Orman Yangınlarında Yetki Tartışması ve Vatan

Abone Ol

28.07.2021 günü itibariyle başlayan ve özellikle Akdeniz havzasında bulunan ormanlarımız ile bu bölgede yaşayan vatandaşlarımızın ve canlıların ciddi şekilde etkilendiği, zarara uğradığı bir yangın fırtınası ile karşı karşıya kaldık.

Yangınlara müdahale ve öncesinde yeterli önlemlerin alınıp alınmadığı ciddi tartışma konusu oldu. Şehir veya meskun mahal yangını olarak nitelendirilmeyen ve bu yönü ile müdahale teknikleri farklı olan orman yangınlarının söndürülmesinde, özellikle Türk Hava Kurumu (THK) üzerinden ve yangın söndürme uçaklarımızın olmayışı, kiralananların da yetersizliği ile ilgili birçok eleştiri yapıldı, iktidar ile muhalefet karşılıklı suçlamalarda bulundu, orman yangınlarını söndürme sorumluluğunun ve yetkisinin kimde olduğu tartışmaları başladı, yurtdışından yardım istenilmesinin ve gönderilenlerin kabulü ile Türk Silahlı Kuvvetleri’nin neden orman yangınlarının söndürülmesinde asli veya destek kuvvet olarak katılmadığı veya katılmasına izin verilmediği veya bunda geç kalındığı konuşuldu.

Aşağıda; orman yangınları ile ilgili düzenlemeler, görev, yetki ve sorumluluğun kimde olduğu, Anayasa ve ilgili kanunlar ile Türk Hava Kurumu Tüzüğü hakkında kısa bilgilere yer vereceğiz.

Normlar hiyerarşisinin tepesinde olan Anayasa m.169’un ilk üç fıkrasına göre; “Devlet, ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gerekli kanunları koyar ve tedbirleri alır. Yanan ormanların yerinde yeni orman yetiştirilir, bu yerlerde başka çeşit tarım ve hayvancılık yapılamaz. Bütün ormanların gözetimi Devlete aittir.

Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Devlet ormanları kanuna göre, Devletçe yönetilir ve işletilir. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz.

Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez. Ormanların tahrip edilmesine yol açan siyasî propaganda yapılamaz; münhasıran orman suçları için genel ve özel af çıkarılamaz. Ormanları yakmak, ormanı yok etmek veya daraltmak amacıyla işlenen suçlar genel ve özel af kapsamına alınamaz”.

“Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlıklı Anayasa m.11 çerçevesinde ele alınması gereken 169. maddenin ilk üç fıkrası uyarınca; ormanların gözetimi, korunması, orman sahalarının genişletilmesi, yanan ormanların yerinde yeni ormanların yetiştirilmesi sorumluluğu Devlettedir.

169. maddenin 1. fıkrasında; yanan ormanların yerinde yeni orman yetiştirileceği, bu yerlerde başka çeşit tarım ve hayvancılık yapılamayacağı belirtilmekle birlikte, bu yerler üzerinde turizm veya başka maksatlarla inşai faaliyetlerde bulunulamayacağına dair bir hükme yer verilmediği, 1. fıkranın 2. cümlesinde yer alan “bu yerlerde başka çeşit tarım ve hayvancılık yapılamaz” ibaresinden hareketle, yanan ormanlardan açılan alanlarda bazı inşai çalışmalarda bulunabileceği düşünülebilir. Kanaatimizce, yanan ormanlardan açılan alanlarda inşai faaliyetlerde bulunulamaz. Çünkü Anayasada, “yanan ormanların yerinde yeni ormanlar yetiştirilir” sözü ile başka bir faaliyette bulunulamayacağı, yanan ormanların aynı yerinde tekrar orman yetiştirilmesinin zorunlu olduğu, “yetiştirilebilir” de denilmediği, hükümde inşai faaliyetlerde bulunulabileceğine dair bir ibareye yer verilmediği, bu durumda Devlet ormanlarının mülkiyetinin devredilemeyeceği, orman yansa bile Devletçe yönetilip işletmeye devam edileceği, yanan ormanların yerinde yeni ormanların yetiştirilmesi gerektiği, bunun dışında ormanlara veya yanan ormanların yerinde yeniden orman yetiştirilmesine zarar verebilecek hiçbir faaliyete veya eyleme izin verilemeyeceği tartışmasızdır. Bu nedenle, özellikle Devlet ormanlarında ve bu ormanların yanan kısımlarında turizm veya başka maksatlarla inşai faaliyetlerde bulunulamaz. Yanan ormanların yerinde yeniden yetiştirilmesini engelleyecek veya ormanlara zarar verebilecek, ağaç kesilmesine yol açabilecek hiçbir faaliyete, üstün kamu yararı olduğu gerekçe gösterilerek de faaliyette bulunamaz ve inşai faaliyetlere izin verilemez.

Orman yakma suçunun cezası, Orman Kanunu’nun 110. maddesinde ayrıntılı düzenlenmiş ve ağır cezalar öngörülmüştür. Ormanların yakılmasına sebebiyet verenlerin veya orman yakanların bu sırada meydana gelen insan ölümünden ve yaralanmalarından ayrıca sorumlu olduğu, m.110/6’da ifade edilmiştir. Orman yakma suçları; genel ve özel af kapsamına alınamaz. Bizce; 110. maddede bir yasa değişikliğine gidilerek, kasten veya taksirle orman yakma suçunun cezasının ertelenemeyeceği, paraya çevrilemeyeceği, bu suçlarla ilgili hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemeyeceği, bu suçları işleyenlerin denetimli serbestlikten ve koşullu salıverilmeden yararlanamayacağı veya koşullu salıverilme süresinin toplam hapis cezasının 3/4’ü oranında uygulanacağı kabul edilmelidir. Elbette esas olan orman yangınlarının önlenmesi olsa da, hem ödeticilik ve hem de caydırıcılık bakımından ormanlara karşı işlenen suçlardan verilen cezaların infazının daha etkin hale getirilmesi gerekir.

Ormanları koruyup kollama, orman yangınlarını önleme ve söndürme görevinin ve yetkisinin Devlette olduğu tartışmasızdır. Anayasa m.126’ya göre ormanlarla ilgili tüm yetki merkezi idarededir. Ormanların korunmasında ve orman yangılarının söndürülmesinde belediyelere görev ve yetki verilmemiştir.

6831 sayılı Orman Kanunu’nun 68 ila 76. maddelerinde orman yangınlarının söndürülmesinin düzenlendiği görülmektedir.

Orman Kanunu’nun 68. maddesinin 1. fıkrası, her vatandaşa ve bireye orman yangınlarını haber verme yükümlülüğünü yüklemiştir.

68. maddenin 1. fıkrasına göre; “Ormanların içinde veya yakınında ateş ve yangın belirtisi görenler bunu derhal orman idaresine veya en yakın muhtarlığa, jandarma dairelerine veya mülkiye amirlerine haber vermeye mecburdurlar”.

Orman idaresi, orman yangınlarını önlemek ve söndürmek amacıyla her türlü hizmeti yapar veya yaptırır. Orman Kanunu’nun 69. maddesinin 1. fırkasında yer alan bu hükme göre orman yangınlarının söndürülmesi, Tarım ve Orman Bakanlığı ile Orman Genel Müdürlüğü’nün yetki ve sorumluluğundadır. Ancak orman yangınlarının önlenmesinde veya yangın sırasında koordinasyonu mahallin en büyük mülki amiri sağlar.

Orman Kanunu’nun 69. maddesinin 3. fıkrasına göre; “Orman yangınlarını önlemek maksadıyla, orman yangını öncesinde ve yangın esnasında orman idaresi ile diğer kamu kurum ve kuruluşları arasındaki koordinasyonu, mahallin en büyük mülki idare amiri sağlar. Kamu kurum ve kuruluşları, mahallin en büyük mülki idare amirinin verdiği talimatları yerine getirmek ve her türlü desteği sağlamakla yükümlüdür”.

Orman sayılan alanların dışında çıkan yangının ormana sirayet etme riskinin bulunması halinde, m.69/2’de açık olmamakla birlikte orman idaresinin imkanları ölçüsünde katkı sağlaması gerekir.

Orman Kanunu’nun 74. maddesinde ilginç bir hüküm bulunmaktadır. 74. maddeye göre; “Orman idaresinin göstereceği lüzum üzerine mahallerinin en büyük mülkiye amirleri, kuraklık veya yangın olup da henüz söndürülmüş, fakat sirayet ihtimalleri tamamen bertaraf edilmemiş olmak gibi fevkalade zamanlarda muayyen bir müddet için ormanlara girmeyi men ve oralardaki her türlü işlerin tatilini emredebilirler”. Görüleceği üzere mahallin en büyük mülki amiri olan vali veya kaymakam, belirli bir süre için ormanlara girilmesini men ve bu yerlerde her türlü işin sonlandırılmasını emredebilir.

Yine Orman Kanunu’nun 75. maddesinde yangınların önlenmesinde esas alınmak üzere bir planın ve programın yapılması gerektiği belirtilmiştir. 75. maddeye göre; “Orman idaresi yangınları önlemek maksadiyle en çok beş yılda tahakkuk ettirilecek bir plan ve program dahilinde yangın emniyet yolları ve yangın kule ve kulübeleri yapmak ve bunları idare merkezlerine telli ve telsiz telefonla bağlamakla mükellef olduğu gibi yangın tehlikesinin fazla olduğu mıntakalarda yangın mevsimine munhasır olmak üzere lüzum gördüğü yerlerde ve yeter miktarda yangın söndürme alet ve malzemesini havi motorlu vasıtalarla teçhiz ve takviye edilmiş yangın ekipleri bulundurur.

Orman yangınlarını önleme ve orman yangınlarıyla mücadele harcamaları için Orman Genel Müdürlüğü Katma Bütçesine yeterli miktarda ödenek konulur”.

Görüleceği üzere, hem Anayasa ve hem de Orman Kanunu hükümleri gereğince yangınların önlenmesi ve söndürülmesi hususunda görev, yetki ve sorumluluk orman idaresindedir. Bir hukuk devletinde bu sorumluluğun başkasına, başka kamu kurumuna veya sivil toplum örgütüne bırakılması mümkün değildir. Ancak Devlet, orman yangınlarının söndürülmesi hususunda gerektiğinde içeriden ve dışarıdan destek talebinde bulunabilir. Nitekim “Zorla çalıştırma yasağı” başlıklı Anayasa m.18/2’de “vatandaşlık ödevi” adı altında olağanüstü hallerde vatandaştan karşılıksız hizmet alınabileceği ve vatandaşın bu hizmeti vermesinin zorla çalışma sayılmayacağı ifade edilmiştir.

Devletin hiyerarşik yapılanmasında merkezi idare ile merkezi idarenin uzantısı olan taşra teşkilatı ve yerel yönetimlerin, yani belediyelerin karşı karşıya gelebildikleri, kamu hizmetinin verilmesinde görev, yetki ve sorumlulukları olumlu veya olumsuz anlamda paylaşamadıkları, belediyelerin Devleti temsil eden ve kamu kudretini kullanan olarak görülmeyebildikleri, bu konuda toplumun kafasını karıştıran ve yetki karmaşasına sebebiyet veren tartışmaların yaşandığı, esasen üniter yapıda olan Türkiye Cumhuriyeti’nde birlik ve beraberlik içinde kamu hizmetlerini vatandaşa, topluma ve bireylere sunması gereken idari teşkilatta sorunlar yaşanabildiği, son zamanlarda bu hususun sel, heyelan, düzensiz göç, 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’na aykırı yurda girişler veya yurt içinde yabancıların hareketleri ile yangınların önlenmesi ve yangınlara müdahale konusunda daha belirgin hale geldiği, fikir, karar ve eylem çatışmalarının yaşandığı, esasen bir hukuk devletinde Anayasa ve kanunlarla tanzim edilmiş hukuk düzeni ve hiyerarşik yapıda her şeyin belli olduğu, kimsenin dayanağını Anayasa ve kanunlardan almadığı bir yetkiyi kullanamayacağı gibi, yine kimsenin de Anayasa ve kanunlarla kendisine verilmiş görev ve yetkiler ile yüklenmiş sorumluluğu gözardı edemeyeceği, yerine getirmekten de geri duramayacağı ve bu konuda mazeret üretemeyeceği izahtan varestedir.

Yeri gelmişken; özellikle ani ve kitlesel insan akımının yaşandığı ve geçici koruma altında bulunanlar olarak adlandırılan Suriyeliler sonrasında, Türkiye Cumhuriyeti’nin topraklarına turist vizesi olmadan, oturma veya çalışma izni bulunmadan, diplomatik misyonlarda görevli olmadan veya görev alanların aile bireylerinden birisi olmaksızın veya Avrupa ülkelerinden gelip de sığınma başvurusunda bulunanlardan başvurusu kabul edilerek mülteci statüsü verilmeyenlerin Türkiye Cumhuriyeti’ne girişi veya yurtta seyahat hürriyeti kısıtlanmıştır. Bu kısıtlılığa ve 6458 sayılı Kanunun açık hükümlerine rağmen, son günlerde Afganistan’dan geldikleri söylenenlerin yurda nasıl girdikleri, sınırların korunması gerektiği halde sınır ihlallerinin bu kadar yoğun nasıl yaşanabildiği, geçici koruma altında bulunanların veya yukarıda kısaca belirttiğimiz nitelikleri taşımayan yabancıların yurtta nasıl serbestçe dolaşıp yerleşebildikleri, çalışabildikleri ile geçici barınma merkezi olarak nitelendirilen yerlerin dışına izinsiz çıkabildikleri veya başka illere gidebildikleri anlaşılamamaktadır. Türk Hukuku’nda bu konuda mevzuat yetersizliği olmadığı ve izinsiz kimsenin yurda giremeyeceği, hatta yurttan çıkamayacağı, yukarıda belirtilen yasal şartlar dışında yurt içinde serbestçe hareket edemeyeceği tartışmasız olduğundan Türkiye Cumhuriyeti’nin bu konuda bağlı olduğu iç hukuk kurallarına uygun olarak gerekli adımları atmasının ve tedbirleri almasının zorunlu olduğunu belirtmek isteriz.

Şimdi konumuza dönecek olursak; belediye sınırlarında ve imar açısından da en fazla mücavir alan sınırlarında görevli ve yetkili kılınan belediyelerin orman yangınlarında görev, yetki ve sorumluluğu var mıdır?

5393 sayılı Belediye Kanunu’nun “Belediyenin görev ve sorumlulukları” başlıklı 14. maddenin 5. ve 6. fıkralarına göre; “Belediyenin görev, sorumluluk ve yetki alanı belediye sınırlarını kapsar.

Belediye meclisinin kararı ile mücavir alanlara da belediye hizmetleri götürülebilir”.

Belediye Kanunu’nun “Acil durum planlaması” başlıklı 53. maddesine göre; “Belediye; yangın, sanayi kazaları, deprem ve diğer doğal afetlerden korunmak veya bunların zararlarını azaltmak amacıyla beldenin özelliklerini de dikkate alarak gerekli afet ve acil durum plânlarını yapar, ekip ve donanımı hazırlar.

Acil durum planlarının hazırlanmasında varsa il ölçeğindeki diğer acil durum planlarıyla da koordinasyon sağlanır ve ilgili bakanlık, kamu kuruluşları, meslek teşekkülleriyle üniversitelerin ve diğer mahalli idarelerin görüşleri alınır.

Planlar doğrultusunda halkın eğitimi için gerekli önlemler alınarak ikinci fıkrada sayılan idareler, kurumlar ve örgütlerle ortak programlar yapılabilir.

Belediye, belediye sınırları dışında yangın ve doğal afetler meydana gelmesi durumunda, bu bölgelere gerekli yardım ve destek sağlayabilir”.

5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun “Büyükşehir belediyesinin sınırları” başlıklı 5. maddesine göre; “Büyükşehir belediyelerinin sınırları, il mülki sınırlarıdır.

İlçe belediyelerinin sınırları, bu ilçelerin mülki sınırlarıdır”.

Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun “Büyükşehir ve ilçe belediyelerinin görev ve sorumlulukları” başlıklı 7. maddesinin (u) bendine göre; “İl düzeyinde yapılan planlara uygun olarak, doğal afetlerle ilgili planlamaları ve diğer hazırlıkları büyükşehir ölçeğinde yapmak; gerektiğinde diğer afet bölgelerine araç, gereç ve malzeme desteği vermek; itfaiye ve acil yardım hizmetlerini yürütmek; patlayıcı ve yanıcı madde üretim ve depolama yerlerini tespit etmek, konut, işyeri, eğlence yeri, fabrika ve sanayi kuruluşları ile kamu kuruluşlarını yangına ve diğer afetlere karşı alınacak önlemler yönünden denetlemek, bu konuda mevzuatın gerektirdiği izin ve ruhsatları vermek”.

Görüleceği üzere; il, ilçe ve büyükşehir belediyelerinin yangınların önlenmesi ve söndürülmesinde görev ve yetkileri belediye sınırları içerisinde geçerlidir. Belediyeler; sorumluluk alanlarının kapsamına giren tüm bina, üretim tesisleri, depolama yerleri, her türlü işyeri ve sanayi kuruluşları ile kamu kurum ve kuruluşlarının yangına ve diğer afetlere karşı alınacak önlemler yönünden denetlenmesi, korunması, afet ve acil durum planlarının hazırlanması konularında görevli ve yetkilidir.

Ancak Orman Kanunu’nun 69. maddesinde orman yangınlarının önlenmesi ve söndürülmesi ile 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11. maddesinin D fıkrasında; kamu düzeninin veya güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak, bozacak veya bozulacağına ilişkin ilde çıkabilecek veya çıkan olayların emrinde olan kuvvetlerle önlenmesini mümkün göremediği veya önleyemediği veya tedbirleri bu kuvvetlerle uygulayamadıkları takdirde, diğer illerin kolluk kuvvetleri ile bu iş için tahsis edilen diğer kuvvetlerden yararlanmak amacıyla İçişleri Bakanlığı’ndan ve gerektiğinde en yakın askeri kuvvetten yardım isteyebilir. Orman Kanunu’nun 69. maddesinin 3. fıkrasında, gerek orman idaresi ile diğer kamu kurum ve kuruluşları arasında koordinasyon ve gerekse orman yangınının söndürülmesinde destek kuvvet alınması konusunda mahallinin en büyük mülki amirinin yetkilendirildiği görülmektedir.

Orman Kanunu’nun 69. maddesinin 6. fıkrasına göre; Orman Kanunu’nun 18. maddesine göre Devlet ormanında faaliyette bulunma izni verilen izin sahiplerinin, hususi/özel ve tüzel kişiliğe sahip kamu kurumuna ait ormanlarda orman sahiplerinin, orman yangılarının önlenmesi ve söndürülmesi ile ilgili her türlü tedbiri almakla yükümlü oldukları belirtilmiştir.

Son kısımda ise; 5253 sayılı Dernekler Kanunu’na göre 20.10.2008 tarihli ve 2008/14307 numaralı Türk Hava Kurumu (eski adıyla Türk Tayyare Cemiyeti) Tüzüğü’nde, orman yangınlarına müdahale ile ilgili hükmün olup olmadığına bakacağız.

Esasen THK, orman yangınlarının önlenmesi ve söndürülmesi konusunda yetkilendirilmiş hak sahibi ve yetkili kılınmış bir dernek değildir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün talimatları doğrultusunda 16 Şubat 1925 tarihinde “Türk Tayyare Cemiyeti” adıyla kurulan Türk Hava Kurumu’nun amacı; “Büyük Türk Milletinin maddi ve manevi desteğinde, Cumhurbaşkanı ve Hükümetin yüksek himayelerinde, havacılığı Türk Milletine benimsetmek ve sevdirmek üzere ilmi, teknik, turistik ve sportif alanda faaliyet göstermektir”.

Tüzüğün “yetki ve sorumluluklar” başlıklı 4. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendinde; genel havacılığın kapsamına giren havadan yangın söndürme alanında Türk Milleti’ne hizmet etmek, THK’nın yetki ve sorumlulukları arasında sayılmıştır. Buna göre, THK’da bulunan yangın söndürme uçaklarının Türk Milleti’nin hizmetine sunulması ve orman yangınlarının söndürülmesinde de orman idaresi tarafından bu uçaklardan yararlanılması gerekli, hatta zorunludur. Gündemde olan tartışma; her ne kadar THK’nın son yıllarda içine düştüğü mali kriz dernek statüsüne sahip olması sebebiyle Sulh Hukuk Mahkemesi tarafından atanan kayyım heyetinin yönetimi, yine yakın zamanda kurban derilerinin toplanmasında THK’ya tanınan istisnanın kaldırılması ve gelirlerinin azalması, bunun yanında kötü idare iddiasıyla başlayan tartışmaların devam ettiği görülse de, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu THK’nın ihya edilmesi, en kısa sürede kayyım idaresinden kurtarılması ve yakın zamana kadar THK’ya ait yangın söndürme uçaklarından orman yangınlarında yararlanıldığı halde neden bugün yararlanılmadığının ve uçakların gözardı edildiğinin, tamir ve bakımlarının eksik bırakıldığının, deyim yerinde ise orman yangınlarının söndürülmesinde bir damla suya bile ihtiyaç duyulurken, THK’nın en az 4 yangın söndürme uçağının hangi şekilde 28 Temmuz 2021 tarihinde başlayan orman yangını fırtınasında kullanılmadığının bir hukuk devletinde araştırılması ve bunun hesabının sorulması gerekir. Bir hukuk devletinde herkes mazeret üretebilir, fakat sorumluluktan kaçamaz. Mazeret bulmadaki kolaylık, sosyal normlarda sapmaya neden olur, kolay mazeret buluyoruz.

Son söz; bugün “Kurdun Sırtı Toroslar Türksüzleştirilebilir, Yörükler yoksa, Anadolu da Yok” başlıklı Trakya Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Yüksel Hoş’un ayrıntılı bir yazısını okudum.

Yüksel Hoş yazısında aynen, “Yanan dağlarımız ülkemizin omurgasıdır. Kurdun sırtıdır demiştik. O omurga varken ülke dik durur. (…) Dağ coğrafyanın bir ülkeye hediyesidir. Toroslar da Türkiye’nin güneyini, en zayıf olduğumuz sıklet noktamızı koruyan doğal siperlerimiz. O siperler tutulmalı. Yansa da 1 seneden kısa sürede gerekirse lise, üniversite öğrencilerimizi kullanıp oraları inşa etmeliyiz. Yabancı kimseyi sokmadan... Otlar yoksa keçiler de olmayacak. Keçiler yoksa Yörükler de olmayacak”.

Yine Yüksel Hoş; Mustafa Kemal Atatürk’e atfen,Bu nedenledir ki bu coğrafyanın özelliklerini iyi bilen ve stratejik bölgelerde halkın toprağına bağlı kalmasının önemini bilen Gazi Mustafa Kemal Atatürk, şu veciz ifadede bulunmuştur:

Arkadaşlar! Gidip, Toros Dağları'na bakınız, eğer orada bir tek Yörük çadırı görürseniz ve o çadırda bir duman tütüyorsa, şunu çok iyi biliniz ki bu dünyada hiçbir güç ve kuvvet asla bizi yenemez”.

Beka, Vatanın korunması ve Türk Milleti’nin Anadolu coğrafyasında varlığını ilelebet sürdürmesidir.

Yüksel Hoş’un sözü ile yazıyı bitirelim; “O çadırlar, o dumanlar hep tütsün, vatanımız hep var olsun”.

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)