Rafa Kalkan Demokrasi ve Hukuk: Bumerang Etkisi (1)

Abone Ol
1950 ile 1960 yılları arasında iktidarda bulunun Demokrat Parti/Menderes Hükümeti’ne yapılan müdahale, o an demokratik hayatı kesintiye uğratmakla kalmamış, bu yönde bir serinin önünü de açmıştır.
 
Bu sendromdan kurtulma yolunun, demokrasi kültürünün yerleşmesi, demokratik meşruiyetin sağlanıp hukukiliğin tanınmasından geçtiği konusunda şüphe olmamakla birlikte, siyasi partiler arasında kavga ve uyuşmazlıkların devam ettiğine, sorunların çözümünde “ortak akıl” üretmek yerine, sırf muhalif olmak ve gücü ele geçirmek veya elde tutmak amacıyla çaba sarf edildiğine tanıklık etmekteyiz.
 
Bir hukukçu gözüyle Menderes dönemini üçe ayırmak gerekir;
 
1- Hukuktan dayanağını almayan ve olağan dönemlerde kabulü mümkün olmayan 7468 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Tahkikat Encümenlerinin Vazife ve Salahiyetleri Hakkında Kanun’un 27 Nisan 1960 tarihinde kabulüdür ki, Bakanlar Kurulu’nun icrai yetkili kılındığı bu Kanunla, kişi hak ve hürriyetlerinin kullanılmasının durdurulması, bağımsız ve tarafsız yargı yetkisine son verilmesi hedeflenmiştir.
 
Kamu kudretini tümü ile ele geçirip, kendisine destek olmayanlar üzerinde baskı kurmak amacı taşıyan bu Kanun ile kişi hak ve hürriyetlerin korunması arasında paralellik kurulamayacağı gibi, kamu düzeninin sağlanmasının yolunun keyfi kısıtlama yetkisinin otoriteye tanınmasından geçmediği de tartışmasızdır.
 
TBMM Tahkikat Encümenlerine, dilediği şekilde yayım yasağı koyma, yayım toplatma, dilediği toplantı ve gösteriyi engelleme, her türlü tedbir ve karar alma yetkisini tanıyan bu Kanun, hakim ve savcı yetkilerini tahkik sisteminin tipik bir örneği olarak yasama ve yürütme organlarının keyfine bırakmak suretiyle hukuku rafa kaldırmıştır. 7468 sayılı Kanunun uygulanmadığı söylense de, bu yolla olumsuz zihniyet dışa vurulmuş, en önemlisi icraata konu edilmiştir. Bir başka ifadeyle, mesele sadece ifade hürriyetinin kullanılması ile sınırlı kalmayıp, yasal bir düzenleme yoluyla topluma sunulmuştur.
2- Bu Kanunun bir ay sonrasında yapılan ve demokratik hayatı kesintiye uğratan müdahale ise, özrü kabahatinden büyük olmanın yanında, Ülkeyi dürüst ve güvenilir bir seçime götürmek yerine, Ülkenin tüm kuvvetlerini kontrol altına almak yolunu seçmiştir. Artık bu aşamada, askeri müdahaleye zemin hazırlayan sebepler ne kadar haklı gösterilip savunulsa ve hatta bozulan demokratik hayatı düzeltmeye yönelik olmakla nitelendirilip desteklenmeye çalışılsa da, 27 Mayıs 1960 ihtilali, gerek yapılışı ve gerekse sonuçları itibariyle hukuki dayanaktan yoksun olma ithamından kurtulamaz. Sivil demokratik hayatı kesintiye uğratan müdahalenin hukukla açıklanamayacağı, çünkü istisnai bir zorunluluk olduğu iddiası ise, yürürlükteki hukuk kurallarına aykırı her türlü müdahaleyi haklı konuma taşıyabilir ki, bu anlayış herkes ve dolayısıyla demokratik hukuk toplumunun geleceği için tehlikeli olacaktır.
 
Kabul etmek gerekirse, 27 Mayıs 1960 müdahalesi bir hata idi, fakat bu hatayı icra eden sadece askerler de değildi. O dönemin görüntü ve belgeleri dahil tüm arşivi ortaya koyulduğunda, gerçeklere, Türkiye’nin yakın tarihinde neler olduğuna ilişkin bilgilere ve buradan çıkarılacak derslere ulaşılabilecektir.
 
Ülkeyi demokratik, dürüst ve güvenilir bir seçime götürmek yerine, bu ihtilale “devrim” adı ile aktif destek veren ve sessiz kalıp yöneticilerinin seyretmek suretiyle pasif destek veren herkes kusurlu kabul edilmelidir. İdam edilenlere payeler vermek ve o dönemde ihtilali destekleyenlerin sonrasında kınanmaları ve hatta lanetlenmeleri, bir özür veya aklanma sayılamaz. Demokrasi kültürü ve demokratik meşruiyet benimsenmedikçe, bu tür tavır değişiklikleri bir iyiniyet görüntüsü de veremez.
 
3- 27 Mayıs 1960 tarihi ve sonrasında yapılan gözaltı, tutuklama, soruşturma ve yargılamalar ile bu aşamalarda yapılan muameleler, hukukun hiçbir tarafına sığdırılıp haklı gösterilemez. Bu uygulamaların tümü, esas itibariyle o dönemde yürürlükte olan iç hukuk kurallarına aykırı olduğu gibi, taraf olduğumuz İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi açısından da kabul edilemez. 27 Mayıs 1960 tarihi ve devamındaki fiillerin haksız sayılmasında, muhatapların Cumhurbaşkanı, Başbakan veya Bakan olması değil, “insan” olması ve meşru kurallara aykırı davranılması gerçeği bulunmaktadır.
 
Olağanüstü mahkeme kurup (fiillerin icra tarihinden sonra), dürüst yargılama olmaksızın, suçta ve cezada kanunilik ilkesini, tabii hakim ve mahkeme güvencesini hiçe sayan anlayış, “sonucu baştan belli” karinesinden kurtulamayacak bir sürecin, hem de Ülkeye demokrasi ve hukuk getirme iddiası bulunanlar tarafından yaşatabilme iddiasına yol açmıştır. 27 Mayıs 1960 tarihinden sonra kurulan mahkeme ve atanan hakimler uygulamasının yanlışlığı, “Türk Hukuk Tarihi”nde yerini almıştır.
 
a) Sonucu belli, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkelerinden uzak yapılan yargılama neticesinde idam ve tasfiye süreci yaşanmış, yılların ardından bu konu ile ilgili özür dilenmiştir. O zaman 1960 ihtilali sonrasında yapılan yargılama ve sonuçlarının hangi anlama geldiğini sorgulamak gereği doğmuştur. Yargılamada özellikle usul konusunda yapılan hatalar, bugün için bize tarihi dersler vermektedir. Hukuk, adalet, eşitlik ilke ve esaslarının son derece önemli olduğu, Menderes Dönemi ile ilgili yapılan yargılamalardan anlaşılmaktadır.
 
b) Soruşturma ve kovuşturma süreci yanlış ve hukuk güvenliğinden uzak gerçekleşen 1960 döneminde ilgili yapılan yargılamalar, başta masumiyet karinesi ve tabii hakim ve mahkeme güvencesi olmak üzere sanık haklarının nasıl askıya alınabildiğini ve iddianın varlığının suçun işlendiğinin kabulü anlamına geldiğini göstermiştir. Bu halde 1961 Anayasası’nı düzenleyip kabul edenler, kişi hak ve hürriyetlerinin korunmasını olağanüstü yargılama süreci ve idamlar sonrasına bırakmayı gerekli görerek, 1960 ile 1961 yılları arasında hukukun evrensel ilke ve esaslarına yapılan aykırılıkları o dönemin özelliği gereği görmezden gelmişlerdir. Çünkü 1961 Anayasası’nın özgürlükçü anlayışı, bu Anayasa tarafından hukukla ilgili kabul edilen ilke ve esaslar, maalesef kendisini Menderes Dönemi ile ilgili yapılan yargılamalarda göstermekten uzak kalmıştır.
 
c) Bağımsız yargı, tarafsız yargıç, demokrasi kültürü, demokratik meşruiyet, eşitlik ve hukuk güvenliği ilke ve esaslarının ne kadar yanlış kullanılabileceğinin kaçınılmaz bir örneği olan 1960 müdahalesi ve sonrası, bu Ülkenin kesintisiz olağan demokrasi ve olağan hukuk sistemine ihtiyacı olduğunu ve Ülke insanının buna sahip çıkması gerektiğini gözler önüne sermiştir.
 
27 Mayıs 1960 tarihine kadar yapılanlarda önemli yanlışlıklar vardır. Ama bu yanlışlar, başka yanlışlarla telafi edilmeye çalışılmıştır. Ülkeyi en kısa sürede dürüst bir seçime götürmek yerine, kendi idare ve iradesini kabul ettiren, bu sırada hukuk alanında ciddi hatalara imza atanlarda kusur vardır. Yargıç kimsenin, hiçbir yanın ve hatta kendisine kamu kudretini kullanma yetkisini verenlerin lehine hareket etmek ve karar vermek zorunda bırakılamayacağı gibi, kendisi de taraflı hareket edemez.
 
Hukuk güvenliği o derece önemlidir ki, bir suçlama altında huzuruna çıktığınız mahkemenin hakiminin objektiflik ve yansızlığına her açıdan inanmanız gerekir. Aksi halde, kişi hak ve hürriyetleri her zaman somut ya da soyut tehdit altında kalmaya devam edecektir. Hakim, hiçbir hal ve şartta tarafsızlığını, objektifliğini ve soğukkanlılığını kaybetmemeli, yanlardan birisi için taraf gibi hareket etmemelidir. Vaat edilecek veya verilecek hiçbir paye, yargıç tarafından tarafsız, hukukun ilke ve esasları çerçevesinde verilecek yargı kararının üstünde kabul edilemez.
 
Tüm bu açıklama ve tespitler, yargı erkini diğer erklerin etkisi ve baskısı altına sokmaya yönelik kural ve davranışların ne derece olumsuz sonuçlara yol açabileceğini ortaya koymaktadır. Bu nedenle, Ülkede yargı birliğini sağlayıp, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını güçlendirecek usul ve esasların kabulü ve uygulaması zorunluluğu bulunmaktadır.
 
Ülkenin iç ve dış menfaatlerini koruyan, bilim ve tekniği kullanıp ilerleten, üretimi hedefleyen bireylere sahip bir toplum için önce demokrasi kültürünün benimsenmesine ve hukuk güvenliğinin sağlanmasına ihtiyaç olduğunu idrak etmeliyiz.
 

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan Şen tarafından www. hukukihaber. net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)