Sivil Toplum Kuruluşları/Örgütleri (STK) genel kanaate göre, sivil toplumdaki belli ilgi gruplarını temsil etmek üzere organize olmuş kurumlar olarak anlaşılmaktadır. Bu bakımdan sivil toplum örgütlerinin demokratik rejimlerin güçlenmesine imkan verdiği bilinmektedir. Aynı şekilde sivil hareketlerin olgunlaşması ile birlikte devlet, ulaşılmaz, sorgulanmaz bir otorite olmaktan çıkarak, eleştirilebilir, sorgulanabilir, gerektiğinde yanıldığı siviller tarafından ortaya konabilir bir yapı haline bürünmektedir. Bu yapıyı muhafaza etmek ve geliştirmek adına sivil toplum örgütleri demokrasiye, toplumsal kalkınmaya katkı sağlamak, baskı grubu işlevinde bulunarak toplumsal çıkarlar doğrultusunda kamu politikalarını etkilemek ve kamu yararına faaliyetlerde bulunmak gibi işlevler üstlenmektedir.
Sivil toplum örgütleri, andığımız işlevleri yerine getirirken özellikle dernek, sendika ya da vakıf statüsü altında hukuki kişilik kazanmaktadırlar. Bu bakımdan Türk hukukunda ve Avrupa hukukunda sivil toplum örgütlerinin bağımsız oldukları belirtilmektedir. Bu sayede sivil toplum örgütleri, toplumun beklentilerine somut çözüm üreten ve yaşama geçmesini sağlayan bağımsız ve örgütlü yapılar olmaları nedeniyle, kamuoyu oluşumuna ve siyasi aktörlere etki edebilme olanağına sahiptirler.
Avrupa Insan Hakları Mahkemesi de, tıpkı STK`lar kurma ve yönetme hakkı gibi, siyasi parti kurma ve yönetme hakkının da Sözleşme’nin 11. maddesi kapsamına girmesine karşın, bu iki tip oluşumun, diğer unsurlar arasında, demokratik bir toplumun işlemesinde oynadıkları rol bakımlarından birbirlerinden farklı olduğuna, çünkü bazı sivil örgütlerin bu işleyişe sadece dolaylı bir şekilde katkı yaptığına işaret etmektedir. Bu bakımdan STK`lar normal olarak siyasi partilerin sahip olduğu hukuki ayrıcalıktan yararlanmazlar ve ilke olarak, siyasi karar almayı etkilemek için daha az fırsata sahiptirler. Her ne kadar çeşitli dernek biçimleri arasında bu açıdan katı bir ayrım olmamasına ve fiili siyasi ilişkileri sadece olay bazında saptanabilmesine karşın, bunların bazıları siyasi yaşama alenen katılmazlar. Sivil hareketler siyasetin ve politikaların biçimlenmesinde önemli bir rol oynayabilirler, fakat siyasi partilerle karşılaştırıldığında bu örgütler genellikle siyasi sistemi etkilemek için yasal olarak çok az ayrıcalıklı olanaklara sahiptir.
Günümüzde artık demokratik bir toplumun sivil örgütlenmeden ayrı düşünülmeyeceği kabul görmektedir. Bunun için sivil toplumsal örgütlenmenin ve hareket edebilme kabiliyeti önündeki yasal engellerin kaldırılması önem taşımaktadır. Bu bakımdan Türk sivil toplumunun temel problemi, Türk Anayasasının demokratik ve özgürlük taleplerini karşılayacak bir görünümden yoksun olmasıdır. Sivil toplumun gelişebilmesi için etnik, kültürel, dinsel ve düşünyapısal, cinsiyet vb. gibi toplum bilimsel kesimler bazında toplumun, her tür farklı oluşumunun siyasal katılımını sağlayıcı nitelikte örgütlenebilmesi sağlanmalıdır.
Bu kapsamda ve demokratik hayatın etkin şekilde devamı bakımından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin görüşüne göre de, diğerlerinin haklarına yönelik yeterince yakın bir zarar, demokratik bir toplumun sayesinde var olduğu ve işleyişinin dayandığı temel değerleri zayıflatma tehdidinde bulunuyorsa, Devlet ayrıca parti niteliğinde olmayan oluşumlara karşı demokrasiyi korumak için gerekli tedbirleri alma yetkisine sahiptir.
Bu açıklamalardan sonra STK`lar ve hareket kabiliyetleri bakımından da önem arzeden ve AIHS`in 11. maddesinde yerini alan “Toplantı ve dernek kurma özgürlüğü”nün ne şekilde sınırlanabileceği hakkında paylaşımda bulunmak düşüncesindeyim.
Sözleşmenin 11. maddesi; herkesin barışçıl olarak toplanma ve dernek kurma hakkına sahip olduğunu ifade etmektedir. Genel kural uyarınca bu hak da belirli usuller eşliğinde sınırlandırılabilecektir.
AIHM için, siyasi, kültürel yada başka amaçlı her türlü olay, toplantı ya da toplanmanın en iyi şekilde geçmesini sağlamak amacıyla önleyici tedbir olarak, örneğin gösteri alanlarında kamu görevlilerinin bulunması gibi güvenlik tedbirlerinin alınması önem arz etmektedir. Benzer şekilde AİHM, kamu düzeni ve ulusal güvenlik nedenlerinden dolayı, a priori, Yüksek Sözleşmeci Taraf’ın toplantı yapılmasını izne bağlaması ve derneklerin faaliyetlerini düzenlemesinin, 11. madde anlayışına ters olmadığını belirtmiştir.
Yine de AİHM, devletlerin, sadece toplantı yapma hakkını korumakla kalmayıp, bu hakkı dolaylı yoldan usulsüz bir şekilde sınırlandırmaktan da kaçınmalarının gerektiğini belirtmektedir.
Bu bakımdan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM/Mahkeme), bir müdahalenin, “kanunda öngörülmüş” olduğu, Sözleşme’nin 11 § 2 maddesi kapsamındaki bir veya birden fazla meşru amaca hizmet ettiği ve söz konusu amaçların gerçekleştirilmesi için “demokratik bir toplumda gerekli” olduğu haller dışında, Sözleşme’nin 11 maddesinin ihlaline yol açacağını vurgulamaktadır.
AİHM, Sözleşme’nin 11. maddesi bağlamında yalnızca “barışçıl toplanma” özgürlüğü hakkının korunduğunu hatırlatmaktadır. Ayrıca, bu özgürlük benzer gösterilere katılan kişiler tarafından değil aynı zamanda bu gösteriyi düzenleyenler tarafından da uygulanabilmektedir (Irkçılığa ve Faşizme Karşı Hristiyanlar / Birleşik Krallık, no. 8440/78, 16 Temmuz 1980 tarihli Komisyon kararı, Karar ve raporlar (KR) 21, s. 162). “Barışçıl toplanma” kavramı, şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı ve düzenlediği gösterileri kapsamamaktadır (Stankov ve Birleşik Makedonya Örgütü Ilinden / Bulgaristan, no. 29221/95 ve 29225/95, § 77 ve kararda belirtilen atıflar ile Birleşik Makedonya Örgütü Ilinden ve Ivanov / Bulgaristan, no. 44079/98, § 99, 20 Ekim 2005).
Son olarak Mahkeme, demokratik bir toplumda dernek kurma özgürlüğünün gittikçe önem kazanan yeri bakımından, kişiye verilen seçme ve eylem yapma imkânlarının ortadan kaldırılması veya hiçbir yarar sağlamayacak derecede azaltılması halinde bu kişinin dernek kurma özgürlüğüne haiz olamayacağını hatırlatmaktadır (bkz. Chassagnou ve diğerleri v. Fransa [BD], no: 25088/94, 28331/95 ve 28443/95, § 114).
Sivil toplum örgütlerinin, medeni ve siyasi hayatlarımıza etki ettiği muhakkaktır. Söz konusu etkinin ise, devletimizin daha şeffaf ve daha denetlenebilir olabilmesi bakımından biraz daha tutarlı ve kuvvetli olmasında fayda bulunmaktadır diye düşünmekteyim. Evet, STK`ların hareket kabiliyetinin genişletilmesi özgürlüklerin topluma yayılması anlamına gelmektedir fakat bu alanın STK`lar tarafından sınırsızca kullanılabilmesi anlamı taşımaması gerektiği de açıktır. Bu bakımından toplanma özğürlüğünün önemi ve değeri bilinmelidir. Özgürlük ve güvenlik dengesinin sağlanması adına sivil toplumun da anılan hakların içerdiği sorumluluklara riayet etmekte dikkatli davranacağına ve davranması gerektiğine inandığımı belirterek sözlerime burada son veriyor, tüm okuyucularıma güzel bir hafta diliyorum…
(Bu köşe yazısı, sayın Av. Meltem BANKO tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)