Siyasi Partinin Kapanmasına Sebebiyet Veren Milletvekili

Abone Ol

I. Anayasal ve Yasal Düzenlemeler

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca düzenlenen iddianameyle; Halkların Demokratik Partisi hakkında Anayasa Mahkemesi’nde temelli kapatılma davası açılması sonrası, kapatma kararı verilmesi halinde, söz, faaliyet ve eylemleri ile partinin kapanmasına sebebiyet veren ve kapatma kararıyla birlikte siyasi yasak alan milletvekillerinin hukuki durumunun ne olacağı sorusu gündeme geldi. Bu meseleye cevap bulmak amacıyla yazımızda ele alacağımız hukuki sorun; kapatma davasında, hakkında siyasi yasak istenen ve kapatma kararı çıkması durumunda beyan, faaliyet ve eylemleriyle partinin Anayasaya aykırı eylemlerin odağı haline gelmesine, kapatılmasına sebebiyet veren milletvekillerinin bu görevlerinin devam edip etmeyeceğidir.

Bu hukuki soruna cevap bulabilmek için, Anayasanın “Milletvekilliğinin düşmesi” başlıklı 84. maddesinin mülga son fıkrasını incelemek gerekir.

1982 Anayasası’nın yürürlüğe girdiği ilk halinde yer alan 84. maddenin son fıkrasına göre; “Anayasa Mahkemesinin kararında partinin kapatılmasına eylem ve sözleri ile sebebiyet verdiği belirtilen milletvekilinin üyeliği ile temelli olarak kapatılan siyasi partinin, kapatılmasına ilişkin davanın açıldığı tarihte, parti üyesi olan diğer milletvekillerinin üyeliği, kapatma kararının Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına tebliğ edildiği tarihte sona erer”.

Yukarıda metnine yer verdiğimiz hüküm 23.07.1995 tarihli ve 4121 sayılı Kanunla yapılan değişiklik sonucu değiştirilmiştir. 23.07.1995 tarihli 4121 sayılı Kanunla yapılan değişiklik sonrası Anayasa m.84’ün son fıkrasına göre; “Partisinin temelli kapatılmasına beyan ve eylemleriyle sebep olduğu Anayasa Mahkemesinin temelli kapatmaya ilişkin kesin kararında belirtilen milletvekillinin milletvekilliği, bu kararın Resmi Gazetede gerekçeli olarak yayımlandığı tarihte sona erer. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı bu kararın gereğini derhal yerine getirip Genel Kurula bilgi sunar”.

Anayasa Mahkemesi tarafından temelli kapatılmasına karar verilen bir siyasi partinin; temelli kapatılmasına beyan ve fiilleri ile sebebiyet verdiği tespit edilen milletvekillerinin vekilliklerinin düşürülmesini düzenleyen bu hükmün yukarıda yer verdiğimiz ilk hali nesnel/objektif sorumluluk halini düzenleyerek, kapatılan siyasi partinin kapatılmasına ilişkin davanın açıldığı tarihte ayırım olmaksızın tüm milletvekillerinin vekilliklerinin kapatma kararının Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na tebliğ edildiği tarihte sona ermesini öngörmekte iken, Anayasa değişikliği ile getirilen yeni düzenleme uyarınca nesnel sorumluluk halinin, hukukun genel ilke ve esaslarıyla çeliştiği hususu, Kanun teklifine ilişkin Anayasa Komisyonu Raporunda belirtilmiş ve hükmün yeni hali siyasi partinin kapanmasına beyan ve eylemleri ile sebebiyet veren milletvekillerinin yalnızca vekilliklerinin, kapatma kararının Resmi Gazete’de yayımlandığı tarihte sona ereceğini öngörülmüş idi. Bu düzenleme ile siyasi partinin kapatılmasına beyan ve fiilleriyle sebebiyet verdiği Anayasa Mahkemesi'nin kesin kararında tespit edilenlerin vekilliklerinin düşmesi sağlanmış olup, nesnel sorumluluğu ortadan kaldırması sebebiyle bizce de yeni hüküm hukukun genel ilke ve esaslarıyla bağdaşmaktadır.

Ancak Anayasa m.84’ün son fıkrasında yer alan ve sübjektif/öznel sorumluluğu öngören bu hüküm de yürürlükten kaldırılmıştır. Yazımıza konu Anayasanın 84. maddesinin son fıkrasında yer alan bu hüküm, 07.05.2010 tarihinde kabul edilen 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 9. maddesine yer verilen; “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 84 üncü maddesinin son fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır.” hükmünün 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan Anayasa Değişikliği Referandumu sonucu kabul edilmesiyle yürürlükten kaldırılmıştır. Bu hükmün Anayasa değişikliği Referandumu ile yürürlükten kaldırılması sonrası, güncel durumda Anayasanın herhangi bir hükmünde temelli kapatılan bir siyasi partinin kapatılmasına beyan, faaliyet veya eylemleri ile sebebiyet veren milletvekillerinin vekilliklerinin kapatma kararıyla birlikte düşeceğine ilişkin bir hüküm yer almadığı gibi, Anayasa koyucunun bu hükmü yürürlükten kaldırarak seçmen iradesine üstünlük tanıyıp, bir siyasi partinin temelli kapatılmasına sebebiyet veren seçilmiş milletvekilinin dahi milletvekilliği görevinin devam etmesini amaçladığı görülmektedir.

Anayasanın 84. maddenin son fıkrasının değiştirilmiş hali, söz, yazı, faaliyet ve fiilleri ile siyasi partinin temelli kapatılmasına sebebiyet veren milletvekilinin vekilliğinin düşmesini öngörse de, Anayasa m.175 uyarınca Anayasada yapılan değişiklikle Anayasanın lafzı ve ruhu, hem nesnel ve hem de öznel bakımdan milletvekilinin vekilliğinin düşmesine manidir. Bizce sübjektif, yani öznel sorumluluğun devamı ile siyasi partinin kapatılmasına milletvekilliği sırasında sebebiyet veren kişinin vekilliğinin düşmesi gerekirdi, çünkü temsili demokraside milletvekilliği siyasi faaliyetlerin tezahür ettiği alandır. Bu nedenle, 12 Eylül 2010 tarihinde Anayasa m.84’de yapılan değişikliğe katılmadığımızı belirtmek isteriz.

Yazımızda incelediğimiz hukuki soruna cevap bulunabilmesi için incelenmesi gereken diğer husus Anayasa ve 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun “siyasi yasak” kavramını düzenleme altına alan hükümleridir.

Anayasanın “siyasi yasak” kavramını düzenleyen “Siyasi partilerin uyacakları esaslar” başlıklı 69. maddesinin 9. fıkrasına göre; “Bir siyasi partinin temelli kapatılmasına beyan veya faaliyetleriyle sebep olan kurucuları dahil üyeleri, Anayasa Mahkemesinin temelli kapatmaya ilişkin kesin kararının Resmi Gazetede gerekçeli olarak yayımlanmasından başlayarak beş yıl süreyle bir başka partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi ve deneticisi olamazlar”.

Anayasanın bu hükmüne paralel olarak getirilen 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun “Kapatılan siyasi partiler ve mensuplarının durumu” başlıklı 95. maddesine göre; “Kapatılan siyasi parti bir başka ad altında kurulamaz. Bir siyasi partinin kapatılmasına söz veya eylemleriyle neden olan kurucuları dahil üyeleri, Anayasa Mahkemesinin kapatmaya ilişkin kesin kararının Resmi Gazetede gerekçeli olarak yayımlanmasından başlayarak beş yıl süreyle bir başka partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi ve denetçisi olamazlar. Siyasi partiler bu kişileri hiçbir suretle seçimlerde aday gösteremezler”.

Yukarıda yer verdiğimiz Anayasa ve Kanun hükümleri gereği kanaatimizce milletvekillerinin milletvekilliği parti hakkında kapatma kararı verilse dahi kendiliğinden düşmez. Şöyle ki;

12 Eylül 2010 Referandumu ile birlikte; Anayasanın 84. maddesinin son fıkrasında yer verilen hükmün yürürlükten kaldırılması, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Millet iradesinin siyasi partisinin kapatılmasına sebebiyet verdiği tespit edilse dahi, seçilmiş bir milletvekillinin vekilliğinin devam etmesi yönünde olduğunu göstermektedir. Sebebini, halkın iradesiyle seçilen milletvekilliğinin vekillik sıfatının korunması olduğu, yeni siyasi parti kurma, yönetme veya siyasi partiye üye olma engeli ile karşılaşan milletvekilinin, bu bireysel siyasi faaliyet yasağı kapsamına halkın verdiği vekillik yetkisinin girmemesi gerektiği söylenebilir. Bu mantıkla, suç işleyen veya Meclis Genel Kurulunun kararına bağlı olsa da istifa eden milletvekilinin vekilliğinin düşmesi de mümkün olmamalıdır. Sonuçta, bir siyasi partiyi yargılayıp denetleyen Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla illiyet bağı kurularak, siyasi partinin kapanması ile milletvekilinin faaliyeti tespit edildiğinde, beş yıllık siyasi faaliyet yasağının milletvekilliğini de kapsaması düşünülmeli idi. Belki burada; siyasi faaliyet yasağı riski ile karşı karşıya kalan partililerin Anayasa Mahkemesi’nde doğrudan savunma haklarının olmaması, gerçek kişiler yönünden siyasi faaliyet yasağının engeli olarak gösterilse de, şu an Anayasa m.69 gereğince siyasi partinin temelli kapatılmasına sebebiyet veren partililerin beş yıllık siyasi faaliyet yasakları varlığını korumaktadır.

Bu halin yanı sıra; yukarıda yer verdiğimiz “siyasi yasak” kavramını düzenleyen Anayasa ve Kanun hükmü incelendiğinde, bir siyasi partinin kapatma kararında, partinin temelli olarak kapatılmasına beyan, faaliyet ve eylemleriyle sebep olduğu tespit edilen kişilerin dahi Anayasa Mahkemesi’nin kapatmaya ilişkin kesin kararının Resmi Gazete’de gerekçeli olarak yayımlanmasından başlayarak beş yıl süreyle bir başka partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi ve denetçisi olamayacakları düzenlenmiştir. Dolayısıyla; siyasi partinin temelli kapatılmasına sebebiyet veren siyasilerin dahi beş yıl sürecek olan siyasi yasakları yalnızca başka bir partinin üyesi, kurucusu, yöneticisi veya denetçisi olamamalarını kapsamakta olup, bu hususun tahdidi olarak sayıldığını kabul etmek gerekir. Ayrıca; bir siyasi parti, temelli kapatıldığında bu siyasi partinin milletvekili olarak Mecliste bulunan kişilerin milletvekilliğinin düşeceği ile ilgili bir düzenlemeye, gerek Anayasanın ve gerekse Siyasi Partiler Kanunu’nun herhangi bir maddesinde yer verilmemiş olması sebebiyle, seçilmiş milletvekilinin görevine devam edememesi ve vekilliğinin düşmesi gibi bir durumun siyasi yasak kapsamında olmadığını, dolayısıyla bu kişilerin milletvekilliğine bağımsız olarak devam edeceğini söylemek gerekir ki, dilerse bu vekilin bir başka siyasi partiye katılabileceği söylense de, bu teknik olarak mümkün olamayacaktır, çünkü Anayasa m.69’da siyasi partiye üye olma yasaklanmıştır.

Sonuç olarak; hem Anayasanın 84. maddesinin son fıkrasının mülga hale gelmesi ve hem de Anayasa m.69/9 ve Siyasi Partiler Kanunu m.95’de düzenlenen “siyasi yasak” kavramına halihazırda milletvekili olan bir kişinin vekilliğinin otomatik düşeceği dahil olmadığından, Pozitif Hukuk açısından siyasi parti hakkında yürütülen kapatma davasının sonucu, partinin temelli kapatılmasıyla ve hakkında siyasi yasak istenen milletvekilleri hakkında siyasi yasak verilmesi şeklinde olacak olsa bile, milletvekillerinin vekilliği düşmeyecek ve bu kişiler bağımsız olarak TBMM’de görevlerini yapmaya devam edebilecektir. Aynı şekilde partinin temelli kapatılması yönünde karar çıksa dahi, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen iddianamede, hakkında siyaset yasağı istenilmeyen milletvekilleri bağımsız olarak TBMM’de görev yapmaya devam edeceklerdir.

Anayasa ve Siyasi Partiler Kanunu’nun yukarıda yer verdiğimiz hükümlerinde siyasi yasaklı olacak isimlerin beş yıl başka bir siyasi partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi ve denetçisi olamayacakları düzenlenmiş olduğundan ve milletvekili seçilmeleriyle ilgili engel bir düzenlemeye yer verilmemiş olması sebebiyle milletvekilleri hakkında Anayasa Mahkemesi’nden siyaset yasağı kararı çıksa dahi bu kişiler bir sonraki yapılacak seçimlerde bağımsız milletvekili adayı olabileceklerdir.

II. Kanaatimiz

Anayasanın 84. maddesinin son fıkrasında yer alan hükmün mülga hale gelmesi ve yukarıda açıkladığımız üzere; milletvekilliğinin düşmesi hususunun siyasi yasak kavramı kapsamında olmadığı hususu Anayasa ve Siyasi Partiler Kanunu’nun düzenlemelerinden açıkça anlaşıldığından, Pozitif Hukuk bakımından siyasi partinin kapatılması durumunda, kapatılmaya sebebiyet veren ve siyasi yasaklı hale gelecek olanların milletvekilliğinde devam edecekleri açık olmasına rağmen, bu durum kanaatimizce olması gereken hukuk bakımından isabetli değildir.

Belirtmeliyiz ki; 12 Eylül 2010 Referandumu ile gerçekleşen Anayasa değişikliği sonrası Anayasa m.84’ün son fıkrasının yürürlükten kaldırılması hukuken isabetli olmamıştır. Anayasa Mahkemesi tarafından Siyasi Partiler Kanunu m.98/2 hükmü gereği kesin olarak verilen kapatma kararında; siyasi partinin Anayasaya aykırı eylemlerin odağı haline gelmesine beyan, faaliyet veya eylemleriyle sebep olduğu tespit edilen, yani siyasi faaliyetleri sırasında Anayasa m.68/5’de yer alan, Siyasi partilerin tüzük ve programları ile eylemleri, Devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz; sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamaz; suç işlenmesini teşvik edemez.” hükmünü ihlal edici boyutlara varacak derecede siyaset yaptığı tespit edilen milletvekillerinin bu tespite rağmen milletvekilliği görevlerine devam etmelerine imkan tanınması “hukuk devleti” ilkesi ile bağdaşmamaktadır.

Ayrıca yazımızda izah ettiğimiz, “siyasi yasak” kavramının kapsamını düzenleyen Anayasa m.69/9 ve Siyasi Partiler Kanunu m.95 hükümlerine yalnızca siyasi parti üyesi, yöneticisi, kurucusu ve denetçisi olmanın alınması, ancak milletvekilliğinin düşmesini sağlayan herhangi bir düzenlemeye yer verilmemesi çelişkilidir. Temsili demokraside siyaset yapmanın, siyasete katılmanın veya siyasi faaliyette bulunmanın en önemli yol ve araçlarından birisi milletvekili olmaktır. Dolayısıyla milletvekilliği sıfatı, temsili demokrasinin faaliyette olduğu bir ülkede yüksek düzeyde siyasi faaliyet yapabilmek için ulaşılabilecek en üst düzey sıfatlardan birisidir. Hal böyle iken; milletvekilinin bir yandan Anayasa Mahkemesi’nin kesin kararı ile siyasi yasaklı kılınması, bir yandan da bu yasağına rağmen milletvekilliği görevine bağımsız olarak bile olsa devam edebiliyor oluşu, hukuk devleti açısından birbiriyle bağdaşmayan zıt bir durum ortaya koymaktadır.

Anayasa Mahkemesi’nin kesin kararında bir siyasi partinin kapatılmasına eylem ve faaliyetleriyle sebebiyet verdiği tespit edilen milletvekilleri ile bu yönde bir eylemde bulunduğuna dair tespite yer verilmeyen milletvekilleri arasında ayrı hukuki durum oluşturulması suretiyle, kapatma kararına sebebiyet verenlerin vekilliğinin kapatma kararıyla birlikte düşürülmesi, diğer vekillerin ise görevlerine bağımsız olarak ve hatta bir başka siyasi partide siyasi hayatlarına devam etmelerini mümkün kılacak düzenleme yapılması yoluna gidilmelidir.

Prof. Dr. Ersan Şen

Stj. Av. Cem Serdar

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)