Pasaport Tahdidinde “Memleketten Ayrılmalarında Mahzur Görülenler” Kriterinin Anayasaya Aykırılığı

Abone Ol

İşbu yazıda ilk olarak pasaport iptali ibaresini tercih etsek de, inceleme konumuzun iptali kapsayacak şekilde bireyin pasaport alma ve kullanma hakkına sınırlamayı içermesi sebebiyle pasaport tahdidi kavramını başlıkta kullanmayı uygun gördük.

5682 sayılı Pasaport Kanunu m.22/1’de pasaport (Türk vatandaşlarının yurtdışına çıkışına ilişkin resmi seyahat ve kimlik belgesi) verilmeyecek bireyler üç kategoriye ayrılmış olup; bu kategoriler, “yurtdışına çıkmaları mahkemelerce yasaklananlar”, “memleketten ayrılmalarında genel güvenlik bakımından mahzur bulunduğu İçişleri Bakanlığınca tespit edilenler”, “terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlenen yurtdışında her türlü eğitim, öğretim ve sağlık kuruluşları ile vakıf, demek veya şirketlerin kurucu ve yöneticisi olduğu veya bu yerlerde çalıştığı İçişleri Bakanlığınca tespit edilenler” şeklinde sayılmıştır. Hükümde yer alan kısıtlamaların birisi yargı kararına, ikisi ise idarenin tespitine ve takdirine bağlı kılınmıştır. Bu sebeple; idarenin tespitine ve takdirine bağlı kılınan bu hallerin, Anayasa m.23 yönünden incelenmesi gerekmektedir. Bu yazıda, “memleketten ayrılmalarında genel güvenlik bakımından mahzur bulunduğu İçişleri Bakanlığınca tespit edilenler” kriterinin Anayasaya uygunluğu çerçevesinde inceleme yapılacaktır.

Seyahat hürriyetinin, suç soruşturma ve kovuşturması sebebiyle ve suç işlenmesini önlemek amacıyla kanunla sınırlanabileceği Anayasa m.23/3 ve 4’de belirtildikten sonra; Anayasa m.23/5’de, vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyetinin, ancak suç soruşturması veya kovuşturması sebebiyle hakim kararına bağlı olarak sınırlanabileceği net şekilde düzenlenmiştir. Sonuç olarak; Anayasa m.23/5 hükmünden, bir suç soruşturması veya kovuşturması sebebiyle yurtdışına çıkışını yasaklayan hakim kararı olmadığı sürece, vatandaşın yurtdışına çıkma hürriyetinin sınırlanamayacağı anlaşılmaktadır. “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı Anayasa m.13 uyarınca; temel hak ve hürriyetler sadece Anayasanın ilgili maddelerinde gösterilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir, bu sınırlamalar hakkın özüne dokunamayacağı gibi, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve “ölçülülük” ilkesine aykırı olamaz. 2010 yılı değişikliği ile Anayasa m.23’e eklenen seyahat hürriyetine yönelik bu sınırlama, Anayasa m.13’ün öngördüğü biçimde ele alınıp uygulanmalıdır. Buna göre; Anayasa m.23’e eklenen bu özel sebeple sınırlı olarak seyahat hürriyetine ancak kanunla sınırlama getirilebilir, sınırlama getiren kanunun da Anayasa m.23’e uygun olması gerekir. Belirtmek gerekir ki; Anayasa m.104’de tanımlanan Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri ile ilgili hükümler dikkate alındığında, Anayasa m.104’ün 17. fıkrası gereğince, yerleşme ve seyahat hürriyeti konusunda Cumhurbaşkanı kararnamesi ile de düzenleme yapılamaz.

Pasaport Kanunu m.22/1’de; bir suç soruşturması ve kovuşturmasının varlığı ile hakim kararı aranmaksızın, sadece genel güvenlik bakımından mahzur/sakınca bulunduğu İçişleri Bakanlığı tarafından tespit edilenlere pasaport verilmeyeceği düzenlenmiştir.

Benzer bir hükme 6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun m.5/2’de yer verilerek; milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen yapı, oluşum veya gruplara veya terör örgütlerine üyeliği veya iltisakı veya irtibatı sebebiyle idari işleme veya suç soruşturması veya kovuşturmasına tabi tutulan kişilerin eşlerinin pasaportlarının, “yurtdışına çıkmalarının genel güvenlik açısından mahzurlu görülmesi durumunda” İçişleri Bakanlığınca iptal edilebileceği düzenlenmişti. AYM Genel Kurulu’nun 6749 sayılı Kanun m.5/2 ile ilgili verdiği 24.07.2019 tarihli, 2016/205 E. ve 2019/63 K. sayılı iptal kararında; bu düzenlemenin Anayasa m.23/5’e aykırı olduğu, hakkında soruşturma veya kovuşturma olmayan kişilerin pasaportlarının hakim kararı aranmaksızın idare tarafından iptal edilmesine imkan sağlamasının (olağan dönemde, yani olağanüstü hal dönemi uygulamaları hariç) yerleşme ve seyahat hürriyetinin güvenceleri ile bağdaşmadığı belirtilmiştir. AYM’nin bu iptal kararına konu düzenleme; Pasaport Kanunu m.22/1’in yazımızla ilgili kısmı ile benzerlik göstermektedir, çünkü her iki düzenlemede de kişi hakkında soruşturma veya kovuşturma olmaksızın ve hakim kararı aranmaksızın “yurtdışına çıkmasının genel güvenlik açısından mahzurlu olduğunun tespiti” üzerine pasaportun iptaline idare tarafından karar verilmektedir. Bu iki düzenlemeden 6749 sayılı Kanun m.5/2’de “verilebilir” ibaresine yer verilerek pasaportun iptal edilmemesine de karar verilebileceği anlaşılmasına rağmen, Pasaport Kanunu m.22/1’de net olarak “pasaport… verilmez” denilerek kesin bir sınırlama öngörülmüştür. AYM’nin yukarıda yazılı kararının gerekçesinden, Pasaport Kanunu m.22/1’de bir suç soruşturması ve kovuşturmasına bağlı olarak verilen hakim kararı aranmaksızın idareye takdir yetkisi tanıyan ibareler yönünden iptal kararı verilebileceği sonucuna varılması mümkündür.

Ayrıca Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’nun, milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği veya iltisakı ya da bunlarla irtibatı nedeniyle devam etmekte olan herhangi bir idari veya adli soruşturma veya kovuşturma bulunmayanlara, kovuşturmaya yer olmadığına, beraatına, ceza verilmesine yer olmadığına, davanın reddine veya düşmesine karar verilenlere, mahkumiyet kararı bulunanlardan cezası tümüyle infaz edilenlere veya ertelenenlere, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilenlere, kolluk tarafından yapılacak araştırma sonucuna göre İçişleri Bakanlığı tarafından pasaport verilebileceğine dair idareye takdir yetkisi tanıyan düzenlemeyi içeren Pasaport Kanunu Ek m.7 hükmü ile ilgili verdiği 03.06.2021 tarihli, 2019/114 E. ve 2021/36 K. sayılı iptal kararında yine benzer şekilde; Anayasa m.23’de yer almayan sınırlama sebepleri ile seyahat hürriyetinin sınırlandığı ve bireylerin yurtdışına çıkış yapabilmesini idarenin yetkisine bıraktığı, bu şekilde Anayasada belirtilen sınırlama sebeplerine bağlanan hakim kararı güvencesinin ihlal edildiği ve yurtdışına çıkma hürriyetinin Anayasaya aykırı olarak sınırlandığı sonucuna varılarak iptal kararı verilmiştir.

Bununla birlikte; Pasaport Kanunu m.22/1’in halen yürürlükte olması, yasama organı tarafından yürürlükten kaldırılmaması/değiştirilmemesi veya Anayasa Mahkemesi tarafından henüz verilen bir iptal kararı bulunmaması karşısında, yargı mercilerinin, Pasaport Kanunu m.22/1 uyarınca “memleketten ayrılmasında mahzur bulunduğuna dair İçişleri Bakanlığı’nın tespiti” üzerine pasaportu iptal edilen, pasaport verilmesi talebi reddedilen veya pasaportuna tahdit koyulanlarla ilgili ne şekilde karar verilmesi gerektiği sorunu gündeme gelmektedir.

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun 31.01.2013 tarihli, 2008/921 E. ve 2013/314 K. sayılı kararında; Pasaport Kanunu m.22/1 ile yurtdışına çıkmaları genel güvenlik bakımından sakıncalı bulunanlara idari işlemle pasaport veya seyahat vesikası verilmemesinin mümkün kılındığı, bu düzenlemenin Anayasanın 23. maddesinde 2010 yılında yapılan değişikliğe aykırı olduğu, Anayasa m.23 değişikliği ile seyahat hürriyetinin alanının genişletildiğini, Anayasa m.177/e uyarınca bir konuyu açık ve ayrıntılı düzenleyen Anayasa hükmünün doğrudan somut olaya uygulanabileceği belirtilerek, hakim kararı olmadan idare tarafından bireylerin yurtdışına çıkma hürriyetinin kısıtlanamayacağı belirtilerek, aksi yönde davalı idare işleminin ve davanın reddi kararının hukuka aykırı olduğuna karar verilmiştir.

Anayasa m.23’de yapılan 2010 yılı değişikliğinin üzerinden uzun süre geçmesine rağmen; Pasaport Kanunu m.22/1’de, Anayasa m.23/5’e uygun şekilde değişiklik yapılmadığı ve Anayasaya aykırı olarak idareye tanınan yetkileri içeren bu hükmün halen uygulandığı görülmektedir.

Uygulamada; hem idari yargının ve hem de Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru kararlarında, kişinin yurtdışına çıkışını engelleyecek somut, kabul edilebilir bir hukuki bilgi ve belge sunulup sunulmadığı, başvurucunun pasaport verilmesi yasak olan kişiler arasında olup olmadığı, pasaport verilmemesine dair idari işlemin gerekçelerinin başvurucunun öznel durumu ile ilişkilendirilmesinin somut olarak ortaya koyulup koyulmadığı ve bu hususların derece mahkemeleri tarafından yeterli şekilde incelenip incelenmediği dikkate alınmaktadır[1]. Bu kararlar OHAL KHK’larına göre pasaportları iptal edilen, yeniden pasaport verilmesi talepleri reddedilen kişilerin dava ve başvuruları ile ilgili olmakla birlikte; vatandaşların yurtdışına çıkışlarının genel güvenlik bakımından sakıncalı olduğuna dair somut bilgi ve belgeye dayanan sebepler ortaya koyulmadan ve pasaport verilmesi yasaklanan kişilerden olup olmadıkları incelenmeden işlem tesisinin ve davanın reddinin hukuka aykırı olacağına işaret edilmesi, Pasaport Kanunu m.22/1’yi de ilgilendirmektedir. Dolayısıyla; DİDDK’nın yukarıda yer verdiğimiz kararında olduğu gibi, idari işlemle bireylerin yurtdışına çıkma hürriyetinin kısıtlanmasının Anayasa m.23’e aykırı olduğu ile sınırlı inceleme yapılarak bireysel idari işlem hakkında iptal kararı verilmek yerine, bu yönde idari işlem tesisini gerektiren somut ve hukuken geçerli nedenlerin bulunup bulunmadığı incelenerek karar verilmektedir.

Yeri gelmişken; Anayasa Mahkemesi’nin, pasaportun iptal edilmesi veya pasaport verilmemesine dair idari işlemlerin esasen yerleşme ve seyahat hürriyeti kapsamında kaldığını, bu hürriyetin İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Ek 4 Numaralı Protokolü’nün "Serbest dolaşım özgürlüğü" kenar başlıklı 2. maddesinde düzenlendiğini, anılan Ek Protokole Ülkemizin taraf olmadığını[2], dolayısıyla bu özgürlüğün Anayasa ve Sözleşme ile Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerin ortak koruma alanına girmediğini ve Anayasa Mahkemesi’nin konu bakımından yetkisi dışında kaldığını belirtmekle birlikte, pasaportun iptali ve pasaport verilmemesine dair bireysel başvuruları özel hayata ve aile hayatına saygı hakkını düzenleyen İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.8 ve Anayasa m.20 çerçevesinde incelediğini ifade etmek isteriz.

Sonuç olarak; mahkemeler tarafından Anayasa m.152’ye göre yapılacak itiraz başvurusu sonucu Anayasa Mahkemesi tarafından iptal kararı verilinceye kadar veya Pasaport Kanunu m.22’nin anılan ibarelerinin Anayasaya aykırılığı yasama organı tarafından dikkate alınıp, bu ibarelerin yürürlükten kaldırılıncaya veya Anayasaya uygun şekilde yeniden düzenleninceye kadar, bu yönde yargı kararlarının devam edeceği anlaşılmaktadır.

Anayasa m.177/e haricinde; bir tarafta “hukuk devleti” ilkesini düzenleyen Anayasa m.2 ve “Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlıklı 11. maddesi, diğer tarafta ise, “Mahkemelerin bağımsızlığı” başlıklı ve mahkemelerin Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm vereceğine dair Anayasa m.138/1 ve görülen bir davada uygulanacak olan kanunun Anayasaya aykırılığının tespiti veya bu yönde taraflardan birisinin iddiasının ciddi bulunması üzerine; anılan kanun hükmünün iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurmasını düzenleyen “Anayasaya aykırılığın diğer mahkemelerde ileri sürülmesi” başlıklı Anayasa m.152 bulunmaktadır. Anayasa m.152/3’de yer alan “…Bu süre içinde karar verilmezse mahkeme davayı yürürlükteki kanun hükümlerine göre sonuçlandırır.” cümlesi, mahkemenin baktığı bir davada uygulanacak kanun hükmünün Anayasaya aykırı olduğu kanaatine varması halinde, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal kararı verilmediği sürece, aykırılık tespit ettiği kanunu uygulaması gerektiğini ifade etmektedir. Ayrıca; kanunların Anayasaya uygunluğunu denetleme ve tespit etme görev ve yetkisi, Anayasa m.148 ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun m.3 uyarınca, Anayasa Mahkemesi’ne aittir. Bu sebeple; görülen bir davada Pasaport Kanunu m.22/1’in uygulanması gerektiğinde, mahkemenin bu Kanun hükmünü ihmal ederek karar vermesi beklenemeyecektir, çünkü anılan hüküm bir bütün olarak halen yürürlüktedir. Aksinin kabulü, Anayasa m.152’de düzenlenen usulü anlamsız hale getireceği gibi, kanun hükümlerinin Anayasaya uygunluğunu denetleme ve bu konuda karar verme yetki ve görevinin Anayasa Mahkemesi’ne ait olduğu gerçeği karşısında, bu görev ve yetkinin derece mahkemeleri tarafından kullanılması sonucunu doğuracaktır.

Kanaatimizce; Anayasa m.23/5’e net şekilde aykırı olan Pasaport Kanunu m.22/1’de yer alan ve idareye geniş ve sınırları belirsiz takdir yetkisi tanıyan ibareleri içeren hükmün idare tarafından nasıl uygulandığının, kişinin yurtdışına çıkışında genel güvenlik için mahzur olup olmadığının incelenmesine gerek dahi bulunmamaktadır, çünkü Anayasa m.2, 11 ve 23 nettir. Ancak yukarıda açıkladığımız Anayasa m.138/1 ve m.152’ye ek olarak, Anayasa Mahkemesi’nin 01.12.2022 tarihli ve 2017/17428 B. Numaralı Hulusi Yılmaz kararında; bir temel hak ve hürriyetin ihlaline, idari makamların veya derece mahkemelerinin Anayasaya uygun yorum yapmalarına imkan vermeyecek açıklıkta bir kanun hükmünün uygulanması sebep olduğunda ihlalin doğrudan kanundan kaynaklanacağı, bu durumda ihlalin giderilebilmesi için ihlale yol açan kanun hükmünün ortadan kaldırılması veya ilgili hükmün yeni ihlallere yol açılmayacak şekilde değiştirilmesi gerektiği, bu durumda yasama organının Anayasal anlamda görevinin devreye girdiği, ayrıca Anayasa m.11 ve 138 uyarınca hakimin öncelikle Anayasaya uygun karar vermesinin zorunlu olduğu ve Anayasa m.152’nin de hakime davada uygulayacağı kanun hükmünün Anayasaya uygun olup olmadığını inceleme görevi yüklediği, bu sebeple hakimin Anayasa m.152 uyarınca Anayasaya aykırı kanun hükmünün iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurmasının isabetli olacağı ifade edilmektedir.

Anayasa Mahkemesi anılan kararında ayrıca; uygulanacak kanun hükmünün temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşma hükümlerine aykırı olması durumunda, milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınarak uyuşmazlığın çözülebileceğine yönelik Anayasa m.90/5’in de uygulama alanı bulabileceğini belirtmektedir. Yazımıza konu seyahat hürriyeti, Ek 4 Numaralı Protokol’ün 2. maddesinde yer almakta olup; Türkiye Cumhuriyeti bu Ek Protokolü imzalamış ve 3975 sayılı Uygun Bulma Kanunu Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Ek 4 Numaralı Protokol iç hukuk bakımından usule uygun şekilde yürürlüğe girmiştir. Dolayısıyla, ulusal mahkemelerin Anayasa m.90/5 uyarınca doğrudan Ek Protokol m.2’yi iç hukukta uygulama imkanı olup olmadığının incelenmesi gerekir. Kanaatimizce; Pasaport Kanunu m.22/1, Anayasa m.23/5’e açıkça aykırı olmakla birlikte, Ek Protokol m.2’de genel sınırlama sebeplerine yer verilmesi ve Anayasa m.23/5’de olduğu gibi “hakim kararı” şeklinde özel bir kriter öngörülmemesi nedeniyle, Pasaport Kanunu m.22/1’in doğrudan Ek Protokol m.2’ye aykırı olduğu söylenemez. Bu durumda aykırılık ilişkisi, Kanun hükmü ile Anayasa arasında mevcuttur. Bu sebeple, mahkemelerin Anayasa m.90/5’i tatbik ederek Pasaport Kanunu m.22/1’i gözardı etmesi mümkün gözükmemektedir.

Sonuç olarak; Anayasa m.23/4’e net şekilde aykırı olan Pasaport Kanunu m.22/1’de yer alan ve bireylerin yurtdışına çıkma hürriyetinin idari işlemle sınırlandırılmasına imkan tanıyan ibarelerin ya kanun koyucu tarafından dikkate alınarak Anayasaya uygun şekilde yeniden düzenlenmesi veya Pasaport Kanunu m.22/1’de yer alan bu ibarenin uygulanacağı bir davada mahkemelerce Anayasa m.152 uyarınca itiraz yoluna başvurulması gerekmektedir.

Son söz; Pasaport Kanunu m.22/1 ile İçişleri Bakanlığı’na tanınan yetkinin açık ve net şekilde Anayasa m.23/5’e aykırı olmasının yanında, ayrıca idareye bu yetkinin kullanılmasında da ciddi sorunlar olduğu, “memleketten ayrılmalarında genel güvenlik bakımından mahzur bulunduğu” tespitinin nasıl yapılacağı ve hangi sebeplerin “mahzur” olarak kabul edileceği konusunda öngörülebilirlik bulunmadığı da tartışmasızdır. Bu düzenlemeye göre; herhangi bir sebeple, herhangi bir kişinin memleketten ayrılması genel güvenlik bakımından “mahzurlu” görülebilir ki, sınırları çizilmeyen ve keyfi uygulamalara davetiye çıkaran bu düzenleme, tüm vatandaşların yurtdışına çıkma hürriyetini objektif olarak tehdit etmektedir. Yargı mercileri, idarenin kendisine tanınan yetkiyi keyfi şekilde kullanıp kullanmadığını incelese de; esas olanın vatandaşın yurtdışına çıkma hürriyetinin hakim kararı olmaksızın sınırlandırılmaması olduğu, vatandaşların Anayasa m.23/5 ile korunan ancak idari bir işlemle engellenen yurtdışına çıkma hürriyetine yeniden kavuşabilmesi için, uzun süren yargılamalardan başka etkili bir başvuru yolu olmadığı gözetildiğinde, bu durumun ciddi hak ihlallerine sebep olacağı, kaldı ki idari yargı kararlarının idare tarafından tanınmaması, uygulanmaması, gereği gibi infaz edilmemesi şeklinde son zamanlarda sıklıkla karşılaşılan bir tutumun benimsendiği, bu durumun Anayasa m.138/4’ü ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu m.28/1’i açıkça ihlal etmesinin yanında, yargı kararlarını yerine getirmeyen kamu görevlilerinin ceza sorumluluğunu da gündeme getireceği, tüm bu açık yasal düzenlemelere rağmen idari yargı kararlarının uygulanmaması konusunda ısrarlı tutumun birçok durumda gözlemlendiği, bu sebeple Anayasa m.23’e ve “belirlilik” ile “öngörülebilirlik” ilkelerine aykırı olan Pasaport Kanunu m.22/1’in idari bir işlemle yurtdışına çıkma hürriyetini kısıtlama konusunda idareye imkan ve takdir yetkisi tanıyan ibarelerinin yürürlükten kaldırılması veya Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi gerektiği tartışmasızdır.

İçişleri Bakanlığı; re’sen koyduğu pasaport tahditlerini kaldırmak için, öncesinde adli makamlardan tahdidin kaldırılıp kaldırılmayacağı hususunda görüş sormaktadır. Esasen adli makam yurtdışına çıkış yasağı koymadığı halde idarece başsavcılıklara tahdidin kaldırılıp kaldırılmayacağının sorulması usulü izlendiğinde, bu da vatandaşı mağdur etmekte ve süreci uzatmaktadır. İdarenin; Anayasaya uygun sınırlama sebebi olan ve Pasaport Kanunu m.22/1’de öngörülen “mahkemelerce yasaklananlar” kriterinin gerçekleşip gerçekleşmediğini araştırdığı anlaşılmakla birlikte, bir yandan birey aleyhine Anayasaya aykırılığı uygularken, diğer yandan yine birey aleyhine Anayasaya göre hareket etme yolunu seçebilmektedir. Bu yöntem; idarenin pasaport tahdidini iptal eden idari yargı kararlarını yerine getirme isteksizliğinin, Anayasa ve Kanun hükümlerini uygulamada da devam eden birey aleyhine uygulama niyetinin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.

Şu hususu ilan etmek isteriz ki; Türk Hukuku’nda son zamanlarda, yargı kararlarının infaz edilmemesi, infazından kaçınılması, hakkın kazanılıp kullanılması yolu ve imkanı olarak bilinen yargı kararlarına karşı bir isteksizlik, bunun yanında kanunların açık hükümlerinin yargı mercileri de dahil olmak üzere bazı kişilere ve olaylara uygulanmaması veya farklı uygulanması sorunu mevcuttur. Üzerine basa basa ve bir kez daha hatırlatmak isteriz ki, bu tür bir anlayışın ve uygulamanın hukuk devletinde kat’a yeri yoktur. Yerleşik hale gelmemesini temenni ettiğimiz bu tür hatalı uygulama ve anlayışlar en kısa sürede terk edilmelidir. Nitekim en büyük dileğimiz, Anayasa m.138/4’e rağmen yargı kararlarını tanımayanlara ve uygulamayanlara karşı ağır yaptırımlar öngören bir yasal düzenlemeye gidilmesidir. Bu düzenlemede hiçbir sorumsuzluk ve dokunulmazlık hali kurtarıcı rol üstlenmemelidir. Bu ceza düzenlemesinin başlığı da “Yargı kararlarının uygulanmamasına veya uygulanmasından kaçınmaya teşebbüs suçu” olmalıdır.

Prof. Dr. Ersan Şen

Av. Beyza Başer Berkün

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

---------------

[1] Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, Onur Can Taştan, 27.10.2021, 2018/32475 B. No; Anayasa Mahkemesi, Murat Emeksiz, 18.10.2022, 2018/24300 B. No.; Anayasa Mahkemesi, Mehmet Alkan, 06.10.2022, 2018/34470 B. No.; Anayasa Mahkemesi, Nevin Padem, 26.05.2022, 2018/32822 B. No.; İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi, 25.11.2020, 2020/1558 E., 2020/1875 K.; Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi, 09.10.2019, 2019/1597 E., 2019/1701 K.

[2] Onay belgelerinin Avrupa Konseyi Genel Sekreterliği’ne tevdi edilmemesi sebebiyle İHAS Ek 4 Numaralı Protokol’ün Türkiye Cumhuriyeti yönünden uluslararası hukuk kapsamında yükümlülük doğurmadığı, Türkiye Cumhuriyeti’nin Ek 4 Numaralı Protokol’e taraf olmadığı ve bu Protokolde yer alan hakların bireysel başvuruya konu edilemeyeceği kabul edilmektedir. Doktrinde, bu görüşün aksini savunan yazarlar mevcut olmakla birlikte; Anayasa Mahkemesi, seyahat hürriyetini ilgilendiren başvuruları, Sözleşme ve Anayasanın ortak koruması altında olan diğer temel hak ve hürriyetler bağlamında ele almaktadır.