Ekseriya, sapmayı anlamak /açıklamak üzere insanlar bireyin karakteristiklerine bakarlar.
Ne var ki, sapmanın kaynağı toplum yapısındadır. Toplum, anormal görülenleri etiketleyerek sapmayı yaratmakta ve sürdürmekte bir rol oynamaktadır.
Giriş
Normlar, bir toplum veya grubun üyeleri için kültürel, ahlaki ve yasal olarak neyin arzu edilir ve uygun olduğunu belirleyen ortak davranış beklentileri olarak tanımlanır. Normlar, doğası gereği resmi ve gayri resmi olabilir. Bu tanım göz önüne alındığında ister aile birimi gibi küçük ister toplumlar gibi büyük olsun, tüm sosyal gruplarda normların mevcut olduğunu varsayabiliriz. Normlar hem buyurucu (ne yapılacağını) hem de yasaklayıcı (ne yapılmayacağını) işlevler görmekte ve böylece toplumsal düzeni yönlendirmekte ve bilgilendirmektedir. Normlar, eylemlerin sağlam ve güvenilir bir şekilde tekrarlanmasını kolaylaştırır, karşılıklı davranış beklentilerini teşvik eder ve genel olarak çalışan örgütlerin istikrarına ve verimliliğine katkıda bulunur.
Bizler, birçok açıdan, uyur-gezer bir konumda sosyal dünyanın normları doğrultusunda yaşamaktayız. Normların oluşum ve devamını laboratuvar ortamında araştıran sosyal psikolog Muzaffer Şerif (1936), ile Asch’in (1955) çalışması, insanın grupla birlikte yürüme eğilimi olduğunu gösterdi. Bireylerin grup normlarına ram olması gibi gruplar da hemen konformite talep etmektedir. Sapma, grubu ve gündemi tehdit etmektedir. Bir grup, ray üzerinde giden bir tren gibidir. Sapma onu raydan çıkarmaktadır. Uyumsuzluk grubun varlık nedeni zedelemekte ve ender olarak hoş karşılanmaktadır.
Grupların uyum üzerinde ısrarlı olmasına tarih boyunca dünyanın her köşesinde tanık olunmuştur. Toplum neden bir davranış biçimini sapma sınıfına sokarken diğerini sokmuyor? Toplum yaşam tarzı ile belirgin biçimini ve özgün kimliğini yitirmeksizin grupta ne kadar değişiklik ve çeşitliliğe tolere edilebileceğini ortaya koymaktadır. Toplumu bir arada ne tutmaktadır? Ahlaki dayanışmayı üreten mekanizmalardır (Durkheime). Mekanizmalar bunu ürettiği duygularla (emotions) yapmaktadır.
İşte sapma sosyolojisi, suç da dahil olmak üzere çok çeşitli davranış ve faaliyetleri kapsar. En basit haliyle sapma kavramı belli bir toplum ve zaman kesitinde normdan ayrılık sergileyen davranışa ilişkindir. Kriminoloji bağlamında ise, ceza hukuku kurallarına aykırı davranış anlamına gelmektedir. Bu türden davranış “suç” ve bu davranıştan sorumlu olan kişi de “suçlu” olmaktadır.1
Bu tanım, normların ne olduğu sorusunu gündeme getirmektedir: Normlar, uygun davranış ve faaliyetlere ilişkin anlayışlar veya beklentiler olarak tanımlanabilir. Normlar, insanların belirli durumlarda nasıl davranmaları gerektiğine dair ifadelerdir. Normlar, en azından bir dereceye kadar paylaşılmalıdır ve uygun/uygunsuz, kabul edilebilir/kabul edilemez ve normal/anormal davranış ve faaliyetler arasında ayrım yaparlar. Bu ayrımlar katı sınırlar değildir. Bir durumda (tarihsel veya coğrafi) uygun görülen veya bazı insanlar tarafından sergilenen davranış normal kabul edilebilir, ancak başka bir durumda aynı davranış sapkın olarak olumsuz yaptırıma tabi tutulabilir, hatta suç olarak cezalandırı- labilir.
Norm, eylemlerin, uygulamaların, davranışların ve bireylerin veya grupların değerlendirildiği ve normdan sapmanın çeşitli şekillerde cezalandırıldığı bir ölçüttür. Normlar, toplumsal yaşamın düzenlen- mesi için olmazsa olmazdır ve "sosyolojide temel bir kavram" oluşturur.
Sapma
Sapma sosyolojisi, hukuk sosyolojisi ile önemli ölçüde örtüşür: Her ikisi de toplumsal kontrol, hukuk ve toplumsal düzenleme arasındaki ilişki, yasa ihlali ve yasal değişimle ilgilenir, ancak hiçbiri yalnızca bu konulara odaklanmaz. Hukuk sosyoloğunun, hukuku toplumsal yaşamın kalıcı bir boyutu olarak oluşturan kurumsallaşmış toplumsal normlarla (Bengoetxea) ve hukuk, hukuk kültürü ve hukuki bilinç hakkındaki fikirlerle (Nelken) daha çok ilgilendiği, buna karşılık sapma sosyoloğunun hukukun doğru- dan etki alanı içinde olmayan ve çeşitli hukuk dışı ortamlarda işleyen bir dizi norm ve düzenlemeye odaklandığı öne sürülebilir. Her iki geleneğin de yirminci yüzyılda farklı geçmişleri vardır: Amerika Birleşik Devletleri'nde hukuk gerçekçileri, hukuk sürecinin hukuki ideallere ulaşmadaki başarısızlık- larını ele aldılar; bu, hukuk sosyolojisinde devam eden bir temadır (Hunt 1993). Hızlı kentleşme, göç, artan etno-dinsel çeşitlilik ve yoksullaşma, normların çiğnenmesi ve kontrol konusunda yeni tartışmaların zeminini hazırladı (Turner 1988). Bununla birlikte, bu iki alt uzmanlık alanı arasındaki sınırlar kesin değildir; disiplinlere özgü kavramlar ve dil, benzerlikleri sıklıkla gizler.
Ceza hukuku pratiğinde sanki suçlu ve suçlu olmayan davranış arasında keskin bir ayrım olduğu düşüncesi varlık göstermektedir: Hırsızlık yapan kişi bu eyleminden suçludur veya çalmayan kişi ise onurlu bir kişidir. Davranışları ve insanları iki kategoriye, suçlu ve suçlu olmayan, iyi ve kötü diye sınıflandırmaya gidildiğinde, çalma olgusundaki dereceler ile halkın farklı hırsızlık türleri hakkındaki düşünce ve tepkileri göz ardı edilmektedir. Gerçekte, çoğu kişiler ile çoğu davranışlar, bu iki ekstrem uç arasında yer almaktadır.
Davranış sapmalarını ölçmeye yönelik birkaç standart vardır: Biri, ceza hukuku; diğeri, ideal amaç veya değerler ve üçüncüsü, günlük davranışı çokça kontrol eden pratik yaşam normlarıdır. Ceza hukukundan sapma şeklindeki bu pratik normlar, illegal uyumlar olarak genelde günlük yaşam baskısı ve gerilimleri sonucu belirmektedir.
Bu üç standarttan suçlu ve ideal sapmaları sergileyen farazi formüle aşağıda yer verilmiştir. Taban çizgisi tamamen suçlu davranıştan başlayıp, geneldeki normal uyumlu davranıştan ideolojik reform yaklaşımına doğru davranış akışını sergilemektedir. Normal çan eğrisi2 halkın davranışının (taban çizgisinin) çeşitli alanlarını, yüksekliği de nüfus dağılımını temsil etmektedir.
Bu çan eğrisinin bir tarafında pratik normlar yer alırken, diğer tarafında ideal amaç ve değerlere endeksli davranışlar yer almaktadır. D kısmında ise, ceza hukuku normlarını genelde ihlal etmeyen büyük nüfus grubuna tanık olunmaktadır. Bu oranı kesin olarak belirlemek şimdilik mümkün değilse de adalet istatistiklerine göre, cezai sorumluluğu olan nüfusun % 60-80 oranında olduğu tahmin edilmektedir. Bu grupta yaşamın normal akışı gereği tesadüfi suç işleyenler yanında “bedavacılığı” normal görenler, iş yerlerinden “tırtıklayanlar”, telif haklarını ihlal edenler, trafik kurallarına aykırı davranan sürücüler, alkollü araba kullananlar; beyaz yakalılar arasında vergi kaçıranlar, rüşvet ve zimmet suçlarını işleyenler de bulunmaktadır. Bu alanda legal ve etik standartlar açısından sapma olarak beliren bazı organize suçlara da tolere edildiği görülmektedir. Örneğin organize gruplarca verilen kumar, fuhuş ve uyuşturucu madde satışı gibi hizmetlerden yararlanırlarken, koruma bedeli/tehdit karşılığı ödemeler de yapılmakta ve ender olarak kolluğa ihbar edilmektedir. İşte D alanındaki halk, suçları kendileri işlemese de organize suçun varlığını sürdürmesine ekseriya katkıda bulunmaktadır. Davranışlar bazen etik dışı davranışlara dönüşmektedir. Bir şirketteki çoğu ahlaki kişilerin varlığına karşın pek çok gayri ahlaki karar alınmaktadır. Nazi Almanya’sında toplama kamplarını yönetenler/gaz fırınları ihalesine giren ve donatan şirket mensupları genelde pazarları kiliseye giden, çoğu çocukları olan, yaşamı ve hayvanları seven kişilerdi. D alanında fazlaca uyumlu davranış saplantısı içinde olanlar da vardır. Bunlar, bir bakıma, toplumun vicdanını oluşturmaktadırlar. Bu bağlamda sapkın davranışlara karşı tavır alan toplum liderleri, girişimleri için de D alanında yer alan beyaz yakalı suçluların desteğinden yararlanmaktadır.
A ve G alanında yer alanlar tamamen farklı karakterdedirler ve standartları için D alanı temel referansları olmayıp, geniş toplum içinde ufak grupları/cemaati temsil eden kendilerine özgü standartlar etrafında organize olmuşlardır: A’dakiler suçluluk etrafında, G’dekiler ise belli ideolojilere karşı fanatik hayranlık duyarak yer almaktadırlar.
B, C alanlarında gelişen suçluluk bakımından, planlı suçluluktan tesadüfi suçluluğa doğru bir akış vardır. Süper-marketten yapılan hırsızlıklar C alanına girerken, planlı bir hırsızlık B alanındadır.
A alanındaki suçlular, organize suçlular, 2-3 kişilik profesyonel suçlular, mükerrirler ile itiyadî suçlular olarak yer altı dünyasını oluşturmaktadırlar. Bu alan “suçlu alt-kültürü” (delinquent subculture) veya karşıt kültür (contraculture) olarak da adlandırılmaktadır. (A) alanındaki davranış, kelime, düşünce ve eylem olarak suçluluk etrafında organize edilmiştir. Suçluların eylemlerine yönelik bir davranış kodu da bulunmaktadır. Suç teknikleri devamlı olarak gelişmekte; ticaret veya meslekte olduğu gibi yetenek ve beceriler profesyonellerden yeni adaylara intikal ettirilmektedir. Yer altı dünyasının kendine özgü rolleri, statü durumları, ödülleri ve cezaları, başarı ve başarısızlık standartları vardır. Farklı bir dünya olarak belirmektedir. Ölen üyelerin yerlerine yenileri gelmekte; kolluk güçleri- ne yakalanmamak dışında yeni gelişen suç önleme tedbirlerine karşı yeni teknikler geliştirmektedirler.
Yer altı dünyası üyelerini, yalnızca B, C ve D alanlarından kayan yeni üyelerden değil, yaşam seçimini bu alanda yapmış olanlardan da oluşturmaktadır. Bu dünya, toplumdan soyutlanmış ve toplumun uyumlu kesimince reddedilmiş kişiler için bir sığınma yeri olmaktadır. (A) alanında bulunan suçlu ve sabıkalıların, toplum değerlerine, mülkiyete ve insanlara fazlaca saldırıyı ve fazlaca gencin kendi saflarına geçmelerini önlemek üzere kontrol edilmesi gereklidir. Başarıya yönelik mali beklentilerin çok fazla olduğu, çoğu kişilerin ve grupların legal vasıtalarla başarı sağlayamadığı rekabetçi bir toplumda (liberal demokraside) suçun toplumda sıfırlanabileceğini (crime-free) söylemek imkânsız gözükmektedir. Nitekim, toplumlar, suçtan arındırmaya, toplum için normal gördüğü belli bir oranı korumak kadar çaba göstermemektedirler.
Bu eğri kriminolojik açıdan oldukça normal gözükmektedir. Bu eğride sol tarafın hakimiyeti toplumu anomik bir yaşama sürüklerken, sağ tarafın hakimiyeti toplumda hoşgörüsüz katı bir rejime götürecek; normatif eşik her seferinde yükseleceğinden toplumsal yaşam özgürlükten yoksun, durağan bir nitelik sergilemeye mahkûm edilecek; toplumsal ahlakı/ halkı, kendine göre normlaştırmak faşizanca bir yaklaşım olacaktır. Sosyolojik açıdan önemli olan kişiye ve gruba yararlı, kişi ve grup için istenilir, kişi veya grup tarafından beğenilen şeyler olarak tanımlanan değerlerin paylaşılması artırmak olmalıdır.
Sosyal Normlar ve Sapma
Sapma herhangi özel bir davranış türünde yer alan bir şey değildir. Halkın doğrudan veya dolaylı temas ettiği davranışa atfedilen bir şeydir. E. Durkheim ve G. Herbert Mead’in belirttiği gibi toplumda sapma olarak düşünülen eylemlerin tümü gerçekte grup yaşamına zararlı değildir.
Toplum neden bir davranış biçimini sapma sınıfına sokarken, diğerini sokmuyor? Toplum yaşam tarzı ile belirgin biçimini ve özgün kimliğini yitirmeksizin grupta ne kadar değişiklik ve çeşitliliğe hoşgörülü olabileceğini ortaya koymaktadır.
Bazı kişilerin insanları şoke eden hunharca suçları işlediğini yadsımaksızın, sosyologlar sapmayı özgür seçim veya insanların bireysel düşkünlüğü (failings) olarak (Hobbes) düşünmekten ziyade-doğru olduğu kadar yanlış-tüm davranışın toplum tarafından şekillenmesini (Montesquie) araştırırlar. Sapmayı, eylemin kendisi değil, toplum tepkisi belirlemekte ve genelde normal olarak kabul edilenden sapma olmaktadır. Oldukça göreceli bir kavram olarak sapmanın zamanla değiştiği; zamanla değişim motoru olmakta ve ülkeden ülkeye de değişim sergilemektedir.3
Aşağıdaki üç neden, sapmanın tüm olarak özel kişiler hakkında olmaktan çok toplumsallığını dile getirmektedir:
Birincisi, doğru ve yanlış, kültüre kök salmıştır. Hiçbir düşünce veya eylem içsel olarak sapma olmayıp; özel normlara ilişkin olarak sapma olmaktadır. Çorum’un Bayat ilçesindeki ile İstanbul’un Nişantaşı’- ndaki insanların yaşam biçimleri sayısız ölçüde farklıdır. Böylece, bir belde de ayıplanan bir davranış ötekinde hoşgörü ile karşılanmaktadır.
İkincisi, sapmanın topluma dayalı olması, insanların her yerde sapkın olması, yalnızca ötekilerin onları o şekilde tanımlamasıyladır. Bazı ciddi suçlar dünyanın her yerinde lanetlenmektedir. Yalnız, hepimiz devamlı olarak sosyal normları/yasaları ihlal eder derecesinde çiğnemekteyiz. Weber’e göre sınıfı, servet/ güç/prestij belirler.
Üçüncüsü, kural yapımı ve kural ihlali her zaman sosyal güç işidir. Ankara Kızılay Tuna caddesinde evsiz barksız birinin belediyeyi suçlaması göz altına alınma riskini taşırken, aynı mekânda belediye seçimlerde aday olanın konuşması alkış almakta ve kolluk korumasına mazhar olmaktadır.
Normları çiğnemek veya sapmak evrenseldir; sosyal grupların ve toplumların tekrar eden bir özelliğidir; Durkheim'ın görsel olarak ifade ettiği gibi, "Azizler toplumunu, örnek bireylerden oluşan kusursuz bir manastırı hayal edin. Suçlar [veya sapmalar] tam olarak böyle adlandırılsa da orada bilinmezler; ancak sıradan insanlara önemsiz görünen hatalar, sıradan bir suçun sıradan bilinçte yarattığı skandalı orada da yaratır. Öyleyse, eğer bu toplumun yargılama ve cezalandırma gücü varsa, bu eylemleri suç [veya sapkın] olarak tanımlayacak ve onlara bu şekilde davranacaktır"(1938, 68–9).
Normlar, resmiyet düzeyleri açısından farklılık gösterebilir ve görgü kuralları, dile getirilmeyen grup kuralları, açık organizasyon prosedürleri, ahlak, etik ve hem medeni hem de cezai yasalar şeklinde olabilir. Aynı davranış ve etkinlik aynı anda birkaç tür norma tabi olabilir. Örneğin, kamusal alanlara izinsiz yazılmış veya boyanmış işaretler veya çizimler olarak tanımlanan grafiti, cezai yaptırımlarla birlikte cezai hasar veya vandalizm olarak kovuşturulabilir. Ancak sapkınlık statüsü belirsiz ve tartışmalıdır. Grafiti, bazı grafiti sanatçılarının ünlü statüsüne ulaşması ve eserlerinin turistik cazibe merkezleri haline gelmesiyle sokak sanatı olarak övülebilir veya toplumsal direniş ve/veya siyasi aktivizm noktaları olarak görülebilir.
Sapma ile Suç Arasındaki İlişki
Temel düzeyde sapma ve suç arasındaki ayrım, davranışın ihlal ettiği normun "türü" ve bu normun grup veya toplum içindeki konumu aracılığıyla yapılır. Normatif bağlamda suç, kanunla belirlenmiş bir normu ihlal eden bir sapma eylemi olup, sapmanın şiddeti kırmızı ışıkta araç kullanmak gibi küçük ihlallerden adam öldürme gibi daha ciddi eylemlere kadar değişebilir.
“Neden suyun öte tarafında yaşamıyorsunuz? Arkadaşım, suyun bu tarafında yaşasaydın ben bir katil olacaktım ve bu şekilde seni öldürmem haklı (just) olmayacaktı. İşte suyun öte tarafında yaşadığın için ben bir kahramanım ve eylemimde haklılık kazanmaktadır.” M.T.Yücel. ‘Pascal’ın Pensées’den Ünlü Sözleri’ Hukuk Felsefesi Ank., 2009, s.31.
Kavramların (konformite/sapma/suçluluğun) göreceliği iki grup arasındaki ayrım çizgisinin kültür ve zaman işlevi olduğu anlamına gelmektedir. Kimlerin hangi grupta yer alacağına ait karar kişinin niteliklerine ait bir soru ile belirlenmektedir (kısa boylu insan tanımı ülkeden ülkeye değişmekte ise de tanımı belirdiğinde kısa boyluların diğerlerinden ayrımı bir ölçümleme işi olmaktadır).
Normdan sapma ve suçluluk bağlamında beliren soruna toplum, sapma ve ceza adaleti üçlüsü arasındaki etkileşim açısından bakıldığında, aşağıda biçimleştirilen dinamik model referans alınabilir.
Bu modelin belgelediği üzere, toplumsal bir ürün olan sapma,4 ceza adaleti sistemindeki ajanların (kolluk, savcılar ve hâkimlerin) tepkisini çekmekte ve bunların sapma ve toplum üzerine ters yöndeki etkileşimlerine tanık olunmaktadır. İnsanın sosyal yaşamı normlarla yapılandırılmıştır. Normlar sosyal etkileşim tekerlerini yağlamaktadır. Norm işlenen sosyal günahlar (yapılmaması gerekenin yapılması) ile ihmal günahlarını (bireyin yapması gerekeni yapmamasını) tanımlamaktadır. Çoğu haller bakımından hepimiz sosyal dünyamızın normatif etkilemesi ile uyurgezerleriz. Kuşkusuz, suçlular topluma kötü bir uyum içinde olabilecekleri gibi toplumda suçlulara karşı kötü bir uyum sergileyebil- mektedir.
Öte yandan, suç/sapmanın, tespit edilme (detection), tanım (definition) ve yanıt’a (response) dayalı bir süreç oluşumu aşağıdaki üç olayda görülebilir:
1. Yurtta aynı odayı paylaşan bir öğrencinin arkadaşının yağmurluğunu alması;
2. Evli bir adamın toplantı için gittiği İstanbul’da bir bayanla ilişkiye girmesi;
3. Bir belde belediye başkanının, kendisine seçimlerde maddi yardımda bulunan bir müteahhide ihale vermesi.
Bu olayların irdelenmesinde ortaya çıkacak gerçek, birincisinde ödünç alma olabileceği gibi hırsızlık suçu; ikincisinde, eylemin ailece bilinip bilinmemesine bağlı olduğu ve üçüncüsünde ise, iyi bir müteahhit seçimi veya yardıma karşılık olduğu ortaya çıkabilir.
Bir kişi veya grup sosyal normları ihlal ettiği için, bu normların önemini reddettiği veya onları paylaşma- dığı anlamına gelmez. Ceza hukuku da dahil olmak üzere normların önemi konusunda fikir birliği olup aynı zamanda onları ihlal etmek arasındaki kopukluğu gideren en kullanışlı kavramlardan biri 'etkisizleştirme teknikleridir. Sykes ve Matza (1957), ilk bakışta sosyal normları ihlal eden birçok davranışın, norm ihlalcisinin geçerli veya makul olarak algıladığı gerekçelendirmeler veya akılcılaştır- malar içerdiğini ne eylemleri sapkın olarak tanımladığını ne de kendini norm bozucu olarak tanımladı- ğını öne sürmektedir. Etkisizleştirmeler, sorumluluğu reddetmeyi-'benim hatam değildi'- herhangi bir yaralanma veya zarar verilmediğini iddia etmeyi, davranışı kınayanları sapkın olarak tanımlamayı veya daha yüksek bir sadakate başvurmayı- 'yasadışı protesto küresel ısınma konusunda bilinç oluşturmaktı'- içerir. Öz imaja zarar vermeden, akılcılaştırmalar içselleştirilmiş normlara değer verirken aynı zamanda onları ihlal eden davranış veya eylemlerde bulunma arasındaki kopukluktan kaynaklanan onaylamamayı etkisiz hale getirir veya saptırır.
Kişiler toplumca kutsanan amaç değerlere ulaşım yolları tıkandığında edindikleri gerilim veya hayal kırıklığı sonucu sapkın bir yol izlemeye motive olabilmekte ve uyum şekli de farklılık göstermektedir. Bunu sergilemek üzere kişilerin amaç ve vasıtaları nasıl eşleştirdiğini gösteren Robert Merton’un sapma tipolojisine aşağıda yer verilmiştir (1938). Uyum seçimi kişiden kişiye değişmektedir.
Suç
Suç, devletin kanunla yasakladığı bir faaliyettir ve açıkça tanımlanmış unsurlardan oluşur: Suçun fiziksel eylemi veya ihmali (actus reus); ve niyet, pervasızlık veya inanç gibi zihinsel faktörler (mens rea). Ortak hukuk sistemlerinde her iki unsur da mevcut olmalı ve makul şüphenin ötesinde kanıtlanma- lıdır; ancak kanunla tanımlanan suçlar katı sorumluluk gerektirebilir ve yalnızca fiziksel eylemi gerektirebilir.
Toplumlar heterojen ve girift olmaya yöneldikçe insanlar için yaşam zorlaşmakta, içsel gerilimler /öfkeler ile insanların normlardan sapmaları da olağan olmakta; yasalar, yasaklar ve onlara uyumu zorlayan yaptırımlar arttıkça da sapmalar daha da çoğalmakta; ironik bir ifade ile, düzen uğruna çıkarılan kurallar düzeni bozmaktadır. Teknolojik gelişmelere de böbrek nakli örneğinde olduğu gibi, suiistimaller eşlik etmektedir.
Konformite ve normdan sapma, kuşkusuz, göreceli kavramlar olarak yer almakta ve birbirlerini tamamlamakta ise de, bazı sosyolog ve psikologlarca (E. Durkheim, 1933; M.Mead, 1928 ve P.Reiwald, 1945) konformiteyi korumak ve normlara uyarlı vatandaşlar arasında kardeşliği pekiştirmek üzere belli miktarda sapma ile sapanların gerekli olduğu ileri sürüldü. Kuşkusuz, toplumda belli miktarda işlenmekte olan suç her toplum için kaçınılmaz kayıplar olarak normal görülmelidir: Bu durum, kutsadığımız veya uygun gördüğümüz uygulamalar ve kurumların kaçınılmaz bir sonucudur. İşlenen suç miktarını normalin altına indirmenin de bir bedeli olabileceği bilinmelidir. Toplumsal savunu açısından önemli olan, toplumsal anomiye dönüşme riskini algılayıp, gerekli önlemlerin alınarak kamu düzeninin sağlanmasıdır. Kamu düzeni sorunları, toplumlarda düzenin nasıl sağlandığı kadar nasıl ve hangi durumlardaki düzenin tehdit altında olabileceği veya bozulabileceğinin incelemesi olarak ele alınmasıdır.
Durkheim'a göre, "bir eylem, kolektif bilincin güçlü ve iyi tanımlanmış durumlarını, yani bir toplumun üyeleri arasında paylaşılan inançları, duyguları ve ahlaki tutumları rencide ettiğinde suçtur" (1984, 39). Bir eylem, suç olduğu için kolektif bilinci rencide etmez; aksine, o bilinci rencide ettiği için suçtur. Dolayısıyla, vurgu, bireysel mağdurlara verilen zarardan ziyade, devletin temsil ettiği çağdaş toplumlar- da tüm topluma verilen zarar üzerindedir. Dolayısıyla, hürriyetten yoksun bırakma, para cezaları ve zamanla değişen diğer cezalar şeklinde meşru cezayı tekeline alan devlettir. Ceza hukukuyla en yakından ilişkili olan baskıcı yaptırımlar, acı veya dezavantajın dayatılmasını içerir ve ceza hukuku, kolektif bilinci rencide eden eylemlere karşı duyulan ortak öfkenin bir ifadesidir. Telafi edici yaptırımlar, ilişkideki taraflardan birinin eylemleri veya eylemsizliği nedeniyle zarar gören ilişkileri onarmayı amaçlar; zarar tüm toplumu rencide etmez. Geri ödeme yaptırımları içeren hukuk örnekleri arasında medeni hukuk, haksız fiil hukuku, ticaret hukuku ve sözleşme hukuku yer alır. Yaptırımlar genellikle parasal tazminat veya belirli sözleşmesel yükümlülüklerin yerine getirilmesi emri şeklindedir.
Sapma ve Suçu Anlamaya Yönelik Teorik Yaklaşımlar
“Günahlarımı hatırladıkça yüreğimin ateşinden anlım terler.”
Ömer Hayyam
Sapma teorileri, ampirik araştırmalara ışık tutar ve bunlar önemli akademik tartışmalara konu olur. Genel olarak, teoriler farklı başlangıç noktaları ve varsayımlar gerektiren şu soruları ele alır: (1) İnsanlar neden ceza hukuku da dahil olmak üzere toplumsal normları ihlal eden faaliyetlerde veya davranışlarda bulunurlar? (2) Normların ortaya çıkışını ve bazı grup ve bireylerin sapkınlaşmasını hangi faktörler etkiler? (3) İnsanlar neden ceza hukuku da dahil olmak üzere toplumsal normları ihlal eden faaliyetlerde veya davranışlarda bulunurlar?
Suç her ne kadar sapma türü bir davranış ise de super-marketten bir çikolata çalmaktan kasten adam öldürmeye kadar geniş bir yelpazede çeşitli davranışları kapsamaktadır. Kuşkusuz, tek bir teori tüm suçlu davranışları açıklayacak nitelikte değildir.
Burada odak noktası bireyler ve psikolojilerinden sosyo-ekonomik geçmişlerine kadar normları yıkan davranışlarına yol açan nedenler veya risk faktörleridir. İtalyan hekim Cesare Lombroso’nun 1870'lerde kurduğu pozitif kriminoloji okulu, vücut tipleri ve beyin boyutlarının bilimsel ölçümüne dayanarak suçluluğun evrimden etkilenen biyolojik bir zorunluluk olduğu sonucuna varmıştır. Lombroso, cezaevi hükümlüleri üzerinde yaptığı çalışmalara dayanarak, suçluluğun ilkel veya hayvan benzeri fizyolojik özelliklerin yeniden ortaya çıkmasıyla karakterize edilen biyolojik bir olgu olduğu sonucuna varmıştır.
Lombroso'nun biyolojik yaklaşımı itibarını yitirmiş olsa da biyolojiyle ilgili psikofizyoloji, beyin mekanizmaları ve genetik gibi diğer bireysel düzeydeki özellikler bazen suç eğilimlerini, antisosyal davranışları veya kanunları çiğneme faaliyetleriyle ilişkiyi açıklamak için kullanılır (Ling, Umbach ve Raine 2019). Suç işlemeyi veya antisosyal davranışı anlamaya yönelik diğer yaklaşımlar1, bireyin biyolojik veya psikolojik yapısı yerine sosyal durumuna odaklanır. Burada dikkat, suç veya sapkın davranışlara yol açan fırsatlar, sosyal süreçler ve diğer etkiler üzerindedir. Robert Merton (1938) "Sosyal Yapı ve Anomi" adlı erken dönem makalesinde, suçun baskın (o dönemdeki) psikolojik açıklamaların- dan ayrılarak sosyal yapıların yasal ve sosyal kodlardan uyuma veya sapmaya yol açan baskılar yarattığı süreçleri tanımlar. Bazı sosyal yapıların "toplumdaki belirli kişilere konformist yerine uyumsuz davranışlarda bulunmaları için kesin bir baskı uyguladığını" öne sürer. Başka bir deyişle, sapkın davranış, kültürel olarak tanımlanmış, yaygın olarak benimsenen hedefler ile bunlara ulaşmak için meşru fırsatlar arasındaki kopukluğun bir sonucudur. Bir sapkınlık türü olarak suç, tüketimi finanse etmek için meşru gelir elde etme fırsatlarına erişimden yoksunken, tüketici değerlerinin içselleştirilmesine verilen "normal" bir tepkidir.5
Normların ortaya çıkışını ve bazı grup ve bireylerin sapkınlaşmasını etkileyen faktörler
Sapma melekler dünyasında da kaçınılmazdır. Standartlar o derece yüksek olacağından en ufak kayma sapma olacaktır. Öte yandan, suç değişime yer verdiğinden işlevsel/yararlıdır. Değişimin vuku bulması için dünkü sapma bugün için normal olmaktadır. ABD’de siyahi kadın Rosa Parker’ın otobüste beyaz insana yer vermeyi reddi, Nelson Meandel’nın ırk ayrımına karşı protestosu bu türdendir.
Toplum üyelerinin kolektif duygularını rahatsız eden her eylemin kamu vicdanını şoke ettiğini vurgula- yan Durkheim (1895) şu nedenlerle bazı seviyede suçun normal ve gerekli olduğuna inandığını vurguladı: 1) Hatta iyi düzenli bir toplumda (hatta melekler toplumunda), topluma değerleri ve standartlarını hatırlatmak için suç gereklidir (işlevseldir). 2) Suç hukuka uyan vatandaşlar arasında bir dayanışma duygusu yaratılmasına hizmet etmektedir. 3) Cezanın şiddetini ayarlamak suretiyle hangi kuralların en önemli olduğunu hatırlatmaktadır. 4) Ceza yaptırımları suçluları hukuka uyuma zorlamaya yardımcı olmaktadır; ayıplanma korkusu, aşağılanma ve hürriyet yoksunluğu insanları hukuka uyarlı davranmaya motive etmektedir. 5) Toplum düzeninin tümden işleyişi üzerine bazı şeylerin işleyiş itibariyle yanlış olduğunu ikaz görevini üstlenmektedir. Suç hasta bir toplumun ağrısıdır. Suç yenilik ve sosyal değişim için bir uyarıcı olmaktadır.
Sosyal değişim sonucu suç olgusuna da tanık olunmaktadır. Bireyler mevcut normlar ve kuralların varlığından emin olmayabilirler. Bu durumda normların ihlali riski oluşmaktadır. Sonuçta insanın davranışlarına rehberlik eden ve paylaşılan değerleri içeren kolektif vicdan zayıflamakta ve anomie belirmektedir- kolektif vicdanın çökerek kişilerin kendi menfaatleri perine düşmesidir. Durkheime’e göre anomie yalnızca suçla değil, intihar, boşanmalar, işçi-işveren anlaşmazlıkları ile de ifade edilmektedir.
Anomie" kelimesi, kanunsuzluk veya "kanunsuzluk" anlamına gelen Yunanca “Anomia” kelimesinden türemiştir ve yaygın olarak kabul görmüş değerlerin bozulmasından kaynaklanan toplumsal istikrarsızlığa ve yaygın kişisel belirsizlik ve yabancılaşma duygularına atıfta bulunur.
Burada, faaliyetleri sapkın olarak tanımlama süreci; yani bir anlamda sapkınlık ve suç yaratan normların inşası ve uygulanması üzerinde durulmaktadır. Etiketleme teorisi, faaliyetleri veya bireyleri sapkın olarak tanımlayan ve yorumlayan başkalarının (izleyicilerin) tepkilerini vurgular. Tepkiler yalnızca kural ihlaline değil, aynı zamanda kuralları kimin ihlal ettiğine, zamana ve yere ve norm ihlallerinin yaptırım uygulama konusunda motivasyonu ve yetkisi olan başkaları tarafından fark edilip edilmediğine de bağlıdır. Davranışın sapkın olarak tanımlanması, yalnızca bir normun ihlaline değil, sosyal bir izleyicinin tepkisine de bağlıdır. Etiketleme perspektifinin önde gelen savunucularından Howard Becker şöyle yazar: "Sapkınlık, kişinin işlediği eylemin bir niteliği değil, başkalarının bir 'suçluya' kural ve yaptırım uygulamasının bir sonucudur. Sapkın, etiketin başarıyla uygulandığı kişidir; sapkın davranış ise insanların bu şekilde etiketlediği davranıştır."6
Becker, sapma olgusu için dörtlü bir etiketler/tepkiler tipoloji oluşturmuştur: Yanlış itham edilenler, saf sapkınlar, konformistler ve gizli kalan sapkınlar. Bu bağlamda çeşitli sosyal teoriler ışığında sapma olgusu görüntüsüne aşağıdaki tabloda yer verilmiştir.
|
Sapma |
|||
|
Yapısal işlevsel yaklaşım |
Sembolik etkileşim |
Sosyal çatışma |
|
|
Analiz seviyesi |
Makro |
Mikro |
Makro |
|
Sapma ve oynadığı toplumsal rol |
Sapma sosyal örgüt- lenmenin temel bir öğesidir. |
Sapma, karşılıklı ilişki içinde ortaya çıkmak- tadır. Kişilerin bir şeyi sapkın nitelemesi ile oluşmaktadır. |
Toplumsal eşitsizlik- ten doğmakta; kanun- lar da toplumun güçlü üyelerini yansıtmakta- dır. |
|
Sapmada önemli öğe |
Sapmanın genel oldu- ğu ve her toplumda var olduğudur. |
Sapma göreceli bir kavramdır. Bağlamına göre değişmektedir. |
Sapma olgusu siyasi- dir. Güçsüz kişiler damgalanma riski taşımaktadırlar. |
Özetle, sapma olgusu bilinenin aksine oldukça yaygın bir olgudur. Çoğu insanlar yakalanma korkusu bile olmaksızın trafik ihlali, iş yerlerinden ufak hırsızlıklar yapmaktadır; bu tür eylemler çoğu kez tolere veya göz ardı edilmektedir. Sapma olgusu karşısında kişiye suçlu etiketi konulmakta-birinci etiketleme; suçlu ya suç işlemeyi terk ederek normalleşmekte veya suç işlemeye devam etmekte-ikinci etiket söz konusu olmaktadır. Bu süreçte kişi kendini suçlu olarak gördüğünde de master etiketleme varlık göstermekte ve kimlik duygusunun merkezine yerleşmekte; sapmaya devam veya yoğunlaşmasına tanık olunmaktadır.
Etiketler bizleri algılamamızda seçici olmaya yönelterek, bazı nesneleri görmemizi sağlarken, ötekilere karşı bizleri körleştirmekte ve ters düşen kanıtları da dışlattırmaktadır. Etiketleme süreci çeşitli bağlam- larda işlemektedir: Kişilerarası ilişkiler, örgütsel süreçler ve kolektif kural koyma. Günlük etkileşimler, resmi toplumsal kontrol kurumları (polis teşkilatları, mahkemeler, hastaneler, devlet bürokrasileri ve suç ve yasadışılık unsurlarını resmi olarak tanımlayan yasama organları) farklı kitleleri oluşturur.
Daha genel bir soru sorulabilir: Bazı faaliyetler nasıl suç haline getirilir veya alternatif olarak suç olmaktan (decriminalization) çıkarılır? Bunu açıklamak için ortaya atılan kavramlardan biri, ahlaki paniktir. Bu, "toplumsal değerlere ve çıkarlara bir tehdit olarak tanımlanmak üzere ortaya çıkan bir durum, olay, kişi veya kişi grubu; doğası kitle iletişim araçları tarafından stilize ve basmakalıp bir şekilde sunulur" (L.K.Cohen 1980,9). Ahlaki panikler zaman zaman gençler ve gençlik kültürü biçimleri hakkında çeşitli etiketlerle ortaya çıkar. Polisle yaşanan olaylarda ve çatışmalarda yer alan kişi sayılarının ve hasar veya şiddet derecesinin abartılması ve çarpıtılması ahlaki paniğin ayırt edici özelliğidir. Ahlaki panik fikri kısa bir zaman dilimini önerir; panik kalıcı sosyal veya politik değişime yol açmak yerine gelir ve gider.
Etiketleme Teorisi
(Labelling Theory)
Tarihte dini, yasal veya sosyal normların ihlali karşısında hükmedilen en eski yaptırım kirlilik damgası- dır. Kirlilik bulaşıcı görüldüğünden, etiketlenen suçlu toplumdan soyutlanmaktaydı. Antropolog G. Frazer, damgalı kirliliğe örnek olarak şunu vermektedir: “Eski Attika’da katiller yasa dışı ilan edilerek toplumdan soyutlanmakta ve herkes onu sorumlu olmaksızın yaralayabilmekte/ öldürebilmektedir. Bir katile başka bir suç isnat edildiğinde de karaya çıkmasına izin verilmeyerek hâkimler duruşmayı sahilden yönetiyordu”.
Olaylar silsilesinde, damga önceden işlenmiş bir suç (veya günah) ile kazanılan kirliliğe işaret eden bir belirginlik idi. Yalnız, sosyal olguda neden ve sonuç ekseriya karıştırılmaktadır. Damga ile belirginlik, bu nedenle, günah veya kirliliğe ilişkilendirilirken, sonuç ürün, öte yandan, bir tür sosyal koşullanma ile (fiziki veya davranışsal) belirginlik, kirlilik günahına ve kötülüğe ilişkilendirilmektedir.
Suç ve Nötrleştirme
Çok az insan tümden iyi veya tümden kötüdür. Çoğu suçlular her zaman suçlu bir yaşam sürmedikleri gibi normal görüntü verenlerin de zaman zaman suç işlediklerine tanık olunmaktadır. İşte insanlar genelde bir davranıştan ötekine sıçrarken, bazen suç oluşturan ve bazen de normal davranış sergileyen kişilerdir. Zaman zaman kendilerini suça yöneltmelerine elveren mazeretlere de sığındıkları görülmek- tedir. "Aslında kimseye zarar vermedim", "Bunu hak ettiler" ve "Bunu kendim için yapmadım", söylevleri Sykes ve Matza'nın nötrleştirme örneklerine işaret ediyor. Nötrleştirmeler, aynı zamanda rasyonelleştirmeler olarak da adlandırıldı. Nötrleştirme evrensel olarak kınanırken aynı zamanda evrensel olarak kullanılmaktadır. Bunlar, dolandırıcılık gibi sapkın davranışların önemli, hatta en önemli açıklaması olarak kabul edilmektedir. Nötrleştirmeler bu nedenle sapkın davranış çalışmasında en yaygın kavramlardan biri haline gelmiştir. Sykes ve Matza çocuk suçluluğunu açıklamak için beş ana etkisizleştirme tekniği önerdiler: Sorumluluğun reddi, zararın reddi, mağdurun reddi, kınayanların kınanması ve daha yüksek sadakatlere başvurma. Ünlü beşli olarak da bilinen bu beş tür etkisizleştirme tekniği, birçok farklı alanda yaygın olarak kullanılmıştır.
Kişilerin normal yaşam çizgisinden ayrılmalarına elveren başlıca nötrleştirme teknikleri şöyledir:
- Sorumluluk reddi: Benim hiç kusurum yok; bana seçim olanağı tanımadılar: “Bizler zaten mağdur kişileriz/kader kurbanlarıyız”, “Bizler rüzgârda savrulan saman gibiyiz”.
- Zarar inkârı: “Bunda abartılacak ne var; mağdurlar olanca paraya sahipler”; “bakınız kimse zarar görmedi”, “yaramazlık yaparken istemeden mala zarar verdik”
- Mağdurluğun inkârı: “Sapma türü davranışlar öç almaya yöneliktir:” Hak ettiklerini buldular; pek kötü düşünceler beslemekte idiler”.
- Suçlayıcıları suçlamak: Herkes yapıyor; ben niye!
|
Ben suçlu değilim |
|
|
Sapkın davranışları reddetmek: "Sapkınlık değildir." Herkes çalıyor, neden ben? Ben ona yapmasaydım o bana yapacaktı. |
Sorumluluğu reddetmek: Bundan ben sorumlu değilim. Bunu bana onlar yaptırdı! Başka seçeneğim yoktu! Ya ben ya da o! |
Nötrleştirme teorisi, suçluların inandıkları normları ihlal ederken görünüşte çok az veya hiç suçluluk duymamalarının yarattığı paradoksu açıklamaya çalışır. Bu suçlular, mevcut durumlarında geleneksel olarak ahlaksız kabul edilen davranışlarda bulunmanın kabul edilebilir olduğuna kendilerini ikna etmek için dilsel araçlar kullanarak öz saygılarını korumaya ve kendini suçlamayı etkisiz hale getirmeye çalışırlar. Bu süreçte normlar tamamen reddedilmeyip, suçlunun sapma davranışı konusunda kendini özgür hissetmesi için geçici olarak parantez içine alınmaktadır. Nötrleştirme, özetle, sapkın davranışların artışı ve sürekliliği için önemli açıklamalardır.
Sonuç
Sapma ve suç arasındaki karmaşık kesişim noktalarını ortaya koyarak, her ikisinin de tanımlanmasının sosyal normların yaratılmasını ve bireyleri ve grupları etiketleme süreçlerini gerektirdiğini göstermekte- dir. Norm oluşturma, bireylerin, grupların ve toplumsal hareketlerin faaliyetlerinin bir sonucudur ve değişime ve düzenlemeye tabidir. Devam eden bir sorun, sosyal normların belirli sosyal ortamlarda ne ölçüde paylaşıldığı ve kimlerin veya hangi grupların sosyal normları (ceza hukuku da dahil) ve bunların uygulanmasını şekillendirme gücüne ve kapasitesine sahip olduğudur. Bunlar, süregelen ampirik sorulardır. Normal veya uygun davranışın bu şekilde etiketlenmesi ve değerlendirilmesi günlük yaşam- da iş yerlerinde ve ceza adalet sisteminde meydana gelir. Etiketleme teorisyenlerinin önemli bir mirası, başarılı etiketlemenin bireylerin ve grupların sonraki kariyerleri üzerindeki sonuçlarına yönelik teorik ve pratik dikkat olmaya devam etmektedir. Sapma terimi günümüzde 1960'lar ve 1970'lere göre daha az kullanılsa da sapma sosyolojisinin temel kaygıları- bağlama özgü uygun ve uygunsuz davranış ayrımları çağdaş toplumsal yaşamı anlamak için önemini korumaktadır.7
Ülke çapında ekonomik koşullar ile sapma/suç arasındaki ilişkileri belirlemek üzere uzun zaman aralıklarına ilişkin veri mukayesesine olanak sağlayıcı şu modele yer verilmiştir:8
Bu modeldeki bağımsız değişkenlerden ekonomik büyüme, kişi başına düşen gayri safi milli hasılayı, ekonomik baskı, yüz bin erkek nüfusundaki işsizlik oranını, gelir eşitsizliği, gelir dağılımındaki eşitsizlik ve yoksulluğun yaygınlığını, ceza siyaseti, yüz bin nüfustaki cezaevi nüfus oranını, sosyal kontrol, yüz bin nüfustaki kolluk görevlisi sayısını ve “suç” terimi, kolluk güçlerince kayıtlara geçirilen tüm suçları karşılamaktadır. Bu bağlamda sapma ve suç olgusu arasındaki etkileşimin boyutu göz önüne alınarak sosyal kontrol anatomisi şöyle resmedilmiştir.
Ne var ki, mevcut ceza adaleti siyaseti, suça karşı baskıcı bir yaklaşımla, kolluk ve ceza sistemine fazlaca harcama yaparak düzen sağlama yöntemini benimsemiştir. Bu yöntem şimdiye kadar istenilen sonucu sağlayamadığından (!) kişilerde normatif uyum sağlama bilinci yaratılması rasyonel bir yaklaşım olacaktır. Kişiler normatif bir bilinçle hukuku doğru olduğu için benimsediklerinde suçlar da azabilecektir.
Prof. Dr. Mustafa Tören Yücel
----------
1 Sapmayı oluşturanın da davranış değil, davranışa karşı gösterilen tepki olduğudur. Mustafa T. Yücel. https://hukukihaber.net/Sapma-ve-Sosyal-Etiketleme; https://hukukihaber.net/Sapma-ve-Suç-Olgusu-Kriminolojisi
https://hukukihaber.net/ Çocukların-Suçluluğu-ve-Nedenselliği
2 Doğada ve sosyal bilimlerde pek çok şey, istatistiki olarak incelendiğinde “normal dağılım” adı verilen ve grafik olarak da “çan eğrisi” ndeki gibi dağılır.
3 Trafik kuralını ihlal eden TBMM üyelerine, hâkim ve savcılar ile diplomatik muafiyeti olan kişilere mevzuat gereği suç veya ceza tutanağı düzenlenemeyeceğini, tespit tutanağı yazılıp ilgili kuruma gönderilmekte ve milletvekillerin sisteme kaydettikleri iki aracı, trafikte “geçiş üstünlüğü”ne sahip olabilmekte ve “çakar” takabilmesi neyin ifadesi olmaktadır-trafik suçu işleme özgürlüğü. Milletvekillerinin, kolluk aracı, ambulans ya da itfaiye acilliğinde bir yere yetişmesine gerek olmadığına göre çakar taktırmak, emniyet şeridini kullanmak neden sapma oluşturmadığının sosyolojik bir açıklaması olabilir mi? Milletvekili olmak insana trafik suçu işlemek özgürlüğünü nasıl verebiliyor? Ayrıca bk. Halis Kahraman “Milletvekillerinin trafikte geçiş üstünlüğü.” Türkiye Haber (26/08/2021)
4 Ahlaki dil ve davranışlar arasındaki ilişkide, genel eğilim dilin sosyal görüntülere ilişkilendirme şeklinde görüntü vermesidir. Bu konudaki yaklaşımları üç grupta toplayabiliriz: 1) Toplumun doğal bir ürün olarak görülmesi ve toplumun meşrulaştırdığı/kurumlaştırdığı adetlerin doğal olduğu ve korunması gerektiğidir. Böylece, adam öldürme yanlış iken, katilin idam edilmesi doğru idi. Ahlaki misyonumuz gerçekte var olan adetlere uyum sağlamaktır. Suçlu doğa dışı, ahlak dışı olduğu için ceza görmelidir. 2) İstatistik bakımdan en sık olanın normal, normalin doğal ve doğalın da iyi olarak nitelendirilmesidir. En yaygın olan adetin iyi olduğudur. Bu kavram farklılığa elvermekte; sapma gösterenin koşulları değiştirildiğinde kendisinin de değişim göstereceğine işaret etmektedir. 3) Değişen gelişim sürecini belirleyerek, gelişimi ilerleten nesnenin ne olursa olsun iyi olduğu- dur. “Kötü” mutlak bir varlık olmayıp, doğal gelişmeyi tehdit eden bir nesne olarak algılanmalıdır. Zekâ ve bilgi rehberliğinde hangi eylemin doğal yasalara uygunluğu belirlenmektedir. Bu tezin insanlık projesi, geri kalmış yöre insanlarının mağaralardan çıkarılarak ışığa kavuşturulması; cehaletten kurtarılması ve olumsuz adetlere son verilmesidir (Yazarın notudur).
5 Sadık Güleç ve Osman Çaklı. Yeni Nesil Çeteler; Daltonlar, Redkitler, Casperlar, Tekin Yayınevi, 2025. Candan Yıldız. “Yeni nesil çeteler: Daltonlar, Redkitler, Casperlar nasıl örgütleniyorlar, geleneksel mafyadan farkları ne?” (1) T24 (16-17/10/2025). Yılmaz Özdil. “Z kuşağı çeteler” Sözcü 8/10/2025. Sokaklardaki kamikaze suç orduları- Timur Soykan, Murat Ağırel YouTube. Bk. Gökçer Tahincioğlu. “Arka sokaklarda” suça itilen çocuklar, çocuk çeteleri ve çocuk cinayetleri T24 (1/03/2025). Fikret İlkiz. “Cezasızlık” T 24, 18/12/2023.
6 Etiketleme teorisi ve Howard Becker için bk. http://www.criminology.fsu.edu/crimtheory/becker.htm Sosyal tepki teorileri: Kriminoloji geleneğinde etiketleme teorisi, Marksist yaklaşım ve sosyal tepki için bkz. http://www. crimetheory. com/ Archive/Response/index.html Ayrıca bk. İ. Berkan. “Lekelenmeme hakkı’nı talep etmek çok mu lüks?” Hürriyet (22/01/ 2014) s.7.
7 Bk. Mustafa T. Yücel. Kriminoloji, 6. Bası, 2025.
8 Council of Europe. Economic Crisis and Crime, Strasbourg 1985, p.63.