Bu çalışmamızda orman için açıklık kavramının hukuki niteliği, bu nitelikteki taşınmazların özel mülkiyete konu olup olamayacakları, şayet özel mülkiyete konu olmaları halinde 6831 sayılı Orman Kanunu ve diğer yasal mevzuat uyarınca bu iktisabın korunup korunmayacağı, iktisabın korunmaması halinde taşınmaz malikinin ne gibi haklara sahip olduğu hususları kısaca incelenecektir.
I) Orman içi açıklık kavramının tanımı:
Orman içi açıklık kavramı 6831 sayılı Kanunda düzenlenmiş olup, anılan kanunun 17. Maddesinin 1. Fıkrasında “Devlet ormanları içinde bu ormanların korunması, istihsal ve imarı ile alakalı olarak yapılacak her nevi bina ve tesisler müstesna olmak üzere; otlatma planı yapılan alanlarda yıllık otlatma süresi dâhilinde hayvanların planlı otlatılmasını sağlayan, gecelemesini emniyet altına alan ve dağılmalarını engelleyen geçici çevirmeler şeklinde düzenlemeler dışında, her çeşit bina, ağıl ve hayvanların barınmasına mahsus yerler yapılması, tarla açılması, işlenmesi, ekilmesi ve orman içinde yerleşilmesi yasaktır…” düzenlemesi ile orman içi açıklık kavramının kısmen de olsa tanımlandığı görülmektedir.
Yine 15.07.2024 tarihli ve 25523 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6831 Sayılı Orman Kanununa Göre Orman Kadastrosunun Uygulanması Hakkında Yönetmelik’in 26. Maddesinin (a) bendinde ) 6831 sayılı Kanunun 1 inci maddesine göre, “..orman sayılan ve eskiden beri Devlete ait olduğu bilinen ormanlar, orman içindeki kültür arazileri dışında 6831 sayılı Kanunun 17 nci maddesinde yer alan orman içinde bulunan doğal olarak ağaç ve ağaçcık içermeyen, genel olarak otsu bitki veya bazı durumlarda yer yer odunsu bitkiler içeren açıklıkların..” orman kadastro komisyonlarınca devlet ormanı olarak sınırlandırılacağı düzenlenmiştir.
Görüleceği üzere 6831 sayılı Orman Kanunun ile bu kanuna uygun olarak çıkarılmış bulunan mezkur yönetmelikte orman içi açıklık kavramının net bir tanımının yapılmadığı görülmektedir.
Yerleşik Yargıtay kararları çerçevesinde orman içi açıklık kavramını şu şekilde tanımlanabilecektir:
“Komşu taşınmazlar ile birlikte dört yönü orman vasfındaki taşınmazlar ile çevrili olan taşınmazdır.”
Öte yandan bir yerin orman içi açıklık sayılabilmesi için kültür arazisi olmaması da ön koşuldur. Bu çerçevede eski tarihli memleket haritası ve hava fotoğraflarında orman sayılan yerlerden olmadığı anlaşılan ve kadim tarım arazisi olup he halen bahçe olarak kullanıldığı tespit edilen bir taşınmaz parçasının, orman içi açıklık olarak kabul edilmesi mümkün değildir. (Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 16.09.2023 tarih ve 2013/5566 E. , 2013/7945 K. Sayılı kararı)
II) Orman içi açıklık kavramının hukuki statüsü:
6831 sayılı Kanun'un 17/2. maddesindeki düzenlemeyle kanun koyucu, orman içi açıklıklarda tarım ve inşaat ile özel mülke dönüşme yolunu kapamıştır.
Anılan kanun metninden açıkça anlaşıldığı gibi, hangi nedenle olursa olsun orman içi açıklıklarda tarım, inşaat ve hayvancılık yapmak amacı ile ağıl yapılamaz. Bu tür yerler özel mülk olamaz. Aksi durumda orman yönetimi burada yapılacak yapılara derhal el koyma hakkına sahiptir.
Kanun koyucunun bu yasaklamasının arkasında, bir kimsenin orman içi açıklıklardan yararlanabilmesi için zorunlu olarak olarak ormanı kullanacağı düşüncesi yatmaktadır. Gerçektende bu kullanım nedeniyle yeni açma, genişletme, yangın oluşması önlenemeyecek ve orman bütünlüğü bozulacaktır.
Nitekim Yargıtay da benzer görüşte olup, orman içi açıklıklarının zilyetlikle iktisap edilemeyeceğini kabul etmektedir. (Yargıtay (Kapanan) 20. Hukuk Dairesinin 13.06.2016 tarih ve 2016/6690 E. , 2016/6809 K. Sayılı kararı) Bu bağlamda orman kadastrosunun kesinleştiği tarihten sonra 20 yıldan fazla süre geçse dahi orman içi açıklık konumunda olan taşımazlar , zilyetlik yoluyla iktisap edilemezler. (YHGK.’nun 11.10.2004 gün ve 2004/7-531-582 E/K sayılı ilamı)
Yargıtay, orman içi açıklık az eden taşınmazların öncesinin orman olma zorunluluğunun bulunmadığını kabul etmekte, salt taşınmazın etrafının ormanla çevrili olmasını yeterli saymaktadır.
Yüksek mahkeme konuyu daha da ileriye götürerek, etrafı ormanla çevrili bulunan bir taşınmazın memleket haritasında açık alanda gözükmesinin dahi bu olguyu değiştirmeyeceğini kabul etmektedir. Bu düşüncenin temelinde etrafı ormanla çevrili olan taşınmazların, özel mülke dönüşüp tarım ve inşaata açıldığında orman bütünlüğünün bozulacağı olgusu yatmaktadır.
Öte yandan Yargıtay uygulamasında, orman içi açıklığı konumundaki bir yer, kesinleşen orman kadastro sınırları dışında bulunsa bile, devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden olması nedeniyle bu yerin zilyetlikle kazanılması mümkün değildir. ( YHGK.’nun 10.12.1997 gün ve 1997/20 Esas- 830/1034 ilamı ile YHGK.’nun 10.12.1997 gün ve 1997/20 Esas - 808/1039 Karar sayılı ilamı)
Gerek kanuni düzenlemeler ve gerekse Yargıtay’ın konuyla ilgili yeknesaklık kazanmış içtihatları birlikte değerlendirildiğinde; orman içi açıklık niteliğindeki yerler kanun gereği orman sayıldığı için, orman içi açıklık ve boşlukların zilyetlik yolu ile kazanılmasına yasal olanak bulunmadığını, dolayısıyla bu yollarla ormandan toprak kazanımından söz edilemeyeceğini ifade etmemiz yerinde olacaktır.
III) Öncesinde tapuya bağlanmış olan orman içi açıklık niteliğindeki yerlerin hukuksal durumu:
Bu bölümde tesis kadastrosu sonucunda kişiler adına tespit görüp, tapuya kayıt ve tescil edilen bir taşınmazın, orman içi açıklık niteliğinde olduğunun tespit ve iddia edilmesi halinde nasıl hareket edileceği, bu ihtimalde taşınmaz malikinin mülkiyet hakkına değer verilip verilmeyeceği hususu incelenecektir.
Burada ilk akla gelen soru şudur: Hazine tarafından bir taşınmazın 6831 sayılı Kanunun 17/2. maddesine göre orman içi açıklık olduğu iddiasıyla tapusunun iptali talebiyle dava açılması halinde, mahkemece nasıl hareket edilecektir?
Böyle bir davada Yargıtay, öncelikle mahallinde usulünce keşif yapılmasını, eski tarihli resmî belgelere göre taşınmazın öncesinin orman veya orman içi açıklık olup olmadığının araştırılmasını, taşınmazın 6831 sayılı Kanunun 17/2. maddesine göre orman içi açıklığı olduğunun belirlenmesi halinde, bu tür yerlerin zilyetlikle kazanılamayacağını, taşınmazın orman sayılan yerlerden olduğu belirlenerek hükmen orman olarak tesciline karar verilmesi gerektiğini kabul etmektedir. Devamla Yargıtay, orman içi açıklık niteliğindeki bir taşınmazın bulunduğu yörede yapılan orman kadastrosu kesinleşmiş ve bu taşınmaz kesinleşmiş orman kadastro haritası sınırları dışında bırakılmış olsa dahi; bu hususu davanın reddi için yeterli bir sebep olarak kabul etmemektedir.
Bu durumda tapuya kayıtlı taşınmazın, orman içi açıklık niteliğinde olduğu gerekçesiyle açılan dava sonucunda tapu kaydının iptal edilmesi ya da eski tarihli tapu kaydının kadastro çalışmaları sırasında orman içi açıklık olması sebebiyle yeni bir parsele revizyon görmemesi halinde uğranılan zararın ne şekilde karşılanacağı sorunsalına da cevap vermemiz gerecektir.
Bilindiği üzere tapu işlemleri kadastro tespit işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda yapılan hatalardan T.M.K. m. 1007. anlamında Devlet sorumludur. Bu işlemler nedeniyle zarar gören malik, Medeni Yasanın 1007 maddesi gereğince, zararlarının tazmini için Türk Borçlar Yasasının 125. maddesinde öngörülen 10 yıllık genel zamanaşımı süresi içinde Hazine aleyhine adlî yargıda dava açabilecektir. Yargıtay’ın oturmuş ve yerleşik görüşü de bu yöndedir. (Yargıtay (Kapatılan) 20. Hukuk Dairesinin 25.09.2012 tarih ve 2012/2656 E. - 2012/10593 K. Sayılı ilamı)
IV) Sonuç:
Gerek 6831 sayılı orman kanununun 17. maddesi ve gerekse 6831 Sayılı Orman Kanununa Göre Orman Kadastrosunun Uygulanması Hakkında Yönetmelik’in 26.a maddesi uyarınca, bir yerin orman içi açıklık olduğunun tespit edilmesi halinde bu yerlerin öncelikle orman olarak sınırlandırılmasında zorunluluk olduğu, bu nitelikteki bir taşınmazın kesinleşmiş orman tahdit haritası sınırları dışarısında kalmasının sonucu değiştirmeyeceği, yöntemince yapılacak inceleme ve araştırma sonucunda taşınmazın orman içi açıklık niteliğinde olduğunun tespit edilmesi halinde mezkur taşınmazın özel mülkiyete konu edilmesinin mümkün olmadığını ifade etmek yerinde olacaktır.
Av. Musa ADIYAMAN
(Sakarya Barosu)