Bu yazımızda; kendisi hakkında verilen kararı temyiz etmeyen, fakat diğer sanığın temyizi neticesinde kararın sanık lehine bozulması üzerine, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu m.306 uyarınca hükmün bozulmasından yararlanan sanığın, yeni kararı temyiz edip edemeyeceği incelenecektir.
15 yıl ve daha fazla hapis cezalarına ilişkin hükümler yönünden öngörülen otomatik istinaf gibi bir müessese, temyiz incelemesi bakımından öngörülmemiş olup, temyize açık olan hükmün kesinleşmesinin önüne geçilmesi için, hükmün gerekçesiyle birlikte tebliğ edildiği tarihten itibaren iki hafta içinde, gerekçeleri ile birlikte temyiz isteminde bulunulmalıdır. Aksi halde; temyiz istemi için öngörülen süre sona erdiğinde, sanık hakkında kurulan hüküm kesin hüküm niteliğinde olacaktır.
“Hükmün bozulmasının diğer sanıklara etkisi” başlıklı CMK m.306; bir sanığın kendisi hakkında verilen karar ile ilgili temyiz isteminde bulunmadığı, ancak dosyadaki diğer bir sanığın temyiz kanun yoluna başvurduğu ve bunun neticesinde hükmün sanık lehine bozulduğu durumda, bu hususun mümkün ise temyiz isteminde bulunmayan sanığa da uygulanmasını (sirayetini) öngörmüştür. İşbu düzenleme; esasen kesinleşen, yani olağan kanun yollarına başvuru imkanı kalmayan ve infaz aşamasına geçilmesini mümkün kılan kararın ortadan kalkması için getirilmiş istisnai bir hükümdür. Ancak CMK m.306’nın tatbiki ile sanık lehine hususun sirayeti üzerine, daha önce temyiz isteminde bulunmamış sanığın bu defa, kendisi hakkında daha lehe olan karara karşı temyiz isteminde bulunma hakkının olup olmadığına ilişkin açık bir düzenleme bulunmadığı gibi, bunu engelleyen bir yasal düzenleme de bulunmamaktadır.
Uygulamada genel kabul; CMK m.306 uyarınca sirayetten faydalanan sanığın, bozmadan sonra yeniden kurulan hükmü temyiz edemeyeceği yönündedir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 31.10.2012 tarihli, 2011/16-777 E. ve 2012/1819 K. sayılı kararında; “Uygulamada, Ceza Genel Kurulunun 12.07.1948 gün 163-121, 07.12.1987 gün 322-588 sayılı ve Özel Dairelerin yerleşmiş kararları ile, önceki hükmü temyiz etmeyen veya temyiz istemi reddedilen, ancak lehe bozmadan 1412 sayılı CYUY’nın 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte olan 325. maddesi uyarınca faydalanan sanığın, bozmadan sonra yeniden kurulan hükmü temyize yetkisi bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Öğretide de; ‘Temyiz etmişçesine faydalanma kabul edilmesi, bu kimselerin bozmadan sonra verilecek yeni yeni son kararları da temyiz edebilmelerinin kabul olunması demek değildir.’ (Kunter-Yenisey, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, Onuncu Bası, s. 1085) denilmek suretiyle uygulamadaki bu görüş benimsenmiştir.” ifadelerine yer verilmiştir.
Yargıtay’ın bozma kararı sonrasında da yine mahkumiyet hükmü tesis edildiği görülen olayla ilgili Yargıtay 4. Ceza Dairesi 08.10.2024 tarihli, 2021/42210 E. ve 2024/12039 K. sayılı kararında; “Dairemizce de benimsenen Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 31.10.2012 tarih, 2011/777 Esas, 2012/1819 sayılı kararında da belirtildiği üzere, 5271 sayılı Kanun’un 325. maddesindeki sirayete ilişkin düzenleme, hükmü temyiz etmeyenlerin veya temyiz istemi reddedilenlerin, temyiz edenlerden daha ağır bir ceza ile cezalandırılmaları adaletsizliğini gidermek amacı ile yasaya konmuştur. Bu suretle temyiz edenler lehine oluşacak durumdan, temyiz etmeyenlerin de istifadesi sağlanmış olacaktır.
Lehe bozmadan 1412 sayılı Kanun’un 325. maddesi uyarınca faydalanan sanık hakkında bozmadan sonra yeniden kurulan hükmü, sanığın temyize yetkisi bulunmadığından,” temyiz isteminin reddine karar vermiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 05.11.2019 tarihli, 2019/218 E. ve 2019/613 K. sayılı kararına konu olayda ise; ilk derece mahkemesinin resmi belgede sahtecilik suçunun oluştuğu kanaati ile sanıklar hakkında verdiği mahkumiyet kararı, Yargıtay tarafından bozulmuş, hükmü temyiz etmeyen sanık da CMK m.306 uyarınca hükmün bozulmasından yararlanmış, ancak ilk derece mahkemesi bu defa özel belgede sahtecilik suçundan mahkumiyet hükmü kurmuştur. Oyçokluğu ile verilen kararda; bozma üzerine kurulan hüküm, ilk hükümden farklı olmasına rağmen, sirayetten faydalanan sanığın, bu yeni hükmü temyiz edemeyeceği kabul edilmiştir:
“Yerel Mahkemece 26.04.2011 tarih ve 383-216 sayı ile, sanık ... ve inceleme dışı sanık ...’ün resmi belgede sahtecilik suçundan mahkumiyetlerine karar verildiği, sanık ... hakkındaki hükmün temyiz edilmeksizin kesinleştiği, inceleme dışı sanık ...’ün kendisi hakkında kurulan mahkumiyet hükmünü temyiz etmesi üzerine Özel Dairece yapılan incelemede, sanık ... hakkındaki hükmün, suça konu belge aslının aldatma kabiliyetini haiz olup olmadığı yönünden mahkeme hakimince inceleme yapılmaması ve denetime olanak verecek şekilde dosya içerisine konulmaması ile suça konu bononun 6762 saylı TTK’nın 688. maddesinde düzenlenen unsurları taşımaması isabetsizliklerinden bozulmasına ve bozma kararının hükmü temyiz etmeyen sanık ...’a sirayet ettirilmesine karar verildiği, bozmaya uyan Yerel Mahkemece 23.05.2017 tarih ve 810-459 sayı ile sanık ve inceleme dışı sanık hakkında özel belgede sahtecilik suçundan mahkumiyet hükümleri kurulduğu, (…) ilk hükmü temyiz etmeyen sanık ...'ın, yalnızca inceleme dışı sanık hakkındaki lehe bozmanın sonucundan yararlanması nedeniyle, Yerel Mahkemece kurulan ikinci hükmü temyiz etme hakkı bulunmadığının kabulü gerekmektedir”.
Her ne kadar uygulamada, daha önce kararı temyiz etmeyen sanığın, bozma sonrası kurulan hükme karşı temyiz kanun yoluna başvuramayacağı kabul edilse de, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 05.11.2019 tarihli kararı ile Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin 06.06.2018 tarihli, 2017/10291 E. ve 2018/6556 K. sayılı kararının karşıoylarında özetle; sirayetin amacının, sanığın olağanüstü kanun yoluna başvurmasına gerek kalmadan hukuka aykırılığın giderilmesi ve bu şekilde usul ekonomisine katkıda bulunulması olduğu, sirayet sonucu kurulan yeni hükme karşı sanığın olağanüstü kanun yoluna başvurmak zorunda bırakılmasının, sirayetin amacına aykırı olacağı, CMK m.260/1 uyarınca kural olarak hakim ve mahkeme kararlarına karşı kanun yollarının açık olduğu ve sanığın sirayet sonrası kurulan hükmü temyiz etmesine engel bir düzenlemenin de bulunmadığı, aksi kabulün adil/dürüst yargılanma hakkı ile mahkemeye erişim hakkını ihlal edileceği belirtilmiştir.
Genel kabul gören görüşe göre; CMK m.306 istisnai bir düzenlemedir ve sanığın daha önce, kanun yoluna başvurma iradesini göstermediği, süreyi kaçırdığı veya imkanı olmadığı için kullanmadığı temyiz etme hakkı, bozma sonrası kurulan karar yönünden canlanmayacaktır. Çünkü sanık; hem kendisi hakkında kurulan kararı temyiz etmeyerek daha aleyhe olan kararı kabul etmiştir ve hem de CMK m.306’nın kapsamı sadece bozmanın sonucundan faydalanılması, yani daha lehe kararın sirayeti ile sınırlıdır.
Azınlık görüşüne göre ise; CMK m.306’nın lafzında sanığın temyiz isteminde bulunmuşçasına hükmün bozulmasından yararlanacağı ifadesine yer verildiği, yani bu sanık yönünden ayrıksı bir uygulamanın benimsenmeyeceğinin anlaşıldığı ve bozma sonrası kurulan yeni hükümde de hata olabileceği unutulmamalıdır. Daha önce kararı temyiz etmeyen sanığın, bu defa yeni karardaki hatanın giderilmesini istemesinin önüne geçilmesi için bir sebep olmadığı gibi, Ceza Muhakemesi Hukukunun amacının sağlanması, yani maddi hakikate ve adalete ulaşılması için de gereken, kararın düzeltilmesi imkanının tanınmasıdır. Aksi kabul, hem İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.6’da ve Anayasa m.36/1’de düzenlenen mahkemeye erişim hakkı ile adil/dürüst yargılanma hakkına ve hem de üç dereceli yargılama sisteminin amacına aykırı olacaktır.
İkinci görüşü kabul edenler, sirayet halinde, artık kesinleşmiş bir hükümden de bahsetmenin mümkün olmadığını belirtmektedir; zira CMK m.306’nın tatbikiyle, daha önce kesinleştiği kabul edilen hüküm tekrar incelenmekte ve somut olayın da şartlarına bağlı olarak değiştirilmektedir. Dolayısıyla; ortada yeni kurulmuş bir hüküm vardır ve sanık, bozma sonrası verilen karara karşı daha önce temyiz isteminde bulunmama iradesini ortaya koymamıştır. Sırf bozulan hükmü temyiz etmemiş olması sebebiyle sanığın, kendisi hakkında kurulan yeni ve değişen hükme karşı temyiz kanun yoluna başvurma hakkı elinden alınarak, mahkemeye erişim hakkı kısıtlanmamalıdır. Ayrıca kural, kesinleşmemiş hükümlere karşı kanun yoluna başvurulabileceğidir. Bu nedenle; Kanunda bozma sonrası kurulan yeni hükme karşı kanun yoluna başvurulmasının önüne geçen bir hüküm bulunmadığından, yeni kurulan hüküm de CMK m.306’dan yararlanan sanık yönünden kesin nitelikte olmamalıdır.
Yazarlardan Akıncı’ya ve Ceylan’a göre; daha önce temyiz isteminde bulunmayan sanık, CMK m.306 uyarınca bozma sonrası kurulan hükme karşı temyiz yoluna başvurabilmeli, bozma sonrası kurulan hükmün kanun yoluna taşınması hususunda sanık, diğer sanığın kararı kanun yoluna taşıyacağına güvenmek zorunda bırakılmamalıdır. Çünkü CMK m.306 uyarınca temyiz isteminde bulunmuşçasına hükmün bozulmasından yararlanan sanığın, kendisi hakkında kurulan yeni hükmü temyiz kanun yoluna taşıyabileceği, hatta CMK m.306’nın lafzının bunun önünü açtığı, buna engel bir hükmün bulunmadığı, sanığa temyiz hakkının tanınmasını gerektirdiği, bozma sonrasında temyiz edilmeyen hükmün değişmemesi durumunda da temyiz isteminin canlanmasının gerektiği, hüküm bir kere lehe bozulduktan sonra, hükmün tekrar kanun yoluna taşınması konusunda sanığın, diğer sanığa güvenmek zorunda bırakılmasının, hem İHAS m.6’da ve hem de Anayasa m.36’da düzenlenen mahkemeye erişim hakkı ile adil/dürüst yargılanma hakkını ihlal edeceği anlaşılmaktadır.
Yazarlardan Şen’e göre ise; CMK m.306’nın tatbiki ile kararı daha önce temyiz etmeyen sanık, daha aleyhe olan kararı temyiz etmeyerek kabul etmiş olup, CMK m.306’nın kapsamının bozmanın sonucundan faydalanılması ile sınırlı olduğundan, bozmadan sonra kurulan yeni kararı temyiz edemez. Her ne kadar “sirayet” ilkesinden kaynaklanan sebeple, temyiz etmeyen sanığın da lehine uygulanan temyiz bozma kararı ve bundan kaynaklanan yeni karar varsa da, daha önce kararı temyiz etmeyen sanık aleyhe olanda temyiz etmeme iradesini ortaya koyduğundan, bundan daha lehe olanda da ortada verilmiş yeni karar bulunmakla birlikte, bu karara karşı temyiz yolu kapalı olacaktır. Aynı şekilde; bozma kararı “sirayet” ilkesi gereğince temyiz etmeyen sanığın lehine olan temyiz bozma kararı sonrasında, kararı bozulan mahkemece kararda direnilmesi veya aynı kararın verilmesi halinde, yine daha önce kararı temyiz etmeyen sanık yönünden temyiz kanun yolu kapalı olacaktır. Bu görüşün temeli; ortada yeni karar olduğundan bahisle daha önce temyiz hakkını kullanmayan sanığın yeni temyiz iradesinin canlanacağı görüşünden ziyade, bu iradeden bozma öncesinde baştan feragat etmesine veya temyiz etmekle birlikte sonradan vazgeçmesine dayanmaktadır.
Sanığın daha evvel temyiz süresini kaçırmasından dolayı kararı temyiz etmemesinde de görüşümüz değişecek değildir. Çünkü temyiz hakkı sahibinin, haklı mazeret göstermek suretiyle eski hale getirmeyi talep etme ve kaybettiği temyiz hakkını canlandırma hakkı bulunmaktadır. Sanık bundan da yararlanamamışsa, artık “sirayet” ilkesinden dolayı temyiz hakkının canlandığından bahsedilemez. Ayrıca; bir an için derece mahkemesinin temyiz bozma kararına direndiğini veya bozmaya uysa bile aynı yönde karar verdiğini düşünelim, burada da temyiz hakkına sahip olanlar tarafından dosyanın ve kararın tekrar temyize götürülmesi halinde ortaya çıkacak lehe sonuçlarda “sirayet” ilkesi kararı temyiz etmeyen sanık yönünden varlığını koruyacaktır.
Kaldı ki; hükmü temyiz etme sanığa tanınmış bir hak olup, bu hakkı kullanıp kullanma iradesi kendisine ve müdafiine bırakılmıştır. Ayrıca; yeniden temyiz hakkının tanınmamasının hak arama hürriyetini kullanmayı, maddi hakikate ve adalete ulaşılmasını engelleyeceği ileri sürülse bile, sanığın haklarının korunmasını mümkün kılan ve sebeple bağlılık sınırlaması da olmayan itiraz ve yargılamanın yenilenmesi gibi olağanüstü kanun yolları bulunmaktadır.
Prof. Dr. Ersan Şen
Av. Taner Akıncı
Av. Doğa Ceylan
(Bu makale, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi makalenin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan makalenin bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)