KARARLAR

Radyo ve Televizyon Yayıncılığına İlişkin Sınırlamalar

Anayasa Mahkemesine göre ifade özgürlüğü, yalnızca düşünce ve kanaatlerin içeriğini değil; iletilme biçimlerini de koruma altına almaktadır. Bu bağlamda basılıp çoğaltılabilen kitle iletişim araçlarından farklı ve daha etkin bir konumda bulunan radyo ve televizyon yayınlarının, ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olduğu konusunda hiçbir şüphe bulunmamaktadır.

Abone Ol

İfade özgürlüğü, temel hak ve özgürlüklerin sınırlama rejimi kapsamında sınırlanabilen bir hak olmakla birlikte “radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanması” ifade özgürlüğüne mahsus bir düzenleyici sınırlama biçimi olarak ortaya çıkmaktadır. Fakat bu sınırlamanın da “yayımını engellememek kaydıyla” yapılabileceği Anayasa’da açıkça vurgulanmış bulunmaktadır.

Anayasa Mahkemesi’ne göre gibi işitsel ve görsel kitle iletişim araçları haber ve fikirlerin iletilmesinde basılıp çoğaltılabilen araçlara göre çok daha önemli bir role sahiptir. Özellikle mesajların ses ve görüntü ile iletilmesinden kaynaklanan gücü nedeniyle bu tür medya organları, basılı eserlerden çok daha hızlı ve güçlü etkiye sahiptir.

Türkiye’de radyo ve televizyon yayınları bakımından yayın lisansları Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) tarafından verilmektedir ve bu kurum tarafından mevzuata aykırılık nedeniyle yayın durdurma da dâhil olmak üzere idari yaptırım uygulanabilmektedir. RTÜK tarafından uygulanacak herhangi bir idari yaptırım ifade özgürlüğüne müdahale oluşturacaktır. Bu noktada ifadenin içeriği kadar radyo ve televizyon yayıncılığına ilişkin belirlenen kurallara aykırılık nedeniyle yaptırım uygulanması durumunda da bir müdahale söz konusudur.

İfade özgürlüğünün kullanımında en yaygın kullanılan ifade araçlarından olan televizyon, diğer ifade araçlarına kıyasla daha geniş kitlelere ulaştığından küçüklerin korunması, ayrımcılığın önlenmesi, içerik çeşitliliğin ve medyada çoğulculuğun korunması gibi amaçlarla daha sıkı düzenlemelere tabi tutulabilir. Bu kapsamda ilk olarak belli türdeki programların, yayınının yapılabileceği saat aralıklarının sınırlandırılması, program hizmetlerinin içeriği hakkında izleyicileri sesli veya yazılı olarak bilgilendiren koruyucu sembol sisteminin usul ve esaslarının belirlenerek televizyon kanalları tarafından kullanılmasının zorunlu tutulması şeklindeki düzenlemeler makul görülebilir. Medya hizmet sağlayıcıları, yayın hizmetlerini yerine getirirken belirli ilkelere uymakla yükümlü tutulabilir. Bununla birlikte anılan yükümlülüklere uyulmaması nedeniyle ifade özgürlüğüne yapılacak müdahalenin hangi temele dayandığının ilgili ve yeterli bir gerekçe ile ortaya konulması gerekir.

Bu alanda ayrıca devam eden ceza soruşturmaları kapsamında yayım yasağı konulabilmesine imkân veren bir kanuni düzenlemenin bulunmaması nedeniyle de Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararı verilmiştir.

İlgili Kararlar:

♦ (R. V. Y. A.Ş., B. No: 2013/1429, 14/10/2015)
♦ (Halk Radyo ve Televizyon Yayıncılık A.Ş. [GK], B. No: 2014/19270, 11/7/2019)

♦ (A Dokuz Televizyonu Dijital Yayıncılık San. ve Tic. A.Ş., B. No: 2016/13960, 30/3/2022) ​

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

A DOKUZ TELEVİZYONU DİJİTAL YAYINCILIK SAN. VE TİC. A.Ş. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/13960)

 

Karar Tarihi: 30/3/2022

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Basri BAĞCI

 

 

Kenan YAŞAR

Raportörler

:

Derya ATAKUL

 

 

Yunus HEPER

Başvurucu

:

A Dokuz Televizyonu Dijital Yayıncılık San. ve Tic. A.Ş.

Vekili

:

Av. Nihan TOKLU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, başvurucunun sahibi olduğu televizyon kanalında toplumun manevi değerlerine aykırı yayın yapılması nedeniyle uyarı yaptırımı uygulanmasının ifade özgürlüğünün ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 29/7/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

6. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, olayların meydana geldiği tarihte "A9 TV" logosuyla uydu üzerinden tematik yayın yapan bir kanal olup anılan televizyon kanalında yayımlanan programlardan biri de "Adnan Oktar ile Sohbetler" adlı programdır.

9. Söz konusu programın 30/5/2014 tarihinde saat 23.23.12'de başlayan ve dört saatten biraz fazla süren, "genel izleyici" akıllı işareti ile yapılan canlı yayını ile ilgili olarak Radyo ve Televizyon Üst Kurulunca (RTÜK) inceleme başlatılmış; RTÜK İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığınca rapor hazırlanmıştır. Rapora göre anılan yayın ile ilgili uzman görüşünün ilgili kısmı şöyledir:

"A9 TV logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 30.05.2014 tarihinde saat 23.23,12'den itibaren 4 saat 5 dakika 36 saniye süren genel izleyici logolu ve canlı olarak 'Adnan Oktar ile Sohbetler' adlı bir program yayımlanmıştır.

A9 logolu yayın kuruluşu Harun Yahya mahlası ile yazılı ve görsel birçok eseri olan Adnan Oktar adlı kişinin öğrencileri veya kendisine gönül veren kimseler olduğu anlaşılan kimi erkek ve kadınlarla birlikte söyleşi şeklinde gerçekleştirdiği program ana yayın olmak üzere söz konusu grubun görsel anlatım eşliğinde belgesel niteliğinde anti-darwinist ve yaratılış gerçeğini esas alan ve onu ispata yönelik hazırlanmış bilimsel yayınlar ile ahirzaman, mehdilik ve mesihin nüzulü gibi konular etrafında gerek eski ahit ve yeni ahitten gerekse Kur'an'ı Kerim ve bazı hadis rivayetlerinden, gerekse ağırlıklı olarak son dönem olmak üzere geçmiş islam alimlerinin bazı eserlerinden alıntılar yapmak suretiyle doğrudan olmasa da dolaylı olarak (Mehdilik vasıflarını zikrettikten sonra kendisindeki benzer vasıfları zikrederek) kendisini işaret etmek suretiyle mehdilik iddiasını zımnen ortaya koyacak şekilde yayınlar yapan bir yayın kuruluşudur. A9 logolu yayın kuruluşunda kuşak reklamları yer almamakta, Adnan Oktar'ın bazı eserlerinin ve bazı web tasarımları haricinde herhangi bir ticari iletişim faaliyetine rastlanmamaktadır.

Yayımların odak noktasını günlük canlı olarak veya daha önce yayınlanmış olan bölümlerin tekrar yayımlanması suretiyle Adnan Oktar ile stüdyoda bulunan kimi kadın ve erkeklerin söyleşi şeklinde gerçekleştirdiği program oluşturmaktadır. Bu sohbet ve söyleşi programında konuklar siyasi ve sosyal konulu haber başlıkları ve yorumları arz etmekte bunun üzerine Adnan Oktar yorumlama yapmaktadır....

Bu yorumlar esnasında zaman zaman bir müzik açılmakta, stüdyoda bulunanlar tempolar tutarak değişik dans figürleriyle çalan müziğe eşlik etmektedirler. Müzik sona erdiğinde veya aniden kesildiğinde sohbete kalındığı yerden devam edilmekte, Kur'an ayetleri, hadis rivayetleri okunmaya ve şahsi yorumlarla açıklanmaya devam edilmektedir. Teknik olarak değerlendirildiğinde konuşması esnasında Adnan Oktar'ın gerek Kur'an gerekse hadis metinlerinde geçen Arapça kavram ve ifadelerin orijinalinin telaffuzunda ciddi yanlışlıklar yapıldığı tespit edilmiş olup geçen ibare ve kavramların telaffuzunda 'galat' sayılabilecek ve bu konuda asgari Arapça dilbilgisi ve teolojik akademik bilginin olmadığının göstergesi sayılabilecek yanlışlıklar yapıldığı da görülmüştür. Bu yanlışlıkların doğrudan Arap harfleri ile değil, Türkçe transkribe edilmiş Arapça metinler üzerinden okumadan kaynaklı yanlışlar olduğu değerlendirilmiş olup kendisinin orijinal dilini bilmediği bir kutsal metni okuma ve yorumlama faaliyetinin son derece teknik ve bilimsel yeterlilik gerektirmesine karşın bu yeterliliğe sahip olmadığı yaptığı açıklama ve yorumlardan anlaşılmaktadır.

Stüdyoda yer alan kadın konukların ağır makyajlı, dekolte kıyafetler giyen, bazılarının yoğun estetik operasyonlar geçirdikleri belli son derece bakımlı ve alımlı olduğu ifade edilen, kendilerine Adnan Oktar'ın söyleşi esnasında da sürekli iltifatlarda bulunduğu ve 'kedi, tavşan, aşkım, birtanem, ruhum, bebeğim' gibi yakıştırmalar ile güzelliklerine vurgu yaptığı yakın sohbet halkasında yer aldığı söylenen kadınlardır.

 Gerek kadınlara yaptığı iltifatlar, gerek kadınların alımlılığı ve yoğun estetik ve makyajları gerekse müzik eşliğinde oynamaları gibi yayın içeriğine ilişkin sosyal medya üzerinde Adnan Oktar ile ilgili istihza içeren paylaşımlara çokça rastlanmakta ve söz konusu içeriğe alaycı bir dille yaklaşıldığı görülmektedir. Yine söyleşi esnasında Adnan Oktar ve kadınların gerekli gereksiz sürekli olarak kullandıkları 'inşallah, maşallah, elhamdülillah' kelimeleri dikkat çekmekte ve yine sosyal medya üzerinde bir alay konusu teşkil etmekte olduğu görülmektedir.

...

30.05.2014 tarihinde yayınlanmış olan 'Adnan Oktar ile sohbetler' programı da yine stüdyo ortamında gerçekleştirilen, gece geç saatlerde canlı olarak yayınlanan, programın bir bölümünün tekrarına ise gündüz saatlerinde yer verildiği bir sohbet programı formatıdır. Yukarıda anlatıldığı şekilde dini konuların konuşulduğu, gelen izleyici mesajları üzerinden iç ve dış gündemle ilgili değerlendirmelerin yapıldığı sohbette zaman zaman yabancı konukların da yer aldığı görülmektedir.

...

Özetle, 'Adnan Oktar ile sohbetler' adlı programda on dört asırlık geçmişi olan İslami gelenek ve Türk milletinin dini değerlere ilişkin İslam kültürü ile yoğrulmuş örfü ve konuya duyarlılığı dikkate alındığında; İslam dininin belirlemiş olduğu ve Türk milletinin genel ahlaki yapısı içerisinde uygulana gelen mahremiyet ilişkilerinin ötesinde kadının cinsel bir meta halinde sunularak ekrana yansıtıldığı; bir İslam âliminin ilminin izzet ve vakarına yakışmayacak, temsil ettiği konum ve bahsedilen dini meseleler ile bir arada bulunması hoş karşılanmayan bir tutum sergilemesinin yanı sıra 'talk show' formatında dini içerik ile alay konusu olacak kadar bir hafiflik içerdiği; gerekli gereksiz 'inşallah, maşaallah' gibi dini terminolojinin önemli kavramlarının izleyiciyi rahatsız bir üslupta kullanıldığı ve dolayısıyla İslam Dini açısından son derece önemli olan bu kavramların hafife alındığı; tefsir yapma ve müfessirde aranan şartları taşıyıp taşımadığı bilinmeyen, bu konuda yetkinliği tartışmaya açık, internet ve sosyal medyada kendisine 'Hocadan çok Hugh Hefner'a benziyor' (Amerikalı, Playboy dergisi ve malikanesinin sahibi) şeklinde bir teşbih yapıldığının görülmektedir. Yine kendisinin ve kadın olsun erkek olsun stüdyo konuklarının estetik ve kareografik değeri olmayan ve ritme uygun olmayan dans figürleri de son dönemde bilhassa gençlerin rağbet ettiği ve sosyal medyada yoğun takip edilmiş olan Gangnam Style'a benzetilerek 'Adnan Style' şeklinde nitelenmekte ve sosyal medyada alay konusu edilmekte, temsil ettiği konumdan dolayı olarak Adnan Oktar'ın şahsında manevi değerlerin alaya alınmasına yol açıldığının görülmektedir.

A9 logolu yayın kuruluşunda söz konusu program ve yapılan söyleşi yalnızca grubun kendi aralarında yaptığı bir söyleşi olsa ve dini bir hüviyet taşımamış olsa fikir ve ifade hürriyeti kapsamında rahatlıkla değerlendirilebilecek olmasına karşın, gerek Adnan Oktar'a "hocam" şeklinde hitaptan da anlaşıldığı üzere dini bir kişilik olarak takdim edilmesi hatta zımnî bir mehdilik iddiası, gerekse Kur'an tefsiri yapma iddiası, bunun kamuoyuna açık bir şekilde bir kitle iletişim aracı ile yapılıyor olması, arada müzik eşliğinde stüdyodaki dekolte giyimli kadın konukların dans edip akabinde Kur'an tefsirine geçilmesi yapılan dini metinleri arz ile yorumlama faaliyetini ve inançlı izleyici kitlesinin dini değerlerini hafife alma, tahkir etme ve dini değerleriyle alay etme şeklinde de mütalaa edilebilecek olup, dini değerleri ve İslam mukaddesatı konusunda asgari düzeyde hassasiyeti olan izleyiciyi bile incitebilecek, değerlerinin hafife alındığı şeklinde bir algıya sebep olabilecektir. Nitekim yoğun bir şekilde Alo RTÜK ve web üzerinden gelen izleyici şikayetleri de bu yöndedir.

...

 Sonuç olarak; yukarıdaki argümanlar çerçevesinde yayın kuruluşunun söz konusu yayınıyla 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun'un 8. maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinde belirtilen 'toplumun milli ve manevi değerlerine, genel ahlaka ve ailenin korunması ilkesine aykırı olamaz.' hükmünü ihlal ettiği kanaatine varılmıştır."

10. RTÜK 25/6/2014 tarihinde başvurucuya 15/2/2011 tarihli ve 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun'un 8. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendindeki "Toplumun ... manevi değerlerine, ... aykırı olamaz" hükmü uyarınca aynı Kanun'un -17/4/2017 tarihli ve 690 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (690 sayılı KHK) 61. maddesi ile yapılan ve 1/2/2018 tarihli ve 7077 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un 51. maddesi ile aynen kabul edilen değişiklikten önceki- 32. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre "uyarı" yaptırımının uygulanmasına karar vermiştir. Uzman raporuna dayandırılan kararın gerekçesi şöyledir:

"Rapora konu siyasal ve sosyal konulu haber başlıklarının yorumlandığı, dini konuların konuşulduğu, özellikle Kuran'ı Kerim ve Türkçe meali üzerinden yorumların yapıldığı, ayet ve hadislerden çıkarımlarda bulunulduğu, sohbet türündeki programda, dini içerikli yorumlar esnasında çeşitli türlerden müziklerin kullanılması programda bulunan kişilerin müziklere danslarıyla eşlik etmesi ve akabinde Kuran'ı Kerim'den ayetlerin okunarak yorumların yapılması, izleyicilerin nezdinde güçlü bir manevi değer olarak kabul edilen din, Kuran'ı Kerim, ayet, hadis gibi değerlerin hafife alındığı anlayışının verildiği hususunda şüphe bulunmamaktadır. Bütün dinlerde kutsal sayılan mekan ve kurumlara karşı belli bir saygının gösterilmesi gerektiği kabul gören husustur. Ziyaretçiler, kilise, cami, havra vb. Mekanlara girerken özel örtü almakta ve asgari bir saygı göstermektedir.

Demokratik toplumlar için vazgeçilmez bir ölçü olan ifade özgürlüğünün kullanılmasında belli din ve değerlere inanan insanların rencide edilmemesine önem verilmesi gerekmektedir.

Söz konusu yayında ayet ve hadislerle ilgili yapılan yorumların ardından çeşitli müzikler eşliğinde dekolteli kadınlar ile erkeklerin dans etmesi, belli dini değerleri taşıyan insanların incinmesine sebebiyet vermiştir.

Bunun yanı sıra anılan programda dini konuların konuşulduğu ve ayet ve hadis meallerinin verildiği ancak konunun ciddiyetle bağdaşmayacak şekilde dekolteli kadınlar ile erkeklerin müzik yayını eşliğinde dans etmelerinin, toplumun genelinin bu konudaki hassasiyetinin yayıncı kuruluş tarafından gözetilmediği ve bu şekilde toplumun manevi değerlerine aykırı yayın icra edildiği değerlendirilmiştir.

Bu nedenlerle A9 TV logosuyla yayın yapan yayın kuruluşunun söz konusu yayını ile, 6112 sayılı Kanun'un 8. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendini ihlal ettiği, bu nedenle uyarılması gerektiği kanaatine varılmıştır."

11. Başvurucu, idari işlemin iptali için dava açmış; dava dilekçesinde dinî sohbet programında müzik bulunmasının, dans edilmesinin, programı dinleyen kadınların dekolteli olmasının ifade özgürlüğüne müdahaleyi gerektirecek ve kamu düzenini tehlikeye sokacak bir nitelik taşımadığını, ifade hürriyetinin toplumun genel anlayışına aykırı ve aleyhinde olan düşünceleri de kapsadığını belirtmiştir. Başvurucu, diğer ulusal ve yerel kanallarda da kadın ve erkeklerle birlikte dinî sohbetler yapıldığını, sanatçıların bu programlarda da şarkılar söyleyebildiğini, dekolteli ve makyajlı kadınların yer aldığını somut örneklerle açıklamış; bu yayınlar hakkında idare tarafından herhangi bir yaptırım kararı uygulanmazken başvuru konusu programa uygulanan yaptırımın hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca, yayımladığı programın toplumsal manevi değerlere aykırı olmadığını gösteren Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyeleri ile Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesinden aldığı üç bilimsel mütalaa raporu ile idari işlemin hukuka aykırı olduğunu gösteren Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Ana Bilim Dalı öğretim üyesinden aldığı bir bilimsel mütalaa raporunu dava dilekçesinin ekine eklemiştir.

12. Ankara Üniversitesi ile Marmara Üniversitesinin İlahiyat Fakültelerinde görevli üç öğretim üyesi tarafından ayrı ayrı düzenlenen raporlarda özetle millî ve manevi değerler kavramının muğlak ve dinamik bir yapıya sahip olduğu, demokratik toplumların çoğulcu yapıya sahip olduğu, toplumun bir kesiminin millî ve manevi değerlerine aykırı yönü bulunan müzik, dans ve dekolte kıyafetlerin toplumun diğer bir kesiminin değerleri ile çelişmeyebileceği, demokratik yönetimin tolumun tümünü gözönünde bulundurmak zorunda olduğu ve bir kesimin hassasiyetlerine göre özgürlüklerin kısıtlayıcı olamayacağı, ibadet yapılmadığı müddetçe her türlü kıyafetle iken dinî içerikli sohbet yapılabileceği, erkeler ve kadınlar ile aynı ortamda dinî sohbet yapılabileceği zira, haremlik-selamlık uygulamasının İslami değil Arap kültürünün bir değeri olduğu, dinî içerikli bir sohbetin belli bölümlerinde müzik çalma ve dans etmenin millî ve manevi değerlere aykırı olmadığı, dinin insanın bütün hayatını kapsayan bir form olduğu, İslam dininin sadece Allah ile kul arasındaki değil kulların birbirleri arasındaki ilişkileri de gözönünde bulunduran bir yapıda olduğu, bu nedenle dinî alanın ekonomi, siyaset, bilim, sanat gibi konuları da kapsadığı, bu nedenle dinî konuların münasebeti geldiği zaman her ortamda ele alınıp konuşulabileceği belirtilmiştir.

13. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Ana Bilim Dalında görevli öğretim üyesi tarafından düzenlenen raporda özetle idare tarafından ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin demokratik toplum düzeninde gerekli ve ölçülü olmadığı Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı kapsamında ele alınmıştır. Raporda; ifade özgürlüğünün sınırlanmasında başvurulması gereken ölçütün maddi düzenin ifade açıklamasıyla bozulup bozulmayacağı olduğu, maddi düzen bozulmadığı sürece ifade özgürlüğünün genel ahlak, millî ve manevi değerler gibi içeriği değişen kavramlarla sınırlanamayacağı, idarenin dinî esaslara dayanarak temel hak ve özgürlükleri sınırlayamayacağı ve tüm inançlara eşit mesafede durması gerektiği, dinin nasıl ve ne şekilde yaşanacağını belirlemenin ve insanları belli bir din anlayışına göre yaşamaya zorlamanın Anayasa'ya aykırı olduğu açıklanarak idari işlemin hukuka aykırı olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

14. Ankara 14. İdare Mahkemesi 17/4/2015 tarihinde, RTÜK İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığınca hazırlanan uzman raporunu ve RTÜK'ün kararını gerekçeli kararına yansıtarak idari makamla aynı sonuca ulaşmış, anılan kararda hukuka aykırılık bulunmadığını belirterek davanın reddine karar vermiştir.

15. Başvurucu, temyiz talebinde bulunmuş; esasa ilişkin şikâyetlerinin yanında ayrıca dava konusu şikâyetin çözümünün genel hukuk bilgisi dışında özel ve teknik bilgi gerektirdiğini, ilk derece mahkemesinin bilirkişilik müessesesine başvurmadığını, kendisinin sunduğu bilimsel mütalaaları da dikkate almadığını belirterek kararın bozulmasını talep etmiştir.

16. Karar, Danıştay Onüçüncü Dairesince 23/11/2015 tarihinde "2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinin 1. fıkrasında sayılan bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından, temyiz istemi yerinde görülmeyerek" onanmıştır.

17. Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Daire tarafından 27/4/2016 tarihinde reddedilmiştir.

18. Ret kararı başvurucuya 29/6/2016 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 29/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

19. 6112 sayılı Kanun'un "Yayın hizmeti ilkeleri" kenar başlıklı 8. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Medya hizmet sağlayıcılar, yayın hizmetlerini kamusal sorumluluk anlayışıyla bu fıkrada yer alan ilkelere uygun olarak sunarlar. Yayın hizmetleri;

...

f) Toplumun millî ve manevî değerlerine, genel ahlaka ve ailenin korunması ilkesine aykırı olamaz.

..."

20. Aynı Kanun'un "İdari yaptırımlar" kenar başlıklı 32. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları 690 sayılı KHK'nın 61. maddesi ile yapılan ve 7077 sayılı Kanun'un 51. maddesi ile aynen kabul edilen değişiklikten önce şöyledir:

"(1) Bu Kanunun 8 inci maddesinin birinci fıkrasının (a), (b), (d), (g), (n), (s) ve (ş) bentlerindeki yayın hizmeti ilkelerine aykırı yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara, ihlalin ağırlığı ve yayının ortamı ve alanı göz önünde bulundurularak, ihlalin tespit edildiği aydan bir önceki aydaki brüt ticari iletişim gelirinin yüzde ikisinden beşine kadar idarî para cezası verilir. İdarî para cezası miktarı, radyo kuruluşları için bin Türk Lirasından, televizyon kuruluşları ve isteğe bağlı medya hizmet sağlayıcıları için onbin Türk Lirasından az olamaz. Ayrıca, idarî tedbir olarak, ihlale konu programın yayınının beş keze kadar durdurulmasına, isteğe bağlı yayın hizmetlerinde ihlale konu programın katalogdan çıkarılmasına karar verilir. İhlalin mahiyeti göz önünde bulundurularak, bu fıkra hükümlerine göre idarî para cezası ile birlikte idarî tedbire karar verilebileceği gibi, sadece idarî para cezasına veya tedbire de karar verilebilir.

(2) 8 inci maddenin birinci fıkrasının diğer bentleri ile ikinci ve üçüncü fıkralarında ve bu Kanunun diğer maddelerinde belirlenen ilke, yükümlülük veya yasaklara aykırı yayın yapan medya hizmet sağlayıcıları uyarılır. Uyarının ilgili kuruluşa tebliğinden sonra ihlalin tekrarı hâlinde medya hizmet sağlayıcıya ihlalin ağırlığı ve yayının ortamı ve alanı göz önünde bulundurularak, ihlalin tespit edildiği aydan bir önceki aydaki brüt ticari iletişim gelirinin yüzde birinden üçüne kadar idari para cezası verilir. İdarî para cezası miktarı, radyo kuruluşları için bin Türk Lirasından, televizyon kuruluşları ve isteğe bağlı medya hizmet sağlayıcıları için onbin Türk Lirasından az olamaz."

B. Uluslararası Hukuk

21. AİHM içtihadı çerçevesinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin(Sözleşme) 9. maddesi, dinî duygulara saygı gösterilmesi hakkını da koruma altına almaktadır (Otto-Preminger Enstitüsü/Avusturya, B. No: 13470/87, 20/9/1994, § 47).

22. AİHM, Sözleşme ile güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklere getirilecek sınırlamaların demokratik bir toplum için gereklilik arz edip etmediğini incelerken Sözleşmeci devletlerin belirli bir takdir marjını haiz olduklarını fakat bunun sınırsız olmadığını daha önce pek çok defa belirtmiştir (Wingrove/Birleşik Krallık, B. No: 17419/90, 25/11/1996, § 53). AİHM, dinî kanaatlere yönelik saldırılar bakımından başkalarının haklarının korunması noktasındaki ihtiyaçlarla ilgili bir Avrupa standardının olmadığı tespitini yapmıştır. Bu nedenle devletler ahlak veya din gibi konulardaki samimi kişisel inançlara yönelik saldırılar çerçevesindeki ifade özgürlüğünü düzenleme konusunda daha geniş bir takdir marjına sahiptir. Ancak ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlamanın Sözleşme ile uyumu konusunu nihai olarak karara bağlama yetkisi AİHM'indir. AİHM, bu yetkisini davanın koşulları altında müdahalenin demokratik bir toplumda sosyal bir ihtiyaç baskısına karşılık gelip gelmediğini ve izlenen meşru amaçla orantılı olup olmadığını değerlendirmek suretiyle kullanacaktır (Wingrove/Birleşik Krallık, § 58; Otto Preminger Enstitüsü/Avusturya, § 50;Aydın Tatlav/Türkiye, B. No: 50692/99, 2/5/2006, §§ 24, 25).

23. AİHM; ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun vazgeçilmez temel taşlarından, toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel şartlarından biri olduğunu vurgulamaktadır. Bu bağlamda ifade özgürlüğünün sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen bilgi ve düşünceler için değil aynı zamanda devlet veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şok eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğunu, demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülüğün bunu gerektirdiğini ifade etmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49).

24. AİHM -Sözleşme'nin 10. maddesinin ikinci paragrafında öngörüldüğü üzere- ifade özgürlüğünün kullanılmasının beraberinde görev ve sorumluluklar getirdiğini belirtmektedir. Bu görev ve sorumluluklar arasında dinî inançlar bağlamında başkaları için yersiz, saldırgan nitelikte, saygısızca(İ.A./Türkiye, B. No: 42571/98, 13/9/2005, § 49; Otto-Preminger Enstitüsü/Avusturya, § 49) ve bu suretle insan ilişkilerindeki gelişmeyi güçlendirecek herhangi bir kamusal tartışmaya katkı sunmayan ifadelerden kaçınma yükümlülüğü de yer alabilir (Gündüz/Türkiye, B. No: 35071/97, 4/12/2003, § 37).

25. AİHM'e göre bir devlet meşru olarak başkalarının düşünce, vicdan ve dinine saygı ile bağdaşmayan -haber ve fikirlerin iletilmesi de dâhil olmak üzere- bazı tutumların cezalandırılmasını amaçlayan tedbirler alınmasını gerekli görebilir (Otto-Preminger Enstitüsü/Avusturya, § 47). İlke olarak derin saygı duyulan dinî hususlara yönelik yakışıksız saldırıların cezalandırılması gerekli görülebilir (İ.A./Türkiye, § 24). Bununla birlikte AİHM, Sözleşme ile getirilen kısıtlamanın ve yapılan müdahalenin olayların koşulları dikkate alındığında sosyal bir ihtiyacı karşılayıp karşılamadığının ve öngörülen meşru amaçla orantılı olup olmadığının tespit edilmesi gerektiğini ifade etmiştir (Wingrove/Birleşik Krallık, § 53).

26. AİHM; somut başvuruya benzer başvurularda ifade özgürlüğü ile düşünce, vicdan ve dinine uygun bir biçimde saygı gösterilmesini isteme hakkı arasında adil bir denge kurulması gerektiğini belirtmektedir (İ.A./Türkiye, § 27; Otto Preminger Enstitüsü/Avusturya, § 55).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

27. Anayasa Mahkemesinin 30/3/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

28. Başvurucu;

- İdari yaptırım kararına konu programda kimsenin inancından, yaşam tarzından ve düşüncelerinden dolayı dışlanmaması gerektiğinin, İslam dininin sevgi ve barış esaslı olduğunun anlatıldığını, konuşulan konuların, yapılan yorumların ve İslam inancını ifade etme şeklinin ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini, idarenin subjektif değerlendirmelerle başvurucunun İslam inancının uygulanması konusunda savunduğu düşüncenin yerinde olmadığına karar vererek kişilere inanç ve davranışların nasıl olması gerektiğini dikte ettiğini,

- Birçok televizyon kanalında benzer programların yapıldığını ancak RTÜK tarafından bu programların hiçbirine idari yaptırım uygulanmadığını,

- İdarenin bir hükûmet yetkilisinin söz konusu programı hedef alan açıklamaları üzerine ve siyasi saikle karar verdiğini, bu itibarla idari yaptırımın amaçsal yönden de hukuka aykırı olduğunu,

- Yargı makamlarının eksik inceleme ile hüküm kurduğunu, bilirkişi incelemesi yaptırılmadığı gibi dosyaya sunduğu uzman görüşlerine de itibar edilmediğini, kararların gerekçesiz olduğunu belirterek Anayasa'nın 10., 13., 24., 25., 26., 28., 36. ve 141. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ticari itibarının korunması amacıyla kimliğinin kamuya açık belgelerde gizli tutulması talebinde bulunmuştur.

29. Başvurucu 18/9/2017 tarihinde, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Ana Bilim Dalında görevli öğretim üyesi tarafından hazırlanan ve başvuru konusu idari yaptırım kararı nedeniyle başvurucunun Anayasa'nın 10., 24., 25., 26., 36. ve 141. maddelerinde yer alan haklarının ihlal edildiğini gösteren bilimsel mütalaa raporunu Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Anılan raporda özetle;

- İdari yaptırımın ifade özgürlüğünü sınırlandırdığı, programa katılanların dinî anlayış ve yorumlarını yanlışlamaya kalkışmakla Anayasa'nın 24. ve 25. maddelerini ihlal ettiği,

- Programda dinî kavram ve kutsalların hedef alındığına dair bir veri bulunmadığı, idarenin hakim İslami yoruma dayanarak ve yetkilerini aşarak dinin nasıl anlaşılması gerektiği, hangi grubun din adına hakikat iddiasında bulunabileceği, dinî konuların hangi ortamlarda tartışılabileceği, Kur'an-ı Kerim tilavetinin nasıl yapılması gerektiği gibi soruları cevaplamaya çalışmasıyla özgürlükçü ve çoğulcu laiklik ilkesini ağır bir şekilde ihlal ettiği,

- İdarenin kararında karara dayanak kılınan izleyici şikâyetlerinin idarece objektif bir hukuki tasnife tabi tutulup tutulmadığı yönünde bir analizin yer almadığı,

- Yine idarenin kararında "manevi değerlere aykırılık" kavramının hukuk metodolojisinin meşru yöntemlerine aykırı bir şekilde anlamlandırıldığı,

- İdarenin programda geçen sözlü ve görsel ifadelerin kamu düzenini nasıl bozduğuna veya bozma ihtimalinin nasıl ortaya çıktığına ilişkin kanıt sunmadığı, programda geçen ifadelerin Anayasa'nın 26. maddesinin ikinci fıkrasını nasıl ihlal ettiğine ilişkin bir değerlendirme yapmadığı,

- İlk derece mahkemesince -idarenin yaptırım kararındaki gerekçelerin alıntılanmasının dışında- programda sözü edilen kanun kurallarının nasıl ihlal edildiğine ilişkin bir muhakeme yapılmadan sonuca varıldığı, Danıştayın onama ve karar düzeltme isteminin reddi kararlarında başvurucunun usule ve esasa ilişkin hiçbir itirazının karşılanmadığı, derece mahkemelerindeki yargılamada adeta başvurucunun yok sayıldığı, usule ve esasa ilişkin itirazlarının hiçbirine cevap verilmediği belirtilmiştir.

30. Bakanlık görüşünde, Sözleşme'nin 10. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen hak ve özgürlükleri kullanan herkesin görev ve sorumluluklar üstlenmiş olduğu hususunun gözden kaçırılmaması gerektiği, ayrıca müdahalenin orantılılığı tespit edilirken verilen cezaların niteliğinin ve ağırlığının da dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir.

B. Değerlendirme

31. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Başvurucunun tüm iddialarının Anayasa'nın 26. maddesinde yer alan ifade özgürlüğü kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

32. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...

Bu hürriyetlerin kullanılması, ... kamu düzeni, ... suçların önlenmesi ... başkalarının şöhret veya haklarının ... korunması ... amaçlarıyla sınırlanabilir.”

1. Gizlilik Talebi Yönünden

33. Başvurucunun ileri sürdüğü gerekçeler dikkate alındığında somut olayda, gizlilik talebinin kabulüne imkan verecek korunmaya değer yüksek menfaat bulunmaması nedeniyle gizlilik talebinin reddi gerekir.

2. Kabul Edilebilirlik Yönünden

34. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Esas Yönünden

a. Müdahalenin Varlığı

35. Somut olayda ihtilaf konusu programın başvurucunun sahibi olduğu televizyon kanalında yayımlanması nedeniyle başvurucuya uyarı yaptırımının uygulanmasına karar verilmesi (bkz. § 10) ile başvurucunun ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulmuştur.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

36. Yukarıda anılan müdahale Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir.

37. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

38. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedene dayanma ve demokratik toplum düzeni ile ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

i. Kanunilik

39. Başvurucu toplumun manevi değerlerine aykırılık koşulunun somut olayda gerçekleşmediğini ve bu nedenle kanunilik koşulunun sağlanmadığını ileri sürmüştür. Anayasa Mahkemesinin değerlendirmesine göre başvurucunun bu başlık altındaki şikâyeti özü itibarıyla müdahalenin zorunlu bir sosyal ihtiyaç baskısına karşılık gelmediğine ilişkindir ve bu sebeple demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk başlığı altında incelenmesi daha uygundur. Öte yandan yapılan değerlendirmede 6112 sayılı Kanun'un 8. maddesinin (1) numaralı fıkrasının kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

ii. Meşru Amaç

40. Din, hem bir dine bağlı olan bireyler tarafından hayatı anlama ve anlamlandırmada başvurdukları temel kaynaklardan biridir hem de toplumsal yaşamın şekillenmesinde önemli bir işleve sahiptir (Tuğba Arslan, B. No: 2014/256, 25/6/2014, §§ 51, 52; İhsan Taş, B. No: 2014/11255, 21/11/2017, § 32). Bu kapsamda devlet, meşru olarak başkalarının düşünce, vicdan ve dinlerine saygı ile bağdaşmayan bazı davranışlara yönelik yaptırım uygulanmasını gerekli görebilir; devletin bu çerçevede ifade özgürlüğünü düzenleme konusunda belli bir takdir payı vardır. Bu kapsamda başvurucu hakkındaki yargılamada verilen uyarı yaptırımı uygulanmasına ilişkin kararın Anayasa'nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "başkalarının haklarının" ve "kamu düzeninin" korunması yönünde meşru amaçlara uygun olduğu sonucuna varılmıştır.

iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

 (1) Genel İlkeler

 (a) Demokratik Toplumda İfade Özgürlüğünün Önemi

41. Anayasa Mahkemesi ifade özgürlüğü bağlamında demokratik toplum düzeninin gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. İfade özgürlüğü kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanmaması, bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirme, bu konuda başkalarını ikna etme çabaları ve bu çabaların hoşgörüyle karşılanması çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Dolayısıyla toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 33-35; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 42, 43; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, §§ 35-38).

 (b) Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olması

42. İfade özgürlüğüne yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı olması gerekir (Bekir Coşkun, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın, §§ 70-72; AYM, E.2007/4, K.2007/81, 18/10/2007).

43. Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi gerekmektedir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri [GK], B. No: 2018/17635, 26/7/2019, § 77; Sırrı Süreyya Önder [GK], B. No: 2018/38143, 3/10/2019, § 58; Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, § 51). Orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında adil bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (benzer değerlendirmeler için bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, § 132; Bekir Coşkun, § 57; Tansel Çölaşan, §§ 46, 49, 50; Hakan Yiğit, B. No: 2015/3378, 5/7/2017,§ 59).

 (c)İfade Özgürlüğünün Kullanımında Ödev ve Sorumluluklar

44. Anayasa'nın 12. maddesinin kişilerin sahip oldukları temel hak ve hürriyetleri kullanırken sahip oldukları ödev ve sorumluluklara gönderme yapan "Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder." biçimindeki ikinci fıkrası çerçevesinde; Anayasa'nın 26. maddenin ikinci fıkrasında yer alan sınırlamalara uyma yükümlülüğü, ifade özgürlüğünün kullanımına herkes için geçerli olan bazı görev ve sorumluluklar getirmektedir (örnek kararlar için bkz. Erdem Gül ve Can Dündar [GK], B. No: 2015/18567, 25/2/2016, § 89; R.V.Y. A.Ş., B. No: 2013/1429, 14/10/2015, § 35; Önder Balıkçı, B. No: 2014/6009, 15/2/2017, § 43). Söz konusu sorumlulukların kapsamı, başvurucunun koşullarına ve ifade özgürlüğünü kullandığı vasıtalara göre değişir. Anayasa Mahkemesi, bir cezanın demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını incelerken meselenin bu yönünü görmezlikten gelmeyecektir.

45. Anayasa'nın 26. maddenin ikinci fıkrasında yer alan sınırlamalara uyma yükümlülüğü kapsamında, dinî inançlar bağlamında meseleye yaklaşıldığında kamusal bir tartışmaya katkı sunma kapasitesi olmaksızın başkaları için temelsiz biçimde yaralayıcı nitelik taşıyan, saldırgan ve yakışıksız ifadelerden kaçınma yükümlülüğü söz konusudur (İhsan Taş, § 40; Mehmet Emre Döker, B. No: 2015/486, 19/9/2018, § 46; Ufuk Çalışkan, B. No: 2015/1570, 7/3/2019, § 47).

46. Kural olarak demokratik bir toplumda büyük hürmet gösterilen dinî sembollere karşı uygun olmayan saldırıların cezalandırılması hatta gerektiğinde önlenmesi, alınan tedbirlerin izlenen meşru amaçlarla orantılı olması koşuluyla gerekli görülebilir. Bu konuda derece mahkemelerinin belli bir takdir payı söz konusudur. Ancak bu takdir payı sınırsız olmayıp ifade özgürlüğüne yönelik müdahalelerin ikna edici bir biçimde gerekçelendirilmesi gerekir. Anılan takdir payı, Anayasa Mahkemesinin denetimindedir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi, bir kısıtlamanın ifade özgürlüğü ile bağdaşıp bağdaşmadığı hususuna karar vermede yetki sahibi olan iç hukuktaki son mercidir (İhsan Taş, § 41; Mehmet Emre Döker, § 46; Ufuk Çalışkan, § 49).

47. Anayasa Mahkemesinin görevi, bu denetimi yerine getirirken derece mahkemelerinin yerini almak değil söz konusu yargı mercilerinin takdir yetkilerini kullanarak verdikleri kararların Anayasa'nın 26. maddesi açısından doğruluğunu denetlemektir. Anayasa Mahkemesi, başvuru konusu olan müdahalenin gözetilen meşru amaçla orantılı olup olmadığını ve bunu haklı göstermek için ulusal makamlar tarafından ortaya konan gerekçelerin “uygun ve yeterli” görünüp görünmediğini tespit edebilmek amacıyla söz konusu müdahaleyi davanın bütününe bakarak değerlendirecektir (Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, § 58).

 (d) İlkelerin Olaya Uygulanması

48. Başvuru konusu olay bakımından yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni, derece mahkemelerinin müdahaleye neden olan kararlarında dayandıkları gerekçelerin ifade özgürlüğünü kısıtlama bakımından demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır. Yargısal makamların bir temel hak ve özgürlüğün sınırlandırılmasında idari makamlarla aynı sonuca ulaşmaları ve bunu aynı gerekçeyi kullanarak veya atıfla kararlarına yansıtmaları, kararın gerekçelendirilmiş olması bakımından yeterlidir. Bununla birlikte idari kararların gerekçelerini tekrar ettiği veya atıfla yetindiği hâllerde Anayasa Mahkemesi, dayanılan idari kararların gerekçelerini denetleyecektir. İfade özgürlüğüne gerekçesiz olarak veya Anayasa Mahkemesince ortaya konulan kriterleri karşılamayan bir gerekçe ile yapılan müdahaleler Anayasa'nın 26. maddesini ihlal edecektir (Birgün İletişim ve Yayıncılık A.Ş. [GK], B. No: 2015/18936, 22/5/2019, § 73).

49. Başvuru konusu olayda "A9 TV" logosuyla uydu üzerinden tematik yayın yapan televizyon kanalında 30/5/2014 tarihinde gece yarısına doğru başlayan ve dört saat süren "Adnan Oktar ile Sohbetler" adlı programın 6112 sayılı Kanun'un 8. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendi uyarınca toplumun manevi değerlerine aykırılık oluşturduğu gerekçesiyle RTÜK İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığınca hazırlanan uzman raporuna dayanılarak Üst Kurul tarafından uyarma yaptırımının uygulanmasına karar verilmiştir. Uzman raporunda; A9 TV logolu yayın kuruluşunun ağırlıklı olarak Adnan Oktar adlı kişi ile irtibatlı olduğu anlaşılan erkek ve kadınlarla birlikte yaratılış gerçeğini esas alan ve onu ispata yönelik hazırlanmış yayınlar ile ahir zaman, mehdilik ve Mesih'in nüzulü gibi konulara yönelik yayın yaptığı, bu yayınlarda Adnan Oktar'ın kutsal kitaplar ile bazı yazarların eserlerinden alıntılar yapmak suretiyle doğrudan olmasa da zımni olarak mehdilik iddiasında bulunduğu belirtilmiştir.

50. Raporda; İslam dinine ait Kur'an, hadis gibi kutsal değerlerin konu edildiği bir programda müzik çalınması, programdaki konukların oturdukları yerde müziğe dans ederek eşlik etmeleri, kadın konukların ağır makyaj yapmış ve dekolteli kıyafetler giymiş olması ile Adnan Oktar tarafından söyleşi esnasında kadın konuklara sürekli "kedi, tavşan, aşkım, birtanem, ruhum, bebeğim" şeklinde iltifatlarda bulunulması ve yayında kadın konukların dekolte bölgelerine ilişkin görüntülere odaklanılmasının İslam geleneği ile bağdaşmayacağı kabul edilmiştir. Rapora göre kadın cinsel bir meta hâlinde sunularak ekrana yansıtılmıştır, üstelik programda bir "İslam aliminin" temsil ettiği konum ile bağdaşmayacak, dinî meseleler ile bir arada bulunması hoş karşılanmayan bir tutum sergilenmiştir. Raporda, programda sergilenen dans figürleri de incelenmiş; bunların ritme uygun ve estetik olmadığına, kareografik değerlerinin bulunmadığına karar verilmiştir. Raporda ayrıca; programın "talkshow" türündeki yapısı ile dinin alay konusu edilebileceği düzeyde hafiflik içerdiği, "inşallah, maşallah" gibi dinî terminolojinin yayın esnasında izleyiciyi rahatsız edecek bir üslupta ve gerekli gereksiz kullanılarak dinî kavramların hafife alındığı belirtilmiştir. Raporda; Adnan Oktar'ın Arapça dil bilgisi ve teolojik bilgisi ile Arapça kavram ve ifadelerin orijinalinin telaffuzu hususlarındaki yetkinliği de değerlendirilmiş, Adnan Oktar'ın tefsir etmede ve müfessirde aranan şartları taşıyıp taşımadığının tartışmaya açık olduğu ifade edilmiştir. Raporda ayrıca; anılan programda tespit edilen aykırılıkların 30/5/2014 tarihli yayın ile sınırlı olmadığı, programın bu tarihten önce yayımlanan bölümlerinin de aynı aykırılıkları barındırdığı belirtilmiştir.

51. Rapordan, başvurucuya "uyarma yaptırımının uygulanmasına karar verilmesi gerektiği" sonucuna ulaşılmasında, program içeriğinin yanı sıra sosyal medyada Adnan Oktar ile ilgili yapılan paylaşımlar ile Alo RTÜK ve RTÜK'ün web sitesi üzerinden gelen izleyici şikâyetlerinin de önemli ölçüde etkili olduğu anlaşılmaktadır. Uzman raporu, sosyal medyada Adnan Oktar ile ilgili yapılan paylaşımların dolaylı olarak manevi değerlerin alaya alınmasına yol açtığı ve dinî değerlerle alay ettiği değerlendirilebilecek programın İslam mukaddesatı konusunda asgari düzeyde hassasiyeti olan izleyiciyi bile incitebileceği kanısındadır. Raporda; Alo RTÜK ve RTÜK'ün web sitesi üzerinden yoğun şekilde gelen izleyici şikâyetlerinin de bu yönde olduğu belirtilmekle yetinilmiş, şikâyetlerin sayısına ve içeriklerine ilişkin herhangi bir somutlaştırma yapılmamıştır.

52. Raporda başvuru konusu programın hukuki veya idari bir temelden ziyade herhangi bir nesnel temele dayanılmasa da İslam dininin Türk toplumunca benimsenen hâkim yorumunun genel kabullerine dayanılarak değerlendirme yapıldığı anlaşılmaktadır. Nitekim programda yer alan kadınların giyim ve yaşam tarzları, programda müzik eşliğinde dans edilmesi, sohbetin kadın ve erkeklerin bir arada bulunduğu ortamda gerçekleştiriliyor oluşu, sohbet ettiği kişilerin hocası olduğu iddia edilen program sunucusunun İslamı ve dinî meseleleri yorumlamakta yetkin olmadığı, bu kişinin asgari düzeyde dahi Arapça ve teolojik akademik bilgisinin bulunmadığı yönündeki tespitler dinî içerikli bir programın nasıl olmaması gerektiğini açıklamaktadır. RTÜK kararında, dinî meselenin konuşulduğu bir programda kadınların kutsal bir mekanda bulunuyormuş gibi giyinmesinin beklenilmesi de rapordaki yaklaşımı pekiştirmektedir.

53. İdare ve derece mahkemelerinin aynen benimsediği söz konusu raporda başvuru konusu programda benimsenen dinî anlayışın İslam dininin Türk toplumunca benimsenen hâkim yorumuna ne derece ve niçin aykırı olduğuna dair detaylı bir değerlendirmeye yer verilmemiş, başvuru konusu programdaki tutum ve davranışların toplumun genel anlayışına aykırı olduğu soyut olarak kabul edilmekle yetinilmiştir. Anayasa Mahkemesinin dinî bir uygulama davranışı olan başörtüsüne yönelik müdahaleleri ele aldığı Tuğba Arslan kararında ayrıntılı olarak ifade edildiği gibi öğreti ve uygulamaları yerleşmiş, belli bir hiyerarşik yapılanmaya sahip din veya inançlarda bile söz konusu din veya inancın öğretileri farklı şekillerde yorumlanabilmektedir. Bu bağlamda aynı nitelikteki belli bir inancın mensupları arasında da sıklıkla farklılıklar görülebilir. Bu farklılıkları çözümlemek için ne yargı organlarının ne de kamu gücü kullanan idari organların yeterince donanımlı oldukları söylenemez. Ayrıca açığa vuruma ilişkin güvence dinsel bir inancın bütün mensuplarınca paylaşılan inançlar ile sınırlı da kabul edilemez. Bu hassas alanda, özellikle belirli bir din veya inancın mensuplarının hangisinin ortak inançlarının emirlerini daha doğru anladığını araştırmak ne yargılama faaliyetinin ve yargılama yetkisinin ne de idari faaliyetlerin ve idare yetkisinin kapsamında değerlendirilebilir (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Tuğba Arslan, § 70).

54. Açıktır ki idare ve mahkemeler bir tutum veya davranışın bir din veya inanca uygun olup olmadığını değerlendirmek zorunda kaldıkları durumlarda o din veya inanç mensubunun neleri yapabileceğini, başka bir deyişle bir kişinin neye inanması ve nasıl davranması gerektiğine karar vermek gibi bir durum içine girmekten de sakınmalıdırlar (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Tuğba Arslan, § 71).

55. Aynı şekilde başvurucunun televizyonunda yer alan programa katılanların kendi dinleri ile ilgili yorumlarını ve alışıldık dinî uygulamaların neler olduğunu sorgulamak yargı organlarının ve idarenin ilgisi dışındadır. Aksine bir yaklaşım mahkemelerin veya kamu gücünü kullanan diğer organların kendi değer yargılarını fiilen başvurucuların vicdani değerlendirmesinin yerine koyarak onların din veya inancın uygulamaları konusunda neye inanmalarının veya nasıl davranmalarının yerinde olduğunu belirlemeleri anlamına gelecektir(Tuğba Arslan, § 72).

56. Raporda ve RTÜK kararında başvuruya konu programın sosyal medyada alay konusu yapılması, manevi değerlere aykırı olmasının diğer bir gerekçesi olarak gösterilmiş; bundan başka RTÜK'e yapıldığı söylenen -ancak hiçbir tafsilatına yer verilmeyen- izleyici şikâyetleri dinî hassasiyeti olan insanların program nedeniyle incindiği kanaatine delil olarak getirilmiştir.

57. Sosyal medyada herhangi bir filtreye tabi tutulmadan dolaşan doğrulanmamış içeriklerin yargının geleneksel süreçlerinin yerine ikame edilmesi hukuk devletinin gerekleriyle bağdaştırılamaz. Dolayısıyla somut olayda olduğu gibi nesnel hiçbir veriye dayanmaksızın ve yalnızca soyut bazı mülahazalarla sosyal medya kampanyaları ve RTÜK şikâyetleri herhangi bir özgürlüğe yapılan müdahalenin gerekçesi olarak kullanılamaz.

58. Aksi bir tutum kişilerin şöhret ve itibarlarının zedelenmesine, kariyerlerinin yok edilmesine, kurumların güvenilirliğinin sorgulanmasına ve kurumların yıpratılmasına, sosyal medyanın adalet mekanizmasına etki etmesine neden olabilir.

59. Sonuç olarak başvurucu hakkında, söz konusu yayında ayet ve hadislerle ilgili yapılan yorumların ardından çeşitli müzikler eşliğinde dekolteli kadınlar ile erkeklerin dans etmesinin dinî konuların ciddiyeti ile bağdaşmadığı ve bunun belli dinî değerleri taşıyan insanların incinmesine sebebiyet verdiği gerekçesiyle idari yaptırım kararı uygulanmıştır. Buna karşın ne idare ne de derece mahkemeleri başvuruya konu programdaki söz, tutum veya davranışların toplumun bir kesimi tarafından saygı duyulan dini hususlara yönelik saldırı olduğunu ileri sürmüş değildir. Programda katılımcılar herhangi bir toplumsal kesimin dini kanaatlerini veya uygulama davranışlarını tahkir kastıyla ele almış da değildir. Katılımcılar toplumun büyük çoğunluğunca kabul görmese de kendi dini anlayışlarına uygun değerlendirmelerde veya tutumlarda bulunmuşlardır. İfade özgürlüğünün devlet yetkililerini veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şok eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğu gözetildiğinde (bkz. § 23) sonsuz bir çeşitlilik alanı olan dinî alandaki bazı tutum ve davranışlara sırf başkalarınca uygun bulunmadığından bahisle müdahale edilmesi ifade özgürlüğünün ihlaline neden olacaktır.

60. İfade özgürlüğünün kullanımında en yaygın kullanılan ifade araçlarından olan televizyon, diğer ifade araçlarına kıyasla daha geniş kitlelere ulaştığından küçüklerin korunması, ayrımcılığın önlenmesi, içerik çeşitliliğin ve medyada çoğulculuğun korunması gibi amaçlarla daha sıkı düzenlemelere tabi tutulabilir. Bu kapsamda ilk olarak belli türdeki programların, yayınının yapılabileceği saat aralıklarının sınırlandırılması, program hizmetlerinin içeriği hakkında izleyicileri sesli veya yazılı olarak bilgilendiren koruyucu sembol sisteminin usul ve esaslarının belirlenerek televizyon kanalları tarafından kullanılmasının zorunlu tutulması şeklindeki düzenlemeler makul görülebilir. İkinci olarak 6112 sayılı Kanun'un 8. maddesinde de belirtildiği üzere medya hizmet sağlayıcılar, yayın hizmetlerini yerine getirirken belirli ilkelere uymakla yükümlü tutulabilir. Bununla birlikte anılan yükümlülüklere uyulmaması nedeniyle ifade özgürlüğüne yapılacak müdahalenin hangi temele dayandığının ilgili ve yeterli bir gerekçe ile ortaya konulması gerekir.

61. Başvurucunun idari işlemin iptali talebiyle açtığı dava ilk derece mahkemesince başkaca bir değerlendirme yapılmaksızın idarenin aynı gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucunun ilk derece mahkemesine sunmuş olduğu, anılan programın toplumun manevi değerlerine aykırılık teşkil etmediğini gösteren mütalaalar ya da emsal televizyon programlarına yönelik idari yaptırım uygulanmaması gibi esaslı iddiaları mahkeme kararında tartışılmamış, başka bir ifadeyle başvurucunun idari işlemden kaynaklanan savunulabilir nitelikteki iddiaları değerlendirilmemiştir. Derece mahkemeleri başvurucunun ifade özgürlüğü ile toplumun bir kısmının dinine uygun bir biçimde saygı gösterilmesini isteme hakkı arasında adil bir denge kurmaya çalışmamıştır. Başvurucuya uyarı yaptırımının uygulanması şeklindeki müdahalenin haklı olduğu ilgili ve yeterli bir gerekçe ile ortaya konulamamıştır.

62. Sonuç olarak başvurunun bütün koşulları gözönünde tutulduğunda şikâyet edilen uyarı yaptırımının uygulanması kararı ile Anayasa'nın 26. maddesinde koruma altında olan ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin daha ağır basan bir toplumsal ihtiyaca karşılık gelmediği sonucuna varılmıştır.

63. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Basri BAĞCI bu görüşe katılmamıştır.

4. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

64. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

65. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

66. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

67. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

68. Başvurucu, yargılamanın yenilenmesi ile 5.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

69. Anayasa Mahkemesi, uyarı yaptırımının uygulanması kararının hukuka aykırı olduğu iddiasıyla başvurucunun idari işlemin iptali talebiyle açtığı davanın reddedilmesinin Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla ihlalin, idari işlemin iptali talebini reddeden mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

70. Bununla birlikte başvurucunun sahibi olduğu kanalın yayını son bulduğundan ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmadığı anlaşılmıştır.

71. Öte yandan ihlal tespiti ile yeterli giderim sağlandığı değerlendirildiğinden tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

72. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.739,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun gizlilik talebinin REDDİNE,

B. İfade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

C. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE Basri BAĞCI'nın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA ,

D. Tazminat talebinin REDDİNE,

E. 239,50 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.739,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 30/3/2022 tarihinde karar verildi.

KARŞIOY GEREKÇESİ

Anayasa’nın 133. maddesi Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’na radyo ve televizyon faaliyetlerinin sadece düzenlenmesi görevini değil aynı zamanda denetlenmesi vazifesini de vermektedir. 6112 sayılı Kanunun 8. maddesinde “Yayın hizmet ilkeleri” belirlenmiştir. Yayınların denetlenmesi bu madde kapsamında belirlenen prensipler çerçevesinde gerçekleşmekte olup ilgili kurum açısından bu fonksiyon bir hak değil yükümlülüktür.

Bu mükellefiyet çerçevesinde Radyo ve Televizyon Üst Kurulu yayın hizmet ilkeleri doğrultusunda yapılan yayınların içeriklerini de değerlendirmek durumundadır. 8. maddede yer alan ve bazıları soyut nitelik gösteren ilkelerin özellikleri gereği, yapılacak değerlendirmelerin sübjektif özellik arz etme ihtimali de bulunmaktadır.

Somut olay bağlamında tatbik edilen 8. maddenin 1. fıkrasının “f” bendinde yer alan ve yayın hizmet ilkelerinden biri olarak belirlenen “Toplumun...manevi değerleri” kriterinin ne olduğu sorusunun cevaplandırılması da kavramın soyutluğundan dolayı sübjektif değerlendirilme riski taşıyan bir konudur.

Mevzunun daha da zorlaşmasına neden olan husus ise bu değerlere “aykırılığın” ne olduğunun belirlenmesidir.

Dosya muhtevasından anlaşıldığı kadarıyla; inceleme konusu yapılan olayda Kurum resen harekete geçmemiş, kendisine iletilen yoğun yakınmalardan hareketle bir inceleme başlatmıştır. Yaptığı değerlendirme sonucunda da 6112 sayılı Kanunun 51. maddesinin 2. fıkrasında yer alan ve o dönem yürürlükte bulunan idari müeyyidelerden en hafifi olan “Uyarı” yaptırımının tatbik edilmesine karar vermiştir.

Somut uygulama, geneli itibariyle toplumda bu konuda oluşan ve belli bir düzeyi aştığı anlaşılan hassasiyetin muhatabına iletilmesinden ibarettir. Tecziyeden ziyade bilgilendirme niteliği ön plana çıkan işlemin ifade ve basın hürriyetine ağır bir müdahale olduğu, dahası uygulamanın bu haliyle ölçüsüz bulunduğunu ileri sürmek de mümkün gözükmemektedir.

Açıklanan bu gerekçelerle çoğunluğun ihlal yönündeki görüşüne iştirak edilmemiştir.

Üye Basri BAĞCI