Reis Bey’i, kurgusal öneminden ziyade bir sanat eseri, bir mana deryası mahiyetinde değerlendiriyorum. Türkiye Mahkemelerinde kurulmuş olan tiranlığın ekspresyonudur bu eser. Türk Mahkemelerinde Anadolu insanına yapılan eziyetler hakkında pek çok başka kaynak verilebilir, ancak meselemiz elbette bu değil. Reis Bey, ismi ve cismi ile hatta makamı arasında paralel kimi geçişler yaşayan ana karakterimiz. Her türlü savunma, savunma hakkı gibi ceza muhakemesi ögelerini külliyen reddettiği, bu ön reddini de her türlü beyanatın his istismarı olduğu odağına dayandırdığı, delilleri yalnızca aleyhe yorumladığı, kanunun tetikçisi olduğu bildirilmiş. Ve fakat grotesk hasılalar örüntüsü ile her hayatın kırılma noktası, yaşanan her muhteşem hezeyan gibi, bir ilkel sorunsal olan ne denli adil olduğumuzun sorgusu başlıyor. Verdiği yanlış bir hüküm ve bu yanlışlığı fark etmesiyle, tüm kadim geçmişine, varlığının her parçasına tam bir düşmanlık besleyen, kendi tinsel infazını mümkün kılan bir Ağır Ceza Reisinden bahsediliyor. Eser hakkında daha fazla bilgi vermek sanatkarın hatırasına saygısızlık gibi olacak. Kısaca geçiyorum. Metin, çatışma içeren her edebi eserde olduğu gibi çok fazla ötekileştirme barındırsa da sağlam negatif tebliğleri mevcut. Şahsi, naçizane ve pek değersiz bir kanaatte bulunarak, merhametin ağza sakız niteliği ile Hak, Hukuk, Adaletin günümüzdeki işlevini hissettirdiğini düşünüyorum. Otomatik bir sistem algısı ile düzene şehit edilen duygu, düşünce ve arasında tarifi mümkün olmayan içgüdüsel bir üslup saptadığımı söylemeliyim. Bir küçük örnek olmak üzere, Reis Bey’in tılsımlı idam elbisesi(gömleği) hakkında beyanatı:
- Reis Bey : Seni doğru biçen makastara ne mutlu!.. Ceza felsefesinde bir görüş vardır : Bir masuma kıymaktansa, bin cürümlüyü cezasız bırakmak yeğdir. Ben de diyorum ki, cemiyette bir ferdi korumak için, bin kişiye bu gömleği giydirmekten kaçınmamalıdır. O bir kişi bütün cemiyettir!
Söz konusu piyes, sözlü oyun, aslında kitaplardan, tavırlardan ve uygulamadan gördüğümüz bu değersiz ve biçimsiz kırtasiye algısını işaret ediyor. Kurduğumuz cezalandırma idealleri ve başta iktibasçı, sonra iktisatçı ama bir türlü his sahibi olamamış hukukçulara manifesto niteliğinde. Okumanızı dilerim.
2 - Ün tasdikinde toplumla ve popüler algıyla yarışamam. Ancak birkaç Necip Fazıl bildirisi vermekten onur duyarım. Zira ‘‘vecizecilik’’ diye uydurduğum kavram uyarınca sosyal ağlarda saptadığım vecize aşığı bir insan topluluğu mevcut. Anlamda sonsuz doygunluk içeren garip çıkarımlar ve pek tabi Marx, B. Shaw, Nietzsche kutsal cümleleri çok popüler. Armonik vecizelerin değil de, öykülerin, şiirlerin ve tiyatronun değerlendiği günler, umarım. Bu sefer rivayet olunan bir mahkeme tiradı paylaşacağım. Pek tabii yaşanması muhtemel bir hadise, kaynak bildirmiyorum, obsesyon sahipleri Malatya Mahkemeleri arşivlerini incelesinler. Ben daha ziyade incelikli ve müstehzi üsluba işaret etmek çabasındayım. Ayrıca varsın rivayet olsun, bir kıssadan bir yük elde etmek mümkün olur belki. Bir duruşma esnasında, Beyefendi savunmasında;
-Benim, müteşebbis sanıkları doğrudan doğruya azmettirdiğime dair elde hiç bir delil bulunmadığına, her şey yazılarımdan alınan ilhamla yapılmış farz edildiğinde ve bütün mes'ele böyle bir faraziyenin ceza hukuku bakımından suç teşkil edip etmeyeceği üzerinde olduğuna göre, bu davayı kökünden hall ve fasl edici bir misali takdim etmeliyim: Dünya edebiyatında kıskançlığın şaheseri Othello’dur. Şekspir in meşhur Othello’su. İmdi; hastalık derecesinde kıskanç bir koca, sırf bu hissi yüzünden karısını öldürse de cebinden Othello çıksa şu, kürsünün üzerine eğilmiş beni hayretle dinleyen kaytan bıyıklı savcı, Şekspir’in iskeletine pranga vurulması için Londra Savcılığına müzekkere mi yazacaktır? Daha evvel de söylediğim gibi, her insanda, mücerrede ve umumi telkinlere karşı bir (fren) ve hareketini sırf nefsine bağlayıcı şahsi bir istiklal ve mesule duygusu olmak lazım gelmez mi?
İnternette dizilmiş, hukuk fakültesi öğrencilerinin mutlaka okuması gereken kitaplar, izlemesi gereken filmler gibi bir görev listesi tanzim etmekten kaçınarak, bu coğrafyanın insanının özellikle de toplumu inşa eden her dinamiğin sindirmesi gereken bir feylesoftur Necip Fazıl KISAKÜREK, bu değer bizatihi Beyefendinin kendisinden meydana gelmektedir. Yukarıda yapılan açıklamalar da bu odak çerçevesindedir. Biliyorum ki bir Sokrates değil, ilmi koşullanmamız hiçbir zaman Necip Fazıl Bey’e asgari değeri vermeyecek. Kabul edilebilir bir tavır. Örneğin dünyanın en nitelikli mikrotonal enstrümanını da bir Türk hoca, Tolgahan ÇOĞULU yarattı. Ama elbette Johannes BRAHMS’ta ve romantik dönem klasik müziğinde çoğunlukla hissettiğimiz o tarifsiz, o kadife, o histerik yaylıların verdiği hazzı hiçbir enstrüman veremez. Bize ait olanı küçümseme güdümü işte tam da böyle şekil buluyor!
Velhasıl kelam, elin ecnebisi ışıklar içinde yatıyorsa şayet, Necip Fazıl Beyefendi de ışıklar içinde yatsın, kabri bol ışıklı olsun, rahmet üzerinden eksilmesin. Dönem medyası ve diğer siyasi iştirakler tarafından Necip Fazıl Beyefendi de yaşadığı çok katmanlı kaos dolayısı ile toplum tarafından ötekileştirilmeye mahkum edilmişti. Hakkındaki suçlamalar geneliyle düştüyse de, bilmiyorum, vicdanlara bir teması olacak ki böylesine nefret bilenmiş kendisine. Hakkındaki gerçeğin ne olduğu bilinmiyor. Bilmeye de çok ihtiyacımız yok. Ama anlamak daha değerli bir hakikattir. Bundan hareketle, alimin ve ilmin ötekileştirilmediği, ıssızlığın ortasında kalmadığımız günler dileğiyle. Cümleye selam olsun…
Murat Aytek KORKMAZ - 2014 Şubat’ı
Hukuk Fakültesi Öğrencisi
Edit nev’inden not : Reis Bey’in güncel baskısı mevcut. İlgili yerlerden temini çok zor olmasa gerek. Kısacık zaten. Necip Fazıl’ın savunmaları da Müdafaalarım isimli kitapta toplanmıştır. Dik perdeli manzumları ve beyitleri de tüm internet arşivlerinde mevcuttur.
(Bu köşe yazısı, sayın Murat Aytek KORKMAZ tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)