte kendisine araba çarpma neticesinin öngörülebilir hale geldiği, buna karşın diğer şahısların çelme takan kişinin arkasında olacak şekilde kovalamaya devam ettiği, ancak öngörülebilir ve önlenebilir hale gelen neticenin bu şahıslar tarafından öngörülmediğinin anlaşıldığı, nitekim aralarında belli bir mesafenin olduğu ve mağdurun yola çıktığının tam olarak idrak edilmesi ile neticenin öngörülmesinin mümkün görünmediği, yola çıktığını tam olarak idrak edip neticeye yönelik öngörüye rağmen çelme takan kişinin bir başkası olduğu anlaşılmaktadır.
Ayrıca; çelme takılmasaydı, araba çarpmazdı değerlendirilmesinde bulunmanın mümkün olup olmadığı da incelenmelidir. Çünkü çelme takılmasaydı, araba çarpmazdı düşüncesi kabul edilebiliyorsa, diğer kovalayanlar ile ölüm neticesi arasında illiyet bağının koptuğu söylenebilecektir. Ancak bu kabul mümkün değilse, kovalayan diğer faillerin basit taksir düzeyinde sorumluluğu olduğu söylenebilir.
Şayet bu neticeyi somut olayda diğer kovalayanların da öngördüğü veya öngörmesi gerektiği söylenebilirse, bilinçli taksir düzeyinde sorumluluğun doğup doğmayacağı tartışılır hale gelebilir. Kovalayan diğer şahısların araba çarpması neticesini öngörmedikleri anlaşılırsa, diğer şahısların basit taksir düzeyinde sorumlu tutulmaları gündeme gelebilecektir. Kavga veya kovalama fiilleri yönünden birden fazla şahsın birlikte ve iştirak iradesi ile hareket ettikleri, suç işleme kastı ve sonuca ulaşma veya olursa olsun anlamına gelebilecek bir fikri birleşmenin somut olayda olup olmadığına yönelik tartışma ve değerlendirme, olası kasta iştirakin mümkün olup olmayacağı tartışılarak, her bir fail bakımından ayrı ayrı somut olayın özelliklerine göre yapılmalıdır.
Her ne kadar bir olayda ölüm neticesi gerçekleşmişse de, kovalayan diğer şahısların iradesi maktulün ölmesinden ziyade yakalanmasına yönelikse, ölüm sonucundan doğrudan veya olası kast nedeniyle sorumlu tutulmayacaklar, bu sorumluluk değerlendirmesi kovalayıp, maktule çelmeyi takan şahıs bakımından tartışılacak, fakat ölüm sonucu ile her bir failin taksirli hareketi arasında sebep sonuç ilişkisi olup olmadığına bakılarak, TCK m.22/4-5 uyarınca bireysel ceza sorumluluğunun tespiti yoluna gidilecektir.
Olay maktule çarpan araç sürücüsü bakımından değerlendirildiğinde; ilk bakışta, çelme takılması sonucu arabanın altında kalarak hayatını kaybeden şahıs bakımından sorumluluğunun bulunmadığı düşülmelidir. Çarpmanın gerçekleştiği yol iki şeritli olmasına rağmen, yolun bir şeridinde park halinde araçların bulunduğu, kavganın gerçekleştiği yerine önüne park edilen bu araçların çarpmaya neden olan araç sürücüsünün görüş alanını kapattığı ve aracın sürücüsü o sırada trafik kurallarına uygun hızda ve dikkatte aracını kullanmakta ise, öngörülmesi ve önlenmesi mümkün olmayan sonuçtan sorumlu tutulamayacaktır. Kavga eden şahısların park edilen araçların önünden yola atlaması sebebiyle sürücünün yere düşen şahsı son anda görmesi kusurluluğu kaldıran nedenlerden birisi olan “kaza ve tesadüf” kapsamına girmektedir.
Bu olayın meydana gelmesinde hukuka aykırı şekilde park etmiş araçların etkisi varsa, elbette bunların da taksirden kaynaklanan sübjektif sorumluluklarının olup olmadığı değerlendirilmelidir. Elbette usule aykırı park etmiş aracın sahibi veya kullananı böyle bir ölüm olayının meydana geleceğini öngöremez, fakat öngörülemeyecek bu neticenin gerçekleşmesine taksirli hareketi ile sebebiyet vermişse de, hakkında TCK m.22/4-5’e göre değerlendirme yapılmalıdır. Bu durumda; o yolda maktulün koştuğu yerde yaya geçidinin olup olmadığı, yolun karşısına geçilip geçilemeyeceği, hem araç sürücüsünün ve hem de park etmiş araç sürücülerinin ceza sorumluluklarının takdir ve değerlendirmesinde dikkate alınmalıdır.
Belirtmeliyiz ki; önleme imkanı dışında maddi şartların sonucu olan ve hiç kimse tarafından öngörülemeyecek sonucun gerçekleşmesi halinde kaza ve tesadüfün varlığı kabul edilir[8]. Doktrinde bazı görüşler; kaza ve tesadüfün nedensellik bağını ortadan kaldırdığını ileri sürerken; karşı görüşte olan yazarlar nedensellik bağının maddi unsurla ilgili olduğunu, bu hususun ise maddi unsur gerçekleştikten sonra, failin sebebiyet verdiği sonuçlardan sorumlu tutulup tutulmaması ile ilgili olduğunu, bu sebeple kaza ve tesadüfün kusuru kaldıran nedenlerden biri olarak kabul edilmesini savunmaktadırlar[9].
Kaza ve tesadüf halini, öngörülmesi ve önlenmesi mümkün olmayan bir sonuç olarak tanımlamak gerekir. Bu öngörülmesi ve önlenmesi mümkün olmayan durumun gerçekleşmesi bakımından, tabii olaylar kaza ve tesadüf niteliğinde sayılmaz. Kaza ve tesadüften bahsedebilmek için bir insan hareketi gerekmektedir. Kaza ve tesadüf niteliğinde bir olay yaşandığında, sonucun öngörülebilir olup olmadığına bakılır. Sonuç öngörülebilir olduğu takdirde, kaza ve tesadüf hali olduğu söylenemez; sonuç öngörülebilir değil ise, bu sonuca engel olma imkanının bulunup bulunmadığı araştırılır ve failin durumuna ve malik olduğu araçlara göre gerçekte öngörülmüş olsa bile, belirli bir sonucun gerçekleşmesine engel olma imkanının bulunmaması hallerinde, yine kaza ve tesadüfün bulunduğu sonucuna varılır[10]. Belirtmeliyiz ki; kaza ve tesadüften kaynaklanan nedenle ceza sorumluluğunun olmayacağı ve manevi unsurun oluşmayacağı genel kabul görmekte ise de, buna ilişkin yasal bir düzenlemenin olmadığı, ancak bu sonuca işin doğası gereği varıldığı, kişinin özgür iradesi ile ulaşmadığı ve elinde olmayan, iradesi dışında nedenlerden kaynaklanan sebeple suça konu olabilecek netice gerçekleşmişse, bu durumda “şahsi kusur sorumluluğu” ilkesi gereğince faile kusur atfedilemeyeceği ve ceza sorumluluğu yüklenemeyeceği değerlendirilmelidir.
Bir an için; kamera kayıtlarındaki görüntüden yola çıkarak failin aracını kullandığı yolda trafik kurallarını ihlal ettiği, cadde üzerinde belirlenen hız sınırından daha yüksek bir hızla seyrettiği düşünülecek olursa; ölen şahsın ve kovalayan şahısların yolun diğer şeridine park edilmiş araçların önünden hızla yola atlaması sebebiyle neticenin araç sürücüsü bakımından öngörülebilir olmadığı, öngörülebilir olduğu düşünülse dahi ölen ve kovalayan şahısların yola atlama anı ile sürücünün aracı durdurabilmesi arasındaki mesafenin imkansızlığı sözkonusu olduğundan, neticenin gerçekleşmesini önleme imkanı bulunmadığı dikkate alınmalıdır. Bu durumda kaza ve tesadüf halinin bulunduğu, araç sürücüsünün kusurunu ortadan kaldıran halin mevcut olduğu kabul edilebilir.
Orta refüjden yola çıkan kişiye karşı araç sürücüsünün sorumluluğunun incelenmesi halinde; aracın hızının belirlenebilir olmadığı durumda, ancak karşı şeritten giden araçların hızına bakılarak çarpan aracın süratinin tespit edildiği, buna göre de araç hızının yüksek olduğu, ancak caddenin uzun ve geniş olup, trafiğin o an yoğun olmadığı, araç sürücüsünün karşısına maktulün bir anda çıktığının söylendiği durumda, orta refüjden inen şahıs bakımından, araç orta refüjde bulunan bu şahsı görmesine engel olacak bir durumun bulunmadığı, yolda bulunan ışıklandırmanın görüş mesafesi hususunda yeterli olduğu, bu sırada orta refüjden yola inen bir başka şahsın bulunduğu ve kavgayı ayırmak maksadıyla yola indiği yerde trafik ışıkları veya yaya geçidinin bulunup bulunmadığına da ayrıca bakılmalıdır. Somut olayda failin; orta refüjden yola inen kişiye karşı basit taksirle, yani öngörülebilir nitelikteki neticeyi dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı olarak öngörmeyerek hareket ettiği sonucuna varılabilir. Ancak bunun için, aracın hızı ile kişinin ölüm neticesi arasında illiyet bağının bulunduğunun tespit edilmesi şarttır.
Sonuç olarak; çelme takan şahsın, çelme takılan kişiye karşı olası kastla, sürücünün ise orta refüjden yola çıkan kişiye karşı basit taksirle hareket edip etmediği, çelme takılan kişiye karşı sürücünün durumunun kaza ve tesadüf hali olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği tartışılmalıdır.
Prof. Dr. Ersan Şen
Av. Doğa Ceylan
Stj. Av. Yusuf Baha Yılmaz
Stj. Av. Sevgi Aksoy
(Bu makale, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi makalenin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan makalenin bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)
--------------
[1] https://www.hukukihaber.net/olasi-kast-ile-bilincli-taksir-kesismeleri (Son Erişim Tarihi: 31.10.2024).
[2] https://www.hukukihaber.net/dogrudan-kast-olasi-kast-ve-bilincli-taksir-tartismasi (Son Erişim Tarihi: 31.10.2024).
[3] https://www.hukukihaber.net/olasi-kast-ve-bilincli-taksir (Son Erişim Tarihi: 31.10.2024).
[4]https://www.hukukihaber.net/bilincli-taksirin-kosulu-olarak-neticenin-gerceklesmeyecegine-duyulan-guven (Son Erişim Tarihi: 31.10.2024).
[5] https://www.hukukihaber.net/iki-ornek-olay-dogrultusunda-olasi-kast-bilincli-taksir-degerlendirmesi (Son Erişim Tarihi: 31.10.2024).
[6] Hasan Tahsin Gökcan, Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu Şerhi, 1. Cilt, Adalet Yayınevi, Ankara, 2021, s.419.
[7] Köksal Bayraktar, TCK Tasarısına İlişkin Genel Bir Değerlendirme, Türkiye Barolar Birliği, TCK Reformu 2. Kitap, 2004, s.30.
[8] Sulhi Dönmezer, Sahir Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku Cilt 2, DER Yayınları, 14. Baskı, İstanbul, 2019, s.541.
[9] Sulhi Dönmezer, Sahir Erman, a.g.e., s.542.
[10] Sulhi Dönmezer, Sahir Erman, a.g.e, s.543.