I. Giriş
“Silahların eşitliği” ilkesi, adil/dürüst yargılanma hakkının zımni unsurlarından birisi olup, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS) m.6 kapsamında kalan tüm yargılamalarda uygulanma kabiliyetine sahiptir. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne (İHAM) göre, “silahların eşitliği” ilkesi “davanın bir tarafını, diğer taraf karşısında belirli bir dezavantaj içine sokmayacak şartlar altında, her bir tarafın deliller de dahil olmak üzere, davasını ortaya koymak için makul ve kabul edilebilir olanaklara sahip olmasını” ifade etmektedir (Dombo Beheer B.V./Hollanda, B. No: 14448/88, 27/10/1993, § 33). Anayasa Mahkemesi (AYM) de “silahların eşitliği” ilkesini benzer şekilde tanımlamaktadır: “Silahların eşitliği ilkesi; davanın taraflarının usule ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması, taraflardan birisinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin, iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması ve yargılamaya etkin katılımlarının sağlanması anlamına gelir” (İdris Tan Kamer ve Mustafa Aycan, B. No: 2018/20175, 19/11/2020, § 26).
“Silahların eşitliği” ilkesi, “çelişmeli yargılama” ilkesi (veya çelişmeli yargılanma hakkı) ile yakından ilişkilidir. “Çelişmeli yargılama” ilkesi, İHAM tarafından “bir davanın taraflarının, bu davada ortaya koyulan deliller, üçüncü kişilerce verilen görüşler ve tarafların sav ve savunmalarıyla ilgili bilgi sahibi kılınması ve taraflara, mahkemenin kararını etkileyebilmek için bunlarla ilgili yorum yapma imkanının sağlanması” şeklinde tanımlanmaktadır (Ruiz-Mateos/İspanya, B. No: 12952/87, 23/06/1992, § 63). Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere, “silahların eşitliği” ve “çelişme yargılama” ilkeleri birbirini tamamlamakta ve yargılama sürecinin hakkaniyete uygun biçimde yürütülmesini güvence altına almayı amaçlamaktadır.
“Silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkelerinin ihlali çok çeşitli durumlarda gündeme gelebilir. Bu yazımızda; ceza yargılamasında, davanın sonucunu değiştirebilecek olguların araştırılmaması veya delillerin toplanmaması nedeniyle ortaya çıkabilecek hak ihlallerini, AYM’nin konu ile ilgili kararları ışığında ele alacağız.
II. Mahkemelerin Delillere İlişkin Kararlarının Bireysel Başvuru Yolu Kapsamında Denetlenmesi
Başlarken ifade etmeliyiz ki; bir davada, taraflarca gösterilen delillerin dava ile ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi şüphesiz yargılamayı yürüten mahkemeye aittir. İHAM’ın ve AYM’nin bu konudaki yetkisi iki hususla sınırlıdır. Bunlardan birincisi; delillerin toplanmasına, değerlendirilmesine ve gösterilen delillerin davayla ilgili olup olmadığına ilişkin kararların bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi halidir. Bu durumda hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlali gündeme gelecektir. İkincisi ise; yargılamayı yürüten mahkemenin delillere ilişkin olarak verdiği kararların iddia ve savunma makamı arasında bir dengesizlik oluşturması, daha açık ifadeyle savunma makamını, iddia makamı karşısında dezavantajlı konuma düşürmesi halidir. İşte bu durumda İHAM ve AYM, ortaya çıkan dengesizliğin “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkelerini ihlal eder boyutta olup olmadığını değerlendirmektedir.
Savunma tarafından sunulan delillerin dikkate alınmaması, savunmaya dayanak teşkil eden olguların araştırılmaması, delil sunma/ortaya koyma taleplerinin reddedilmesi ve bunlara ilişkin kararların yeterli gerekçe ihtiva etmemesi, savunmayı iddia makamı karşısında dezavantajlı konumda bırakabilecek durumlara örnektir. Burada yanıtlanması gereken asıl soru, derece mahkemelerince delillere ilişkin olarak verilen kararların, hangi hallerde “silahların eşitliği” ilkesine aykırılık oluşturacağıdır.
“Delillerin ortaya konulması ve reddi” başlıklı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) m.206/2, ortaya koyulması istenen bir delilin üç halde reddedilebileceğini belirtmektedir: “(a) Delil, kanuna aykırı olarak elde edilmişse, (b) Delil ile ispat edilmek istenilen olayın karara etkisi yoksa, (c) İstem, sadece davayı uzatmak maksadıyla yapılmışsa”. Uygulamada, “silahların eşitliği” prensibi bakımından tartışma oluşturan durumlar daha çok (b) ve (c) bentlerindeki düzenlemelerden kaynaklanmaktadır. Delil ile ispat edilmek istenilen bir olayın yargılama sonucunda verilecek karara etkisinin olup olmadığı veya delillere ilişkin taleplerin davayı uzatmak maksadıyla yapılıp yapılmadığı, ancak her somut vakanın kendine özgü koşulları ışığında yanıtlanabilecek sorulardır. Bu konuda İHAM ve AYM tarafından gerçekleştirilecek denetim, mahkeme kararlarının ilgili ve yeterli gerekçe içerip içermediği hususu ile sınırlıdır. Kural olarak; ceza yargılamasında, sanığın cezasının azalmasına veya kalkmasına neden olabilecek olgulara ilişkin deliller “esaslı” olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla, bu nitelikteki olguların araştırılmasına veya delillerin toplanmasına yönelik taleplerin reddedilebilmesi için mahkemelerin son derece güçlü gerekçeler sunması gerekmektedir. Öte yandan; sanığın kendi imkanlarıyla elde etmesi mümkün olmayan deliller sözkonusu olduğunda, sanığın iddia makamı karşısında zayıf durumda kalma ihtimalinin daha güçlü olduğu kabul edilmelidir. AYM; “Özellikle sanığın kendisinin elde etme olanağı bulunmayan deliller bakımından yargı makamlarınca savunmaya bunların aksini ortaya koyma hususunda makul imkanların sunulması gerekir” diyerek bu hususa dikkat çekmektedir (Ruhşen Mahmutoğlu, B. No: 2015/22, 15/1/2020, § 60).
Özetlemek gerekirse; “silahların eşitliği” ilkesi uyarınca, yargılamanın sonucuna etki edebilecek olguların araştırılması ve delillerin toplanması yönünde bir talep mahkemeye sunulduğunda, bu talep hakkında mutlaka bir değerlendirme yapılmalı, talebin reddedilmesi halinde bunun nedeninin gerekçede açıkça gösterilmesi gerekmektedir. Gerekçe, “ilgili ve yeterli” olmalı, soyut ve genel geçer ifadeler içermemelidir. Aşağıdaki örnek kararlarda görüleceği gibi, sanığın savunmasının “cezadan kurtulmaya yönelik” veya “hayatın olağan akışına aykırı” olduğu gibi somut ve kişisel herhangi bir açıklama içermeyen gerekçeler veya “mevcut delil durumu” gibi muğlak ifadeler “ilgili ve yeterli gerekçe” koşulunu karşılamamaktadır. Aynı şekilde, sanığın savunmasının benzer vakalarda yapılan savunmalara benzemesi, sanığın adli sicil kaydının veya sanık hakkında yürütülen benzer nitelikte soruşturmaların bulunması, esaslı olguların araştırılması ve delillerin toplanması taleplerinin reddi için haklı gerekçeler teşkil etmemektedir.
III. Konuya İlişkin AYM Kararlarından Örnekler
1- AYM, terör örgütüne üyelik suçundan mahkum olan bir kişinin, hükme esas alınan delillerin doğruluğuna ilişkin olarak kovuşturma aşamasında sunduğu itirazların karşılanmadığını ve delil sunma/ortaya koyma taleplerinin gerekçesiz bir şekilde reddedildiğini ileri sürdüğü bir başvuruya ilişkin kararında şunları kaydetmiştir: “(…) derece mahkemesi, başvurucunun mahkumiyet kararının dayanağı olan A.U. ile şifreli bir şekilde haberleştiği ve silahlı terör örgütü talimatıyla İ.T.’nin öldürülememesi üzerine devreye giren kişi olduğu iddialarına esas alınan delillerin doğruluğu ve uygunluğu yönünden ileri sürülen itirazları gerekçeli kararında tartışmamış; bu iddialar yönünden soruşturmanın genişletilmesi talebi hakkında herhangi bir değerlendirmede bulunmamıştır. (…) somut olayda, derece mahkemesinin mahkumiyete gerekçe gösterdiği olguların varlığı yönünden, sadece iddia makamının gösterdiği delilleri dikkate alması, başvurucunun aynı olguların aksini ispat için gösterdiği delillerle ilgili gerekli ve yeterli bir inceleme/değerlendirme yapmaması başvurucuyu iddia makamı karşısında usule ilişkin imkanlardan yararlanma noktasında önemli ölçüde dezavantajlı konuma düşürmüştür. Başvurucunun iddialarını kendi imkanlarıyla ispat etmesi olanaklı değildir. Bu koşullarda Mahkemece izlenen yöntemin ‘çelişmeli yargılama’ ve ‘silahların eşitliği’ ilkelerinin gereklerine uygun olmadığı ve başvurucunun menfaatlerini koruyan güvenceler içermediği açıktır. Bu durum, yargılamanın bir bütün halinde adil olmaktan çıkmasına neden olmuştur” (Ruhşen Mahmutoğlu, B. No: 2015/22, 15/1/2020, § 67).
Yeri gelmişken; “tevsii tahkikat” adı ile kullanılan müessesesin kovuşturma aşaması ile değil, soruşturma ile ilgili olduğu ve hatta kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz sonrasında CMK m.173/3’de sulh ceza hakimliği tarafından soruşturmanın genişletilmesine karar verilebileceğini, dolayısıyla uygulamada bilinen adıyla “tevsii tahkikat” müessesesinin soruşturma ile ilgili olduğu, ancak kovuşturmada da CMK m.206’da delillerin ortaya koyulup tartışılmasının düzenlendiğini ve m.207’de de delillerin ortaya koyulması isteminin geç bildirilmesinden dolayı reddedilemeyeceğinin belirtildiğini, esasen “mahkemenin re’sen delil araştırma” ilkesinin mülga 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 237/3 hükmünde kaldığını, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda bu hükmün karşılığının olmadığı, bu nedenle “tevsii tahkikat” müessesesinin taraf taleplerine bağlı olarak kabul edildiğini ifade etmek isteriz.
2- AYM, başkasına ait kredi kartının kötüye kullanılması suçundan cezalandırılan birisinin, suça konu işlemin kendisi tarafından gerçekleştirilmediği yönündeki iddialarının ve bunlara dayanak gösterilen delillerin incelenmediği şikayetiyle yapılan bireysel başvuruda şu değerlendirmelerde bulunmuştur: “Mahkemece dava konusu işlemin gerçekleştirildiği cihazın kimlere kiraya verildiği yönünde bir araştırma yapılmadığı gibi işlem yapıldığı sırada C.I.M. firmasına kiralandığına ilişkin başvurucunun dosyaya sunduğu bilgi ve belgelerle ilgili bir araştırma ve inceleme de yapılmamıştır. Keza başvurucu ile C.I.M. firması arasında bir sözleşmenin olup olmadığı hususu da gerekçeli kararda tartışılmamıştır. Mahkeme savunmanın ileri sürdüğü bu argümanlarla ilgili olarak araştırma ve inceleme yapılmamasına gerekçe olarak başvurucu hakkında devam eden soruşturma ve kovuşturmalar ile başvurucunun adli sicil kaydında gözüken benzer eylemleri göstermiştir. Somut olayda, Mahkemenin mahkumiyete gerekçe gösterdiği olguların varlığı yönünden sadece katılanın beyanlarını ve iddia makamının gösterdiği delilleri dikkate alması, buna karşılık başvurucunun aynı olguların aksini ispat için gösterdiği delillerle ilgili inceleme ve araştırma yapmaması başvurucuyu katılan ve iddia makamı karşısında önemli ölçüde dezavantajlı konuma düşürmüştür” (Tamer Karataş, B. No: 2020/3612, 4/7/2022, § 29). Belirtmeliyiz ki; başvurucu hakkında verilen mahkumiyet kararının gerekçesinde, “Sanığın savunmasının hayatın olağan akışına ters düşüp, suçtan ve olası cezadan kurtulmaya yönelik olduğu” ifadeleri yer almaktadır.
3- AYM bir başka kararında; şasi numarası değiştirilen bir dorseyi satma fiiline istinaden resmi belgede sahtecilik ve nitelikli dolandırıcılık suçlarından mahkum olan birisi tarafından yapılan bireysel başvuruda, yine “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkelerinin ihlal edildiğine karar vermiştir. AYM kararının gerekçesi şöyledir: “Mahkemece dava konusu sahtecilik işleminin sözkonusu dorsenin başvurucu tarafından satın alındığı tarihten önce gerçekleştirildiği yönündeki savunma ve başvurucunun bu savunmayı desteklemek üzere dosyaya sunduğu faturaya ilişkin herhangi bir araştırma ve inceleme yapılmamıştır. Keza başvurucunun, davaya konu dorseyi şasi numarası değiştirilmiş olarak satın aldığı ve bu durumdan haberi olmaksızın müştekiye sattığı iddiası da gerekçeli kararda tartışılmamıştır. Mahkeme savunmanın ileri sürdüğü bu argümanlarla ilgili olarak araştırma ve inceleme yapılmamasına gerekçe olarak dosyadaki mevcut delil durumunu göstermiştir. Somut olayda; Mahkemenin mahkumiyete gerekçe gösterdiği olguların varlığı yönünden, sadece müştekinin beyanlarını ve iddia makamının gösterdiği delilleri dikkate alması, buna karşılık başvurucunun aynı olguların aksini ispat için gösterdiği delillerle ilgili inceleme ve araştırma yapmaması başvurucuyu müşteki ve iddia makamı karşısında önemli ölçüde dezavantajlı konuma düşürmüştür” (Mustafa Doğan, B. No: 2019/11137, 16/11/2022, § 27).
4- AYM nihayet daha yakın tarihli bir kararında; dolandırıcılık suçundan mahkum olan birisinin, müştekinin para yatırdığı hesaba ait banka kartını kaybettiği ve yatırılan paranın başkası tarafından çekildiği, dolayısıyla suçun failinin kendisi olmadığı yönündeki savunmasını ispatlamak için talep ettiği araştırmaların yapılmamasını “silahların eşitliği” ilkesi yönünde değerlendirmiştir. Bu olayda başvurucu; arkasına şifresini yazdığı banka kartını kaybettiğini, ancak hesabında kayda değer bir meblağ bulunmadığı için bunu önemsemediğini, hesabındaki hareketliliğe ilişkin mesajlar telefonuna gelmeye başlayınca kart iptali işlemleri için bankayı birkaç kez aradığını ileri sürmüştür. Başvurucu, sözkonusu iddiaların doğrulanması amacıyla bankamatiği gören MOBESE kameralarının kayıtlarının incelenmesini, banka müşteri hizmetlerindeki ses kayıtlarının istenmesini, ilan vererek müşteki ile iletişime geçen telefon numaralarının kullanıcılarının araştırılmasını, kullandığı hattın arayan/aranan ve baz bilgilerini gösterir dökümlerinin çıkarılması için müzekkere yazılmasını ve benzer şekilde banka kartına yatırılan paralar nedeniyle yapılan şikayetler sonucu başlatılan soruşturma ve yargılamaların dosyalarının incelenmesini mahkemeden talep etmiştir. Davayı gören mahkeme, başvurucunun kullandığı telefonun olay tarihine ait baz istasyonu verilerini ve bu olaya benzer şekilde başvurucunun aynı banka kartı hesabına para yatırılması sağlanarak gerçekleştirilen başka bir dolandırıcılık eylemine ilişkin dava dosyasını getirtmiş ancak gerekçeli kararda bu belgelere ilişkin olarak lehe veya aleyhe bir değerlendirme yapmamıştır. Diğer delil ortaya koyma talepleri ise dosyanın esasına etkili olmayacağı gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucu hakkında verilen mahkumiyet kararının gerekçesinde “sanığın şifresini arkasına yazdığı kartını kaybettiği yönündeki savunmasının hayatın olağan akışına aykırı ve suçtan kurtulmaya yönelik olduğu, bu tip suçlarda sanıkların bu yönde savunma yaptıkları” ifadeleri yer almıştır.
AYM, bu başvuruda da “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkelerinin ihlal edildiğine karar vermiştir. AYM’nin değerlendirmesi şu şekildedir: “Başvurucunun olayın faili olmadığı yönünde ileri sürdüğü hususlarla ilgili de araştırma yapılmamış, delil toplatma talepleri Mahkemece somut gerekçe açıklanmaksızın soyut ve genel ifadelerle reddedilmiştir. Başvurucunun, suçun sübutu açısından belirleyici nitelikte olan, müştekinin aradığı telefon numaralarının kime ait olduğunun araştırılması, ATM'den para çekme anına ilişkin çevredeki MOBESE kayıtlarının getirtilmesi ve başvurucunun kart hesabını kapatmak amacıyla banka müşteri hizmetlerini aradığını ispata yarayacak ses kaydının istenmesi talepleri, dosyanın esasına etkili olmayacağı gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucunun toplatılmasını talep ettiği deliller, ancak Devlet yardımıyla elde edilebilecek niteliktedir. Dolayısıyla başvurucuya kendisinin elde etme olanağı bulamadığı delilin aksini ortaya koyma hususunda makul imkanlar sunulmamıştır. Sonuç olarak başvurucu, usule ilişkin imkanlar noktasında iddia makamına nazaran dezavantajlı bir konuma düşürülmüştür” (Halil Akkaya, B. No: 2021/2754, 7/6/2023, § 27).
IV. Değerlendirme ve Sonuç
Ceza yargılamasının amacı maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. İspat Hukukundaki temel kural, iddia sahibinin iddiasını ispatla mükellef olması olsa da, ceza yargılamasında birtakım kanuni veya fiili karinelere başvurulması mümkündür. Uygulamada çok sık karşılaşılan, sanığın savunmasının “hayatın olağan akışına aykırı” olduğu yönündeki kanaat, sanık aleyhine bir tür fiili karine oluşturmaktadır. Oysa hayatın olağan akışına uygun ve aykırı durumlar konusunda ortak bir sonuca varmak her zaman mümkün değildir. Bu nedenle bu tür gerekçelerin itinayla kullanılması ve objektif olarak desteklenmesi önem arz etmektedir. Diğer yandan sanığa, dayanılan karinenin aksini ispatlama imkanı sağlanmadıkça maddi gerçeğin tam anlamıyla ortaya çıkarılamayacağı kabul edilmelidir. Nitekim sanığın kendi imkanlarıyla elde etme imkanı bulunmayan deliller sözkonusu olduğunda, bu eksiklik yargılamanın bütününü adil/dürüst olmaktan çıkarmaktadır. Bu gibi durumlarda gündeme gelen bir diğer önemli husus ise masumiyet/suçsuzluk karinesidir. Sanığın, aksini ispat etme imkanına sahip olmadığı bir fiili karineye dayanılarak mahkum olması “silahların eşitliği” ilkesi yanında masumiyet/suçsuzluk karinesini de ihlal edebilecektir. Nihayet; mahkeme kararlarının tüm bu konularda ilgili ve yeterli gerekçe içermemesi, adil/dürüst yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlaline de yol açabilecektir.
AYM, delillerin toplanmasına veya değerlendirilmesine ilişkin olarak bugüne kadar çok az başvuruda ihlal kararı vermiştir. Bunun nedeni, genel olarak delillere ilişkin şikayetlerin büyük çoğunluğunun “kanun yolun şikayeti” niteliğinde olmasıdır. Bu tür şikayetler, “açıkça dayanaktan yoksunluk” gerekçesiyle kabul edilemez bulunmaktadır. Yukarıda değinilen kararları bunlardan ayıran husus, başvurucuların iddia ve savunmalarının suçun sübutu bakımından belirleyici olmasıdır. Bu gibi hallerde, yargılamayı yürüten mahkeme iddia ve savunmaların her birisi hakkında ayrı değerlendirme yapmakla yükümlüdür. Mahkemenin hiçbir değerlendirme yapmaması veya “hayatın olağan akışına aykırı” yahut “suçtan kurtulmaya yönelik” gibi soyut ve genel değerlendirmeler yapması savunmayı iddia makamı karşısında dezavantajlı duruma düşürmektedir.
Bireysel başvuru yolunun amaç ve sınırlarına uygun olarak AYM, belirli bir davada hangi olguların araştırılması veya hangi delilleri toplanması gerektiği konusunda açık görüş bildirmemektedir. Buna karşılık; somut olayın koşulları ışığında bir araştırmanın yapılması veya delillerin toplanması objektif olarak maddi gerçeğin açığa çıkarılması bakımından zorunlu görünüyorsa AYM, mahkeme kararlarının gerekçelerini incelemektedir. Bu, esasa ilişkin bir inceleme olmadığından, mahkemelerin takdir yetkisine müdahale anlamına gelmemektedir. Netice olarak; adil/dürüst yargılanma hakkı kapsamına giren bir yargılamanın hakkaniyete uygun bir şekilde yürütülüp yürütülmediğini ve bu çerçevede davanın taraflarına eşit imkanların sağlanıp sağlanmadığını denetlemek, AYM’nin ve sırası geldiğinde İHAM’ın yetkisi ve görevi kapsamındadır.
Prof. Dr. Ersan Şen
Dr. Erkan Duymaz
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.